Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

    Müctehidlerin kıyas ve ictihad etmeleri için, Kur’an-ı kerim kâfidir


    gerçekten İmam rabbaninin sarfettiği şu sözü anlamakta zorluk çekiyorum lütfen sünni kardeşlerimizden birisi bana bunun bir izahını yapsın,Allah rızası için.

    Yorum


      #17
      Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

      İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:

      Hallerden ve işaretlerden anlamıştı ki, yazılacak ahkamın ictihadı, hadis-i şeriflerden çıkarılmayıp, Kur’an-ı kerimden çıkarılacak şeylerdi


      İmam Rabbani burada hangi hal ve işaretten bahsediyor,anlayan yada bilen varsa bizle paylaşabilir mi?
      çünkü biz bu hal ve işaretleri anlayamadık.

      Burada İmam Rabbani sanırım şunu demek istiyor,"eğer bişey yazılacaksa,bir vasiyette bulunulacaksa bu kimsenin keyfine göre olmaz,buna Peygamberde dahil,Burada bir ahkam açıklanacaksa bu hadisi şeriften (yani Resululahın sözlerinden ) değil ancak KURAN ayetlerinden olacaktır,O yüzden resulullah burada boş bir eyleme,manasız bir teşebbüse girişmiştir,çünkü ayetler bitmiş,din tamamlanmıştır,"

      Evet Rabbani burada malesef çok acıda olsa bunu demek istiyor,Başka mana veren varsa buyursun bizimle paylaşsın

      Yorum


        #18
        Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI


        İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:

        O halde, Hz. Ömer’in konuşması, Resulullahı hastalığın şiddetli zamanında yormamak için merhamet ve şefkatinden idi. Zaten, kâğıt istemeleri de emir değil, başkalarını ictihad zahmetinden kurtarmak için idi


        Bu sözlerle resulullah hastalığında ne yaptığını bilmeyen aciz,zavallı,sayıklayan konumuna sokuluyor,zaten rivayetlerde geçen ve Ömer bin hattabın Resulullah için kullandığı "Bu adam sayıklıyor" ifadeside bunun kanıtıdır.

        İmam Rabbanide burada yaptığı tahlilde açıkça bunu beyan etmektedir,İmam Rabbaniye görede Resulullah sayıklamaktadır.

        Ayrıca imam Rabbani Resulullahın vasiyet yazdırma talebinin bir emir olmadığını beyan ediyor,Biz İmam rabbaniye sormak istiyoruz neye dayanarak bunu söylüyor,Bir peygamberin isteği,talebi emir olmayacakta ne olacak?

        madem Resulullahın bu isteği emir değil,peki nedir?
        Ömer bin hattabın dediği gibi,"ağrıların galebe çaldığı bir anda yapılan sayıklamamıdır"

        Burada bir kez daha resulullahın sayıkladığı iddia edilmektedir.

        Yorum


          #19
          Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

          İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:

          Çünkü, emir şeklinde olsaydı, emirleri bildirmek lâzım olduğundan, kâğıdı istemeye önem verir, isteğinden vazgeçmezdi



          Burada Açıkça Resulullahın "vasiyet yazdırmak istemesi" ve "kağıt kalem getirme" işinin bir emir olmadığı vurgulanmaktadır.
          O yüzdende buna karşı çıkılabileceği,ve karşı çıkmanında bir mahsuru olmadığı vurgulanmaktadır.

          Eğer emir olsaydı "Resulullah bu isteğinden vazgeçmezdi " deniliyor.
          Burada Ömer bin hattaba,İmam Rabbaniye ve onlar gibi düşünen ehli sünnet kardeşlerimize sormak istiyoruz,Bir Peygamber sözünü geçirebilmek için ne yapmalıdır,
          Gökteki bir yıldız olan Ömer bin hattaba düşen Resulullahın ağzından çıktığı anda bu sözü yerine getirmek mi olmalıdır,yoksa Resulullahın sayıkladığını iddia ederek "KURAN bize yetişir" mi demelidir.
          Neden burada görkteki bir yıldıza yakışan ahlak ve erdemi göremiyoruz.

          Biz şimdi gökteki bir yıldız olan ve uyduğumuzda bizi kurtuluşa ulaştıracak bu sahabeye uyup şunu diyebilirmiyiz.
          "KURAN dışında Resulullaha uymak caiz değildir,o ara sıra sayıklayabilir kafasına estiği şeyleri isteyebilir ona aldırmamak lazım,bizim için ölçü KURAN'dır"

          bu söylemi bir yıldız söylemiş bizde bu yıldıza uyup bu sözleri tekrarlarsak kurtuluşa ulaşabilirmiyiz.

          Ayrıca bu sözlerden şunuda anlıyoruzki Resulun her sözü emir değildir,Resulullah ashabından bişey istediğinde ashab bunun hangisinin emir olup olmadığını anlayabiliyordu,bu kudret Resulullahta yoktu ama Ömer bin Hattabta vardı.
          Zaten bir çok ayettede Allah Ömer bin hattabı haklı çıkarıp Resulullahı haksız çıkarmadı mı?

          Yorum


            #20
            Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

            İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:

            Resulullah, ömründe bir şey yazmamıştı. Bundan başka, (Benden sonra yoldan çıkmayasınız) buyurmuştu. Halbuki, din kâmil olmuş iken, yoldan çıkmak nasıl olabilirdi?


            Burada İmam Rabbani,Resulullahın ömründe bişey yazmadığını delil getirirek,Resulullahın vasiyet yazma (veya yazdırma) işinin boş bir iş olduğunu söylemeye çalışıyor,Resulullahın tamamen heva ve hevesiyle davrandğını söylemeye çalışıyor.

            Halbuki İmam Rabbani kirtas hadisesi ile alakalı rivayetlerin tümünü okusaydı yada bilseydi,resulullahın vasiyet yazmak değil,yazdırmak istediğinide bilirdi,
            Velevki Resulullah vasiyeti bizzat kendi yazmak istedi,bu ona karşı gelmeyi maruzmu gösterir.

            Ayrıca İmam rabbani Resulullahın " benden sonra sapıklığa düşmeyeseniz " sözünüde eleştirmektedir,"Din kamil olduktan sonra sahabe nasıl olurda yoldan çıkabilir" buyuruyor.

