Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #76
    Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

    HUNEYN SAVAŞI ESİRLERİNİN ÖLDÜRÜLMESİ

    Allah (c.c), kulu ve elçisi Hz. Muhammed (s.a.a)’i Huneyn’de Havazen kabileleriyle yaptığı savaşta zafere ulaştırınca, Peygamber (s.a.a)’in tellalı esirlerin öldürülmemesini ilan etti.

    Ömer b. Hattab, eli ayağı bağlı İbn-i Akva diye bir esirin yanından geçti. Bu şahsı, Hüzeyl kabilesi, Mekke’nin fethi günü kendi lehlerine casusluk yapması için göndermişti.

    Şeyh Müfid’in İrşad adlı kitabında yazdığına göre, Ömer bu adamı görünce şöyle dedi:
    “Bu Allah’ın düşmanı casusluk yapmak için aramıza girmişti, şimdi ise esirdir, onu öldürün.Ensar’dan birisi de onun boynunu vurdu. Bu haber Peygamber (s.a.a)’e ulaşınca onları kınayarak şöyle buyurdu: “Bu esirleri öldürmemenizi söylemedim mi?”

    Bu şahısın öldürülmesinden sonra, Şeyh Müfid’in “İrşad”da söylediğine göre, Cemil b. Muammer b. Züheyr gibi başka esirleri de öldürdüler. Oldukça sinirlenen Peygamber (s.a.a) Ensar’a birisini göndererek şöyle buyurdu: “Elçim esirleri öldürmeyin demesine rağmen neden onları öldürdünüz?”

    Onlarda mazeret isteyerek; biz Ömer’in sözüyle onu öldürdük, dediler. Peygamber (s.a.a), Ümeyr b. Veheb aracılık yapana dek yüzünü Ömer’den çevirdi.

    Yazar: Huneyn’de öldürülen şahıslardan birisi de Halid b. Velid’in Havazen kabilesinden olan bir kadını öldürmesidir. Peygamber (s.a.a) onun öldürülmesinden şiddetle rahatsız oldu. Zira Peygamber (s.a.a) bir yerden geçerken halkın toplanıp O’na baktığını görünce, ashabından birisine şöyle buyurdu:
    “Git Halid’i bul ve de ki: Peygamber (s.a.a) seni çocuk, kadın ve kiralık insanları öldürmenden menetmiştir.” Bu olayı Muhammed b. İshak sire kitabında nakletmiştir.

    Ahmed b. Hanbel “el-Bidaye ve’n- Nihaye’den naklen, Huneyn Gazvesinin sonunda şöyle yazıyor: Ebu Amir Abdülmelik b. Amr ve Muğayre b. Abdurrahman, Ebu’z-Zenad’dan naklen; Murka b. Sayfi, katip Hanzale’nin kardeşi olan Ribah b. Rabi’den şöyle nakleder: “Peygamber (s.a.a), öncü birliğini Halid b. Velid’in yaptığı savaştan dönünce, Ribah ve beraberindekiler öncü birliklerinin öldürdüğü bir kadın cenazesinin yanından geçtiler. Daha sonra etrafına toplanarak ona bakıyorlardı. Peygamber (s.a.a), atına binili olduğu halde gelince halk, Peygamber (s.a.a)’in de cenazeyi görmesi için kenara çekildi. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bu kadın öldürülmemeliydi.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Git Halid’i bul ve de ki: Çocuklar ve kiralık adamlar öldürülmemelidir.”

    Ebu Davut, Nesai ve İbn-i Mace bu hadisi nakletmişlerdir.

    Yorum


      #77
      Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

      SAVAŞTAN FİRAR

      Savaştan kaçanın kınanılması hakkında Müslüman kimselere şöyle dememiz yeterlidir: Allah-u Teala müminlere buyuruyor ki: “Ey müminler! Toplu halde kafirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin, (korkup kaçmayın) tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında kim böyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah’ın gazabını hak etmiş olarak döner. Onun yeri de cehennemdir. Orası, varılacak ne kötü yerdir!” Enfal / 15-16.

      Bu açık nass, mutlaktır (kayıtsızdır). Kur’ân-ı Kerim’in muhkem ayetlerinden birisidir. Ama ashaptan bazıları bunun karşısında bir kere değil defalarca içtihat ederek ona amel vakti gelince yollarını değiştirdiler. (Şimdi bu konuda birkaç örneğe değiniyoruz)

      a) Uhud Savaşında İbn-i Kum’e, Mus’ab b. Ümeyr’e saldırarak onu öldürdü. Onun Peygamber-i Ekrem olduğunu zanneden İbn-i Kum’e, Kureyşlilerin yanına dönerek Peygamber (s.a.a)’i öldürdüğünü müjdeledi. Müşrikler de birbirlerine müjde vererek şöyle diyorlardı: “Muhammed öldürüldü! Muhammed öldürüldü! İbn-i Kum’e onu öldürdü!”

      Bu haberden perişan duruma düşen Müslümanlar korkuya kapılarak firar etmeye başladılar. Allah (c.c) bu olayı anlatırken şöyle buyuruyor: “O zaman Peygamber arkanızdan sizi çağırdığı halde siz, durmadan (savaş alanından) uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. Allah size keder üstüne keder verdi...” Al-i İmran / 153.

      O gün Peygamber (s.a.a) onların arkalarından seslenerek şöyle buyuruyordu: “Ey Allah’ın kulları! Ey Allah’ın kulları! Gelin, ben Allah’ın Resulüyüm. Kim burada kalırsa cennet onundur.”

      Resul-i Ekrem (s.a.a) bu ve buna benzer sözlerle onları çağırıyordu. Halbuki onların tam arkasındaydı. Ama onlar öyle bir şekilde kaçıyorlardı ki etraflarında olan hiç kimseye itina etmiyorlardı!

      Taberi ve İbn-i Esir tarih kitaplarında şöyle yazıyorlar:
      “Savaş meydanından firar, Osman b. Affan ve diğer bir grup ashabın da içinde bulunduğu bir bölük Müslümanlar tarafından sona erdi. Onlar “A’vas” bölgesine giderek üç gün boyunca orada kaldılar. Daha sonra Peygamber (s.a.a)’in yanına döndüler. Peygamber (s.a.a) onları görünce şöyle buyurdu: “Sizler savaştan firar ettiniz!”

      Bu grubun savaştan kaçması, üç gün sonra geri dönmeleri ve Peygamber (s.a.a)’in onlara buyurduğu sözler, Uhud Savaşı hakkında genişçe bahseden tüm kitaplarda mevcuttur.

      Yine Taberi ve İbn-i Esir tarih kitaplarında şöyle yazarlar:
      Enes b. Malik’in amcası Enes b. Nazr, Ömer, Talha ve Muhacirlerden bir grupla karşılaşıp onların savaşmadığını görünce: “Neden savaşmıyorsunuz?” dedi.

      Onlar: “Peygamber (s.a.a) öldürüldü.” dediler.

      O onların bu sözüne karşılık: “Peygamber (s.a.a)’den sonra ne yapacaksınız? Peygamber (s.a.a)’in öldüğü gibi siz de ölün” dedi.


      Daha sonra şehit oluncaya kadar düşmanla savaştı. Ölümünden sonra bedeninde yetmiş yara bulunduğu görüldü. Kız kardeşinden başka hiç kimse onu tanıyamadı. O da, kardeşini güzel parmaklarından tanıdı!

      Tarihçiler şöyle yazıyorlar:
      “Enes, Ömer ve Talha’nın da içlerinde bulunduğu bir grubun, Peygamber (s.a.a)’in öldürüldüğü haberini aldıktan sonra “Keşke bizden taraf birisi, Abdullah b. Ubey Selul’a (savaştan kaçmış olan münafıkların reisi) gitse de öldürülmeden önce bize Ebu Süfyan’dan güvence mektubu alsaydı!” diye söylediklerini duydu.

      Enes b. Nazr şöyle dedi:
      “Ey insanlar! Eğer Peygamber (s.a.a)’in öldürüldüğü doğru bile olsa Muhammed’in Allah’ı öldürülmemiştir! Muhammed’in cihad ettiği niyetle savaşın. Allah’ım! Ben bunların dediği şeyden dolayı özür diliyorum ve bunların yaptığı şeylerden uzağım.” Daha sonra şehit olana dek savaştı. (Allah’ın rahmet ve bereketi onun üzerine olsun.) Bu olayı da Uhud Savaşını nakleden tüm tarihçiler yazmışlardır.

      b) Huneyn Savaşında Tevbe suresinin 25. ayetine (Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı) ve onun tefsirine göre, on iki bin kişiyi bulan İslam ordusunu Ebu Bekir nazarlamış ve İslam ordusu yenilgiye uğramıştır. Savaşa arkalarını dönerek kaçanların arasında, Buhari ve İbn-i Esir’in nakline göre Ömer b. Hattab da vardı. Sahih-i Buhari, c. 3, s. 46. El-Bidaye ve’n- Nihaye, c. 4, s. 329; Buhari ve Müslim’den naklen.

      Buhari, Ebu Katade-i Ensari’den nakleder ki; Huneyn Savaşında, Ömer’in de içlerinde bulunduğu bir grup Müslüman, savaş meydanından kaçtılar. Ben, Ömer’e: “Neden firar ediyorlar?” dediğimde, Ömer: “Allah’ın işidir...!” dedi.

      c) Hayber Savaşında Peygamber (s.a.a) Ebu Bekir’i, kaleyi fethetmesi için bir bölük savaşçıyla gönderdi. Ama Ebu Bekir kaçarak geri döndü.

