Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #61
    Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

    KOCASI KAYBOLMUŞ KADINLA EVLİLİK

    Doktor Devalibi şöyle diyor: ... Böylece Ömer, kocası kaybolmuş bir kadının dört yıl beklemesine hükmetti. Bu dört yol bittikten sonra kocanın ölümü ispatlanmasa bile kadın evlenebilir. Bu durum kadının ömrünün sonuna kadar ne yapacağını bilmemesini önlemek içindir.

    Malik b. Enes de bu görüşü kabul etmiştir. Hanefi ve Şafiiler ise onun aksine şöyle diyorlar: “Kadın kocasının ölümünü kesin olarak bilene ve kocasının yaşıtlarının öldüğü zamana dek kocasının nikahı altında bakı kalacaktır. Zira asl-ı nazeri bu konuda, aksine delil getirilene dek kocanın hayat sürecinin devamlılığının muteberliğidir.”

    Yine şöyle diyor: Elbette Ömer’in görüşü daha uygundur. Zira o görüşte, kocası kaybolmuş kadına yönelen zarar önlenmektedir. Bu görüşe göre, İslam alimlerinin uydukları şeriat naslarının zahirlerinin tersine kadın evlenmek için serbest ve özgürdür.

    Daha sonra şöyle diyor: Bu, zaman değişimine göre hükümlerin de değişmesinden başka bir şey değildir. Bu durum, zarar ve ziyandan dolayı kabul edilmesi gereken özel bir vaziyettir. Nitekim Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
    “İslam’da zarar ve ziyan yoktur.”

    Kur’ân ise şöyle buyurmuştur: “Allah din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.”Hac / 78

    Bu, gerçekte nass ve hadisleri tatil etmek değil, maslahat ve ortam gereği onları işleme sokmaktır. Usul’ul-Fıkıh, s. 241 ve sonrası.

    Yazar: Ama biz İmamiye Şiaları, Ehl-i Beyt İmamlarından gelen ve olayı çok daha iyi aydınlatan hadislere sahibiz. Bu hadisler şunu açıklamaktadır: “Kaybolan kocadan haber alınamadığı ve karısının nafakasını karşılayan birisi olduğu takdirde, kocasından bir haber olmayıncaya veya ölümünün bilinmesine kadar kadının beklemesi farzdır.

    Eğer nafakasını karşılayacak birisi bulunmazsa, kadın şer’i hakime müracaat etmelidir. Şer’i hakim, kadın müracaat ettikten sonra dört yıl boyunca kaybolduğu yer belli ise o bölgede, eğer belli değilse dört yönde kocayı bulmak üzere araştırma yapmalıdır. Eğer bulunmasından ümit kesilirse, şer’i hakimin kendisi kadını boşar veya o kadının velisine onu boşaması emrini verir. Elbette ihtiyat velinin görüşüne öncelik tanımaktır. Eğer veli boşamak istemezse, hakim sahih hadislere göre kadını boşayabilir.

    Bu boşama, araştırma müddetinin bitmesi, gönderilen elçilerin ümitsizce geri dönmesi ve çalışmaların sonuçsuz kalması durumunda sahih olacaktır. Kadının başka birisiyle evlenmesinin helal olması için dört ay on gün vefat iddeti beklemesi gerekir; iddet bitmeden kaybolan koca çıka gelirse öncelik sahibidir ve karısını ihtiyarına alabilir. Ama eğer iddet süresi bittikten sonra gelirse, bu sırada ister kadın evlenmiş olsun, ister olmasın onda hiçbir hakkı yoktur.

    Bu, Peygamber (s.a.a) hanedanından Ehl-i Beyt İmamlarına tabi olan İmamiye Şialarının bu konudaki görüşleridir.


    Yorum


      #62
      Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

      ÇOCUKLU CARİYELERİN SATILMASI

      Ehl-i Sünnet’in dört mezhebi olan Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli şunda ittifak etmişlerdir ki; çocuklu cariyelerin satılmasını haram eden ve engelleyen Ömer’dir. Onlar, çocuklu cariyelerin satılması Peygamber (s.a.a)’in ve Ebu Bekir’in dönemlerinde ve Ömer’in hilafetinin ilk dönemlerinde serbestti diyorlar. Bu işi Ömer’in hususiyetlerinden sayıyorlar. Aynen teravih namazı vb. gibi! Ama bu konuda araştırma yapanlar, Peygamber (s.a.a)’den kesin olan bazı rivayetlerde, çocuklu cariyelerin satımının kesinlikle haram olduğunu belirten hadisler bulmuşlardır. Bununla birlikte Ömer’in bu hadisleri göz önünde bulundurarak bu şekilde davrandığını zannetmişlerdir.

      Yine şöyle diyorlar:
      Ömer’in bu işin haram olduğunu anladığı yerlerden birisi de, oğlu Abdullah’ın Peygamber (s.a.a)’den naklettiği şu hadistir: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Çocuklu cariyeler ne satılır, ne birisine bağışlanır, ne miras olarak bırakılır ne de vakfedilir. Sadece onun sahibi ondan faydalanabilir. Sahibi ölünce de çocuklu cariye hürriyetine kavuşur.”

      İbn-i Abbas şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Kendi sahibinden çocuk sahibi olan her cariye, sahibinin ölümünden sonra hür olur.”

      Bu iki hadisi aynı lafızlarla Ebu Cafer Muhammed b. Hasan Tusi “Hilaf” adlı eserinin 2. cildinin “Ümmühat’ul-Evlad” bölümünde Abdullah b. Ömer ve İbn-i Abbas’tan nakletmiştir. Bu iki hadisin zahirinden anlaşıldığı kadarıyla Ömer, çocuklu cariyelerin satımının yasaklanmasında kendi şahsi görüşüne değil, aksine oğlu Abdullah ve İbn-i Abbas’ın hadislerine amel etmiştir.

      Ama Şeyh Tusi, Ehl-i Beyt İmamlarından bu konuda nakledilen hadisleri göz önünde bulundurarak mecburen bu iki hadisi tevil etmek ve Ehl-i Beyt mezhebine uyarlama zorunda kalmıştır. Şeyh Tusi şöyle yazıyor:
      “Eğer bir cariye bir şahısın mülkü olduktan sonra çocuk sahibi olursa, çocuk sahibi olma ihtiramını kazanır. Hamile olduğu müddetçe onun satılması haramdır. Doğum yaptığı zaman yine sahibinin mülkü olarak kalır. Çocuk hayatta olduğu müddetçe satın alındığı fiyat hariç satılması câiz değildir. O halde eğer cariyenin çocuğu ölürse her halükarda satılması câizdir. Eğer sahibi ölürse cariye çocuğunun mülkiyetine geçtiğinden hür olur. Eğer sahibi ondan başka geriye bir şey bırakmamışsa, çocuğunun hakkı miktarınca hür olur.”

      Bu görüş, Hz. Ali (a.s), Abdullah b. Zübeyr, İbn-i Abbas, Ebu Said-i Hudri, Abdullah b. Mes’ud, Velid b. Ukbe, Süveyd b. Gafle, Ömer b. Abdülaziz, İbn-i Sirin ve Zahiri alimlerden de Abdülmelik b. Ya’li’nin görüşüdür.

      Şeyh daha sonra şöyle diyor:
      “Davud demiştir ki: Her halükarda çocuklu cariyeden faydalanmak câizdir. Ebu Hanife ve ona tabi olanlar, Şafii ve Malik şöyle derler: Onu satmaları ve fiyatından faydalanmaları câiz değildir. Sahibinin ölümüyle hür olur.”

      Daha sonra Şeyh Tusi şöyle diyor: “Bizim delilimiz, Şia alimlerinin icması ve Ehl-i Beyt İmamlarından nakledilen naslardır. Yine sahibinin mülkiyetinde olduğu müddetçe ondan faydalanmasının câiz olduğunda hiçbir ihtilaf yoktur. Eğer mülkiyet ortadan kalkmışsa, ondan faydalanmak da câiz değildir. Zira o köle idi ve hür oluşunun ispatı delile muhtaçtır.”

