Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #91
    Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

    CİBLE B. EYHUM’A KARŞI KATI TAVIR

    Mevzu şundan ibarettir: Akk ve Cüfne kabilelerinden Arap oldukları, yüz ve kıyafetlerinden belli beş yüz atlı, önlerinde Ürdün padişahı Cible olduğu halde Medine’ye gelerek İslam’ı kabul ettiler. Atlılar altın ve gümüş işlemeli elbiseler giymişlerdi. Padişah ise annesi Mariye’nin mücevherleriyle süslü bir taç başına bırakmıştı.

    Müslümanlar da onların ve arkalarında onlara tabi olanların, İslam’ı kabul etmesinden dolayı oldukça sevinmişlerdi. Padişah, o yılın hac mevsiminde kendisine tabi olanlarla beraber halifenin yanında hacca gitti. Cible tavafla meşgulken Fezare kabilesinden biri Cible’nin giydiği ihramı ayaklayınca ihram açıldı. Cible de bu şahısa şiddetli bir tokat vurdu.

    Fizari şahıs, Ömer’e giderek şikayette bulundu. Ömer de, Cible’nin bir tokat yemesine veya tokatladığı şahısı bir yolla razı etmesine hükmetti. Ömer öylesine sert bir tavır takındı ki Cible, Ömer veya Fizari şahısı razı etmekten ümitsizliğe düştü.

    Akşam vakti kendine tabi olanlarla beraber firar ederek Konstantaniyye’ye sığındı. Ömer’in bu şekilde katı davranmasından dolayı hepsi İslam’dan dönerek mürtet oldular. Rum imparatoru Herkül (Herakliüs) de onları beklenildiğinden daha fazla sıcak bir şekilde ağırladı.
    İbn-i Abdurabbih İkd’ul-Ferid, c. 1, s. 187 Gazali’den naklen Ebu’l-Ferec İsfahani ed-Durus’ul-Arabiyye, c. 1, s. 62.

    Buna rağmen Cible, İslam’dan döndüğüne ağlardı! O, bu konuda sürekli şöyle derdi: “Eşraf bir tokatla Hıristiyan oldu. Eğer ben sabretseydim ondan bir zarar görmezdim. Ama beni alıkoyan şey inatçılık ve bencilliğimdi. Böylece sağlam gözümü körlüğe sattım. Keşke annem beni doğurmasaydı. Keşke, Ömer’in dediği söze dönseydim. Keşke, Hicaz'daki rahatsızlıklara tahammül etseydim ve Rabia veya Muzir kabileleri arasında esir olsaydım.”

    Yazar: Keşke Ömer, bu Arap padişahı ve beraberindekileri incitmeden Fizari şahısı bir yolla razı etseydi. Ama Ömer nere bu işleri yapmak nere!

    O Cible’den gördüğü ilk hatada, o zamana kadar izzetle yaşamış bu insanın burnunu yere sürmek istedi. Bu Ömer’in her şahsiyetli kişiye karşı takındığı tavır şekliydi. Bu durumu araştırmacı şahıslar çok iyi bilmektedirler. Ömer’in, Muğayre b. Şubeye yaptığı muamele ile Halid b. Velid’e yaptığı muamele arasında ne kadar fark vardır? Muğayre’ye, muhsine zinası cezasını uygulamamış Ama Halid’in bu cezaya çarptırılması için ne kadar da ısrar etmekteydi. Önceden de zikredildiği gibi eğer Ebu Bekir mani olmasaydı Ömer, Halid’i recmettirmişti bile.

    Bunun sebebi de Halid b. Velid’in aynen Cible gibi kendisini büyük görmesiydi. İşte bu durum Ömer’in ona karşı sert davranmasının en büyük sebebiydi. Tam Muğayre’nin tersine! Zira Muğayre, çok hilekar ve siyasetçi olmasına rağmen Ömer’e gölgesinden bile daha fazla bağlıydı. Öyle ki kendisini Ömer’in ayakkabısından daha aşağılık biliyordu. Bu durum ise, ne kadar fısk ve fücur işlese de Ömer’in onu serbest bırakmasına sebep olmuştu.