      Hakim Nişaburi bu hadisi kendi kitabında (c. 3 s. 27) aynen bizim naklettiğimiz gibi nakletmiştir. Daha sonra ise şöyle diyor:
      “Bu hadis sahih senetle nakledilmiştir. Ama Buhari ve Müslim onu nakletmemişlerdir!”

      Zehebi sahih olduğunu belirterek Telhis’ul-Müstedrek’te onu nakletmiştir. Cabir b. Abdullah-i Ensari’den, -Hakim Nişaburi de onu sahih bilerek Müstedrek’te nakletmiştir- uzun bir hadiste Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Müstedrek, c. 3, s. 38.

      “Yarın kaleyi fethetmek için ona doğru öyle birisini göndereceğim ki Allah’ı ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu severler. O savaştan kaçmaz. Allah kaleyi onun eliyle fethedecektir.”

      Askerlerden her biri o fatihin kendileri olmasını ümit ediyorlardı. O gün Hz. Ali (a.s) göz ağrısına yakalanmıştı. Peygamber (s.a.a) ona: “Hareket et” diye emretti.

      Hz. Ali:
      “Ya Resulellah! Hiçbir yeri görmüyorum” dedi.

      Peygamber (s.a.a) mübarek ağzının suyunu Hz. Ali’nin gözüne sürerek, İslam sancağını onun eline verdi. Hz. Ali şöyle arz etti:
      “Ya Resulellah! Ne zamana kadar onlarla savaşayım?”

      Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammed’en Resulullah” diyene kadar onlarla savaş. Ama bunu söyledikleri vakit benim tarafımdan canları ve malları muhteremdir. Onun hakkını eda etmedikleri durum hariç. Bu durumda da onların hesabı Allah’a aittir.”

      Hz. Ali (a.s) Yahudilerle çarpışarak Hayber kalesini fethetti.

      Hakim-i Nişaburi bu hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: Buhari ve Müslim’in Sancak hadisinin naklinde görüş birlikleri vardır. Ama bu şekilde nakletmemişlerdir. Bu sözü Zehebi de Telhis’ul-Müstedrek’te söylemiştir.

      Ayas b. Selme şöyle der: Babam rivayet ederek dedi ki:
      “Biz Hayber Savaşında Peygamber (s.a.a)’le beraberdik. Peygamber (s.a.a), ağız suyundan Ali’nin gözlerine sürdü ve göz ağrısı iyileşti. Sonra sancağı ona verdi, O da meydana gitti. Hayberli Merheb, onun karşısına geçerek şöyle dedi:

      “Hayberliler benim Merheb olduğumu bilirler. Tepeden tırnağa silahlıyım savaş alevleri yükselince cesaretliyim”


      Onunla savaşmaya can atan Ali (a.s) ise şöyle buyurdu: “Ben o kimseyim ki annem beni Haydar olarak adlandırmıştır. Aynen korkunç ormanlar aslanı gibi, seninle çetin bir şekilde savaşacağım.”

      Daha sonra ona hamle ederek bir darbede başını ortadan ikiye ayırarak öldürdü. Bunun ardından Hayber’in fethi kolaylaştı.

      Hakim Nişaburi bu rivayeti Hayber Savaşı bahsinde getirmiş ve daha sonra şöyle demiştir: Bu hadis Müslim’in şartıyla sahihtir. Ama Buhari ve Müslim bunu yukarıdaki şekliyle nakletmemişlerdir.

      d) Kumlu bir vadide gerçekleşen “Silsile” Savaşı da aynı Hayber Savaşı gibiydi. Zira Peygamber (s.a.a) bu savaşta da önce Ebu Bekir’i meydana gönderdi. Ama o ordusuyla beraber firar etti. Daha sonra Ömer’i meydana gönderdi. Ömer de komutası altındaki askerlerle beraber firar etti. Onlardan sonra ise Hz. Ali’yi gönderdi. Ama Hz. Ali onların aksine ganimet ve esirlerle geri döndü. Şeyh Müfid el-İrşad adlı eserinde bu savaşı genişçe nakletmiştir.

      Bu savaş, hicretin yedinci yılında Amr b. Asın komutası altında vuku bulan “Zat’us-Selasil” savaşından ayrıdır. Tüm tarihçilerin de yazdığı gibi o savaşta da Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde-i Cerrah, Amr b. As’ın komutası altındaydılar.

      Eskiden beri Ömer ile Amr arasında anlaşmazlık vardı. Hakim Nişaburi Meğazi[228] adlı kitabında kendi senedi ile Abdullah b. Bureyde’den babasının şöyle dediğini nakleder: Peygamber (s.a.a), Amr b. As’ı “Zat’us-Selasil” Savaşına gönderdi. Ebu Bekir ve Ömer de As’ın ordusundaydı. Savaş meydanına vardıklarında Amr b. As, ateş yakılmaması emrini verdi. Ömer sinirinden çatlayacak gibiydi, az kalsın Amr b. As ile kavga edecekti. Ama Ebu Bekir, Ömer’e mani olarak Amr b. As’ın savaş tekniklerini bildiği için Peygamber (s.a.a)’in onu ordu komutanı yaptığını anlattı. Ömer de ondan el çekerek kenara çekildi.

      Hakim-i Nişaburi bu hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: Bu hadis sahih senetlere sahiptir. Ama Buhari ve Müslim onu nakletmemişlerdir! Zehebi de bu hadisi Telhis’ul-Müstedrek’de naklederek sahih olduğunu belirtmiştir.

      Yorum


        #78
        Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

        Çok Güzel açıklamalar ve deliller var kardeşim ALLAH razı olsun..

        Savaştan kaçmakta sahabenin bir içtihadımıdır acaba..
        ALLAH'ım Bütün Güzel Sözler Sana Söylemekle Güzeldir,Kırık Dökük de Olsa Kabul Eyle Sözlerimi.

        Yorum


          #79
          Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

          sırf başlık nedeni ile bir satırını bile okumadığım bir çalışma...

          Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.(İsra-53)

          Yorum


            #80
            Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

            [quote author=adem_toprak link=topic=3488.msg28962#msg28962 date=1242837495]
            sırf başlık nedeni ile bir satırını bile okumadığım bir çalışma...[/quote]

            Bismillahirrahmanirrahim

            Abi başlıkta bir sorun mu var? Var ise yeter ki senin dilin dönsün abi, ben başlığı değiştiririm.

            Yorum


              #81
              Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

              Gerekli Bir Hatırlatma

              Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’ın hayatında araştırma yapan düşünürler çok iyi biliyorlar ki, Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali’yi övmekte ve O’nu, İslam’da uzun bir geçmişi olan diğer sahabelerden üstün bilmekte birçok üslûp ve yöntemlere başvurmuştur.

              Örneğin: Hz. Peygamber (s.a.a), ne savaşta ne de barışta hiçbir zaman Hz. Ali’yi herhangi bir kimsenin komutası altına sokmadı. Ama onu diğer kimselere emir olarak tayin etti. Örneğin: Zat’us-Selasil savaşında Amr b. As’ı, Ebu Bekir ve Ömer’e emir kıldı. Vefat zamanında ise kitabın başında da söylediğimiz gibi Üsame b. Zeyd’i, çok genç olmasına rağmen Muhacir ve Ensar’ın Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubey gibi ihtiyarlarının bile bulunduğu orduya komutan yaptı. Bu tarih kitaplarında geçmiştir.

              Hz. Ali’yi bir orduya komutan yaptığı zaman hemen ardından İslam’ı ilk kabul edenlerden bir grubu onun komutası altına sokardı. Ama başkalarını emir olarak tayin ettiği zaman Hz. Ali’yi kendi yanında saklardı!

              Eğer iki kolorduya hareket emri verecek olsaydı, orduların birleşmesi durumunda komutanlığın Hz. Ali’ye ait olduğunu belirtirdi. İki ordu ayrıldığı takdirde de herkesin kendi ordusuna komutan olmasını söylerdi.

              Hasan-ı Basri’den, Hz. Ali hakkında soru sordular, o cevaben şöyle dedi:
              “Dört önemli sıfatı kendisinde bulunduran bir şahıs hakkında ne diyeyim:

              1) Tevbe (Beraat) suresinin tebliğinde O’nun emin bilinmesi. (Peygamber (s.a.a)’in önce Ebu Bekir’i Beraat suresini okuması için seçtiği, Ebu Bekir daha Mekke yolundayken Peygamber (s.a.a)’in, Allah’tan bir emir olarak surenin Mekkelilere okunması için Hz. Ali’nin görevlendirilmesi emrini aldığı ve Hz. Ali’nin hemen yola koyularak sureyi Ebu Bekir’den alıp bu önemli işi yerine getirdiği meşhurdur.)

              2) Hz. Peygamber (s.a.a) Tebuk Savaşına giderken Hz. Ali’yi Medine’de kendi yerine bırakıp şöyle buyurdu: “Sen bana oranla, Harun’un Musa’ya olan menzileti (konumu) gibisin; şu farkla ki benden sonra peygamber yoktur.”

              Eğer Ali’de olmayan başka bir şey daha bulunsaydı, Peygamber (s.a.a) onu da aynen nübüvvet gibi müstesna kılardı.

              3) Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Aranızda iki ağır emanet bırakıyorum; Allah’ın kitabı ve İtretim olan Ehl-i Beytim.”

              4) Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) hiçbir kimseyi, O’na komutan yapmadı. Ama diğerlerine emirler yaptı.
              Bkz. Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 1, s. 369; Vakidi’den naklen.