      İbn-i Abbas’ın Peygamber (s.a.a)’den naklettiği şu hadisten “Sahibinden çocuğu olan her cariye, sahibinin ölümünden sonra hürdür” şu netice alınmaktadır ki; çocuk doğuran cariye, sahibinin ölümünden sonra hürdür. Efendisi ölür de çocuk doğurursa, çocuk doğurmakla hürriyete kavuşmuş olur.

      Ve yine
      “Çocuklu cariyeler ne satılır, ne birisine bağışlanır, ne miras olarak bırakılır, ne vakfedilir; sadece onun sahibi ondan faydalanır; efendi ölünce cariye hürriyetine kavuşur” diye Abdullah b. Ömer’in naklettiği hadisin anlamı da şudur: Cariyenin çocuğu hayatta olduğu müddetçe onun satılmasının câiz olmamasıdır. Efendisi ölür ölmez, cariye çocuğundan dolayı hür olur. Aynısını birinci rivayette de söyledik.” Şeyh Tusi’nin sözünün sonu.

      Yorum


        #63
        Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

        SU BULUNMAMASI DURUMUNDA TEYEMMÜMÜN FARZ OLMASI

        Bu konuda saygı değer okuyucuların aşağıdaki ayeti dikkatle gözden geçirmeleri yeterlidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklerinizle beraber yıkayın. Başlarınızı ve ayaklarınızı meshedin. Eğer cünüp iseniz, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculukta bulunuyorsanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız ve su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü ve ellerinizi onunla meshedin” Maide / 6.

        Nisa suresinde de şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de yolcu olan müstesna gusül edinceye kadar, namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin; yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.” Nisa / 43.

        Bu konuda sahih rivayetler de oldukça fazladır. Aynı zamanda Müslümanların icmasına sahiptir. Ömer b. Hattab’dan başka hiç kimsenin muhalefeti yoktur! Zira Ömer’in, “Su bulamadığınız zaman farz namazınız, su buluncaya kadar kalkar?!” diye fetva verdiği meşhurdur.

        Buhari ve Müslim kendi sahihlerinin teyemmüm babında, Said b. Abdurrahman b. Ebzi’nin babasından şöyle rivayet ettiğini naklederler: “Adamın biri Ömer’in yanına gelerek şöyle dedi: Ben cünüp oldum, su da bulamadım (görevim nedir?)”

        Ömer: “Namaz kılma!” dedi.


        Huzurda bulunan Ammar b. Yasir şöyle dedi: “Ey Ömer! Hatırlamıyor musun ben ve sen orduyla beraber bir savaşa gitmiştik, her ikimiz birden cünüp olarak su bulamadık, sen namaz kılmadın ama ben kendimi toprağa sürdükten sonra namaz kıldım? Sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ellerini toprağa sürüp yüzüne ve eline sürmen yeterlidir.”

        Ömer: Ey Ammar! Allah’tan kork! dedi.

        Ammar: Eğer istemiyorsan bunu nakletmem?! dedi.

        Ömer: Seni, yöneticilik yaptığın işe yönetici kılıyorum!


        Şöyle demişlerdir: Abdullah b. Mes’ud bu konuda Ömer’in görüşüne meyil gösterdi. Zira Buhari sahihinde ve diğer sünen yazarları Şakik b. Selme’nin şöyle dediğini naklederler: Ben, Abdullah b. Mes’ud ve Ebu Musa Aş’ari’nin yanındaydım. Ebu Musa İbn-i Mes’ud'a şöyle dedi: “İnsan cünüp olur da su bulamazsa ne yapmalıdır?” Sahih-i Buhari, c. 1, s. 50.

        Abdullah b. Mes’ud: “Su buluncaya kadar namaz kılmaz!” dedi.

        Ebu Musa: “Peki Peygamber (s.a.a)’in: “Ellerini toprağa sürmen yeterlidir...” diye buyurduğu, Ammar’ın naklettiği söze ne diyorsun?” dedi.

        Abdullah b. Mes’ud şöyle dedi: “Ömer’in bununla yetinmediğini görmüyor musun?!”

        Ebu Musa: “Ammar’ın sözünü boş ver. Bu ayete ne diyorsun?” dedi ve daha sonra Maide suresi 6. ayeti okudu.

        Ravi şöyle diyor: Abdullah b. Mes’ud, Ebu Musa’nın ne dediğini anlamadı...

        Yazar: Hiç şüphesiz Abdullah b. Mes’ud, Ebu Musa ile olan konuşmasında, Ömer ve arkadaşı Ebu Musa’dan çekiniyordu. Allah-u A’lem.


        Yorum


          #64
          Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

          İKİNDİ NAMAZINDAN SONRA İKİ REKAT NAFİLE NAMAZININ YASAKLANMASI

          Müslim, kendi sahihinde Urve b. Zübeyr’den, o da babasından, o da Aişe’den şöyle dediğini nakleder: “Peygamber (s.a.a), benim yanımda hiçbir zaman ikindi namazından sonra iki rekat nafile namazı kılmayı terk etmedi.” Sahih-i Müslim, c. 1, s. 309.

          Yine Abdurrahman b. Esved, babasından, o da Aişe’den naklen şöyle rivayet eder: “Peygamber (s.a.a)’in benim evimde, ne gizlide, ne de açıkta terk etmediği iki namaz vardı. Biri sabah namazından önce iki rekat namaz ve diğeri de ikindi namazından sonra iki rekat namazdı.”

          Yine Müslim, Esved ve Mesruk’un Aişe’nin şöyle dediğini naklederler: “Peygamber (s.a.a) benim evimde bulunduğu günlerde bu iki rekat namazı kılardı.”

          Ama Ömer b. Hattap bu namazı yasakladı. Onu yerine getireni de vuruyordu. Malik b. Enes, Muvatta adlı eserinde İbn-i Şahab’dan naklen Said b. Yezid’den, Ömer b. Hattab’ın, Mükender adlı bir şahısı ikindi namazından sonra iki rekat nafile namaz kıldığı için dövdüğünü nakleder.

          Abdurrazzak Zeyd b. Halid’den şöyle nakleder:
          “Ömer kendi hilafeti döneminde onu ikindi namazından sonra rukü ederken gördüğünde ona vurmaya başladı.”Zerkani’nin “Muvatta”ya olan şerhinin 1. cildi ve diğer kaynaklar.

          Bu hadiste geçtiğine göre Ömer şöyle dedi: “Ey Zeyd! Eğer halkın ikindiden sonra akşama kadar namaz kılmasından korkmasaydım, bu iki rekat namazı kılanı tokatlamazdım.”

          Temim’ud-Dari’den de buna benzer bir rivayette Ömer’in şöyle dediği nakledilir: “Ben sizden sonra gelecek bir kavmin, ikindi namazından sonra akşama kadar ve Peygamber (s.a.a)’in namaz kılınmasını yasakladığı vakitte namaz kılmasından korkuyorum!”

          Ömer’in bu sözündeki vakitten amacı, güneşin batma anıdır ki Mecusiler, güneşin doğma ve batma anında ibadet ederlerdi.

          Ama keşke Ömer, sadece Peygamber (s.a.a)’in namaz kılınmasını yasakladığı o anı yasaklasaydı! Keşke Peygamber (s.a.a)’in de namaz kıldığı zamanda, namaz kılan halkı tokatlamasaydı!


          Yorum


            #65
            Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

            İBRAHİM’İN MAKAMININ DEĞİŞTİRİLMESİ

            İbrahim (a.s)’ın makamı, “İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin” ayetinin hükmüyle, hacıların tavaftan sonra namaz kıldıkları taşın (yerin) ismidir. Hz. İbrahim ve İsmail (a.s) Kabe’yi inşa edip duvarlarını yükseltince ayaklarını o taşın üzerine koyarak çamur ve taşı yukarı çıkarıyorlardı. Bakara / 125.