            İmam Rabbani Resulullahın vefatından sonra sahabelerin birbirlerine lanet okuduklarını,küfrettiklerini,birbirleri ile savaştıklarını,binlerce müslümanın kanını döktüklerini,zina ettiklerini,içki içtiklerini,hak halifeye isyan ettiklerini,sarhoş namaz kıldırdıklarını, vs... unutuyor yada unutmak istiyor,görmezden geliyor galiba.
            Yoksa imam rabbani bu olaylarla bu insanların sevap kazandığını falan mı düşünüyort.

            Yorum


              #21
              Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

              Bismillahirrahmanirrahim

              Bütün emekleriniz ve aktardığınız eşsiz bilgiler için hepinizden Allah razı olsun.

              Yorum


                #22
                Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                HUDEYBİYE BARIŞ ANTLAŞMASINA İTİRAZ


                Peygamber-i Ekrem (s.a.a) savaş yerine Hudeybiye[17] barışını seçti. Allah’ın gönderdiği vahye uygun olarak savaşı barışa çevirdi. Gerçek maslahat da bunu gerektirmekteydi. Ama bu durum ashap için aşikar değildi. Bu nedenle ashaptan bazıları Peygamber (s.a.a)’i eleştirerek açıkça O’nunla muhalefet etmeye başladılar!!

                Buna rağmen Peygamber (s.a.a) onlara önem vermeyerek aldığı emir doğrultusunda ilerledi ve neticede bu antlaşma iki tarafın imzasıyla sonuçlandı. Bu antlaşma, İslam tarihinin en güzel zaferlerinden biri olarak sayıldı. Alemlerin Rabbine hamd olsun.

                Resul-i Ekrem (s.a.a) hicretin altıncı yılı, Zilkade ayının Pazartesi günü Umre amellerini yerine yapmak için Medine’den çıktı. Allah Resulü Kureyşlilerin O’nunla savaşmasından veya Mekke’ye girmesine engel olmalarından endişeliydi. Nitekim böyle de oldu.

                Bu yüzden halkı Umre amellerini yerine getirmek için davet etti. Sonuçta Muhacir, Ensar ve Bedevilerden oluşan -aralarında 200 süvarinin de bulunduğu- 1400
                kişi Peygamber (s.a.a)’in davetine olumlu cevap verdi. Resulullah (s.a.a), kurban etmek için kendisiyle otuz deve de götürdü. Hareket edilirken Hz. Peygamber (s.a.a) ve yol arkadaşları silahlanmış, kılıçları da kılıfa sokulmuştu. Bu nedenle Ömer şöyle dedi: “Ya Resulellah! Kendilerini savaşa hazırlamamış olan Ebu Süfyan ve taraftarlarından korkuyor musun?” Resulullah (s.a.a) cevaben: “Ben umre amellerini yaparken yanımda silah taşımam” buyurdu.

                Zu’l-Huleyfe’ye ulaşır ulaşmaz kurbanlık develerin boynuna bir tasma takarak develeri kurbanlık adetlerine göre hazırladı. Daha sonra Peygamber (s.a.a)’in kendisi ve ashabı ihram bağladılar. Böylelikle Kureyşlilere Allah’ın evini ziyarete geldiklerini ve başka bir amaçları olmadığını anlatmak istediler.

                Oradan geçtikten sonra Peygamber (s.a.a) yolun yarısında, Halid b. Velid’in Kureyş’ten iki yüz süvari ile İkrime b. Ebu Cehil’in komutası altında “Ğamim” denilen yerde mevzi aldığından haberdar oldu.

                Peygamber (s.a.a) bu durumu ashabına da bildirdi. Daha sonra Halid b. Velid’le karşılaşmamak için sağ taraftan hareket etmelerini emretti. Nihayet Hudeybiye yakınlarındaki “Hamz” bölgesine kadar ilerlediler. Halid onların gelişini, atlarının ayakları altından çıkan toz-dumanı görünce anladı. Halid ordusuyla gelerek Peygamber ve ashabı karşısında durdu. Peygamber (s.a.a) de Abbad b. Beşire, süvari birliği ile Halid’in süvari birliğinin karşısında durmasını emretti.

                Bu sırada öğle namazı vakti ulaştı. Peygamber (s.a.a) ve ashabı namaz kılmaya başladılar. Müşrikler:
                “Çok iyi bir fırsat, Muhammed ve ashabı namazla meşgul iken onlara hamle edelim” dediler.

                Halid şöyle dedi:
                “Evet! Ama onlar namaza daha yeni başladılar, hamle edersek zarar görmemiz mümkündür. Onların bir başka namazı daha vardır (ikindi namazı) ki onu can ve evlatlarından daha çok severler. İşte tam o sırada hamle etmek gerekir.” Bu arada Allah-u Teala aşağıdaki ayeti Peygamber (s.a.a)’e nazil etti:

                “Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını (yanlarına alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan (bu) diğer grup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kafirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gafil olasınız da üstünüze birden baskın yapsınlar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız, silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah’ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır. O (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah’tan onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah ilim ve hikmet sahibidir.” Nisa / 102 - 104.

                Peygamber (s.a.a) de ikindi namazını yukarıdaki ayette belirtildiği üzere kıldı.

                “Allah o inkar edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleriyle geri çevirdi”Ahzab / 25.

                Yorum


                  #23
                  Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                  Paylaşımlar ve deliller çok güzel .İmam rabbaninin bu avukatlığını anlamak mümkün değil.

                  1563-1624 tarihleri arasında yaşayan ve kendine imam diyen birinin sözlerine nasılda uyup onun düşüncelerini savunuyorlar.halbuki güneş kadar ışıklı ay kadar parlak olan bir Ehlibeyt imamlarının sözlerine hadislerine uymayı abes biliyorlar uyanlarıda rafizi diye adlandırıyorlar ne yazıki..
                  ALLAH'ım Bütün Güzel Sözler Sana Söylemekle Güzeldir,Kırık Dökük de Olsa Kabul Eyle Sözlerimi.