    Ömer’in siyaseti, Cible ve Halid gibi şahsiyet ve nüfuz sahibi kişilere karşı sert davranmasını gerektiriyordu. Bu katılığı, bazen onların yakınlarına veya onlara bağlı kimselere göstererek onların burnunu yere sürtmeliydi. Nitekim bu işi, oğlu Abdurrahman, Ebu Bekir’in kız kardeşi Ümmü Ferve, Cude-i Selmi, Zabi-i Temimi, Nasr b. Haccac, amcası oğlu Züeyb ve Ebu Hureyre gibi şahıslarla yapmıştı.

    Ömer, yeme, içme, ev, merkep vb. gibi durumlarının çok sade olmasında, lezzet ve şehvetlerini dizginlemede has bir dikkat gösterirdi. Eline ne gelirse kendisi ve ailesi bir şey almadan, halka bağışlamayı veya Beyt’ul-Mala eklemeyi severdi. Valilerin hesapları hususunda çok ihtiyatlı davranırdı.

    Ömer’in, bu konularda çok sıkı davranmasından dolayı hiçbir valisi kendisini kurtaramamıştı. Elbette Muaviye b. Ebu Süfyan hariç. Muaviye, diğer valilerden her yönüyle çok farklıydı. Zira Ömer’in, Muaviye’den hesap sorduğunu kesinlikle görmüyoruz. Tam aksine onu kendi haline bırakarak şöyle dediğini görüyoruz:
    “Ne sana bir şey emrederim, ne de seni bir şeyden alı koyarım!”

    Ömer’i tanıyan herkes, onun neden Muaviye’ye karşı bu kadar bağışlayıcı olduğunu bilir!!!

    Yorum


      #92
      Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

      EBU HUREYRE’YE KARŞI SERTLİĞİ

      Ömer, Ebu Hureyre’yi hicri 21. Yılında Bahreyn’e vali yaptı. Hicri 23. Yılında onu azlederek yerine Osman b. Ebu As’ı gönderdi. O Ebu Hureyre’yi azletmekle yetinmeyerek ondan Beyt’ul-Maldan çaldığını iddia ettiği on bin dinar da alarak devletinin bütçesine ekledi. Bu olay oldukça meşhurdur.

      İbn-i Abdurabbih el-Endülüsi el-Maliki, olayı naklederek şöyle diyor:
      “... Ömer daha sonra Ebu Hureyre’yi çağırarak şöyle dedi: “Biliyorsun ki seni Bahreyn’e vali yaptığım zaman giyinecek bir ayakkabın yoktu! Ama sonraları bana senin, bin altı yüz dinarlık atlar aldığını haber verdiler.” İkd’ul-Ferid, c. 1.

      Ebu Hureyre şöyle dedi: Bunları bana halk vermiştir ve atlar doğurarak çoğalmıştır.

      Ömer: “Ben sana geçimini sağlayacak belli bir maaş bağladım. Bu fazlalığı geri vermelisin!” dedi.

      Ebu Hureyre: “Bu fazlalık sana yetişmez” dedi.

      Ömer: Hayır, yetişir. Yemin olsun ki senin belini kırarım! dedi.

      Daha sonra ayağa kalkarak Durre adlı kırbacıyla ona o kadar vurdu ki, Ebu Hureyre kan içinde kaldı. Ona: “Paraları getir” diye bağırdı.

      Ebu Hureyre: “Onları Allah’ın hesabına say” dedi.

      Ömer şöyle dedi:” Eğer helal yoldan kazanmış ve kendi isteğinle vermiş olsaydın sayardım. Ama sen, Bahreyn’in en uzak noktasından gelerek bu malları halkın sana hediye ettiğini ve Müslümanların malından olmadığını söylüyorsun! Annen Umeyme senin gibi bir pisliği, sadece eşek gütmek için doğurmuştur.”


      İbn-i Abdurabbih daha sonra şöyle diyor: Ebu Hureyre’nin rivayetinde şöyle bir söz vardır: Ömer, beni Bahreyn valiliğinden alınca şöyle dedi: Ey Allah’ın ve Allah’ın kitabının düşmanı! Allah’a ait maldan mı çalarsın?”

      Ben cevabında: “Ben Allah ve kitabının düşmanı değilim. Tam aksine ben, senin düşmanının düşmanıyım. Allah’a ait maldan da çalmadım” dedim.

      Ömer: “Peki bu on bin dinarı nasıl topladın?” dedi.

      Ben: “Bana hediye olarak getirilen hediyeler ve doğan atlardır. Dahası belirlediğin maaşımdan yaptığım tasarruflardır” dedim. Ama Ömer, onların tümünü benden aldı. Sabah namazı kılınca Müminlerin Emiri (Ömer) için mağfiret diledim...