            Bu taş Kabe’ye bitişikti, ama Araplar Hz. İbrahim ve İsmail’den sonra onu şu anki yerine bırakmışlardır. Hz. Muhammed (s.a.a) Peygamber olup Mekke’yi fethedince bu taşı aynen dedeleri Hz. İbrahim ve İsmail’in dönemindeki gibi Kabe’ye bitiştirdi. Ama Ömer halife olur olmaz bu taşı Cahiliyet dönemindeki Arapların yerleştirdikleri şimdiki yerine bıraktı. Halbuki bu taş Hz. Peygamber (s.a.a)’in ve Ebu Bekir’in döneminde Kabe’ye bitişikti.

            Kamil-i İbn-i Esir ve hicri 17. yıl hadiselerini nakleden diğer tarih kitaplarının da rivayet ettiği gibi Ömer, hicri 17. yılda mescidin etrafında olan evleri yıktırarak Mescid’ul-Haramı genişletti. Bu evlerin sahipleri evlerini satmak istemiyorlardı. Ama Ömer evleri yıkarak değerlerini Beyt’ül-mala bıraktı. Daha sonra ev sahipleri gelerek kendi haklarını aldılar. Tabakat-ı İbn-i Sa’d, c. 3, s. 204, Tarih’ul-Hulefa, Siyuti, Şerh-i Hali Ömer s. 53, İbn-i Ebi’l-Hadid, Ahval-u Ömer s. 113 (Şerh-i Nehc’ül-Belağa) Tarih-i Ömer, İbn-i Cevzi, s. 60.

            Yorum


              #66
              Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

              ÖLÜLERE AĞLAMANIN YASAKLANMASI

              İnsanın, çok aziz birinin ölümünden dolayı hüzünlenmesi ve ağlaması, beşeri duygularından kaynaklanmaktadır. Her ikisi de (üzüntü ve ağlama), insanın acıma hissinden doğar. Elbette hiçbir kötü söz ve davranışı beraberinde taşımamalıdır.

              Ahmed b. Hanbel’in İbn-i Abbas’tan naklettiği sahih bir hadiste Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor:
              “Üzüntü ve ağlama gönül ve gözden kaynaklandığı zaman, Allah tarafından ve merhametten kaynaklanır. Eğer el ve dilden kaynaklanırsa şeytani bir ameldir.” Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 335.

              Müslümanlar ve gayri Müslimler arasında da durum böyle devam etmiş ve hiçbir muhalefetle de karşılaşmamıştır ve asalet’ül-ibahe (aslında mübah olması) de bunu gerektirir.

              Buna ilave olarak, Peygamber (s.a.a) şahsen birçok yerde ağlamıştır. Bir takım yerlerde de diğer şahıslara, ölülerine ağlamalarını söylemiştir. Bazı yerlerde ise ağlamayı över, bazen de teşvik ederdi.

              Peygamber (s.a.a), amcası ve Allah’ın aslanı Hamza’ya ağlamıştır. İbn-i Abdülbirr Hz. Hamza’nın hayatını yazdığı “el-İstiab” adlı kitabında ve diğerleri şöyle yazmışlardır:
              “Peygamber (s.a.a), Hz. Hamza’nın cenazesini görünce ağlamaya başladı ve onun musle edildiğini (kulak, burun vs. organlarının kesildiğini) anlayınca da yüksek sesle ağladı!”

              Vakidi şöyle yazıyor: “Peygamber (s.a.a), Hamza’nın kız kardeşi Safiye’nin ağladığını görünce ağlamaya başladı. Fatıma nale etmeye başlayınca o da nale etti. Fatıma ağlar ağlamaz Peygamber (s.a.a) de ağladı.” Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 15, s. 17 ve, c. 3, s. 387.

              Bu hadis Peygamber (s.a.a)’in ağladığını ve diğerlerinin de ağlamasını teyit ettiğini göstermektedir. Enes b. Malik şöyle diyor: “Cafer b. Ebi Talip, Mute savaşında şehit olunca Peygamber (s.a.a)’in gözünden yaşlar akmaya başladı.”

              Bahteri de bu rivayeti kendi sahihinde getirmiştir. Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 1, s. 148; c. 3, s. 39; b. Mute Savaşı.

              İbn-i Abdulbirr de, el-İstiab adlı eserinde Zeyd b. Harise’nin şerhi halinde şöyle yazıyor: Peygamber (s.a.a), Cafer ve Zeyd’in vefatlarında ağlayarak şöyle buyurdu: “Bunlar, benim kardeşlerim, dostlarım ve sohbet arkadaşlarımdandılar.”

              Yine Malik b. Enes Buhari’nin de naklettiği sahih bir hadiste şöyle diyor
              : “... Daha sonra Peygamber (s.a.a)’in yanına gittik, oğlu İbrahim can vermek üzereydi ve Peygamber (s.a.a) ağlıyordu. Abdurrahman b. Avf şöyle dedi: “Ya Resulellah! Siz de mi ağlıyorsunuz?” Sahih-i Buhari, c. 1, s. 154.

              Peygamber (s.a.a) cevaben: “Ey Avf’ın oğlu! Ağlamak duygu ve merhametin göstergesidir” buyurdu ve tekrar ağladı. Abdurrahman b. Avf da sözlerini tekrar etti. Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurdu: “Gözler dolu, gönüller hüzünlüdür. Allah rızasından başka bir şey söylemiyoruz. Ey İbrahim! Biz senin ayrılığınla üzüntüye boğulduk.”

              Üsame b. Zeyd’den şöyle rivayet edilir: “Peygamber (s.a.a)’in kızı birisini bana göndererek: “Bizden bir erkek çocuğu ölmüştür, bize gel” diye haber gönderdi. Üsame, Sa’d b. Übade, Muaz b. Cebel, Ubey b. Ka'b ve Zeyd b. Sabit ile birlikte kalkarak Peygamber (s.a.a)’in kızının evine gittiler. Can vermek üzere olan bir erkek çocuğunu Peygamber (s.a.a)’in yanına getirdiler. Çocuk can vermek üzereyken Peygamber (s.a.a)’in gözleri de dolmuştu.”

              Sa’d b. Übade şöyle dedi: “Ya Resulellah! Bu durum nedir?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bu, Allah’ın, kullarının gönüllerine yerleştirdiği merhamettir. Allah bu merhamete sahip olan kullarına merhamet eder.” Sahih-i Buhari, c. 1, s. 152; Sahih-i Müslim, c. 1, bab: Ölüye ağlamak.

              Abdullah b. Ömer şöyle diyor: Sa’d b. Übade aldığı bir yara yüzünden hastalandı. Peygamber (s.a.a), Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas ve Abdurrahman b. Mes’ud ile onun ziyaretine gittiler. Peygamber (s.a.a) onu ailesi arasında görünce: “Sa’d öldü mü?” diye sordu. “Hayır!” diye cevap verdiler. Peygamber (s.a.a) ağladı. Peygamber (s.a.a)’in ağladığını gören yanındakiler de ağlamaya başladı. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah’ın, ağlayan ve hüzünlenen birisini azaplandırmayacağını bilmiyor musunuz? Aksine buna (diline işaret ederek) göre azap eder veya ona merhamet eder.” Sahih-i Buhari, c. 1, s. 155; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 341.

              El-İstiab adlı eserde şöyle nakledilir: Cafer-i Tayyar’ın ölüm haberi Peygamber (s.a.a)’e ulaşınca, Hazret, onun karısı Ümeys kızı Esma’ya gelerek teselli verdi. Bu arada Fatıma (a.s), Cafer’in evine gelerek ağlayıp şöyle diyordu: “Vay amcacığım!”

              Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Evet! Ağlayanların, Cafer gibi birisine ağlaması gerekir.”

              Muhammed b. Cerir-i Taberi, İbn-i Esir, İbn-i Kesir ve İkd’ul-Ferid’in yazarı gibi sire ve tarih yazarları, Ahmed b. Hanbel’in Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiği bir hadisi nakletmişlerdir: “Peygamber (s.a.a) Uhud Savaşından döndüğü zaman Ensar kadınları savaş meydanında ölen kocalarına ağlamaktaydılar.”