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                    seriatsiz tarik alinmaz
                    imam rabbani kendi mektubatindan kendisinin ilim ehli olmadigini söylüyor....
                    ilim ehli olmayan, ilmin sehri hakkinda yorum yapiyor ve öyle bir yorumki gülsen olmuyor aglasan olmuyor.


                    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                      KUREYŞ’İN SERTLİĞİ VE PEYGAMBER (S.A.A)’İN TAVRI

                      Peygamber (s.a.a) Hudeybiye’ye girdiğinde, Kureyşlilerden pek çok eziyet, kabalık ve saygısızlılarla karşılaştı. Öyle ki Peygamber’e ve ashabına karşı taş kalplilik ve kinciliklerini gösterdiler. Müşrikler de ashaptan şiddetli bir şekilde tepki gördüler. Bu da Allah’ın emriyleydi: “Onlar sizde bir sertlik bulsunlar.” Tevbe / 123. Ama o gün Peygamber (s.a.a), Allah’ın kendisine verdiği sabır, tabiatının bir parçası olan hikmet ve peygamberlerin en faziletlisi olmasına sebep olan yüce ahlakı ile onlarla karşılaştı.

                      Müşrikler, bozgunculuk, aşağılık ve dar görüşlülükle Peygamber (s.a.a)’in Mekke’ye girmesine mani oldular. Ama bu hareketler ne Peygamber (s.a.a)’in öfkelenmesine, ne de sabrının taşmasına sebep oldu. Peygamber (s.a.a) o zalimlere karşı yumuşak davranıp, müsamaha ve alçak gönüllülükle konuştu. Durum öylesine değişti ki müşrikler kendilerini O Hazretin karşısında, dağ karşısında bir saman tanesi gibi (küçük) gördüler.

                      Peygamber (s.a.a) onlara öylesine şefkat ve sevgi ile bir tavır takındı ki onları, -kaskatı kalplerine rağmen- kendisine celp etti. Bazen de onları öylesine tehdit ediyor ve dehşetli gelecekten korkutuyordu ki, ödleri kopuyordu.

                      Şimdi bu mevzu ile ilgili hadislerden bir kısmını naklediyoruz. Dikkatle onları inceleyerek Peygamber (s.a.a)’in hedeflerini bulun. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:


                      “Vay olsun Kureyş’e! Savaş onları çökertti. Neden el çekmiyorlar?! Neden beni Arap’la yalnız bırakmıyorlar? Eğer beni ortadan kaldırırlarsa arzularına ulaşırlar. Allah beni onlara karşı muzaffer kılarsa, grup grup İslam’a girerler. İslam’ı kabul etmekten çekinirlerse, güçleri olduğu takdirde bana karşı savaşırlar. Kureyş ne düşünüyor?! Ondan başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın beni görevlendirdiği hedefe doğru ilerlemek için, Allah’ın, dinini zafere ulaştırana veya bu yolda öldürülene dek onlara karşı savaşacağım.”

                      Yine Kureyş’in gönlünü, sahip olduğu yüce ahlak ve erdemlere yönlendirmek için şöyle buyurdu: “Muhammed’in canının elinde olduğu Allah’a yemin olsun ki, bugün Kureyş, aramızda olan akrabalık sebebiyle benden ne isterse onlara vereceğim.”

                      Peygamber (s.a.a) bu hikmetli sözlerle ne kadar şefkatli ve merhametli olduğunu izhar etti. Daha sonra ashabını toplayarak, Kureyş in, onların Mekke’ye girmelerine engel oldukları takdirde onlarla savaşılıp savaşılmaması hususunda istişare etti. Yaklaşık ashabın tümü savaşa hazır olduklarını belirtti.

                      Bu sırada Mikdad b. Esved kalkarak tüm ashap adına şöyle dedi:
                      “Ya Resulellah! Biz sana Beni İsrail’in Hz. Musa’ya söylediğini (Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturmuşuz) söylemeyeceğiz. Maide / 24. Tam tersine, sen ve rabbin savaşın, biz de sizinleyiz diyoruz.

                      Ya Resulellah! Allah’a yeminler olsun ki, eğer bizi “Bered’ul-Ğımad”ı
                      fethetmemiz için sevk etsen hepimiz seninle geliriz; bizden bir kişi bile geri kalmaz.” Peygamber (s.a.a) Miktad’ın sözlerinden oldukça sevindi.

                      Daha sonra Peygamber (s.a.a) hazır bulunan ashaptan biat aldı. Herkes kanının son damlasına kadar Peygamber (s.a.a)’in yanında olacağına dair O Hazretle biat etti. O gün 1400 erkek Peygamber (s.a.a)’e biat etti. Biat edenler arasında münafıkların sığınağı olan Abdullah b. Ubey Selul da vardı. Sadece Cedd b. Kays-i Ensari adlı birisi biat etmedi.

                      Sire-i Halebiyye’de Selemet b. Ekva’dan şöyle dediği rivayet edilir: Biz kanımızın son damlasına kadar Peygamber (s.a.a)’le biat ettiğimizde sadece Cedd b. Kays biat etmedi. Adeta şu an, halkın bakışlarından korunmak için devesine sarılır halde olduğunu görür gibiyim.

                      Tarihçiler, sire yazarları ve Halebi kendi siresinde şöyle yazarlar:
                      Kureyş Hudeybiye’de, Peygamber (s.a.a)’le beraber olan İbn-i Ubey Selul’a birisini göndererek şöyle dedi: “İstiyorsan Mekke’ye gir ve Kâbe’yi ziyaret et.” Oğlu Abdullah babasına hitaben: “Baba! Allah aşkına bizi her yerde rezil etme! Sakın burada da Peygamber (s.a.a)’den önce Allah’ın evini tavaf etme” dedi.

                      İbn-i Ubey Selul da: “Hayır! Ben de Peygamber (s.a.a) tavaf etmedikçe tavaf etmeyeceğim” dedi. Bu haber Peygamber (s.a.a)’e ulaşınca Hazret Abdullah’ın davranışından hoşnut oldu ve onu tebrik etti. Buna göre Abdullah b. Ubey Selul da, Hudeybiye’de ağaç altında Peygamber (s.a.a)’e biat edenlerdendi. Önceden de söylediğimiz gibi sadece “Cedd b. Kays” biat etmedi.