              “Hayber Savaşında da Peygamber (s.a.a), önce Ebu Bekir’i, sonra da Ömer’i komutan yaptı, ama Ali (a.s) onlarla beraber değildi. Ama ertesi gün Hz. Ali’yi ordu komutanı yapınca, Ebu Bekir ve Ömer’i O’nun komutası altına verdi. Hayber Kaleleri Hz. Ali’nin eliyle fethedildi.” (Bunların tümü üzere Allah’a hamd olsun.)

              Ahmed b. Hanbel, Bureyde’den şöyle rivayet eder:
              “Peygamber (s.a.a), iki kolorduyu Yemen’e gönderdi. Bunlardan birisinin komutanı Hz. Ali, diğeri ise Halid b. Velid idi. Daha sonra şöyle buyurdu: “İki ordu birleştiği zaman Ali komutandır. Ayrıldığınız vakit ise her biriniz kendi ordunuzun komutanısınız.”

              Biz, Beni Zübeyde kabilesi ile karşılaşıp savaştık. Müslümanlar müşriklere galip geldiler. Ganimetler ve esirler toplandıktan sonra Hz. Ali (a.s) esirler arasından bir kadını kendisine seçti. Bureyde şöyle diyor: Halid b. Velid bu hususta Peygamber (s.a.a)’e bir mektup yazarak benimle gönderdi.

              Peygamber (s.a.a)’in huzuruna varıp mektubu teslim ettim. Mektubu Peygamber (s.a.a) için okuduklarında O Hazretin öfkelendiğini gördüm. Ben şöyle arz ettim:
              “Ya Resulellah! Benim hiçbir suçum yok. Siz beni bir adamla (Halid) göndererek ona itaat etmemi emrettiniz. Şimdi ben de onun emriyle size bir mektup getirdim.”

              Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ali’ye hiçbir şey söyleme. Zira o benden, ben de ondanım. O benden sonra sizin önderinizdir.”

              Sünen ve Müsned yazarlarından bir çoğu bu hadisi nakletmişlerdir. Biz de el-Müracaat adlı kitabımızın 36. mektubunda onu nakletmiştik.

              Bazen de Peygamber (s.a.a), Müslümanlardan birisini ordu komutanı yapar, onlar da gidip hiçbir sonuç elde edemeden geri dönerlerdi. Sonra onun yerine Hz. Ali’yi geçirerek hareket ettirirdi. O da kesin bir zaferle geri dönerdi. İşte buradan da Ali (a.s)’ın nasıl bir makama sahip olduğu anlaşılmaktadır. Eğer Peygamber (s.a.a) ilk etapta Hz. Ali’yi ordu komutanı yapsaydı böyle bir sonuç çıkarılamazdı.

              Bazen de herkesin istekli olduğu çok önemli bir işte bir şahısı görevlendirirdi. Peşinden Allah vahiy göndererek: “Bu işi sen, veya senden olan birinden başkası yapamaz” emrini verirdi. Bu durum Tevbe suresinin okunması hususunda meydana gelmiştir. Hz. Ali, yolun yarısında Tevbe suresini Ebu Bekir’den alarak büyük hac günü müşriklere okumuştur.
              Hz. Ali’nin Tevbe suresini okuması hakkında çok dakik bir araştırma yapmışız. Bkz. Ebu Hureyre s. 157-188 H. 18.

              Yorum


                #82
                Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                HZ. PEYGAMBER (S.A.A)’İN EBU SÜFYAN’A CEVAP VERİLMESİNİ YASAKLAMASI

                Peygamber (s.a.a), Uhud Savaşında ashabından yedi yüz kişiyle beraber Uhud vadisine girdi. Arkaları dağa gelecek şekilde askerlerini yerleştirdi. Müşrikler ise üç bin kişi idiler. Bunlardan yedi yüz kişi zırhlı, iki yüz kişi de atlıydı. Aynı zamanda yanlarında on beş tane de kadın vardı.

                Müslümanlar arasında ise iki yüz zırhlı, iki de atlı vardı.

                İki ordu da savaşa hazırdı. Peygamber (s.a.a), yüzünü Medine’ye dönmüş, Uhud dağını da arkasına almıştı. Ordusundan elli tane okçuyu Abdullah b. Cubeyr’in komutası altında bir geçit yerine yerleştirerek düşmanın arkadan saldırmasını önlemek istedi.

                Daha sonra Abdullah b. Cubeyr’e şöyle buyurdu:
                “Düşman süvari birliğinin bize arkadan saldırmasını önlersiniz. Siz olduğunuz yerde kalın. Biz, yensek de yenilsek de siz mevzilerinizi terk etmeyin. Zira biz sadece iki dağ arasında bulunan şu geçitten korkuyoruz.”

                Tam bu sırada düşman ordusunun bayraktarı Talha b. Osman ileri çıkarak şöyle dedi: “Ey Muhammed’in ashabı! Siz, bizi öldürdüğünüz takdirde cehenneme gideceğimize ve eğer öldürülürseniz cennete gideceğinize inanıyorsunuz. Aranızda benim kılıcımla cennete gitmek isteyen veya kılıcıyla beni cehenneme göndermek isteyen birisi var mı?!”

                İbn-i Esir şöyle diyor: “Onun karşısına çıkan Ali b. Ebi Talip, bir darbeyle ayağını keserek onu yere serdi. Elbisesi yukarı toplanarak avreti açığa çıkan İbn-i Osman Hz. Ali’ye yalvarmaya başladı. Hz. Ali (a.s) da ondan vazgeçerek geri döndü. Zira onun yavaş yavaş çırpınarak öleceğini biliyordu.”

                Bu sırada Peygamber (s.a.a) tekbir getirerek şöyle buyurdu: “Ordunun kahramanı kendi işini yaptı.” Müslümanlar da Peygamber (s.a.a)’le beraber tekbir getiriyordu. Daha sonra Peygamber (s.a.a), onu neden kendi haline bıraktığını sordu. Hz. Ali (a.s) şöyle cevap verdi: “O, aramızdaki akrabalığı vasıta kılarak bana yalvardı. Ben de onu takip etmekten utandım.”

                Daha sonra Ali (a.s) müşrik ordusunun bayraktarlarına saldırarak ölümün acılığını onlara tattırdı. İbn-i Esir ve diğerleri şöyle yazarlar: Müslümanlar, düşman bayraktarlarının tümünü öldürdüler. Bayrak ve sancaklar yerde kalmıştı. Kimse onları almak için ileri çıkamıyordu. Daha sonra Alkame Harisi’nin kızı Umre, bayrağı yerden kaldırdı. Bayrağı havada gören müşrikler tekrar bayrağın etrafında toplandılar.

                Daha sonra sancağı Beni Abduddar’ın kölesi Savab aldı. Büyük bir pehlivan olan Savab da öldürüldü. Ebu Rafi şöyle diyor:
                “Bayraktarları öldüren şahıs Ali b. Ebi Talip idi.”

                Her iki ordu da şiddetle savaşıyordu. Herkesten daha çok Ali, Hamza ve Ebu Dücane Ensari savaşarak birçok zorluklara katlanıyorlardı. Onlar birer kahramandı. Müşrikler yenilgiye uğradılar. Kadınlar da kaçarak dağa çıktılar. Müslümanlar da ganimet toplamakla meşgul oldular. Mücahit kardeşlerinin ganimet topladıklarını gören okçular, ganimet toplamayı orada durmayı tercih ettiler. Böylece Peygamber (s.a.a)’in tekitle emrettiği şeyi unuttular.

                Halid b. Velid, okçuların sayısının azaldığını görünce, onlara saldırarak hepsini öldürdü. Daha sonra kendi adamlarıyla İslam askerlerine arkadan saldırdılar. Olayı gören müşrikler kaçmaktan vazgeçerek geri dönerek, her yönden Müslümanlara saldırmaya başladılar.

                Teke tek savaş başladı. Aralarında Allah ve Resulünün aslanı, Peygamber (s.a.a)’in amcası Hamza b. Abdulmuttalib’in de bulunduğu Müslümanlardan yetmiş cengaver şahadete erişti.

                O gün Peygamber (s.a.a), şiddetle savaşıyordu. O kadar ok atmıştı ki okları tükenmiş ve yayı kırılmıştı. Peygamber (s.a.a)’in alnı yarılmış, mübarek yüzü yaralanmış, dişi kırılmış, mübarek dudakları patlamıştı. Tam bu sırada İbn-i Kum’e kılıcıyla Peygamber (s.a.a)’e saldırdı.

                Hz. Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)’in etrafında kılıç sallıyordu. Ensar'dan beş kişi o gün Peygamber (s.a.a)’i savunurken şehit oldu. Ebu Dücane, Peygamber (s.a.a)’in önünde aynen bir siper gibi duruyor ve sırtıyla Peygamber (s.a.a)’e herhangi bir okun isabet etmesini önlüyordu.

                Mus’ab b. Ümeyr de şehit oluncaya kadar şiddetle çarpıştı. Onu şehit eden İbn-i Kum’e onun Peygamber olduğunu zannettiğinden Kureyş’in yanına gelerek şöyle dedi:
                “Muhammed’i öldürdüm.” Halk da: Muhammed öldürüldü diyordu. Bu haberi duyan Müslümanlar hedefsizce kaçmaya başladılar.

                Peygamber (s.a.a)’i ilk gören şahıs Ka’b b. Malik idi. O şöyle seslendi:
                “Ey Müslümanlar! İşte bu Peygamber’dir, O öldürülmemiştir.” Ama Peygamber (s.a.a) ona işaretle susmasını emretti. Böylece düşmanın bu haberden dolayı tekrar saldırmasını önlemek istiyordu. Bu arada Ali (a.s) geriye kalanlarla beraber Peygamber (s.a.a)’i bir dereye götürdüler. Peygamber (s.a.a) oraya yerleştikten sonra Hz. Ali ve geriye kalanlar O’nun etrafında kılıç sallayarak Peygamber (s.a.a)’in canını savunuyorlardı.”