              Peygamber (s.a.a): “Ama Hamza’nın kendisine ağlayacak kimsesi yoktur” diye buyurdu. Sonra Peygamber (s.a.a) uyudu. Uyandığında kadınların yine ağlamakta olduğunu görünce şöyle buyurdu: “Bugün kadınlar ağlıyorsa o halde Hamza’ya ağlasınlar.”

              El-İstiab’da Hamza’nın şerhi halinde Vakidi’den şöyle nakledilir: “Peygamber (s.a.a)’in: “Hamza’nın kendisine ağlayacak kimsesi yoktur” diye buyurmasından sonra tüm Ensar kadınları Hamza’ya ağıt yakarak ağladılar.”

              Yazar: Şu yeterlidir ki; Peygamber (s.a.a)’in zamanından itibaren sahabe, tabiin ve tabiinin öğrencilerinin zamanına kadar herkes Hamza’ya ağlamanın iyi bir şey olduğunu bilmekteydiler. Hamza gibi şahıslara ağlamanın tercihi ve doğruluğuna yıllarca süre gelen bu sire yeterlidir.

              Unutulmamalıdır ki Peygamber (s.a.a)’in:
              “Bugün Hamza’nın kendisine ağlayacak kimsesi yoktur” diye buyurduğu söz, Hamza’ya ağlamayan Ensar kadınlarını kınamak ve Allah yolunda şehit olan Hamza’ya ağlamanın ve iyiliklerinin sayılması gerektiğini belirtmek içindir. Ölülere ağlamanın sevabı olduğu konusunda Peygamber (s.a.a)’in: “Evet, ağlayanların Cafer gibi birisine ağlaması gerekir” diye buyurduğu hadisi yeterlidir.

              Bütün bunlarla beraber şunu da bilmek gerekir ki; halife Ömer b. Hattap, ölülere ağlanılmaması gerektiği görüşünü taşımaktaydı. Bu ölen şahsın makamı ne olursa olsun ağlamamak gerekirdi. Ağlayan birini asa ve taş ile vuruyor ve üzerine toprak serpiyordu. O, bu işi Peygamber (s.a.a)’in zamanında da yapıyordu ve ömrünün sonuna kadar da bu işine devam etti!
              Sahih-i Buhari, c. 1, s. 255.

              Ahmed b. Hanbel, İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.a)’in kızı Rukeyye’nin vefatında kadınların ağlaması üzerine: “Ömer onları kırbacı ile vurdu.” Peygamber (s.a.a) ise şöyle buyurdu: “Bırak ağlasınlar.” Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 335.

              Daha sonra Peygamber (s.a.a), kabrin yanında oturdu. Kızı Fatıma da Peygamber (s.a.a)’in yanında oturup ağlıyordu. Peygamber (s.a.a) de, kendi elbisesinin bir köşesiyle, sevgi dolu elleriyle Fatıma (a.s)’ın göz yaşlarını siliyordu.

              Yine Ahmed b. Hanbel, Ebu Hureyre’den şöyle nakleder: Peygamber (s.a.a)’in yanından bir cenaze geçti. Bir grup kadın da ağlamaktaydı. Ömer onları ağlamaktan men ediyordu. Ama Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
              “Onlarla işin olmasın. Zira ciğer yanmakta, göz ağlamaktadır.” Müsned-i Ahmed, c. 2, s. 333.

              İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle nakleder: “Ömer, kendi hilafeti zamanında bir evden ağlama sesi duyunca, o eve girdi. Durre adlı kırbacıyla onlara vura vura ağıt okuyan kadına ulaştı. Kırbaçla ona öyle bir vurdu ki baş örtüsü açıldı. O anda kendi kölesine: “Sen vur! Vay olsun sana! Vur ki ağıt okuyanın ihtiramı yoktur!!” dedi

              Aişe bu konuda Ömer’le muhalefet ediyordu. Zira Ömer ve oğlu Abdullah Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu naklederler: “Ölü, kendisine ağlayan akrabalarının ağlamasından eziyet duyar.”

              Bir rivayette de: “Onların bazı ağlamalarından...”

              Başka bir rivayette ise: “Canlı birisinin ona ağlamasından...”

              Bir rivayette de: “Ona yapılan ağlamalardan dolayı kabirde azap duyar” diye geçmiştir.

              Yine başka bir rivayette: “Kendisine ağlanılan her ölü azap duyar” diye gelmiştir.


              Halbuki bu rivayetlerin tümü, akıl ve naklin hükmüyle gerçek dışıdır ve onların ravisinin hatasından kaynaklanmaktadır.

              Nevevi Sahih-i Müslim’e yazdığı şerhte şöyle diyor:
              “Bu rivayetlerin tümü, Ömer b. Hattab ve oğlunun rivayetinden kaynaklanmıştır. Aişe, onların hadisini reddetmekteydi. Onlara bu konuda unutkanlık ve yanlışlık nispeti vermekteydi. Delil olarak ise şu ayeti getiriyordu: “Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez.” Fatır / 18.

              Yazar: İbn-i Abbas da bu rivayetleri reddetmekteydi. Aynı şekilde tüm Ehl-i Beyt İmamları hadislerin ravilerine hata nispeti vermekteydiler. Bu konuda Aişe ve Ömer sürekli birbirinin zıddınaydılar. Öyle ki Aişe, babasının ölümüne ağladı ve Ömer’le aralarında Taberi’nin naklettiği bir olay dahi geçti. Tarih-i Taberi, c. 4, hicri 13. Yıl olayları.

              Taberi, bir takım senetlerle Said b. Müseyyib’ten şöyle nakleder: “Ebu Bekir ölünce Aişe, bir grup kadınla ağıt okumaya başladı. Ömer b. Hattab, onun evine gelerek Ebu Bekir’e ağlamamalarını söyledi. Ama onlar itina göstermeyerek işlerine devam ettiler.

              Ömer, Hişam b Velid’e şöyle dedi: “Eve gir ve Ebu Kuhafe’nin kızını dışarı çıkar.”

              Aişe bu sözü Ömer’den duyunca Hişam'a şöyle dedi: “Evime girmene izin vermiyorum.”

              Ama Ömer: “İçeri gir. Ben sana izin veriyorum.” dedi. Hişam da eve girerek Ebu Bekir’in kız kardeşi Ümmü Ferve’yi Ömer’in yanına getirdi. Ömer, durre adlı kırbacını alarak onu vurdu! Bu katılığı gören ağıt okuyan kadınlar da dağılıp gittiler!!”


              Şimdi akıl sahipleri anlıyorlar ki; neden Hz. Fatıma (a.s)’ın babasına şehirde ağlamasına mani oldular. Hz. Fatıma (a.s), bir grup Beni Haşim kadınlarıyla Bakî mezarlığına gitmek ve orada bulunan erik ağacı altında babasına ağlamak zorunda kaldı.

              O ağacı kestikleri vakit, Bakî mezarlığında Hz. Fatıma (a.s) için bir ev yaptılar. Hz. Fatıma (a.s) o eve gider, orada babasına ağıt okurdu. Daha sonraları bu ev Beyt’ul-Ahzan diye meşhur oldu. Bu ev tarih boyunca aynen diğer mukaddes yerler gibi ziyaret edilirdi. Vehhabiler, hicri 1344 yılında o evi ve Baki’de bulunan diğer kubbeleri yerle bir ettiler. Ama biz 1339 yılında hacca gittiğimizde onları ziyaret etme şerefine eriştik.


              Yorum


                #67
                Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                HATİBE İTİRAZ VE PEYGAMBER (S.A.A)’İN ONA ÇİRKİN SÖZ SÖYLENMESİNİ YASAKLAMASI

                Buhari kendi sahihinde Ebu Avane’den, o da Hasin’den naklen şöyle rivayet eder: Ebu Abdurrahman ve Habban b. Atiyye tartıştılar. Ebu Abdurrahman Habban’a dedi ki: “Ben, dostunun (Hz. Ali’nin ) kan dökmesine sebep olan şeyin ne olduğunu çok iyi biliyorum!”