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                        MÜŞRİKLERİN KORKMASI VE HZ. PEYGAMBER’DEN SULH İSTEMELERİ


                        Bu biatinin (Rıdvan biatinin) haberi Kureyş’e ulaşınca canlarına büyük bir korku düştü. Bu korku özellikle İkrime b. Ebu Cehil’in komutanlık ettiği 500 kişilik süvari birliğinin- Zemahşeri’nin de Keşşaf’ta belirttiği gibi- Mekke’ye kadar geri püskürtülmesinden sonra daha da şiddetlendi.

                        İbn-i Abbas şöyle diyor:
                        Allah-u Teala Müslümanları, taş fırlatmalarıyla onlara karşı zafer kıldı. Öyle ki onları evlerine kadar takip ettiler. Kureyş, Peygamber (s.a.a) ve ashabına karşı savaşmaya kadir olmadığını anladı.

                        İşte bundan dolayı onların görüş sahipleri, Peygamber (s.a.a)’den barış isteğinde bulunmaya mecbur oldular. Bu arada Peygamber (s.a.a)’in: “Muhammed’in canının elinde olduğu Allah’a yemin olsun ki, bugün Kureyş benden ne isterse vereceğim” diye buyurduğu söz de onlara ulaşmıştı.

                        Mekke halkı, başlarında Süheyl b. Amr b. Abdüved-i Amiri’nin bulunduğu bir heyeti, Müslümanlar için oldukça ağır şartlara sahip olan antlaşmayı imzalamak üzere Peygamber (s.a.a)’in yanına gönderdiler. Müslümanlar antlaşmanın şartlarını kabul etmediler. Bazıları da kesinlikle barışı istemiyorlardı.

                        Ama müşrikler Peygamber (s.a.a)’in:
                        “Bugün Kureyş ne isterse kabul ederim” sözüne dayanarak ısrar ettiler. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a), Allah tarafından böyle bir vaatte bulunmak ve onun içeriğine göre amel etmekle görevlenmişti. Onların barış önerisinin ağır şartlarını kabul etmelerinin sebebi de vahye amel etmek ve Allah’ın bildiği bir takım maslahatlardan dolayı idi. Daha sonra herkes o barışın gerekli olduğunu anlamış ve itiraf etmişlerdir. Bu konuyu ileride açıklayacağız.

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                          ÖMER’İN BARIŞ ANTLAŞMASINDAN RAHATSIZ OLMASI


                          Barış antlaşması imzalanır imzalanmaz gayreti tarik olan Ömer b. Hattab, yüzünde öfke ve nefret belirtileri olduğu halde Ebu Bekir’in yanına gelerek şöyle dedi: Ebu Bekir! Bu adam Peygamber değil mi?

                          Ebu Bekir: Evet, peygamberdir.

                          Ömer: Biz Müslüman değil miyiz?

                          Ebu Bekir: Evet, Müslüman’ız.

                          Ömer: Onlar müşrik değiller mi?

                          Ebu Bekir: Evet, müşriktirler.

                          Ömer: Peki o zaman neden dinimizde onlara karşı müsamaha gösteriyoruz?

                          Ebu Bekir: Ey Ömer! O Allah’ın Resulüdür. Allah’ın emrinin tersine amel etmez. Allah da O’nun yardımcısıdır. O ölüm anına kadar Allah’ı âmir, kendisini de memur bilir. Ben de O’nun Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik ediyorum...
                          Güya Ebu Bekir, Ömer’in Peygamber (s.a.a)’in risaletinde şüphe etmesinden korktuğundan dolayı bu sözleri söylemiştir!

                          Müslim kendi sahihinin 4. Cildinin Hudeybiye barış antlaşması hakkında şöyle yazar:

                          “Ömer Peygamber (s.a.a)’e şöyle dedi: Biz hak, onlar da batıl üzere değiller mi?

                          Peygamber (s.a.a): “Evet.”

                          Ömer: Bizim öldürülenlerimiz cennette, onların öldürülenleri de cehennemde değiller mi?

                          Peygamber (s.a.a): “Evet, öyledir.”

                          Ömer: Peki o zaman neden dinimiz konusunda onlara karşı taviz vermeliyiz ve Allah’ın bizimle onlar arasında ne hükmedeceğini görmek için geri dönmeliyiz?

                          Peygamber (s.a.a): “Ey Hattab’ın oğlu! Ben Allah’ın Resulüyüm. Allah hiçbir zaman beni zayi etmez.”

                          Ömer hemen yola koyuldu ve öfkeli bir şekilde Ebu Bekir’in yanına giderek şöyle dedi: Ebu Bekir! Biz hak onlar da batıl değiller mi?

                          Ebu Bekir: Evet.

                          Ömer: Biz öldürülenlerimizin cennette, onlardan öldürülenlerin de cehennemde olduğuna inanmıyor muyuz?

                          Ebu Bekir: Evet, öyledir.

                          Ömer: Peki neden dinimiz konusunda taviz veriyor ve Allah’ın bizimle onlar arasında nasıl hükmedeceğini görmek için geri dönüyoruz?

                          Ebu Bekir: Ey Hattab’ın oğlu! O, Allah’ın Resulüdür ve Allah hiçbir zaman onu zayi etmez...”


                          Ehl-i Sünnet’in muteber kitap yazarlarından bir çoğu Ömer’den bundan daha şiddetli sözler nakletmişlerdir.

                          Buhari kendi sahihinin “Şurut” kitabının sonunda Ömer’in şöyle dediğini nakleder: Peygamber’e dedim ki:


                          -Sen Allah’ın hak olan Peygamber’i değil misin?

                          Peygamber (s.a.a): “Evet, O’nun Peygamberiyim.”

                          -Biz hak, düşmanlarımız da batıl değil mi?

                          Peygamber (s.a.a): “Evet.”

                          - Peki neden dinimiz konusunda aşağılık sergiliyoruz?

                          Tam bu sırada Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

                          “Ben Allah’ın Resulüyüm ve O’na isyan etmem! Allah da benim yardımcımdır.”

                          Ömer: Sen; “Biz çok yakında Allah’ın evine ulaşacak ve onu tavaf edeceğiz” demedin mi?