                Muhammed b. Cerir-i Taberi, İbn-i Esir ve diğer tarihçiler şöyle yazarlar: Peygamber (s.a.a), bulunduğu sığınaktan bir grup müşriki görerek Hz. Ali’ye şöyle buyurdu: “Onlara hamle et.” Onlara saldıran Ali, bazılarını öldürdükten sonra geri kalanlarını da darmadağın etti.

                Peygamber (s.a.a), daha sonra başka bir grubu görerek şöyle buyurdu:
                “Onlara da hamle et.” Hz. Ali onlara da saldırarak bazılarını öldürdü ve kalanları da dağıttı. Cebrail nazil olarak şöyle dedi: “Ya Resulellah! Fedakarlık işte budur.” “Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Evet, Ali benden, ben de O’ndanım.” Cebrail ise: “Ben de sizdenim!” dedi.

                Tam bu sırada şöyle bir ses duyuldu: “Zülfikar gibi kılıç, Ali gibi yiğit yoktur.”

                Hz. Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)’in yaralarını yıkayıp pansuman etmek için su getiriyordu. Ama kanama durmuyordu. Hz. Fatıma (a.s), bir hasır parçasını yakıp külünü Peygamber (s.a.a)’in yarasının üzerine bıraktı, böylece kanama durdu. Hz. Fatıma (a.s), elini babasının boynuna atarak Onu, yaralı olduğu halde öpüp ağlıyordu.

                Ebu Süfyan’ın karısı Hind ve diğer Kureyş kadınları da gelerek Müslümanların cenazelerini musle ettiler. Cenazelerden kestikleri kulak, burun, el parmakları ve ayak parmakları ile kendilerine bilezik ve gerdanlık yaptılar. Buna ilave olarak Hind, Cübeyr b. Met’am’ın kölesi Vahşi’ye, Hz. Hamza’yı öldürmesi karşılığında bilezik ve gerdanlığını hediye etmişti. Daha sonra da Hz. Hamza’nın göğsünü yararak ciğerini dişleri arasına alıp çiğnedi.

                Bu sırada Ebu Süfyan, dağa sığınan Müslümanların karşısında durarak üç kez şöyle dedi:
                “Muhammed aranızda mı?”

                Peygamber (s.a.a): “Ona cevap vermeyin!” diye buyurdu.

                Ebu Süfyan: “Ey Ömer! Muhammed’i öldürdük mü?” dedi.

                Ömer: “Allah’a yemin olsun ki hayır! O, şu anda senin sözlerini duyuyor” dedi.

                Yazar: İşte burası, anlattığımız olayın içerisinde hedeflediğimiz bölümdü. Zira burada Peygamber (s.a.a), Ebu Süfyan’a cevap verilmesini yasakladığı halde Ömer, kendi görüşünü daha öncelikli bilerek Peygamber (s.a.a)’i dinlemeyip Ebu Süfyan’a cevap verdi!

                Yorum


                  #83
                  Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                  [quote author=Murtazaali link=topic=3488.msg28982#msg28982 date=1242844044]
                  [quote author=adem_toprak link=topic=3488.msg28962#msg28962 date=1242837495]
                  sırf başlık nedeni ile bir satırını bile okumadığım bir çalışma...[/quote]

                  Bismillahirrahmanirrahim

                  Abi başlıkta bir sorun mu var? Var ise yeter ki senin dilin dönsün abi, ben başlığı değiştiririm.
                  [/quote]

                  yaniii azizim sayfanı münazara başlığına çevirmek istemem ama başlığına bak "HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI " ...
                  ne demek yaa....Hz.Ömer ve Yandaşları...ve bunların Kurân'ın açık nassına veee Nebevi sünnete Karşı İçtihatları...bu ne demektir..? Kuran'ın açık nassı ve nebevi sünnete karşı içtihat...bunun ne demek olduğu aşikar...mahkeme kurulmuş,hüküm verilmiş..karar kesinleşmiş amaaaaaaa gerekçeler bundan sonra yazılacak...
                  senin bu başlıkta yaptığını tersinden düşün...senin sevdiğin,şefaatini umduğun,islami anlayışının temel dinamiklerindeki çok önemli bir ismi bu başlıtaki hz.Ömer ve yandaşlarının yerine koy ve Hz.....ve yandaşlarının Kuran ve Nebevi Sünnete karşı İçtihatları....İmam .....ve yandaşlarının Kuran ve Nebevi sünnete karşı içtihatları..vb. birilerinin başlık açtığını düşün..tıpkı başkaca forumlardaki "Şianın ...."tamlayanı ile başlayan ve arkasında çirkin tamlananlar eklenerek açılmış başlıklar gibi...ne düşünürsün...ne düşünmüştün...tepkini(zi) hatırlasana...
                  haaa artık başlığı değiştirsen de ne değişecek ki...çünkü bu,senin böyle düşündüğünü ortadan kaldırmayacak ki...çünkü 4 sayfa günlerce buna şahit oldu... bu tür şeylere daha baştan dikkat edilmeli...eğer ki maksadınız okunmaksa ve sizin bildiğinizi Yakîn ettiğinizi düşündüğünüz birtakım bilgiler ya da sırlar varsa ve bunu başkalarına da sunmak istiyorsanız ve onlarla da bunu paylaşmak istiyorsanız üsluba ve başlıklara çok dikkat etmelisiniz...yoksa yazarsınız ve zaten sizin gibi düşünen insanlar teşekkür eder,taltif eder ve o kadar emek harcanmış çalışmalarda doğrular varsa bile ki mutlaka vardır belki başlık böyle olmasaydı ben ve benim gibiler de okuyacak sorular soracak,tartışacak ve olur ya belki birbirimizden nasiplenecektik....ama dedim ya daha başlıkta niyetinizi ortaya koyunca olmuyor be kardeşim...
                  başlığını münazaraya çevirmek istemem...yine de başlığı değiştirme teklifin için teşekkür ederim... ama olmuyor ..bir şeyler yanlış oluyor...dikkatli bir şekilde ,Seyyid Ali Hamane'in fetfası ile bu başlığı birlikte düşünmeni kardeşane duygularla teklif ederim...selam ve dua ile...
                  Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.(İsra-53)

                  Yorum


                    #84
                    Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                    ÖMER’İN KUSUR ARAMA ALIŞKANLIĞI

                    Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” Hucurat / 12.

                    Sahih bir hadiste Peygamber (s.a.a)’den şöyle rivayet edilir: “Kötü zanlarda bulunmaktan kaçının. Zira kötü zan, her sözden daha yalandır. Kusur aramayın, pahacılık yapmayın, kıskançlık yapmayın, düşmanlık doğurmayın, kin gütmeyin, Allah’ın kullarıyla kardeş olun...”

                    Ama Ömer, kendi hilafeti zamanında kusur aramanın, başkalarının evinde araştırma yapmanın, onun ve hükümetinin faydasına olduğunu zannediyordu. Bu yüzden geceleri sokaklarda dolaşır, gündüzleri de onun bunun işlerindeki kusurları arardı!

                    Bir gece Medine sokaklarında gezerken bir evden bir erkeğin türkü söylediğini duyunca duvardan tırmanarak eve girdi. Ömer, bir kadın ve bir kadeh de şarabın adamın yanında olduğunu görünce, ona hitaben şöyle dedi:
                    “Ey Allah’ın düşmanı! Allah’ın senin bu günahını saklayacağını mı zannettin?”

                    O adam cevaben şöyle dedi: “Benim hakkımda acele etme! Eğer ben, bir hata yaptıysam sen üç hata yaptın:

                    1) Ayet, birbirinizin kusurunu araştırmayın diyor, ama sen bu işi yaptın.

                    2) Ayet, evlere kapılardan girin diyor, ama sen duvardan atladın.

                    3) Ayet, bir eve girdiğiniz zaman ev halkına selam verin diyor, ama sen selam vermedin.


                    Ömer: “Şimdiye kadar yaptığın iyi bir iş var mıdır ki seni ondan dolayı bağışlayayım?” dedi.

                    Adam: “Evet” dedi.

                    Ömer de onu bağışlayarak evden çıktı.
                    Mekarim’ul-Ahlak, Kenz’ul-Ummal, c. 2, s. 167, H. 3696, Şerh-i İbn-i Ebi-l Hadid, c. 3, s. 96 ve 137, İhya’ul-Ulum, Gazali.

                    Sadi’den şöyle rivayet edilir: Bir gece Ömer b. Hattab, Abdullah b. Mesut’la beraber evden çıktı. Uzaktan bir ışık gördü, onu eve girene kadar takip etti ve evde bir lamba olduğunu anladı. İbn-i Mes’ud’u yalnız başına bırakan Ömer, tek başına eve girdi. İhtiyar bir adamın oturmuş, elinde bir kadeh şarap ve bir kadının da onun için türkü söylediğini gördü. Adam Ömer’in girdiğini fark edemedi.

                    Ömer şöyle dedi:
                    “Bir ayağı kabirde olan ihtiyar bir adamın içinde bulunduğu bu manzaradan daha kötü bir manzara görmemiştim!”

                    İhtiyar adam başını kaldırıp şöyle dedi: “Evet! Ama senin yaptığın iş, benim yaptığım işten daha kötüdür. Zira sen, araştırarak buraya kadar geldin. Halbuki Allah seni bu işten yasaklamıştır. Ama sen izinsiz olarak eve girdin.”