                Habban: “O şey nedir?” dedi.

                Ebu Abdurrahman: “Ondan duyduğum bir söz yüzünden” dedi.

                Habban: “O nedir?” dedi.


                Ebu Abdurrahman: Ali diyor ki: “Peygamber (s.a.a), ata binili olduğumuz halde beni, Zübeyr’i ve Ebu Mersed’i göndererek şöyle buyurdu: “Gidin Ravzat’ul-Hacc’a ulaşın. Orada Hatip b. Ebu Beltea’den, müşriklere mektup götüren bir kadın bulacaksınız, ondan mektubu alarak bana getirin.” Biz de atlı olarak hareket ettik ve Peygamber (s.a.a)’in buyurduğu yerde o kadını deveye binili olduğu halde gördük.

                Hatip, o mektubunda Mekke müşriklerine Peygamber (s.a.a)’in Mekke’ye gitmek istediğini yazmıştı. Biz kadına: “Yanında olan mektup nerede?” dedik. Kadın şöyle dedi: “Yanımda hiçbir mektup yok.” Biz de deveyi yatırarak kadının tüm eşyalarını aradık ama bulamadık. Yol arkadaşlarım: Onun yanında mektup yok, dediler.

                Ali (a.s) diyor: Ben dedim ki: “Peygamber (s.a.a) yalan söylemez.”


                Daha sonra Ali )a.s), yemin ederek şöyle dedi: “Ya mektubu çıkar ya da seni çırılçıplak soyunduracağım!” Kadın da elini alt tarafına uzatarak mektubu sakladığı yerden çıkardı ve onlara teslim etti. Onlar da mektubu alarak Peygamber (s.a.a)’e getirdiler.

                Ömer şöyle dedi:
                “Ya Resulellah! Bu adam Allah’a, Resulüne ve müminlere hıyanet etmiştir. İzin ver boynunu vurayım.”

                Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Hatip! Neden bu işi yaptın?”

                Hatip cevaben: “Ya Resulellah! Ben, neden Allah’a ve Peygamberine inanmamış olayım! Ben, sadece bu işimle, akraba ve ailemi savunmak için müşriklerin yanında bir adamımın olmasını istedim. Ashaptan her birinin Mekke’de akrabalarını ve mallarını savunacak birisi var ama benim hiç kimsem yok” dedi.

                Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Doğru söylüyor. Buna iyi sözün dışında bir şey söylemeyin.”

                Ravi şöyle diyor: Yine Ömer: “Ya Resulellah! Hatip, Allah’a, Peygamberine ve müminlere hıyanet etmiştir. Bırak da boynunu vurayım” dedi. Sahih-i Buhari, c. 4.

                Yazar: Peygamber (s.a.a)’in, Hatib’i doğrulamasından ve ona çirkin söz söylenmesini menetmesinden sonra artık Ömer’in hiçbir şey söylememesi gerekirdi! Evet, ama ne yapabiliriz ki işte Ömer bu! (M.)

                Yorum


                  #68
                  Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                  ÖMER’İN HZ. PEYGAMBER’E KARŞI KÜSTAHLIĞI

                  Malik b. Enes ve Bezzaz, Likha hakkında “Hayat’ul-Hayvan” adlı kitabında Peygamber (s.a.a)’den şöyle nakleder: Peygamber (s.a.a), valilerine emir göndererek şöyle buyurdu: “Bana bir elçi gönderdiğiniz zaman, güzel adlı ve güzel yüzlü birisini gönderin.”

                  Ömer bunu duyunca ayağa kalkarak şöyle dedi: “Bilmiyorum! Diyeyim mi, yoksa susayım mı?!”

                  Peygamber (s.a.a): “Söyle ey Ömer!” buyurdu.

                  Ömer: “Bizi fal açmaktan men ediyorsun, oysa kendin fal açtın!” dedi.

                  Peygamber (s.a.a): “Ben fal açmadım, sadece istihare (hayır talep) ettim” buyurdu.

                  Yorum


                    #69
                    Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                    HZ. PEYGAMBER (S.A.A)’İN ÖMER’E KARŞI HIŞMI

                    Ahmed b. Hanbel, Selman b. Rabia’nın şöyle dediğini rivayet eder: Ömer’in şöyle dediğini duydum: Peygamber (s.a.a) bir malı taksim ederken ben şöyle dedim: “Ya Resulellah! Ashab-ı Suffe bunlardan daha müstahaktır.” Müsned-i Ahmed b. Hanbel-c. 1, s. 20.

                    Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Siz halka az şey vermemi ve daha sonra da benim cimri olarak bilinmemi istiyorsunuz. Hayır! Ben cimri değilim!”

                    Yazar: Mal, Allah ve Resulünün istediği gibi dağıtıldı. Ebu Musa Eş’ari’den şöyle rivayet edilir: “Ömer, Peygamber (s.a.a)’in öfkelenmesine sebep olacak birçok soru sordu. Peygamber (s.a.a) öylesine sinirlenmişti ki, Ömer, Peygamber (s.a.a)’in yüzünde öfke belirtilerini gördü...”

                    Buhari de bu rivayeti kendi sahihinde, c. 1, bab: el-Gazab-u fi’l-Mevizeti ve’t-Ta’lim, s. 19’da nakletmiştir.

                    Yorum


                      #70
                      Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                      ÖMER’İN PEYGAMBER (S.A.A)’İN EMRİNE UYMAMASI

                      Arifler şeyhi Muhyiddin b. Arabi şöyle rivayet eder: Ömer İslam’ı kabul edince Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “İslam’ı kabul ettiğini gizle.” Ama Ömer buna uymayarak İslam’ı kabul ettiğini açığa vurdu! Tarih-i Felsefet’ul- İslam s. 301’den naklen.

                      Yazar: O gün hikmet, Ömer’in, İslam’ı kabul ettiğini gizlemesini gerektiriyordu. Allah’ın ve Resulünün daveti de gizlice sürdürülüyordu. Ama Ömer’in pervasızlığı, açık nass karşısında bile kendi görüşünü açıklamasına neden oldu!

                      Yorum


                        #71
                        Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                        İSLAM’IN BAŞLANGICINDA ORUÇ HÜKÜMLERİ

                        Başlangıçta oruç hükmü şöyleydi: Akşam olunca oruçlu şahıs iftarını açardı. Yemek, içmek, cinsel ilişki ve diğer orucu bozan şeyler câiz olurdu. Bu durum yatsı namazını kılana veya uyuyana dek devam ederdi. Yatsı namazını kıldığı veya uyuduğu zaman ertesi akşama kadar oruçlu bir şahısa haram olan şeyler bu şahısa da haram olurdu.

                        Lakin Ömer, bir gece yatsı namazından sonra karısıyla cinsel münasebette bulundu ve gusletti. Ama daha sonra yaptığı işten dolayı pişman oldu. Bu yüzden Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek şöyle dedi:
                        “Ya Resulellah! Ben, Allah ve sana hıyanet eden bu nefsimden dolayı özür diliyorum.” Daha sonra olup bitenleri Peygamber (s.a.a)’e anlattı.

                        Tam bu sırada ashaptan bazıları kalkarak yatsı namazından sonra Ömer gibi cinsel münasebette bulunduklarını itiraf ettiler. Daha sonra Allah şu ayeti nazil etti:


                        “Oruç gecesinde, kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tövbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (Ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah ayetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.” Bakara / 187 bkz. Keşşaf ve diğerleri. Esbab’un-Nüzul, Vahidi, s. 33.

                        Ayet, onların bir defadan fazla kendi nefislerine zulmettiklerini açıkladığı gibi onların tövbesini kabul ederek onları bağışladığını ve kadınlarından daha fazla yararlanmak için daha fazla fırsat verdiğini ve önceden menettiği şeyleri azalttığını da açıklamaktadır.

                        Bağışlaması ve rahmeti çok geniş olan Allah’a hamd olsun.