                          Peygamber (s.a.a): “Evet, ama bu yıl mı böyle olacağını söyledim?”

                          Ömer: Hayır.

                          Peygamber (s.a.a): “Şunu bil ki, Allah’ın evine gidecek ve onu tavaf edeceksin.”


                          Ömer sonra şöyle diyor: Ben de Ebu Bekir’in yanına giderek: Bu adam Allah’ın hak Peygamber’i değil mi? dedim.

                          Ebu Bekir: Evet.

                          Ömer: Biz hak, düşmanımız da batıl değil mi?

                          Ebu Bekir: Evet

                          Ömer: Peki neden dinimiz konusunda aşağılık gösteriyoruz?

                          Ebu Bekir: Ey Ömer! O Allah’ın Resulüdür; O’nun emrinin aksine hareket etmez. Allah da O’nun yardımcısıdır. O sürekli Allah’a itaat eder. Yeminler olsun ki O hak üzeredir.

                          Ömer: O (Peygamber) bize: “Allah’ın evine varacağız ve onu tavaf edeceğiz” demedi mi?

                          Ebu Bekir: Evet, ama sana bu yıl tavaf edeceğimizi mi söyledi?

                          Ömer: Hayır!

                          Ebu Bekir: öyleyse gidip tavaf edeceksin.

                          Ömer ekliyor: Ben barış antlaşmasını önlemek için bir takım işler yaptım.


                          Ravi şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) barış fermanını yazmayı bitirince ashabına dönerek şöyle buyurdu: “Kalkın develerinizi nehredin ve daha sonra saçlarınızı kesin.” Allah’a yemin olsun ki hiç kimse yerinden kalkmadı. Bu sözünü üç kez tekrarladı. Hiç kimsenin yerinden kalkmadığını görünce yerinden kalkara kendi çadırına girdi. Daha sonra dışarı çıktı. Hiç kimseyle konuşmadan kendi elleriyle kendi devesini kurban etti ve daha sonra berberini çağırarak kendi başını tıraş ettirdi.

                          Ashap Peygamber (s.a.a)’in böyle yaptığını görünce develerini kurban ettiler ve daha sonra birbirlerinin başını tıraş ettiler. Neredeyse birbirlerini öldüreceklerdi.”

                          Ahmed b. Hanbel kendi Müsned’inde Misver b. Mahrime’den ve Mervan b. Hakem den, Halebi de Sire-i Halebi’de (Hudeybiye gazvesi bölümünde), diğer tarihçiler de kendi kitaplarında şöyle naklederler: “Ömer Peygamber (s.a.a)’in sözlerini reddediyordu! Ebu Ubeyde Cerrah dedi ki: Ey Hattab’ın oğlu! Peygamber’in ne dediğini duymuyor musun? Peygamber şöyle buyuruyor: “Ne’uzu billahi min’eş-şeytan’ir-racim!”


                          Halebi şöyle diyor: Peygamber (s.a.a) o gün şöyle buyurdu: “Ey Ömer! Ben hoşnudum ama sen rahatsızsın!”

                          Yine Halebi ve diğerleri Ömer’in sonraları şöyle dediğini naklederler: “Ben o gün Peygamber’e söylediğim sözlerin korkusunda dolayı sürekli oruç tutuyor, sadaka veriyor, namaz kılıyor ve köle azat ediyorum!...”

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                            BARIŞ ANTLAŞMASININ ONAYLANMASI

                            Peygamber (s.a.a) o gün, muhaliflerin itirazlarına itina göstermeden ağır şartlarına rağmen onu kabul etmekle görevli olduğu barış antlaşmasını imzalamaya kararlıydı. Bu yüzden barış antlaşmasını yazması için Hz. Ali (a.s)’ı çağırdı.

                            Peygamber (s.a.a), Hz. Ali’ye şöyle buyurdu:
                            “Yaz; Bismillahirrahmanirrahim.”

                            Süheyl b. Amr: “Biz böyle bir şeyi resmi tanımıyoruz! Onun yerine ‘Bismikellahümme’ yazmalı” dedi.


                            Müslümanlar Süheyl’in bu sözüne alınarak: “Allah’a yeminler olsun ki, sadece Allah’ın ve Resulünün dediği yazılmalıdır” dediler.

                            Ama Resul-i Ekrem (s.a.a) tartışmayı keserek Hz. Ali (a.s)’a şöyle buyurdu: “Yaz; Bismikeallahümme” Hz. Ali de Peygamber (s.a.a)’in emrini yerine getirdi. Daha sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Yaz; bu antlaşma Allah’ın Resulü Muhammed ve Süheyl b. Amr arasında yazılmıştır.”

                            Süheyl b. Amr şöyle dedi: “Eğer senin Peygamber olduğuna inansaydık, seninle savaşmazdık! Bu yüzden şöyle yazılmalı: “Bu antlaşma Muhammed b. Abdullah ve Süheyl b. Amr arasında yazılmıştır.”

                            Bu esnada her taraftan Müslümanların itiraz sesleri yükseldi. Hiçbir surette Peygamber (s.a.a)’in böyle bir şeyi yazmasını kabule hazır değillerdi. Hatta büyük kargaşa çıkmak üzereydi.

                            Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
                            “Beni tekzip etmenize rağmen yine de ben Allah’ın Resulüyüm ve Muhammed b. Abdullah’ım. Ya Ali! Yaz; Bu antlaşma Muhammed b. Abdullah ve Süheyl b. Amr arasında yazılmıştır.”

                            Hz. Ali (a.s) da büyük bir üzüntü ile yazdı. Daha sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ebu’l-Hasan (Ali)! Sen de buna benzer bir olayla karşılaşacaksın.” Veya şöyle buyurdu: “Sen de böyle bir şeyle karşılaşacak, mecburen onu kabul edecek ve ondan dolayı da öldürüleceksin.”