                    Ömer: “Doğru söylüyorsun” dedi. Daha sonra elbisesinin kolunu dişleri arasına alarak ağlar bir şekilde dışarı çıkıp şöyle dedi: “Ömer’in anası yasına ağlasın!!”

                    İhtiyar adam bir müddet Ömer’in yanına gitmedi. Ama bir müddet sonra gelerek gizli bir şekilde cemaatin arka tarafında oturdu. Onu gören Ömer, şöyle dedi: “O ihtiyarı buraya getirin.”

                    İhtiyara, halife seni çağırıyor dediler. İhtiyar adam ayağa kalkıp, Ömer tarafından tembih edileceğine ihtimal verdiği halde onun yanına gitti.

                    Ömer şöyle dedi: “Yaklaş!” Adam o kadar yaklaştı ki tam Ömer’in yanına ulaştı. Ömer yine yaklaşmasını istedi. Adam yine o kadar yaklaştı ki Ömer’le aynı hizaya geldiler.

                    Ömer şöyle dedi:
                    “Allah’a, yemin olsun ki yaptığın işi hiç kimseye, hatta o gece yanımda olan İbn-i Mus’ud’a dahi söylemedim.” El-Kat’u ve’s- Sirkat, Ebu’ş-Şeyh, Kenz’ul-Ummal, c. 2, s. 141, hadis: 3354.

                    Şa’bi şöyle diyor: “Ömer kendi yaranlarından birisini kaybetti. Abdurrahman b. Avf’a: “Gel de filan şahısın evine gidelim, orada mı acaba?” dedi. Onun evine gittiklerinde kapının açık olduğunu gördüler. Adam oturmuş, karısı da bir bardağa içecek bir şey dökerek ona içiriyordu. Ömer, Abdurrahman’a: “Onu, bize gelmekten alıkoyan şey içkiciliğidir” dedi.

                    Abdurrahman: Sen bardakta ne olduğunu nereden biliyorsun? dedi.

                    Ömer: “Yaptığım işin kusur arama ve yasak olmasından mı korkuyorsun?” dedi.

                    Abdurrahman: “Evet, kusur aramadır” dedi.

                    Ömer: “Bu işin tövbesi nedir?” dedi.

                    Abdurrahman: “Ondan gördüğünü başkasına söylememendir” dedi. Said b. Mensur ve İbn-i Munzir bunu rivayet etmişlerdir. Kenz’ul-Ummal, c. 2, h. 3694’de de nakledilmiştir. Halifenin müsteşarına bravo doğrusu! (M.)

                    Misver b. Mahreme, Abdurrahman b. Avf’dan nakleder ki; o, bir gece Ömer b. Hattab ile Medine sokaklarında dolaşıyordu. Sokakta dolaştıkları esnada bir evin kapısı önünde yanan bir lamba gördüler. Ona doğru ilerlemeye başladılar. Ona yaklaştıklarında kapının kapalı olduğunu, içeriden ise bir topluluğun abuk sabuk konuşma seslerini duydular.

                    Abdurrahman’ın elini tutan Ömer şöyle dedi:
                    “Bu, Rabia b. Ümeyye’nin evidir. Onlar şu anda şarap içiyorlar, ne yapmak gerekir?”

                    Abdurrahman: “Allah’ın gelmemizi yasakladığı bir yere gelmiş gibiyiz. Zira kusur araması yaptık” dedi. Oradan ayrılan Ömer onları kendi hallerine bıraktı.”
                    Abdurrazzak, Abd b. Hamit, Haraiti Mekarim’ul-Ahlak da nakletmişlerdir. Kenz’ul-Ummal, c. 2, h. 3693 Müstedrek-i Hakim, c. 4, s. 377 ve Zehebi Telhis’te nakletmiştir.

                    Tavus-i Yemani şöyle diyor: “Ömer, bir gece dışarı çıktı. Yanından geçtiği evlerden birisinde bir topluluğun şarap içmekle meşgul olduğunu anladı. Ömer: “Fısk! Fısk?!” diye seslendi. Evin içinde bulunan birisi: “Allah, seni bu işten yasaklamıştır” dedi. Ömer de geri dönerek onları kendi haline bıraktı.”

                    Ebu Kulabe şöyle diyor: Ömer’e Ebu Mahcen-i Sakafi’nin, evinde dost ve arkadaşlarıyla içki içmekle meşgul olduğu haberi verildi. Ömer, oraya giderek eve girdi.

                    Ebu Mahcen şöyle dedi:
                    “Ey Müminlerin Emiri! Yaptığın bu iş câiz değildir. Zira Allah seni onun bunun hakkında araştırma yapmaktan men etmiştir.”

                    Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdurrahman b. Erkam’dan sordu. Onlar da şöyle dediler: Ya Emir’el-Müminin! O doğru söylüyor. Ömer de evden çıkarak onları kendi hallerine bıraktı. Bu ve bundan önceki rivayet için bkz. Kenz’ul-Ummal, c. 2, s. 141.

                    Ömer, şer’i hadlerin, hakimin onu ispatlarken yaptığı hata ve yanlışlıktan dolayı bağışlandığını zannediyordu. İşte bu yüzden, suçlulara hiçbir ceza vermedi. Hatta onların hiçbirisine bir tek kelime bile söylemedi.

                    Halifenin bu işiyle, suçluların suçunu açığa çıkarmak ve onlara hiçbir ceza vermemekle cesaretlerinin daha da çoğalmasına nasıl razı olduğunu bilmiyoruz. Üstelik onlar, yaptıkları amel karşısında önderlerinin hiçbir ses çıkarmayarak müsamaha gösterdiğini görmekteydiler!!

                    Yorum


                      #85
                      Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                      [quote author=adem_toprak link=topic=3488.msg29002#msg29002 date=1242849505]
                      [quote author=Murtazaali link=topic=3488.msg28982#msg28982 date=1242844044]
                      [quote author=adem_toprak link=topic=3488.msg28962#msg28962 date=1242837495]
                      sırf başlık nedeni ile bir satırını bile okumadığım bir çalışma...[/quote]

                      Bismillahirrahmanirrahim

                      Abi başlıkta bir sorun mu var? Var ise yeter ki senin dilin dönsün abi, ben başlığı değiştiririm.
                      [/quote]

                      yaniii azizim sayfanı münazara başlığına çevirmek istemem ama başlığına bak "HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI " ...
                      ne demek yaa....Hz.Ömer ve Yandaşları...ve bunların Kurân'ın açık nassına veee Nebevi sünnete Karşı İçtihatları...bu ne demektir..? Kuran'ın açık nassı ve nebevi sünnete karşı içtihat...bunun ne demek olduğu aşikar...mahkeme kurulmuş,hüküm verilmiş..karar kesinleşmiş amaaaaaaa gerekçeler bundan sonra yazılacak...
                      senin bu başlıkta yaptığını tersinden düşün...senin sevdiğin,şefaatini umduğun,islami anlayışının temel dinamiklerindeki çok önemli bir ismi bu başlıtaki hz.Ömer ve yandaşlarının yerine koy ve Hz.....ve yandaşlarının Kuran ve Nebevi Sünnete karşı İçtihatları....İmam .....ve yandaşlarının Kuran ve Nebevi sünnete karşı içtihatları..vb. birilerinin başlık açtığını düşün..tıpkı başkaca forumlardaki "Şianın ...."tamlayanı ile başlayan ve arkasında çirkin tamlananlar eklenerek açılmış başlıklar gibi...ne düşünürsün...ne düşünmüştün...tepkini(zi) hatırlasana...
                      haaa artık başlığı değiştirsen de ne değişecek ki...çünkü bu,senin böyle düşündüğünü ortadan kaldırmayacak ki...çünkü 4 sayfa günlerce buna şahit oldu... bu tür şeylere daha baştan dikkat edilmeli...eğer ki maksadınız okunmaksa ve sizin bildiğinizi Yakîn ettiğinizi düşündüğünüz birtakım bilgiler ya da sırlar varsa ve bunu başkalarına da sunmak istiyorsanız ve onlarla da bunu paylaşmak istiyorsanız üsluba ve başlıklara çok dikkat etmelisiniz...yoksa yazarsınız ve zaten sizin gibi düşünen insanlar teşekkür eder,taltif eder ve o kadar emek harcanmış çalışmalarda doğrular varsa bile ki mutlaka vardır belki başlık böyle olmasaydı ben ve benim gibiler de okuyacak sorular soracak,tartışacak ve olur ya belki birbirimizden nasiplenecektik....ama dedim ya daha başlıkta niyetinizi ortaya koyunca olmuyor be kardeşim...
                      başlığını münazaraya çevirmek istemem...yine de başlığı değiştirme teklifin için teşekkür ederim... ama olmuyor ..bir şeyler yanlış oluyor...dikkatli bir şekilde ,Seyyid Ali Hamane'in fetfası ile bu başlığı birlikte düşünmeni kardeşane duygularla teklif ederim...selam ve dua ile...

                      [/quote]

                      Allah razı olsun abi. Teşekkür ederim. Saygı duyarım.

                      Yorum


                        #86
                        Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                        KADINLARIN MİHİRLERİNİN BELİRLENMESİNDE ÖMER’İN KOYDUĞU BİD’AT

                        Kadın mihrinin, Müslüman bir erkeğin sahip olduğu şeylerden olması farzdır; hazırda olması, borç veya menfaat olması fark etmiyor. Onun miktarı da kadın ve erkeğin razı olacağı miktarda, sadece kendileriyle ilgili bir konudur. Mihrin azlığı çokluğu sadece o ikisine aittir. Elbette azlık, bir buğday tanesi gibi değersiz olmamalıdır. Elbette çokluk olarak da beş yüz dirhemi geçmemesi müstehaptır.