                        Yorum


                          #72
                          Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                          ŞARAP VE ONUN HARAM KILINMASI

                          Allah (c.c) şarap ve içki hakkında üç ayet nazil etmiştir. Birincisi: “Sana şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır.”Bakara / 219.

                          İkincisi: “Ey iman edenler! Siz sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye dek namaza yaklaşmayın” Nisa / 43.

                          Bu dönemde Müslümanlardan bazıları şarap içiyor, bazıları da onu terk etmişti. Birisi şarap içtiği halde namaz kılmaya, dolayısıyla sayıklamaya başladı. Bunun üzerine Allah (c.c) yukarıdaki ayeti nazil etti.

                          Üçüncüsü:
                          Bu ayet nazil olduktan sonra bile bazıları şarap içmekteydi. Bazıları da terk etmişlerdi. Tarihçilerin nakline göre Ömer, şarap içip eline devenin bir kemik parçasını alıp, Abdurrahman b. Avf'ın başına vurarak başını kırdı. Daha sonra oturarak Esved b. Yafun’un Bedir’de ölenlere hitaben söylediği şiiri okudu: “Sanki kuyuda, Bedir toprakları kuyusunda, cengaverler ve Arap büyükleri yatmış gibi. Acaba Kebşe’nin oğlu dirileceğimizi mi söylüyor? Üzerini toprak örtmüş olanlar nasıl dirilecek? Ölüm bir daha bana gelmekten ve kemiklerim çürümüşken beni diriltmekten aciz midir? Benden taraf Allah’a, ben Ramazan ayında oruç tutmuyorum diyecek kimdir? Allah’a de ki: İçeceğimi benden men mi ediyorsun? Allah’a de ki yiyeceğimi benden mi esirgiyor?” Peygamber (s.a.a)’e tefriti bir kinayedir.

                          Bu olay Peygamber (s.a.a)’e haber verilince, Peygamber (s.a.a) çok sinirlendi ve cübbesinin bir köşesini elinde tutup sürükleyerek elinde olan bir şeyle Ömer’e vurdu.

                          Ömer şöyle dedi: “Allah ve Resulünün hışmından Allah’a sığınırım!”

                          Daha sonra şu ayet nazil oldu:

                          “Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alı koymak ister. Artık bunlardan vazgeçmeyecek misiniz?” Maide / 91.

                          Ömer: “Vazgeçtik, vazgeçtik!” dedi.

                          Bu olay aynı şekilde el-Mustatref adlı kitapta nakledilmiştir.[208] Ehl-i Sünnet’in büyüklerinden bir grup da bu olayı Zemahşeri’nin “Rabi’ul-Ebrar’ından nakletmişlerdir.

                          Bundan bir bölümünü Fahri Razi, “Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi...” ayetinin tefsirinde rivayet eder ve der ki: Hadiste vardır ki “Ey iman edenler! Siz sarhoş iken... namaza yaklaşmayın” ayeti nazil olunca, Ömer b. Hattab şöyle dedi: “İlahi şarap hakkında bizim için daha açık bir beyan gönder. Maide / 91. ayet nazil olduğunda Ömer şöyle dedi: “İlahi vazgeçtik!” Tefsir-i Kebir, c. 3, s. 446 (Maide suresi tefsiri.) Nisa / 43.

                          Yorum


                            #73
                            Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                            HZ. PEYGAMBER (S.A.A)’İN ABBAS VE BENİ HAŞİM’İN ÖLDÜRÜLMESİNİ YASAKLAMASI

                            Bedir savaşında Peygamber (s.a.a)’in, Abbas’ın öldürülmesini menetmesinde hiçbir şüphe yoktur. Bu konudaki rivayetler tevatür haddine ulaşmıştır. Bedir savaşından bahseden sire ve tarih yazarları topluca, Peygamber (s.a.a)’in o gün Beni Haşim’den olanları öldürmeyi yasakladığını açıkça belirtmişlerdir.

                            Mevzu şudur: Peygamber (s.a.a), Bedir savaşının en şiddetli anında ashabına şöyle buyurdu:
                            “Beni Haşim ve bazılarının zorla savaşa getirildiğini biliyorum. Onların bizimle savaşmaya hiçbir ihtiyaçları yoktu. O halde kim Beni Haşim’den birini görürse onu öldürmesin. Kim Ebu Bahtari b. Hişam b. Haris b. Esved’i görürse onu öldürmesin. Kim amcam Abbas’ı görürse onu öldürmesin. Zira o isteksiz olarak gelmiştir.

                            Ebu Bahtari’nin Bedir’deki macerası ve ondan sonraki durumu, İbn-i Kesir’in el-Bidayet-u ve’n- Nihaye adlı kitabında olduğu gibi Muhammed b. İshak’ın sire kitabında da nakledilmiştir. C. 3, s. 274.

                            Peygamber (s.a.a)’in, Ebu Bahteri’yi öldürmelerine izin vermemelerinin sebebi şudur: O, Peygamber (s.a.a) ve Müslümanlara uygulanan ekonomik ambargonun kaldırılması için çok uğraştı. Onun Peygamber (s.a.a)’e eziyeti olmamış ve O’na hiçbir zararı da dokunmamıştı.

                            Peygamber (s.a.a) de onun yaşamasını, İlahi irade sonucu hidayet olup İslam’ı kabul etmesini istiyordu. Ama savaş esnasında Meczer b. Ziyad, Ebu Bahtari’yi görerek şöyle dedi
                            : “Peygamber (s.a.a) seni öldürmemizi men etmiştir.” Arkadaşının da yanında bulunduğu Ebu Bahtari şöyle dedi: “Arkadaşlarım da bu affa giriyor mu?”

                            Meczer: “Hayır, arkadaşından vazgeçmeyiz. Peygamber (s.a.a) sadece senin hakkında bize emir vermiştir” dedi.

                            Ebu Bahtari şöyle dedi: “O halde ben, arkadaşım ve tüm Kureyşliler ölmeliyiz ki Mekke kadınları, kendi hayatı için arkadaşını sattı demesinler.”


                            Bu olaydan sonra her iki taraf savaşmaya başladı. Meczer, onu öldürerek Peygamber (s.a.a)’in yanına varıp şöyle dedi: “Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin olsun ki onu, öldürülmeden senin yanına getirmek için çok uğraştım. Ama o kabul etmeyerek beni öldürmek istedi, ben de onu öldürdüm.

                            Gördüğünüz gibi Peygamber (s.a.a), Beni Haşim’in öldürülmemesinde genel konuşmuştur. Daha sonra amcası Abbas’ın ismini bizzat getirerek vurgulamıştır. Abbas esir olunca Peygamber (s.a.a) gece uyuyamadı. Ashap Peygamber (s.a.a)’e şöyle dedi: “Ya Resulellah! Neden uyumuyorsunuz?” Hazret şöyle buyurdu: “Eli ve ayağı bağlı amcamın iniltisinden uyuyamıyorum.”

                            Ashap kalkarak Abbas’ın el ve ayağındaki bağları çözdüler, böylece Resulullah (s.a.a) uyuyabildi.

                            Yahya b. Ebi Kesir şöyle rivayet eder:
                            Bedir savaşında müşriklerden 70 kişi esir düştü. Peygamber (s.a.a)’in amcası Abbas da onlardan biriydi. Ömer b. Hattab, Abbas’ı bağlamakla görevliydi.

                            Abbas şöyle dedi: “Ey Ömer! Allah’a yemin olsun ki seni, beni zincire vurmaya zorlayan şey, Peygamber (s.a.a)’i savunurken sana vurduğum tokattı.”


                            Ravi şöyle diyor: Peygamber (s.a.a), Abbas’ın inleme sesini duyuyor ve uyuyamıyordu.

                            Şöyle arz etiler: “Ya Resulellah! Neden uyumuyorsunuz?”

                            Hazret şöyle buyurdu: “Amcam Abbas’ın inleme sesini duyarken nasıl uyuyabilirim?”

                            Ensar da Abbas’ın zincirlerini çözdü...
                            Kenz’ul-Ummal, c. 5, s. 272, hadis: 5391. İbn-i Asakir de bu hadisi nakletmiştir.