                            Barış antlaşmasının mevzusu ise şöyleydi: “Peygamber (s.a.a) ve ashabı Hudeybiye’den geri dönecek ve gelecek yıl önce Kureyş Mekke’den dışarı çıkacak, sonra Peygamber (s.a.a) ve ashabı şehre girecektir. Üç gün boyunca Mekke’de kalacak ve yolculuk silahından başka silah taşımayacaklardır. On yıl boyunca Peygamber (s.a.a)’le Kureyş arasında savaş olmayacaktır. Bu zaman zarfı içerisinde halkın can güvenliği olmalı ve birbirlerini serbest bırakabilmelidirler. Arap kabilelerinden kim Peygamber’le anlaşırsa anlaşabilir. Aynı şekilde kim Kureyş’e katılmak isterse katılabilmelidir. Taraflar birbirine karşı düşmancılık, hırsızlık ve hıyanet yapmalıdırlar.

                            Kureyş’ten kim velisinin izni olmadan Muhammed’in dinine girerse, Kureyş’e geri çevrilecektir. Kim Muhammed’in dininden dönerek Kureyş’e sığınırsa, Kureyş onu Muhammed’e teslim edilmeyecektir.”

                            Müslümanlar şöyle dediler:
                            “Sübhanellah! Biz Kureyş’ten kaçmış bir Müslüman’ı nasıl müşriklere geri çevirebiliriz?!”

                            Bu şartın kabul edilmesi Müslümanlara çok ağır geliyordu. Bu yüzden şöyle dediler: Ya Resulellah! Bu şartı kendi zararına yazıyorsun. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Evet, bizden kim mürtet olarak onlara sığınırsa, Allah onu uzaklaştırmıştır. Onlardan kim Müslüman olur bize katılırsa, geri vereceğiz ve Allah’tan onlara bir kurtuluş ve çıkış yolu açmasını dileyeceğiz.

                            Peygamber (s.a.a), Süheyl b. Amr ile ağır şartları taşıyan bu antlaşmayı yazdıkları esnada, adı “As” olan Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel, elleri ve ayakları zincirli olduğu bir halde Müslümanlara sığındı. O daha önce Mekke’de Müslüman olmuştu. Ama babası Medine’ye hicret etmesine engel olmuş ve onu zincire vurmuştu.

                            Ebu Cendel, Peygamber (s.a.a) ve ashabının Hudeybiye’de konakladığını duyunca, evdeki zindandan firar ederek patika yoldan kendisini ashaba ulaştırdı. Müslümanlar onun gelmesiyle sevince boğulmuş ve onu ağırlamışlardı.

                            Ama babası Suheyl b. Amr onu zincirlerinden tutarak şiddetle tokatladı. Bu esnada şöyle dedi:
                            “Ey Muhammed! Bu bana vereceğin ilk şahıstır?”

                            Peygamber (s.a.a) cevaben: “Antlaşmanın yazılması henüz tamamlanmadı.”

                            Süheyl b. Amr: “O zaman ben de antlaşmanın hiçbir şartını kabul etmiyorum.”

                            Peygamber (s.a.a): “Oğlunu himayem altında olmasına müsaade et.”

                            Süheyl: “Onu himayen altında olmasına müsaade etmem.”

                            Peygamber (s.a.a): “Gel de bu işi yap.”

                            Suheyl: “Hayır, bu işi yapmayacağım.”

                            Bu sırada Kureyş’in büyüklerinden olan Mukriz b. Hafs ve Huveyteb b. Abdüluzza şöyle dediler: “Ey Muhammed! Biz senin hatırına onu kendi himayemiz altına alıyoruz. Daha sonra Ebu Cendel’i alıp bir çadıra götürerek babasının ona herhangi bir zarar vermesini engellediler.

                            O zaman Suheyl b. Amr şöyle dedi: “Ey Muhammed! Macera son buldu. Oğlum sana ulaşmadan, barış şartlarına oranla yapılan muahede sona erdi. Peygamber (s.a.a) de: “Evet, doğrudur” buyurdu.

                            Bu sırada Peygamber (s.a.a) Ebu Cendel’e şöyle buyurdu: “Sabret ve kendine hakim ol. Sen gelmeden önce barış antlaşması yapılmıştı. Biz de hilekar değiliz! Babanın seni geri döndürmeme hususunda her ne kadar ısrar ettikse de fayda vermedi. Ama Allah’tan senin ve senin gibi sıkıntıda olan tüm Müslümanlar için bir kurtuluş yolu diliyorum.”

                            Bu esnada Ömer b. Hattab Ebu Cendel’in yanına yaklaştı, babasını öldürmesi için yanına bir kılıç bırakarak onu bu işe tahrik etti. Dehlani ve diğer sire yazarlarının naklettiğine göre Ömer şöyle dedi: “Ben, Ebu Cendel’in, eline kılıç alarak babasını öldürmesini bekliyordum.”

                            O esnada şöyle diyordu: “Bu adam babasını öldürmek istiyor! Allah’a yemin olsun ki, eğer biz de babalarımızı görseydik onları öldürürdük!!”

                            Ama Ebu Cendel büyük bir kargaşanın çıkmasından korkarak Ömer’in istediği işi yapmadı. Peygamber (s.a.a)’in tavsiyesine uyarak sabretmeyi uygun görerek: “Neden sen onu öldürmüyorsun?” dedi.

                            Ömer cevaben: Peygamber onu ve Kureyş’ten olan diğer kimseleri öldürmemizi yasaklamıştır. Burada Ömer iki defa Peygamber (s.a.a)’e karşı çıkmıştır: Birincisi; Peygamber (s.a.a) Ebu Cendel’e sabretmesini emretmişti. İkincisi ise Müslümanları Süheyli öldürmekten sakındırmıştı.

                            Ebu Cendel: “Sen Peygamber (s.a.a)’e itaat etmede benden daha evla değilsin.”

                            Ebu Cendel, babası, Mukriz ve Huveyteb ile beraber Mekke’ye geri döndü. Daha sonra bu iki şahıs onu kendi himayeleri altına alarak babası veya diğer kimselerin ona herhangi bir zarar vermemeleri ve kendi ahitlerine vefa etmeleri için bir mahallede ona yer verdiler.

                            Daha sonraları Allah Teala, onun (Ebu Cendel) ve diğer kimsesiz Müslümanların kurtuluşu için bir yol açtı. Çok yakında bu konuya deyineceğiz. Hamd Allah’a ki, Peygamber’e yardım etti ve vaadini gerçekleştirdi.