                        Ömer, mihirde ifratı önlemeye karar verdi. Böylece neslin devamını sağlayan evlilik işi kolaylaşacaktı. Aynı zamanda gençler de haram işlemekten kurtulmuş olacaklardı. Zira Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştu:
                        “Kim evlenirse, dininin üçte birini korumuş olur.”

                        Bu nedenle bir gün minberde şöyle dedi: “Sakın bana, kadın mihirlerinin Peygamber (s.a.a)’in hanımlarının mihirlerinden fazla olduğu ulaşmasın. Aksi takdirde fazlalığı geri çeviririm.” Bu sırada bir kadın kalkarak şöyle dedi: “Allah, sana böyle bir hak vermemiştir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Eğer bir eşi bırakıp başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerce mihir vermiş olsanız dahi, ondan hiçbir şey geri almayın. Siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alır mısınız? Vaktiyle siz birbirinizle haşır-neşir olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız?” Nisa / 20 21.

                        Kadının okuduğu ayeti duyan Ömer, verdiği hükümden vazgeçerek şöyle dedi: “Yanlış yapan ve bir kadının doğru yola yönelttiği ve ona galip olduğu önderinize şaşırmıyor musunuz?” Şerh-i Nehc’ul-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 3, s. 96.

                        Bir rivayette de Ömer şöyle dedi: “Herkes Ömer’den daha bilgilidir. Siz, erkekler, benim bu sözümü duydunuz ama hiçbir şey söylemediniz. Bilgisi sizin kadınlarınızdan daha fazla olmayan bu kadın beni eleştirdi.”Keşşaf tefsiri, bu ayetin tefsirinde hadisi nakletmiştir.

                        Bir rivayette de şöyle geçmiştir: Bir kadın kalkarak şöyle dedi: “Ey Hattab’ın oğlu! Allah bu hakkı bize veriyor da sen men mi ediyorsun?” Daha sonra mezkur ayeti okudu. Ömer de şöyle dedi: “Herkes Ömer’den daha alimdir.” Sonra hükmünden vazgeçti.

                        Bu rivayeti Fahri Razi söz konusu ayetin tefsirinde nakletmiştir. Fahri Razi, orada kalemi ve akli iki hata yapmıştır. Zira şöyle diyor: Bana kalırsa ayet, kadınlara mihir verilmesinin gerekliliğini göstermemektedir... Bu yolla kadının istidlalini eleştirerek Ömer’i savunmak istemiştir!
                        Tefsir-i Kebir, c. 3, s. 175.

                        Ama Fahri Razi, bu işiyle farkında olmadan kendi akılsızlığını ortaya koymuştur. Araştırma ehli olanlar, onun bu konudaki sözlerine müracaat etsinler de ne kadar akılsız olduğundan şaşkınlığa düşsünler!

                        Ebu’l-Ferec b. Cevzi, “Tarih-i Ömer b. Hattab” adlı kitabının 150. Sayfasında, biri Abdullah b. Mus’ab, diğeri ise İbn-i Ecda’dan olan iki hadis nakletmektedir ki, Ömer’in, kadınların mihri hususunda aşırılığı nehyetmesini ve Ömer’in, kadının getirdiği delil karşısında kendi hatasına itirafını ve onun sözlerini tasdik ederek hükmünden vazgeçmesini içermektedir.

                        Yazar: Ehl-i Sünnet alimleri, bu ve buna benzer olayları, Ömer’in insafına delil olarak getirirler. Ömer’in kadın-erkek, genel, hususi vb. gibi durumlarda yaptığı birçok münazaralar vardır ki, Ehl-i Sünnet alimleri bunları Ömer’in insaf hesabına yatırmaktadırlar!!! Ömer, şaşırtıcı bir işle veya sözle karşılaşınca şiddetle şaşırır, belki de neşeye kapılırdı. Aynı şekilde Peygamber (s.a.a)’le bile böyle olayları vardı.

                        Buhari, Ebu Musa Eş'ari’den şöyle nakleder:
                        “Peygamber (s.a.a)’e, O’nu rahatsız edecek şeyler sordular. Zira sorular makul değildi ve Peygamber (s.a.a)’in şanına yakışmayan şeylerdi. Sorularında ısrar edilince, Peygamber (s.a.a), ihtiyaçları olmayan ve kendilerini ilgilendirmeyen sorular sorduklarından sinirlendi.”

                        Daha sonra halka: “Güzel sorular sorun!” buyurarak onları edeplendirmek istedi. Ama herkesin, sordukları meseleler yüzünden utandıklarını görünce, her zamanki gibi rahmet ve şefkatle: “Sorun!” diye buyurdu.

                        Tam bu sırada Abdullah b. Hüzafe adlı birisi: “Ya Resulellah! Benim babam kimdir?” diye sordu.

                        Peygamber: “Baban Hüzafe’dir” buyurdu.

                        Sa’d b. Salim adlı birisi de kalkarak: “Ya Resulellah! Benim babam kimdir?” diye sordu. Peygamber (s.a.a): “Ebu Şeybe’nin kölesi Salim’dir” diye cevap verdi.

                        Bu iki sorunun sorulma sebebi şuydu: Halk bu iki şahısının nesebi hakkında şüphe ediyorlardı. Peygamber (s.a.a)’in sinirlendiğini gören Ömer, şöyle dedi: “Ya Resulellah! Biz, seni sinirlendirecek her türlü şeyden Allah’ın huzurunda tövbe ediyoruz.” Ama Hüzeyfe’yi Abdullah’ın babası, Salimi de Sa’d'ın babası olarak bilmesine sevindi?!

                        Yine Buhari’de Enes b. Malik’in şöyle dediği yazılıdır: Abdullah b. Hüzeyfe Peygamber (s.a.a)’den: “Benim babam kimdir?” diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.a) de: “Baban Hüzeyfe’dir” diye buyurdu.

                        Sahihi Müslim’de nakledildiğine göre Abdullah’ın babasını başka birisi olarak tanırlardı. Annesi, oğlunun Peygamber (s.a.a)’den böyle bir soru sorduğunu öğrenince şöyle dedi: “Senden daha kötü bir evlat olduğunu duymadım. Sen annenin, cahiliyet zamanı kadınlarının yaptıkları işleri yaptığını zannederek, halkın önünde onu rezil etmek mi istedin?”

                        Bu esnada Peygamber (s.a.a)’in huzurunda dizleri üzerinde oturan Ömer, ayağa kalkarak Peygamber (s.a.a)’in Abdullah’ın annesine verdiği nispeti şaşkınlıkla tasdikleyerek şöyle dedi: “Bir olan Allah, Allah’ımız; İslam dini, dinimiz; Muhammed’in de peygamberimiz olmasına razı olduk.”

                        Ömer, bu sözleri Peygamber (s.a.a)’in, cahiliyet dönemi kadınlarının birçok kötü amellerinin üzerini örttüğü ve İslam’ın sayesinde bağışlandığı bir zamanda söyledi. Zira İslam, kendisinden önce yapılan amellerin üzerini kapatarak görmezlikten gelmiştir.

                        Bu hadis Sahihi Buhari’de,
                        “Önderin ve Muhaddisin Karşısında Dizleri Üzerinde Oturan” babda mevcuttur. Bundan önceki Ebu Musa Eş’ari’nin hadisi de Sahih-i Buhari c. 1, s. 19’da (İlim kitabının sonlarında) mevcuttur.

                        Yorum


                          #87
                          Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                          ŞER’İ HADDİN (CEZA) ÖMER TARAFINDAN DEĞİŞTİRİLMESİ

                          Mevzu şudur: Hatib b. Beltea’nın kölelerinin, Müriyne kabilesinden bir adamın dişi devesini çalma işinde parmakları vardı. Ömer’in yanına getirilen hırsızların tümü suçlarını itiraf ettiler. Ömer de, Kesir b. Salt’a emir vererek onların ellerini kesmesini istedi. Bu emri verdikten sonra onların efendilerinin oğlu olan Abdurrahman b. Hatib’i çağırarak şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki, onlardan faydalanmanız ve onlara açlık çektirmeniz olmasaydı onların ellerinin kesilmesini emrederdim. Yemin olsun ki eğer bu işi yapmadıysam onun yerine senden öyle bir mali ceza alacağım ki unutmayacaksın...” Bkz. A’lam’ul-Mevkıîn, c. 3, s. 33 ve sonrası, Fecr’ul-İslam Ahmed Emin, s. 287, İbn-i Hacer “el-İsabe” 2. bölüm. Abdurrahman b Hatib’in biyografisinde.

                          Yazar: Şayet Ömer’in, Hatib’in kölelerine ilahi haddi (cezayı) uygulamamasının bir sebebi vardı, belki de bu hırsızlık işi çaresizlik yüzünden olmuştu. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Her kim başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan (bu işi yaparsa) ona günah yoktur” Belki de onlar bu işi açlıklarını gidermek için yapmışlardı. Bakara / 173.

                          Ama onlar hırsızlık yaptıklarını itiraf ettiler. Onların bu suçu da ispatlandı. Bunun karşısında hırsızlığı çaresizlikten dolayı yaptıklarını söylemediler. Eğer onların bunu söylediklerini bile farz etsek hakimin, iddialarını doğrulayacak delil getirmelerini istemesi gerekirdi. Ama Ömer bu işi yapmadı. Ömer’den onlara karşı muhabbet göstermekten başka bir şey görmüyoruz. Halbuki bu konuda Hatib’in oğlunu fazlasıyla sıkıştırmıştı. Biz, Ömer’in, Hatib’in ailesinin onları aç bıraktığını nereden anladığını da bilmiyoruz.