      İbn-i Ebi’l-Hadid, Ömer’in davranış tarzlarını naklederken şöyle diyor: İbn-i Sa’d Muhammed b. Sirin yoluyla Ebu Hureyre’nin şöyle dediğini nakleder: Ömer bana şöyle dedi: “Ey Allah ve kitabının düşmanı! Allah’a ait malı mı çalarsın?” Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 3, s. 104 (Mısır baskısı). Tabakat-ı İbn-i Sa’d, c. 4, s. 90 (Şerh-i Hal-i Ebu Hureyre).

      İbn-i Hacer-i Askalani “el-İsabe” adlı eserinin Ebu Hureyre’nin biyografisi bölümünde bu rivayeti naklederek şöyle diyor: Ömer’in Ebu Hureyre’ye oranla takındığı tavır, tüm alimlerin kabul ettiği sabit hakikatin tersinedir. Ebu Hureyre’yi kırbaçladıktan sonra malını almasını eleştirmişlerdir.

      Yorum


        #93
        Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

        SA’D B. EBU VAKKAS’A KARŞI SERT TAVRI

        Mevzu şudur: Ömer, Sa’d b. Ebu Vakkas’ı Kufe valisi yaptı. Ömer’e, Ebu Vakkas’ın, sarayında oturarak kapıları halkın yüzüne kapattığı haberi verildi. Ömer, Muhammed b. Müslime’yi çağırarak şöyle dedi: “Kufe’ye giderek Sa’d b. Ebu Vakkas’ın gözleri önünde sarayını yak ve daha sonra hiçbir şey yapmadan geri dön.”

        Muhammed b. Müslime Kufe’ye giderek sarayı yaktı. Sa’d, sarayında gafil avlanmıştı. Sa’d, panik içerisinde dışarı çıkarak şöyle sordu: “Bu ne iştir?”

        Muhammed b. Müslime şöyle dedi: “Bu, Emirel-Müminin (Ömer’in) emridir!” Sa’d da hiçbir şey yapmadı. Saray yanarak kül oldu. Daha sonra Medine’ye geri döndü!

        Yorum


          #94
          Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

          HALİD B. VELİD’E KARŞI KATI TAVRI

          Halid b. Velid, Ömer tarafından “Kansereyn”de valiyken Eş’as b. Kays onun yanına gitti. Halid de ona on bin dirhem verdi. Bu haber valilerin her işinden haberdar olan Ömer’e ulaşınca, bir postacı çağırtıp, Hamas valisi Ebu Übeyde Cerrah’a bir mektup yazarak şöyle dedi: “Halid’i bir ayak üzerinde tut, diğer ayağını sarığı ile bağla, tüm memurlarının önünde başını aç ve bu paraları nereden alıp Eş’as’a verdiğini söyleyene dek, bu şekilde davran. Eğer kendi malından vermişse israf etmiştir ve Allah israf edenleri sevmez. Eğer bu malı halka ait olanlardan vermişse, hıyanet etmiştir ve Allah hıyanet edenleri sevmez. Her halükarda onu göz altına al ve onun işlerini kendi sorumluluk sınırları içine sok” dedi.

          Ebu Übeyde, Halide bir mektup yazarak kendi yanına gelmesini istedi. Ebu Übeyde, Halid gelince halkı mescide topladıktan sonra minbere çıktı. Halifenin postacısı kalkarak Halide şöyle sordu:
          “Eşas’a verdiğin bu paraları nereden aldın?” Halid, hiçbir cevap vermedi.

          Ebu Übeyde de susmuş hiçbir şey söylemiyordu. Bilal ayağa kalkarak: “Emir’ul-Müminin (Ömer), sana filan emri vermiştir” dedi. Daha sonra Halid’in başından sarığını alarak başına açtı. Sonra diğer ayağını sarığıyla bağlayana kadar onu bir ayak üzerinde tuttu. Ondan tekrar şöyle sordu: “Eşas’a verdiğin bu paraları nereden aldın? Kendi malından mı aldın halkın malından mı?” Halid: “Kendi malımdan” diye cevap verdi.

          Daha sonra onu serbest bıraktı ve sarığını kendi eliyle başına koydu. Tam bu sırada ise şöyle dedi: “Valilerimize itaat eder ve emrimiz altındakilere de ihtiram ile hizmet ederiz!”