                            Ensar ve Muhacirin geneli Abbas’ın, Peygamber (s.a.a)’in yanında nasıl bir yeri olduğunu ve Peygamber (s.a.a)’in de ne kadar onu düşündüğünü ve sağlığının korunmasına ne kadar dikkat ettiğini biliyorlardı.

                            Bedir savaşında Peygamber (s.a.a)’in yanında bulunan Ebu Hüzeyfe b. Utbe b. Rabia b. Abduşşems’in: “Bizim babalarımız, kardeşlerimiz öldürülsün ama Abbas’ı serbest mi bırakalım? Allah’a yemin olsun ki, eğer onunla karşılaşırsam ağzını kılıçla dağıtacağım” diye söylediği söz Peygamber (s.a.a)’e ulaşınca, Peygamber (s.a.a) bu sözden çok rahatsız olduğundan dolayı Ömer’e şöyle dedi:
                            “Ey Ebu Hafsa! Peygamber’in amcasının ağzı da mı kırılır?!”

                            Ömer şöyle diyor: “Allah’a yemin olsun ki, Peygamber (s.a.a) ilk defa bana “Ebu Hafsa” diye hitap etti.” Muhammed b. İshak ve diğer sire yazarları. Örneğin: İbn-i Kesir, el-Bidaye ve’n- Nihaye, c. 3, s. 285.

                            Savaş sona erip de Allah, Peygamberini zafere ulaştırınca, (bu savaşta müşriklerden 70 kişi öldürülmüş, 70 kişi de esir edilmişti. Onları bağlayıp Peygamberin yanına getirdiklerinde) Ömer ayağa kalkarak ısrarla onların (esirlerin) öldürülmesini istedi ve şöyle dedi: “Ya Resulellah! Bunlar seni tekzip ettiler, yalanladılar, Mekke şehrinden çıkardılar, şimdi de seninle savaşa geldiler. İzin ver de biz kendi yakınlarımızı, ben falancayı, Ali kardeşi Akil’i ve Hamza da kardeşi Abbas’ı öldürsün!”

                            Yazar: Sübhanellah! Ne Abbas, ne de Akil Peygamber efendimizi tekzip etmemişlerdi. Peygamber (s.a.a)’in Mekke’den çıkarılmasına karışmamış, O’na herhangi bir zarar vermemişlerdi. Aksine bunlar, Ebu Talip deresinde Peygamber (s.a.a)’le beraberdiler, O’nun derdine ortaktılar. Peygamber (s.a.a)’in de buyurduğu gibi bunlar zorla Bedir’e getirilmişlerdi.

                            Savaşın en şiddetli anında Peygamber (s.a.a) onların öldürülmesini yasakladı. O halde esir olan bunlar nasıl öldürüleceklerdi? Peygamber (s.a.a), amcası Abbas’ın iniltisini duyunca uyuyamıyordu. Peki nasıl esir oldukları halde onları öldürmek istiyorlardı? Bunu gerektiren şey ne idi? Zira Abbas, daha önceden Müslüman olmuştu ama Müslümanlığını gizliyordu. Bunun sebebi ise Allah ve Peygamber (s.a.a)’in razı olduğu bir seri hikmetti ki, O’nun ve İslam ümmetinin salahına idi.

                            Şafii Müftüsü “Seyyid Ahmed Zeyni Dehlan” Bedir savaşı ve Abbas’ın esir olmasından bahsederken Mevahib’ten şöyle nakleder: Abbas (r.a) ilim ve tarih ehillerinin söylediğine göre çok önceleri İslam’ı kabul etmişti ama Müslüman olduğunu gizliyordu. Müslümanların yaptıkları her fetih onu sevindirirdi.
                            Sire-i Zeyni Dehlan, c. 1, s. 504; Sire-i Halebiye’nin haşiyesinde.

                            Peygamber (s.a.a) de Mekke’de olduğu zaman, işinin tüm gizli noktalarını ona söylerdi. Peygamber (s.a.a), Arap kabileleri ile konuştuğunda, Abbas da O’nun yanındaydı. Arapları, Peygamber (s.a.a)’e yardım etmeye ve emrine uymaya teşvik ederdi. Medinelilerin yaptığı Akabe biatlerinde O da vardı. Bunların tümü onun Müslüman oluşunun delilleridir.

                            Peygamber (s.a.a), onun Mekke’de kalarak Kureyş’in gizli işlerini kendisine bildirmesini şahsen emretmişti. Mekkeliler halkı Peygamber (s.a.a)’e karşı savaşa davet ederken o kaçamadı. Bu yüzden Peygamber (s.a.a), Bedir savaşında şöyle buyurdu:
                            “Kim amcam Abbas’ı görürse onu öldürmemelidir. Zira o, gönülsüz olarak gelmiştir.”

                            Bu durum, Peygamber (s.a.a)’in, amcası Abbas’tan fidye isterken “Vaziyetini belirle. Görüldüğü kadarıyla bizim zıddımızdaydın” diye buyurduğu sözle çelişmemektedir. Zira görünüşte Peygamber (s.a.a) ile savaşmaya gelmek, batında isteksiz olarak gelmesiyle çelişki arz etmemektedir. Peygamber (s.a.a) de mecburen ashabının gönlünün razı olması için Abbas’a karşı Mekkeli diğer esirlere davrandığı gibi davrandı. Çünkü o savaşta ashabın, babaları, kardeşleri ve evlatları öldürülmüştü. Peygamber (s.a.a) de, Abbas’ı kolaylıkla kabul etmek istemiyordu.

                            Buna ilave olarak; Abbas’ın Kureyşlilerin yanında malları vardı, onlardan alacaklıydı. İslamını açıkladığı takdirde tüm varlığına el konulma tehlikesi de vardı. Bu işi, Kureyş arasında Peygamber (s.a.a)’in memuru olmak için O Hazretin emriyle yapıyordu.

                            Peygamber (s.a.a) de amcasının Müslüman olduğunu ashabına açıklamadı. Bu yüzden Mekke’nin fethinde Allah Müslümanları galip kılar kılmaz Abbas, Müslüman olduğunu açıkladı. Abbas’ın Medine’ye gitmek konusunda müthiş bir isteği vardı. Ama Resulullah (s.a.a) sürekli Mekke’de kalmasının daha hayırlı olduğunu söylüyordu.

                            Bir rivayete göre ona şöyle yazdı:
                            “Olduğun yerde kal, Allah, benim son Peygamber olduğum gibi, senin hicretinle de ashabın hicretine son verecektir.”

                            Bu şekilde de oldu. Zira Abbas son muhacirlerdendi. “Ebva” denilen yerde Peygamber (s.a.a)’le karşılaştı. Peygamber (s.a.a)’in, Mekke’nin fethi için hareket ettiğini bilmiyordu. İşte oradan Peygamber (s.a.a)’le beraber Mekke’ye döndü.

                            Halebi, Abbas ve eşi Ümmü Fazl’ın Müslümanlığı hakkında değişik yerlerde daha açık beyanda bulunmuştur. İstekliler o kitaba ve bu konudaki diğer kitaplara müracaat edebilirler.

                            Yorum


                              #74
                              Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                              BEDİR ESİRLERİNDEN FİDYE ALINMASI VE ÖMER’İN BUNA İTİRAZI!

                              Peygamber (s.a.a), Bedir savaşında muzaffer olup esirleri O’nun huzuruna getirdiklerinde herkes Hz. Peygamber’in esirlerin Müslüman olmalarını beklediğini anladılar. Bu şekilde de oldu. Bu Allah ve Resulünün isteği idi. Ama buna rağmen Hz. Peygamber (s.a.a), onları affetmesinin karşılığında onlar için belli bir fidye belirleyerek, onları her türlü direnişten alıkoyup onların üzerinde belli bir kudret edinmeyi hedefledi. Zira bu her iki tarafın da faydasınaydı ve Peygamber (s.a.a)’in merhametiyle birlikte yapılmaktaydı.