                          Yorum


                            #88
                            Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                            ÖMER VE GAYR-İ MEŞRU DİYET ALMASI

                            Yemen halkından bir grup aralarında olan ihtilaf yüzünden, Peygamber (s.a.a)’in sahabesinden ve şair birisi olan Ebu Haraş-i Huzeli’nin yanına geldiler. Kırbasını eline alan Ebu Haraş, onları ağırlamak ve geceleyin su getirmek için yola çıktı. Kırbayı suyla doldurdu ama onlara varmadan bir yılan onu soktu. Mecburen hızla gelip suyla dolu kırbayı onlara vererek şöyle dedi: “Koyunlarınızı pişirip yeyin.” Ama onlara kendisini yılan soktuğunu söylemedi.

                            Onlar da koyunları pişirip yediler. Sabah vakti tan ağarınca, Ebu Haraş’ın ölmek üzere olduğunu gördüler. Öldükten sonra onu defnederek kendi memleketlerine döndüler. Ebu Haraş, ölüm halinde iken kendisini dün gece yılan soktuğunu, bu yüzden ölmek üzere olduğunu bir şiir kalıbında söyledi.

                            Bu haber Ömer’e ulaşınca şiddetle sinirlenerek şöyle dedi: “Eğer sünnet haline gelmesinden korkmasaydım, hiçbir Yemenlinin ağırlanmamasını emrederdim! Bu emri de tüm İslam alemine bir genelge olarak bildirirdim!.” Daha sonra Yemen’deki valisine bir mektup yazarak; Ebu Haraş’ın yanına gidenleri tutuklamasını, onlardan kan parası almasını ve yaptıkları bu işten dolayı da onlara işkence etmesini emretti.
                            Bu olayı İbn-i Abdulbirr “el-İstiab” adlı kitabının Ebu Haraş Huzeli’nin şerhi halinde getirmiştir. Dumeyri de “Hayat’ul-Hayvan” kitabı Hayye bölümünde nakletmiştir. Bu olayı İbn-i Abdulbirr “el-İstiab” adlı kitabının Ebu Haraş Huzeli’nin şerhi halinde getirmiştir. Dumeyri de “Hayat’ul-Hayvan” kitabı Hayye bölümünde nakletmiştir.

                            Yorum


                              #89
                              Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                              İSPATLANMAYAN ZİNA’YA ZİNA CEZASI UYGULANMASI

                              Muhammed b. Sa’d muteber bir senetle şöyle nakleder: Tabakat-ı Sa’d, c. 3, s. 205.

                              Ömer’in huzuruna gelen bir elçi, okluğunu ters çevirerek bir mektup çıkarıp Ömer’e verdi. Mektubu alan Ömer onu okumaya başladı. Bu mektup, Selim kabilesinden Cude adlı bir erkeğin, Arap kabilelerinden genç kadınlara tecavüz ettiğini ve daha fazla zevk almak için onları yanında tuttuğunu anlatan bir şiiri içermekteydi.

                              Ömer bu mektubu okuyunca, Cude’yi getirmeleri emrini verdi. Huzura gelince, ellerinin bağlanmasını ve kendisine yüz kırbaç vurulmasını emretti. Daha sonra da, kocası evde olmayan kadınlara saldırmaması için göz altına alınmasını emretti.

                              Yazar: Sadece şiire dayanarak kırbaç vurdurmasının hiçbir delili yoktur. Zira ne şiirin şairi belliydi, ne de onu gönderen belliydi. Buna ilaveten; bu mektup, Beni S’ad b. Bekr, Eslem, Cuheyne ve Gaffar kabilesi gibi birkaç Arap kabilesi kadınlarına oranla haddi aştığı söylenen Cude’nin, halife tarafından sıkıştırılmasından başka hiçbir şeyi de gerektirmiyordu.

                              Bu şiirde şöyle söyleniyor: Cude, onları daha fazla zevk almak ve zaman aşımı ile utangaçlıklarının giderilmesi için yanında saklıyordu. İşte bu, Cude’ye nispet verilenlerin şiirdeki içeriği idi. Aynı zamanda şer’i olarak da ispatlanmamıştı.

                              Bunun yanı sıra şer’i olarak ispatlansa bile, sadece bir şiire dayanarak zina cezası uygulanamaz. Evet, onun göz altına alınarak ufak bir cezaya çarptırılması gerekirdi. Şayet halife böyle yapmak istemişti. Ama bu nerede... Muğayre b. Şu’be’nin yaptığı zinaya karşı tavrı nerede?!

                              Yorum


                                #90
                                Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                                MUĞAYRE B. ŞUBE’YE ZİNA HDDİNİN UYGULANMAMASI

                                Bu mevzu, Muğayre b. Şubenin, Kays kabilesinden Ümmü Cemil ile yaptığı muhsine zinasına aittir. Muhsine Zinası (Zina-i Muhsine) evli bir şahısın evli kadınla yaptığı zinaya verilen isimdir. Cezası taşlanarak öldürülmektir. (M.)

                                Bu olay Araplar arasında en meşhur tarihi olaylardandır. Hicretin 17. yılı olaylarını nakleden bütün tarihçiler, bu olaya değinmişlerdir.

                                Dört kişi Muğayre’nin bu işi yaptığına şahitlik yaptı. Bu dört kişinin arasında ashabın en ileri gelenlerinden Ebu Bikre, sahabeden olan Nafi b. Haris ve Şibl b. Ma’bed bulunmaktaydı.

                                Bu üç şahıs açıkça şahitlik yaparak şöyle dediler:
                                Biz Muğayre’nin cinsel organının Ümmü Cemil’in cinsel organı içerisinde olduğunu gördük. Dördüncü şahit gelerek (yani Ziyad b. Sümeyye) şahitlik yapmak istediğinde, halife bir yolla Muğayre’nin rezil olmasını istemediğini dolaylı yollarla anlattıktan sonra ondan şöyle sordu: Ne gördün?

                                Ziyad şöyle dedi: Bir manzara, nefes sesleri ve göbek göbeğe olduklarını gördüm.

                                Ömer: Milin sürme şişesine girip çıktığı gibi girip çıktığını gördün mü?

                                Ziyad şöyle dedi: Hayır! Ama Ümmü Cemil’in ayaklarının havada olduğunu ve Muğayre’nin hayalarının onun kalçaları arasında hareket ettiğini, şiddetle hareket ettiklerini ve yüksek sesle nefes nefese kaldıklarını gördüm.

                                Ömer şöyle sordu: Aynen sürme şişesine girip çıkan bir mil gibi girip çıktığını gördün mü?

                                Ziyad: Hayır! dedi.

                                Ömer: “Allah-u Ekber! Ey Muğayre! Kalk senin aleyhine şahitlik yapan bu üç adamı kırbaçla” dedi.

                                Muğayre de kalkarak bu üç adil şahidi kırbaçladı!!


                                Şimdi bu olayın genişçesini Kadı b. Hallaka’nın “Vefayat’ul-A’yan” adlı kitabından naklediyoruz. O şöyle yazıyor:

                                “Muğayre’nin olayı ve aleyhine yapılan şahitliğe gelince; olay şudur: Ömer b. Hattab, onu Basra valisi yapmıştı. Öğlen vakti Dar’ul-İmare’den çıkarken Ebu Bikre onu görür ve emir nereye gidiyor?” diye soruyordu.

                                O da: “Bir işin peşice gidiyorum” diyordu.

                                Ebu Bikre: Başkalarının, emirin huzuruna gelmesi gerekir, senin gitmen gerekmez, derdi.


                                Muğayre, Amr’ın kızı Ümmü Cemil’in yanına gitmekteydi. Ümmü Cemil’in kocası, Haccac b. Atik b. Haris b. Veheb-i Ceşmi idi. Kadının nesebini yazdıktan sonra da şöyle diyor: Ebu Bikre’den rivayet edilir ki; O, Sümeyye’nin evlatlarından olan kardeşleri Nafi, Ziyad ve Şibl (bunların hepsi ana tarafından kardeşleridir) ile odasında oturmuştu. Ümmü Cemil’in odası da onların oturduğu odanın tam karşı tarafındaydı. Zira onlar komşuydular. Tam bu sırada rüzgar Ümmü Cemil’in odasının kapısını açtı. Dört kardeş hep birden Muğayre’nin Ümmü Cemil ile zina ettiğini gördüler.

                                Ebu Bikre şöyle dedi: Büyük bir musibete yakalandınız. Olayı gördüğünüze göre iyi görün ki onu ispatlayabilesiniz.

                                Ebu Bikre, evin üzerinden gelerek Muğayre çıkana kadar kapının ağzında oturdu.

                                Muğayre çıkınca Ebu Bikre şöyle dedi:
                                Biz, neler yaptığını gördük. Bize hükümet etmekten istifa vermen ve azledilmen yerinde olur.

                                Ona itina etmeyen Muğayre cemaatle beraber öğlen namazını kılmak için yola koyuldu. Ebu Bikre de onunla gitti. Ebu Bikre mescitte şöyle dedi: “Hayır! Allah’a yemin olsun ki seni o vaziyette gördükten sonra bize namaz kıldırmaya hakkın yoktur.”

                                Halk: Bırak namaz kıldırsın. O, bizim valimizdir. Siz, gördüğünüz şeyi halife Ömer’e rapor olarak yazabilirsiniz, dedi.