          Halid, şaşkınlık içindeydi. Azledilip edilmediğini bilmiyordu. Zira Ebu Übeyde, ona gösterdiği ihtiramdan dolayı ne vaziyete sahip olduğunu söylememişti. Ömer, gelmesinin gecikmesinden, zannettiği şeyin vuku bulduğunu anladı. Bu nedenle Halid’e bir mektup yazarak azledildiğini bildirdi. Halid’e hayatta olduğu müddetçe bir daha herhangi bir makam vermedi.

          Abbas Mahmud Akkad, bu olayı “Abkariyat-u Halid” adlı kitabında nakletmiştir. Bkz. s. 245.


          Yorum


            #95
            Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

            ZABİY’-İ TEMİMİ’NİN SÜRGÜN EDİLMESİ VE DÖVÜLMESİ

            Adamın birisi Ömer’in yanına gelerek şöyle dedi: Zabiy’-i Temimi, bizimle görüşerek Kur’ân ayetlerinden bazılarının tefsirini bizden sordu ve şöyle dedi: Allah’ım! Bana yardım et ki, Kur’ân’ı tefsir edebileyim!

            Bir gün Ömer oturmuş halkla beraber öğlen yemeği yerken Zabiy’ çıkageldi. O da ileri gelerek halkla beraber yemek yedi. Daha sonra şöyle dedi
            : Ey Emir’ul Müminin! “Tozdurup savuranlara, yükünü yüklenenlere... and olsun” ayetinin tefsiri nedir? Zariyat / 1-2

            Ömer: Vay olsun sana! Kur’ân’ın tefsirini bilmek isteyen sen misin? dedi.

            Sonra onu soyundurarak o kadar vurdu ki, sarığı başından düştü. Daha sonra onun saçının örülmüş olduğunu ve başının iki yanına salındığını görünce şöyle dedi: Ömer’in, canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki eğer, saçını tıraş ettiğini görürsem başını bedeninden ayırırım?!

            Sonra da onu bir evde hapsetmelerini emretti. Her gün onu evden çıkarıp yüz kırbaç vuruyordu! Durumu biraz düzelince bir daha yüz kırbaç vuruyordu! Daha sonra onu bir deveye bindirerek, Basra’ya gönderdi. Basra valisi Ebu Musa Eş’ari’ye bir mektup yazarak; halkın onunla oturup kalkmasının yasaklamasını ve minbere çıkarak: “Zabiy’, ilim talebinde bulundu, ama ona ulaşamadı” diye ilan et emrini verdi!

            Böylece kavminin büyüğü olan Zabiy’, kendi kabilesi ve diğer kabileler arasında rezil olmuş bir vaziyette gözlerini dünyaya kapadı.
            Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid c. 3, s. 122 (Mısır baskısı).

            Yorum


              #96
              Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

              NASR B. HACCAC’IN SÜRGÜN EDİLMESİ

              Abdullah b. Bureyd şöyle diyor: “Ömer, sokakta gezdiği bir gece, kapalı bir kapının ardından bir kadının bir grup kadına yüksek sesle şöyle dediğini duydu: “İçebileceğim bir şarap veya beni Nasr b. Haccac’a kavuşturacak bir yol var mı?” Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid c. 3, s. 99.

              Ömer: “Yaşadığın müddetçe hayır!” dedi. Onun ertesi günü Nasr b. Haccac’ı huzuruna çağırttıran Ömer, onun çok yakışıklı ve güzel simaya sahip bir genç olduğunu gördü. Ömer, onun saçının tıraş edilmesini emretti. Saçları kısaltılınca alnı açığa çıkan Nasr, daha da güzelleşti. Ömer, başını tamamen tıraş etmesini emretti. Saçının tümünü tıraş ettirince güzelliği de arttı.

              Ömer şöyle dedi: Ey Haccac’ın oğlu! Kendi güzelliğinle Medine kadınlarının aklını başından almışsın. Benim oturduğum şehirde sen olmamalısın! Daha sonra da onu Basra’ya sürgün etti.

              Nasr b. Haccac, bir müddet Basra’da ikamet ettikten sonra, Ömer’e şöyle bir mektup yazarak itirazını belirtti: “Eğer bir gün bir kadın, gizli bir yerde beni arzulamışsa, benim suçum nedir ki sürgün ediliyorum? bana karşı kötü zanda bulundun, sebepsiz yere beni vatanımdan ayırdın...” Sonunda Ömer’den kendisine geri dönmesi için izin vermesini istedi.