                            Yorum


                              #29
                              Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                              HUDEYBİYE BARIŞININ SONUÇLARI

                              Bu antlaşmanın sonuçları hakkında şunu bilmemiz yeterlidir ki, Hudeybiye antlaşması Müslüman ve müşriklerin birbirine karışmalarına sebep oldu. Bu barıştan sonra müşrikler Medine’ye geliyor, Müslümanlar da Mekke’ye gidiyorlardı. Müşrikler Medine’ye gelince, Peygamber (s.a.a)’in güzel ahlak ve metodu onları etkiliyordu. Peygamber (s.a.a)’in halka önderlik yapması, şahsiyeti, güzel sözü, ameli, onlara davranış şekli vb. konular onların gözünde çok büyük görünüyordu.

                              İslam öğretileri, hükümler, (helal, haram, ticari ilişkiler) ve diğer yüce ve hikmetli sistemler Kureyş’i şaşkınlığa uğratıyordu. Kur’ân-ı Kerim de ayetleri ve açık sözleri ile onları cezp ediyordu. Öyle ki onların kulak, göz ve gönüllerini kendisine çekiyordu. Ashabın Peygamber (s.a.a)’e olan itaati onları hayranlık içerisinde bırakmıştı.

                              Hudeybiye antlaşmasından önce tam bir körlük ve azgınlık içerisinde olan bu cahil insanlar artık imanın bir kaç adım ötesinde yer almışlardı. Peygamber (s.a.a) ve ashabının bu halini gören herkes, Peygamber (s.a.a) için bir tebliğci oluyordu. Mekke’ye dönünce de kendi yakınlarına Mekke’nin en yakın bir zamanda Hz. Peygamber (s.a.a) ve ashabı tarafından fethedileceği haberini veriyorlardı.

                              Mekke’ye giden Müslümanlar da kendi akrabalarıyla yalnız kalınca İslam dininin yüce öğretilerini, toplumsal boyutlarını, nübüvvet makamının kutsallığını, geçmiş ümmetlerin hallerini, İslam’ın getirdiği düzen, ahlak, edep ve sistemleri anlatmaktan geri kalmıyorlardı.

                              Bu yüzden bunlar Mekke’nin kalbinde Peygamber (s.a.a)’in tebliğcileri idiler. Aynı zamanda halkı Peygamber (s.a.a)’in zıddına gitmekten alı koyuyorlardı. Kureyş’in bu meseleden haberdar olması, Mekke’nin fethedilmesini daha da kolaylaştırdı. Hiçbir savaş ve çatışma olmadan Peygamber (s.a.a) Mekke’ye girmiş oldu. el-hamdu lillah.

                              Bu antlaşmanın bazı yararları da müşriklerin Peygamber (s.a.a)’le beraber toplanmaları, Peygamber (s.a.a)’in önderlik metodu ve güzel ahlakından tam olarak haberdar olmalarıyla ele geldi. Zira Kureyş, özellikle de gençler daha önce Peygamber (s.a.a)’in önderlik metodu ve güzel ahlakı hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Zira Ebu Cehil, Velid b. Muğayre, Ebu Süfyan, Şeybe, Utbe ve putperestlerin diğer reisleri Peygamber (s.a.a)’in aleyhinde propaganda yapmışlardı. Onlar tüm kudret, imkan ve güçleriyle Peygamber (s.a.a)’in karşısına dikilmiş ve Allah’ın nurunu söndürmek istemişlerdi. Ama Allah onların tüm planlarını yerle bir ederek kendi nurunu ikmal etti.

                              Mekke’de olduğu zaman O’nu ve ashabını öldürmek istediler. Daha sonra O’na sığınak verenleri ortadan kaldırmak için Medine’ye yöneldiler. Ama Allah O’nu Bedir, Uhud ve Ahzâb savaşlarında muzaffer etti.


                              “Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” En’am / 45.

                              Bu savaşlardan sonra Mekke halkının Peygamber (s.a.a)’e karşı olan kötü görüşleri değişti. Zira hicretten sonra O’nu bir daha görmediler. Bu kötülemelerden başka hiçbir haber alma kaynağı da yoktu. Ama Hudeybiye’de Peygamber (s.a.a) ve ashabıyla karşılaşınca O’nu yüce sıfatlar sahibi olarak buldular.

                              Onlar ne zaman Peygamber (s.a.a)’e karşı kabalık etseler veya kötü davransaydılar, sürekli güzel ahlak ve davranışlarla karşılaşıyorlardı. Katılık ve nefret gösterseler, Peygamber (s.a.a)’den yumuşaklık ve sevgi görüyorlardı. Bu, Resul-i Ekrem (s.a.a)’in onlara karşı olan tavrıydı. Bu konuda aşağıdaki ayete amel ediyordu:
                              “Sen, kötülüğü en güzel bir tutumla sav.” Mü’minun / 96.

                              Peygamber (s.a.a) o gün zorla Mekke’ye girmeye ve Kabe’yi ziyaret etmeye kadirdi. Bunun delili ise şu ayettir: “Eğer kafirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.” Fetih / 22.

                              Yine şöyle buyuruyor: “O, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke’nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir.” Fetih / 24.

                              Müşrikler, savaş çıkacağı durumunda Peygamber (s.a.a)’in onlara galip geleceğini ve ashabın onlarla savaşması için Peygamber (s.a.a)’e ısrar ettiğini çok iyi biliyorlardı. Ama Peygamber (s.a.a) barış antlaşması ve onun getireceği iyi sonuçları göz önünde bulundurarak, dökülebilecek kanların önlenmesi, harem ve onun ihtiramının korunması hatırına onların bu isteğini ciddi bir şekilde reddetti.

                              Kureyş çok güzel bir şekilde Peygamber (s.a.a)’in kendilerine karşı olan şefkatinin ölçüsünü ve Peygamber (s.a.a)’in akrabalık hukukunu gözeteceğini anlamıştı. Peygamber (s.a.a) işte bu yüzden çok ağır şartlara sahip olmasına rağmen bu barışı imzaladı. Ashabının çok şiddetli itirazlarına ve Kureyş’in Mekke ve Kabe’ye girmesini önlemekteki katılığına rağmen bütün bunları görmezlikten gelerek Medine’ye geri döndü.