                                Onlar da gördükleri olayı bir mektupla Ömer’e bildirdiler. Ömer, tüm şahitlerin ve Muğayre’nin Medine’ye gelmesini emretti. Hepsi Medine’ye varıp Ömer’in yanına gidince Ömer, Muğayre ve şahitlerin içeri girmesini emretti.

                                Önce Ebu Bikre ileri çıkarak şahitlik yaptı. Ömer şöyle dedi:
                                “Onu Ümmü Cemil’in kalçaları arasında mı gördün? Ebu Bikre: Evet! Allah’a yemin olsun ki, şu anda onun önündeki kabarıklığı Ümmü Cemil’in kalçaları arasında görür gibiyim!” dedi.

                                Muğayre:Bakmaya hakkın yoktu” dedi.

                                Ebu Bikre:
                                “Eğer ispatlar da seni halk içerisinde rezil edilmiş olarak görürsem rahatsız bile olmam” dedi.

                                Ömer:
                                “Hayır, Allah’a yemin olsun ki, bu yeterli değildir! Onun içeri girdiğine yani milin sürmeliğe girdiği gibi girdiğine de şahitlik yapmalısın” dedi.

                                Ebu Bikre:
                                “Evet, böyle yaptığına da şahitlik yaparım!” dedi.

                                Ömer:
                                “Muğayre! Bedeninin üçte biri gitti!” dedi.

                                Daha sonra Ömer, ikinci şahit yani Nafi’yi de çağırarak neye şahitlik yaptığını sordu. Nafi de:
                                “Ebu Bikre’nin şahitlik yaptığı şeye” diye cevap verdi.

                                Ömer
                                : “Hayır! Aynen milin sürmeliğe girdiği gibi, girdiğine şahitlik yapmalısın” dedi.

                                Nafi:
                                “Evet, sonuna kadar içeri girdiğine şahitlik yaparım” dedi.

                                Ömer:
                                “Muğayre bedeninin yarısı gitti” dedi.

                                Sonra üçüncü şahidi çağırarak neye şahitlik yaptığını sordu.

                                Şibl b. Said şöyle dedi:
                                “Benden önceki iki kişinin şahitlik ettikleri şeye ben de şahitlik ederim.”

                                Ömer: “Muğayre! Bedeninin dörtte üçü gitti” dedi.

                                Bunlardan sonra o zaman orada olmayan Ziyad’a bir mektup yazarak huzura gelmesini istedi. Ziyad da geldi. Ömer onu görünce mescidde bir yer verip Ensar ve Muhacirin büyüklerini başına topladı. Ömer, Ziyad’ı karşısında bulunca şöyle dedi:
                                “Ben öyle bir kişi görüyorum ki, Allah onun diliyle, Muhacirden birisini rezil etmeyecektir.”

                                Daha sonra başını kaldırarak şöyle sordu: Ey Hubari dışkısı! Sende neler var? Eti helal olan bir kuş ismidir. Toy kuşu da söylenir. (M.)

                                Bu sırada Muğayre’nin, Ziyad’a yaklaştığı, ama Ziyad’ın Araplar arasında çok meşhur olan şu ata sözünü: “Düğünden sonra, esans kokusunu gizlemek olmaz” (Yani kinaye yoluyla; kesin olarak yapılmış bir iştir, inkar etmek olmaz) Muğayre’nin kulağına fısıldadığı söylenir.

                                Muğayre şöyle dedi: “Ey Ziyad! Allah’ı ve kıyamet gününü unutma. Zira Allah, Resulü ve Müminlerin Emiri, benim kanımı hedere gitmiş biliyorlar. Ama gördüklerini görmezlikten gelir ve şahitlik etmezsen durum değişir. Allah’a yemin olsun ki, eğer sen benimle onun karnı arasında bile olsaydın, benimkinin ona girdiğini göremezdin.”

                                Ravi şöyle diyor: Ziyad’ın gözlerinden yaşlar akarak rengi sarardı. Daha sonra şöyle dedi: Ey Emir’el-Müminin! (Ömer), Benden önceki üç şahidin genişçe anlattıklarına vakıf değilim. Ben sadece bir manzara gördüm ve nefes sesleri duydum. Muğayre’nin, Ümmü Cemil’in üzerine çıktığını gördüm.

                                Ömer: “Milin sürmeliğe gidip geldiği gibi girip çıktığını gördün mü?” dedi.

                                Ziyad:
                                “Hayır!”

                                Ziyad’ın şöyle dediğini naklederler: Ümmü Cemil’in ayaklarının havada ve Muğayre’nin onun kalçaları arasında hareket ettiklerini gördüm. Nefes nefese kalmışlardı.

                                Ömer: “Aynen milin sürmeliğe girip çıktığı gibi girip çıktığını gördün mü?dedi.

                                Ziyad:
                                “Hayır “dedi.

                                Ömer:
                                “Allah-u Ekber! Ey Muğayre! Kalk da şahitleri kırbaçla!” dedi.

                                Muğayre de kalkarak Ebu Bikre’ye ve diğer iki şahide seksen kırbaç vurdu.

                                Ömer, Ziyad’ın sözlerinden ve Muğayre’nin cezadan kurtulmasından şaşkınlığa uğramıştı. Ebu Bikre, kırbaçları yedikten sonra şöyle dedi:
                                Muğayre’nin böyle bir işi yaptığına şahitlik ederim.

                                Ömer ikinci kez onu kırbaçlatmak istedi. Ama Ali b. Ebi Talip şöyle buyurdu: “Eğer onu kırbaçlattırırsan, arkadaşın ve dostun Muğayre’yi taşlattırırım.”

                                Ömer, Ebu Bikre’den tövbe etmesini istedi. Ama Ebu Bikre şöyle dedi: Böylece daha sonraları benim şahitliğimi kabul etmek mi istiyorsun?

                                Ömer: “Evet” dedi.

                                Ebu Bikre şöyle dedi:
                                Ama ben hayatta olduğum müddetçe bir daha iki şahıs arasında şahitlik yapmayacağım.

                                Üç şahit kırbaçlandıktan sonra Muğayre şöyle dedi: “Allah’a şükürler olsun ki sizleri rezil etti.”

                                Ömer şöyle dedi: Allah seni görüldüğün her yerde rezil etsin!!

                                Daha sonra İbn-i Hallakan şöyle yazıyor: Ömer b. Şeybe, “Ahbar-u Basra” adlı kitapta şöyle yazar: Ebu Bikre kırbaçlanınca annesi şöyle dedi: “Bir koyun keserek derisini beline sarsın.” Bu, Ebu Bikre’nin aldığı şiddetli darbelerden dolayıydı.

                                Ravi şöyle diyor: Abdurrahman b. Ebu Bikre hikayet eder ki, babası yaşadığı müddetçe (kardeşi) Ziyad’la konuşmayacağına dair yemin etti. Ebu Bikre, öldüğü zaman Ebu Birze-i Eslemi’den başkasının ona namaz kılmamasını vasiyet etti.

                                Peygamber (s.a.a), onları kardeş yapmıştı. Bu haber Ziyad’a iletilince, o Kufe’ye döndü. Muğayre de ona ihtiram göstermekte ve yaptığı işi unutmamaktaydı.

                                Ümmü Cemil, hac mevsiminde Ömer’le karşılaştı. Muğayre de oradaydı.

                                Ömer, Muğayre’ye şöyle dedi:
                                “Muğayre! Bu kadını tanıyor musun?”

                                Muğayre: “Evet, Ali’nin kızı Ümmü Gülsüm’dür” dedi.

                                Ömer şöyle dedi:
                                “Kendini cahilliğe mi vuruyorsun? Yemin olsun ki biz, Ebu Bikre’nin doğru söylediğine şüphe bile etmedik. Ama senin, gök yüzünden başına bir taş düşmesinden korktuğunu gördüm.”

                                Sonra şöyle yazıyor: Şeyh Ebu İshak Şirazi “el-Muhezzeb” adlı kitabının, “Şahit sayısı” babının evvelinde şöyle yazıyor: Üç kişi Muğayre’nin zina ettiğine şahitlik yaptı. Bunlar Ebu Bikre, Nafi ve Şibl b. Mabed’di. Ama Ziyad şöyle dedi: “Ben iki çıplak kalça gördüm ve nefes sesleri duydum. Aynı eşek kulağı gibi iki ayak gördüm, bunlardan başka bir şey bilmiyorum.” Ömer de ilk üç şahidi kırbaçlattı, ama Muğayre’ye hiçbir ceza vermedi!!

                                Daha sonra şöyle devam ediyor: Alimler, Hz. Ali’nin, Ömer’e söylediği;
                                “Eğer onu kırbaçlattırırsan dostun Muğayre’yi taşlattırırım” cümlesi hakkında birçok sözler söylemişlerdir. Ebu Nasr b. Sebbağ şöyle der: “Eğer Ebu Bikre’nin ikinci şahitliği, ayrı bir şahitlik sayılırsa, dört şahit tamamlanmış olur. Sonuçta Muğayre’nin taşlanması gerekir.” İşte Ali’nin demek istediği budur. (Kadı b. Hallakan’ın bu üzücü olay hakkında söylediği sözlerin sonu.)Bkz. Vefayat’ul-A’yan, c. 2, (Şerh-i hali Yezid b. Ziyad Himyeri) Müstedrek, c. 3, s. 448 (Hakim bu hadisi sahih bilmiştir.) Telhis’ul-Müstedrek Zehebi ve hicri 17. Yıl olayını anlatan diğer tarihçiler.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X