              Nasr’ın mektubu Ömer’e ulaşınca şöyle dedi: “Ben iş başında olduğum müddetçe Medine’ye dönmemeli!” Ömer öldürülür öldürülmez, Nars b. Haccac, atına binerek Medine’deki yakınlarının yanına döndü.

              Yorum


                #97
                Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                ÖMER’İN, OĞLUNA KARŞI ŞER’İ HADDİ AŞMASI

                Ömer’in oğlu Abdurrahman -Ebu Şahme de derlerdi- Ömer’in hilafeti zamanında, Amr b. As’ın valilik yaptığı Mısır’da şarap içti. Olay ortaya çıkınca, vali olan Amr b. As, onun başının tıraş edilmesini emretti. Şer’i had (seksen kırbaç), kardeşi Abdullah’ın huzurunda icra edildi. Bu haber Ömer’e ulaşınca, Amr b. As’a bir mektup yazarak, Abdurrahman’ı bir cüppeye sarıp, çıplak bir deveye bindirerek Medine’ye göndermesini istedi. Bu arada mektupta Amr b. As’a kaba bir şekilde hitap etmişti.

                Amr b. As da, Abdurrahman’ı aynen Ömer’in söylediği şekilde Medine’ye gönderdi ve şöyle bir mektup da Ömer’e yazdı:
                “Ben ona şer’i haddi uyguladım. Saçını tıraş ettirerek bahçede seksen kırbaç ona vurdurdum. Yemin edeceğim ondan daha yüce bir ilah olmayan Allah’a and olsun ki, Mısır, İlahi hadlerin Müslim ve gayri Müslimlere uygulandığı bir yerdir.” Bu mektubu, kardeşi Abdullah vesilesi ile Ömer’e gönderdi.

                Abdullah, kardeşi Abdurrahman ve mektupla beraber Medine’de babası Ömer’in yanına vardılar. Abdurrahman hasta olduğundan bir cüppeye sarılmış ve yürüyecek hali yoktu. Ömer, Abdurrahman’a kaba bir şekilde hitap ederek şöyle dedi:
                “Ey Abdurrahman! Yaptın ha! Yaptın ha!” Daha sonra: “Kırbaç! Kırbaç!” diye feryat etmeye başladı.

                Abdurrahman b. Avf aracı olarak şöyle dedi:
                “İlahi had uygulanmıştır. Abdullah da haddin uygulandığına şahitlik etmiştir.” Ama Ömer, hiçbir itinada bulunmayarak Abdurrahman’ı kırbaçlamaya başladı.

                Abdurrahman bu esnada bağırarak şöyle diyordu:
                “Ben hastayım, Allah’a yemin olsun ki sen benim katilim olacaksın.” Abdurrahman’ı öylesine kırbaçlıyordu ki, sesi ortalığı kaplamıştı. Daha sonra şöyle dedi: “Onu zindana götürün!” Abdurrahman zindanda bir ay kaldıktan sonra hayatını kaybetti.

                Bu olay, İslam tarihi olaylarının arasında çok meşhurdur. Tarihçiler bu olayı Ömer’in biyografisinde ve onun özelliklerinde zikretmişlerdir.
                (Bkz. Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 3, s. 123, Mısır baskısı. Aynı cildin 127. sayfasında Ömer’in arkadaşlarından birisi şöyle diyor: Ömer, oğullarından birini şarap içmesi yüzünden kırbaçladı. O da aldığı darbelerin şiddetinden dolayı öldü.)

                Herkes kendi kitabında Ebu Şahme ve başından geçen olayı nakletmiştir. İbn-i Abdulbirr “İstiab” adlı kitabında bu olayı anlatmıştır.

                Dumeyri, Hayat'ul-Hayvan kitabının “dik” maddesinde şöyle yazar:
                Ömer, oğlu Ubeydullah’a şarap içme haddi uyguladı. Bu sırada oğlu: “Baba beni öldürdün!” diyordu.

                Daha sonra şöyle diyor: Tarih kitaplarında şarap içen oğlunun, Abdurrahman olduğu belirtilmiştir.

                İbn-i Cevzi, “Tarih-i Ömer” adlı kitabının 77. Babını, Ömer’in şarap içen oğluna had uygulamasına mahsus kılmıştır.