                              Ama Ömer b. Hattab, tüm esirlerin öldürülmesi fikrini taşıyordu! Çünkü onlar Peygamber (s.a.a)’i tekzip etmiş, eziyet etmiş ve şimdi de O’nu öldürmek için savaşa gelmişlerdi.

                              Ömer, büyük bir ısrarla esirlerin, Müslüman olan yakın akrabaları tarafından öldürülmelerini istiyordu. Onlardan hatta bir tanesi bile hayatta kalmamalıydı. Ama Hz. Resulullah (s.a.a) görevli olduğu şeyi onlara anlattı:


                              “Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” Yunus / 15.

                              Bu yüzden Peygamber (s.a.a), fidyeyi aldıktan sonra onları serbest bıraktı. Ama Peygamber (s.a.a)’in işinin hikmetini anlamayan cahiller, O’nun yanlışlık yaptığını zannederek onların öldürülmesinin daha yerinde olacağını düşündüler. Bu konuda ne aklın ne de naklin teyit ettiği uydurma bir hadise dayanmaktadırlar. Örneğin şöyle diyorlar:

                              “Esirlerin fidyelerinin alınıp serbest bırakılmasından bir gün sonra Ebu Bekir ve Ömer, ağlayarak Resulullah (s.a.a)’in yanına geldiler.

                              Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Neden ağlıyorsunuz? Eğer bir sebebi varsa ben de ağlayayım. Eğer yoksa sizin ağlamanızın hatırına ağlayayım.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Hattab’ın oğlunun (Ömer’in) mani olmasında neredeyse elemli bir azaba uğrayacaktık. Eğer bir azap nazil olursa, Ömer’den başka hiç kimse kurtulamaz!!!” Bu söz aynı lafızlarla Dehlani’nin Sire-i Nebeviyye s. 512’sinde ve aynı anlamda Sire-i Halebiyye’de, İbn-i Kesir el-Bidaye ve’n- Nihaye adlı eserinde Ahmed b. Hanbel, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi’den naklen Ömer b. Hattab’tan nakletmişlerdir.

                              Bunu rivayet edenler şöyle söylüyorlar: Tam bu sırada şu ayet nazil oldu:

                              “Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esir alması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınıza karşılık size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.” Enfal / 67-68.

                              Neler yapmıyorlar ki! Peygamber (s.a.a)’e içtihat nispeti veriyorlar ve içtihadının hata olduğuna da inanıyorlar. Zira başka birisinin yani Ömer’in sözünü takip ettiklerinden yollarını şaşırdılar. Yukarıdaki ayetin amaç ve hedefi, onlara gizli kalmış ve işin gerçeği onlara anlatılmamış. Zira onlar bu ayetin, Peygamber (s.a.a)’i ve ashabını kınamak için nazil olduğunu söylüyorlar. Çünkü bu ahmakların dediğine göre, Ömer hariç Peygamber (s.a.a) ve diğer ashap geçici dünya malını ahirete tercih etmişler. Bu nedenle de esir aldıklarını öldürmek yerine, onlardan fidye almışlardır. Onların inancına göre o gün sadece Ömer hata ve yanlışlığa düşmedi. Eğer bir azap inecek olsaydı Ömer’den başka hiç kimse kurtulmayacaktı (hatta Peygamber)!!!.

                              Yorum


                                #75
                                Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                                BEDİR SAVAŞINDA ÖLDÜRÜLENLER

                                Bu ayete göre Peygamber (s.a.a)’in esir aldığını ve onları (kafirleri) öldürmeden önce onlardan fidye kabul ettiğini söyleyen kimseler yalan söylemektedirler. Zira esir alma olayı, Ebu Cehil, Utbe b. Rabia, kardeşi Şeybe, oğlu Velid, As b. Said, Esved b. Abdulesed-i Mahzumi, Ümeyye b. Halef, Zem’a b. Esed, Haris b. Zem’a, Akil b. Esed, Nebiyh, Munebbih, Ebu’l-Bahteri, Hanzale b. Ebi Süfyan, Tuime b. Adi b. Nufil, Nufil b. Huveylid, Nezar b. Haris b. Abduddar, Umeyr b. Osman-ı Temimi, Talha’nın kardeşleri Osman ve Malik, Mes’ud b. Ümeyye b. Muğayre, Kays b. Fakihe b. Muğayre, Hüzeyfe b. Ebi Hüzeyfe b. Muğayre, Ebu Kays b. Velid b. Muğayre, Amr b. Mahzum, Ebu Munzir b. Ebu Rufaa, Hacib b. Saib b. Üveymir, Avs b. Muğayre b. Levzan, Zeyd b. Melis, Asim b. Ebu Avf, Beni Amir’in antlaşmalısı Said b. Veheb, Muaviye b. Abdulkays, Abdullah b. Cemil b. Züheyr b. Haris b. Esed, Saib b. Malik, Ebu Hakem b. Ahnes, Hişam b. Ebi Ümeyye b. Muğayre gibi Kureyş’in ileri gelenlerinden yetmiş kişinin öldürülmesinden sonra olmuştur. Yine Kureyş’in ileri gelenlerinden, yetmiş kişi de esir alınmıştır. Bütün bunlar kitaplarında mevcuttur, herkes de bunu bilmektedir.

                                O halde biraz akıl sahibi olsalar, bunca adam öldürüldükten sonra, Peygamber (s.a.a) hiçbir öldürme işlemi olmadan esir aldı diye söylenilmesi nasıl mümkündür? Ey Müslümanlar! Bütün bunlardan sonra bu eleştiri ve kınamalar nasıl Peygamber (s.a.a)’e yöneltilmiş olabilir? Halbuki hepimiz Peygamber (s.a.a)’in her türlü kınanmadan münezzeh olduğunu biliyoruz.

                                Gerçek şudur ki ayet, Peygamber (s.a.a)’e bir kusur ve ayıp yamamaya çalışan bir grup ashap hakkında nazil olmuştur. Yüce Allah da bu ayette şöyle buyuruyor:
                                “Hatırlayın ki Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vaat ediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kafirlerin ardını kesmek istiyordu.” Enfal / 7.

                                Peygamber (s.a.a) ashabıyla istişare ederek şöyle buyurdu: “Kureyş tam teçhizatlı bir orduyla benimle savaşmak için hareket etmiştir. Siz ne diyorsunuz? Suriye’den gelmekte olan kervana saldırmak için mi yola çıkalım yoksa onlarla savaşmaya mı hazırlanalım?”

                                Ashap şöyle dedi: Kervanı ele geçirmek teçhizatlı düşman ordusuyla karşılaşmaktan daha iyidir. Bazıları da Peygamber (s.a.a)’in savaş hususunda ısrarlı olduğunu görünce şöyle dediler: “Neden savaştan bahsetmedin de kendimizi ona göre hazırlasaydık. Biz, düşmanla savaşmak için değil, kervana saldırmak için şehrin dışına çıktık.”

                                Peygamber (s.a.a)’in yüzünün rengi değişti, Allah da şu ayeti nazil etti:

                                “(Onların bu hali) müminlerden bir grup kesinlikle istemediği halde, Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı zamanki halleri gibidir. Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (cihat hususunda) seninle tartışıyorlardı.” Enfal / 5-6.

                                Allah onları, Peygamber (s.a.a)’in mazeret getirmesiyle kani etmek, Kureyşlilerin kervanına saldırmaktan alıkoymak ve Peygamberinin isteği olan savaşa hazırlamak için şu ayeti nazil etti: “Siz dünya malını ahirete tercih ediyorsunuz. Ama Allah savaş yoluyla düşmanın ardını kesmek istiyordu.” Enfal / 67.

                                Ayetin anlamı işte budur. Bunun dışında bir anlam belirten şahsen içtihat etmiş ve yersiz bir şey söylemiştir. Bu konuda benden önce kimsenin böyle bir beyanda bulunduğunu duymadım. Zira ben bu ayeti “el-Fusul’ul-Mühimme” adlı kitapta söz konusu edip onu tefsir ettim. el-Fusul’ul-Mühimme, 8. Fasıl.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X