                              Bu durum Kureyş’in gözünde, Peygamber (s.a.a)’in Bedir, Uhud ve Ahzâb savaşlarında olan hadiselerin kefaretiydi. Zira o gün Kureyş, Peygamber (s.a.a)’in savaştan çekinerek söz konusu hadiselerden sorumlu olmadığını, bilakis asıl sorumlu Ebu Süfyan, Ebu Cehil ve Kureyş’in diğer ileri gelenleri olduğunu çok iyi anlamış oldu. Onlar, Peygamber (s.a.a)’in firar ederek onlara bıraktığı şehirde O’nunla savaştılar. Onlar Peygamber (s.a.a)’i, kendisini ve ashabını korumaya ve onları savunmaya mecbur ettiler.

                              Eğer Kureyş Peygamber (s.a.a)’e ve O’na sığınak verenlere saldırmasaydı, Peygamber (s.a.a) de onlarla savaşmaz, kendi dinine davette hikmet ve güzel nasihatlerle yetinirdi.

                              Peygamber (s.a.a) Hudeybiye’de müşriklerin kalplerindeki ateşi söndürdü. Onların kinlerini ortadan kaldırdı. Onların büyüklerine ve ihtiyarlarına ihtiram gösterdi. Öyle ki onlar, Peygamber (s.a.a)’e karşı ne kadar hürmetsizlik ve saygısızlık yaptıklarını kendileri bile anlamış oldular. İşte bu yolla kaskatı kesilen kalpler yumuşadı. Böylece eğer O’nun sancağı altına girecek olurlarsa, güzel bir sonuca erişeceklerine, apaçık bir zafere ulaşacaklarına ve halkın grup grup Allah’ın dinine gireceklerine inandılar.


                              Yorum


                                #30
                                Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                                PEYGAMBER (S.A.A)’İN MEDİNE’YE GERİ DÖNÜŞÜ

                                Peygamber (s.a.a) on dokuz gün Hudeybiye’de kaldı. Daha sonra Medine’ye döndü. Kura’ul-Ğamim’e ulaştığında Fetih suresi nazil oldu. Ömer aynı şekilde müşriklerin Mekke’ye girmelerine izin vermemeleri ve Mekke’nin fethinin gerçekleşmemesinden dolayı hayıflanıp durmaktaydı.

                                Peygamber (s.a.a) Fetih Suresi indikten sonra Ömer’in üzüntüsünü gidermek ve göğsündeki derdi gidermek istedi. Buhari’nin naklettiğine göre şöyle buyurdu:
                                “Bana, güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha değerli olan bir sure nazil oldu.” Daha sonra onu okumaya başladı: “Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” Sahih-i Buhari, c. 3, Hudeybiye Gazvesi bölümü. Fetih / 1.

                                Ashaptan birisi şöyle dedi: Bu fetih değil ki; Mescid’ül-Haram’a girmemize engel oldular, develerimizi gerektiği yerde kurban edemedik ve bize sığınan iki mü’min onlara geri çevrildi.

                                Peygamber (s.a.a) onun bu sözüne karşı şöyle buyurdu: “Kötü bir söz söyledin! Bu en büyük zaferdi. Müşrikler onların sınırlarını terk ettiğiniz için sevindiler. Onlar sizden barış istediler. Onlara güvence vermenize meyillendiler. Sizden beğendikleri şeyler gördüler. Allah sizi onlara karşı galip kıldı. Allah sizi oradan salim olarak geri çevirdi. Bunun kendisi büyük bir zaferdir. Uhud Savaşında dağa tırmandığınızı ve kimseye aldırış etmediğinizi unuttunuz mu? Size arkanızdan seslenmeme rağmen beni dinlemediğinizi unuttunuz mu? Acaba Ahzâb savaşındaki vaziyetinizi unuttunuz mu? “Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vadinin üstünden ve alt tarafından) üzerinize yürüdüler; gözler kaydı, yürekler gırtlağa geldi ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündünüz.” Ahzâb / 10.

                                Müslümanlar şöyle dediler: Allah ve Resulü doğru söylüyor. Ey Allah’ın Resulü! Yeminler olsun ki biz senin düşündüğün şeyleri düşünemedik. Sen Allah’ı ve emirlerini bizden daha iyi bilirsin.” Bkz. Sire-i Dehlani ve diğer tarih kitapları Hudeybiye olayı.

                                Ama Ömer şöyle dedi: “Ya Resulellah! Sen bize tam bir güvenle Mekke’ye gireceğimizi söylemedin mi?!”

                                Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyurdu: “Evet söyledim ama size bu yıl gireceğinizi mi söyledim?”

                                Ömer: “Hayır!...” Sire-i Halebi ve diğer sire kitapları.

                                Said b. Mensur sahih senetlerle Şa’bi’den “Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik” ayetinin tefsirinde şöyle dediğini rivayet eder:

                                “İslam’da Hudeybiye zaferinden daha üstün bir fetih yoktu. Zira barış yapılıp savaş ihtimali ortadan kalkınca halk birbirine güvence veriyordu. Bir birileriyle görüşüyor ve mülakat edip ilmi tartışmalar yapıyorlardı. Bu müddet zarfında bir Müslüman, akıllı bir müşrikle İslam hakkında konuştuğunda hemen o müşrik Müslüman oluyordu. Öyle ki o iki yıl zarfında (barış süresi içerisinde) Müslüman olanların sayısı, barıştan önce Müslüman olanların sayısına eşit hatta daha fazlaydı.”

                                Daha sonra şöyle ekledi: “Şunu söylememiz yeter: Peygamber (s.a.a) 1400 kişiyle Hudeybiye’ye gitti ama iki yıl sonra on bir kişiyle Mekke’nin fethi için Medine’den ayrıldı.”

                                Sonra şöyle dedi: “Hudeybiye barışından anlaşıldı ki bu barış, halkın bölük bölük Allah’ın dinine gireceği büyük bir fethin ön hazırlığı idi. Bu yüzden Hudeybiye barışı fethin ön hazırlığı olduğundan fetih olarak isimlendirildi. Zira zuhurun ön hazırlığı huzurdur.”

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X