                Bizim amacımız ise şudur: Ömer’in güvenilir bildiği Mısır valisi Amr b. As, Abdurrahman’a had uyguladığını bildirmiştir. Hattab oğulları içerisinde en doğru sözlü bildiği oğlu Abdullah da buna şahitlik yapmıştı. O halde bir başka haddin uygulanmasına sebep yoktu.

                Eğer Amr b. As, ettiği tüm yeminlere rağmen güvenilir birisi değildiyse, nasıl onu Mısır valisi yaparak Müslümanların can, mal ve namusunu ona teslim etmişti.? Bunlara ek olarak; hasta birisine had uygulanmaz, had uygulanan birisi hapsedilmez. Özellikle hastalık ve hapisin ona zararı olduğu durumlarda. Ama ne yapılabilir ki, Ömer, daima kendi görüşünün nassa öncelikli olmasında ısrarlıydı!

                Yorum


                  #98
                  Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                  HUDEYBİYE AĞACININ KESİLMESİ

                  Hudeybiye ağacı, Hz. Resulullah (s.a.a)’in, altında ashabından aldığı Rızvan biatinin gerçekleştirdiği yerdi.[ Bu ağaçtan Kur’ân’da bahsedilmiştir. Fetih /18.

                  Bu biatin sonuçlarından birisi de, Allah’ın onlara apaçık bir fetih nasip ederek zafere ulaştırmasıdır.

                  Bu olaydan sonra oradan geçen Müslümanlardan bazıları, teberrük olarak o ağacın altında namaz kılarlardı. Bu biat vesilesi ile onlara arzuladıkları fetihi nasip ettiği için, Allah’a şükrederlerdi.

                  Müslümanların o ağaç altında namaz kıldıkları haberi Ömer’e ulaşınca, Ömer o ağacın kesilmesi emrini verdi!

                  Ömer şöyle dedi:
                  “Bundan sonra o ağacın altında namaz kılan birisini getirirlerse, aynen mürtet gibi kılıçla öldüreceğim!!” Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 1, s. 59.

                  Yazar: Sübhanallah! Allah-u Ekber! Dün Peygamber (s.a.a) onu, mürtet Zussedye’yi öldürmekle görevlendiriyor, o da kıldığı namaza ihtiram olsun diye bu emri yerine getirmiyordu. Ama bugün kılıcını çekerek Rızvan ağacı altında namaz kılan imanlı şahısları öldürmek istiyor!! - a.g.e. s. 154-158.

                  Hayret! Hayret! Ona, kim ihlasla namaz kılan bir müslümanı, namaz kılma suçundan dolayı öldürme izni vermişti? Bu, Necd’de büyüyüp meyve veren ağacın tohumuydu. Necd ki Allah Resulü onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Şeytanın boynuzu oradan çıkacaktır.” Bu söz, Arabistan hükümetinin resmi mezhebi olan Vahhabilerin meslekine işarettir. İşte onlar bu esas üzere İmamların, sahabelerin, tabiinden olanların, Şia ve Sünni alimlerinin kabirlerini tahrip ederek yerle bir ettiler. Bu sanıyla ki kabirlere saygı şirktir!! Onların bu düşünceleri, aynen Ömer’in, Rıdvan ağacı altında namaz kılanlar hakkında düşündüğü fikrin aynısıdır.

                  Faruk! Bu tohumlardan çok fazla ekti. Şöyle ki; Hacer’ül-Esved’e şöyle dedi: “Sen bir taşsın, ne bir yararın vardır, ne de zararın. Eğer Peygamber (s.a.a)’in seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.”

                  Bazı cahiller, Ömer’in bu sözünü bir usul olarak algılamış, buna dayanarak Kur’ân’ın öpülmesini, Peygamber (s.a.a)’in türbesine ve diğer büyük şahsiyetlerin türbesine saygı göstermeyi haram bilmişlerdir! Halbuki bu Allah’ın emrinin tersinedir. Zira Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Her kim Allah’ın muhterem saydığı şeylere saygı gösterirse, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır.” Hac / 30.

                  “Her kim Allah’ın şiarlarına (bıraktığı dini nişanelere) saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerinin takvasındandır.” Hac / 32.

                  Allah (c.c), dini şiarlara saygı göstermeyi ve mezhebi nişaneleri; iman, takva ve temiz kalpliliğin göstergesi olarak belirtmiştir. Ama onlar, birçok müstehap amelleri terk ederek kendilerini ondan mahrum kıldılar.

                  Onlar, Allah’a muhabbetlerini bir şair sözü haddinde bile tutmadılar. Şair şöyle diyor:


                  Evin sevgisi kalbimi kendisiyle meşgul etmemiştir.

                  Tam tersine, evde oturanların sevgisi beni kendisine çekmektedir.


                  Yorum


                    #99
                    Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                    ÜMMÜ HANİ’NİN ÖMER’İ ŞİKAYETİ

                    Taberani Mu’cem’ul-Kebir adlı kitabında, Abdurrahman b. Ebu Rafi’den naklen, Ebu Talib’in kızı Ümmü Hani’nin şöyle dediğini nakleder: Peygamber (s.a.a)’e dedim ki: “Ya Rasullelah! Ömer beni görerek Muhammed’in sana hiçbir faydası yoktur!” dedi. Peygamber (s.a.a) bu duymakla sinirlendi. Ayağa kalkıp bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu:

                    “Ne oldu da bazıları şefaatimin kendi hanedanımı kapsamayacağını zannetti? Ama benim şefaatim, Hâ ve Hakem’i (Kureyş’ten çok uzakta olan Yemendeki iki kabile ismi) bile kapsayacaktır?!”

                    Ayrı bir yerde de Peygamber (s.a.a) yine sinirlendi. Peygamber (s.a.a)’in halası kızı Safiye’nin bir oğlu ölmüştü, Peygamber (s.a.a) de ona başsağlığı verdi. Safiye, Peygamber (s.a.a)’in yanından dışarı çıktığı zaman, adamın birisi onu görerek şöyle dedi: “Peygamber (s.a.a)’in akrabalığının sana hiçbir faydası yoktur.” Şüphesiz bu adam Ömer b. Hattab’dı.

                    Safiye, öyle bir ağladı ki hatta Peygamber (s.a.a), onun hıçkırık sesini duydu. Peygamber (s.a.a) dışarı çıkarak konunun ne olduğunu sordu. Safiye de duydukları şeyin hepsini anlattı.

                    Peygamber (s.a.a) sinirlenerek şöyle buyurdu:
                    “Ey Bilal! Namaz vaktini ilan et.”

                    Daha sonra kalkıp Allah’a Hamd-ü senadan sonra şöyle buyurdu: “Ne oluyor da bazıları benim akrabalığımın hiçbir faydası olmadığını zannediyor? Kıyamet günü benim akrabalığım haricinde, tüm akrabalıklar kopacaktır. Benim akrabalarım dünya ve ahirette birbirine bağlıdır.” Muhibbuddin-i Taberi, “Zahair’ul-Ukba” adlı kitabında bunu İbn-i Abbas’tan nakletmiştir.

                    Yorum


                      Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                      NECVA GÜNÜ

                      O gün (Peygamber (s.a.a)’le gizli konuşma günü) birçok hayırlar, Hz. Ali (a.s) hariç, ashabın hepsinin elinden çıktı. Ne Faruk! Ne Sıddık! Ne de beşer fertlerinden birisi ona ortak olamadı. Şimdi Necva ayetini naklederek, siz okurlardan bu konuda biraz daha dikkatle konuyu takip etmenizi rica ediyoruz:Necva: Gizlice bir şeyler konuşmak anlamındadır. (M.)

                      “Ey iman edenler! Peygamberle gizli bir şey konuşacağınız zaman, bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir.” Mücadele / 12.

                      Tüm Müslümanların icmasına göre, bu ayetin buyurduğu hükme Hz. Ali (a.s)’dan başkası amel etmemiştir. Bu konu, sözü geçen ayetin tefsirinde aşağıdaki Ehl-i Sünnet tefsirlerinde nakledilmiştir: Tefsir-i Keşşaf (Zemahşeri), Tefsir-i Taberi, Tefsir-i Kebir (Sa’lebi), Mefatih’ul-Ğayb (Razi) vs. kitaplar bu konuya değinmişlerdir.

                      Hakim’in, muteber raviler yoluyla sahih olarak bildiği şu hadise dikkat ediniz. Hakim, Hz. Ali’den şöyle buyurduğunu nakleder: Müstedrek, c. 2, s. 482.

                      “Allah’ın kitabında öyle bir ayet vardır ki, benden önce ve sonra kimse o ayete amel etmemiştir. O ayet, Necva ayetidir. O zaman bir dinarım vardı. Bu bir dinarı on dirheme çevirdim. Ne zaman hususi olarak Peygamber (s.a.a)’le konuşmak istesem daha önce bir dirhem Allah yolunda sadaka verirdim. Daha sonra bu ayetin hükmü şu ayetle kaldırıldı:

                      “Gizli bir şey konuşmanızdan önce, sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin.” Mücadele / 13.

                      Bu eleştiri, Hz. Ali (a.s) hariç Ömer b. Hattab ve diğer sahabeleri kapsamaktadır. Zira Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)’le hususi olarak sohbet etmeden önce sadaka vermekten çekinmezdi. Ayrıca tövbe etmesine sebep olacak bir muhalefette de bulunmamıştır. Fahri Razi, burada da kendi heva ve hevesi üzerine hareket etmiş ve şeytani davranışlarda bulunmuştur. O şöyle diyor: “Bu (Necva ayeti) fakir birini sıkmakta ve hüzne sokmaktadır. Zira o sadaka verecek kudrete sahip değildir! Zengin birisini ise dehşete düşürmektedir. Zira öylesine bir durumla karşı karşıya bırakmaktadır ki bazı Müslümanların bazılarını eleştirmelerine sebep olmaktadır.

                      Buna amel etmek dehşete ve onu terk etmek birlik ve beraberliğe sebep olduğundan, birlik ve beraberliğe sebep olan şey dehşete sebep olan şeyden daha hayırlıdır...!”


                      Fahri Razi daha sonra Allah’ın buyruğu olan “Bu sizin için daha hayırlı ve temizdir” ve “Bunu yapmadığınıza ve Allah da sizi bağışladığına göre artık namaz kılın” ayetlerine muhalif olan saçmalıklarını devam ettiriyor.[ Fahri Razi’nin saçmalıkları için Bkz. Tefsir-i Kebir , c. 8, s. 167.

                      O halde Fahri Razi’nin, bu konuda söyledikleri göz önünde tutulursa, şuna inanılmalıdır ki, zekat ve hac, fakir birini sıkmakta ve hüzünlenmesine sebep olmaktadır. Zira bu emri yerine getirememektedir. Aynı şekilde zengin birisini de dehşete düşürmektedir. Zira bu, görev sadece onlara yöneliktir. Onun, ittifakı ihtilafa tercih etmesinden kaynaklanan kıyası, bütün dinleri terk etmeğe sebep oluyor. Aklın hicabından ve sözün sarsıntısından Allah’a sığınıyoruz. Güç ve kudret yüce Allah’a mahsustur.

                      Yorum


                        Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                        ÖMER’İN MUAVİYE’YE KARŞI OLAN MÜSAMAHASI

                        Ömer, Muaviye’yi, Şam’a vali yaparak istediği cinayeti işlemesi için serbest bıraktı! Ona karşı -gönderdiği valilere sıkı davranmasının aksine- oldukça yumuşak davrandı. O, Muaviye’nin Şam’da, kendi anlayış tarzının zıddına ve İslam’ın da reddettiği, Sasani padişahları gibi valilik yaptığını görüyordu.

                        Buna rağmen, bu vaziyet karşısında ona şöyle söylüyordu:
                        “Ben ne sana emrederim ne de seni bir şeyden alı koyarım” Böylece onun yularını, istediği gibi otlaması için serbest bıraktı. Bu yolla o istediğini yapacaktı ve onu işinden alı koyacak birisi de olmayacaktı.

                        Muaviye’ye karşı bu şekilde davranılması onun, Sıffin da Emir’ul-Müminin Ali (a.s) ve Peygamber (s.a.a)’in değerli torunu İmam Hasan (a.s)’a karşı cüretlenmesi sonucunu doğurdu.

                        Muaviye’nin Şam valisi yapılarak istediği her pisliği işlemesi için serbest bırakılması, Beni Ümeyye’nin, Müslümanların malı, canı ve Allah’ın dinini kendi oyuncakları haline getirmelerine sebep oldu.


                        İnna lillah ve inna ileyhi raciun! ve seyalemullezine zalemu eyye munkalebin yenkalibun.” “Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz. Haksızlık edenler hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini bileceklerdir” Şuara / 227.

                        Yorum


                          Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                          her okumakta yine dehsete düsüyorum... kimler nerelerde ya Rabbi


                          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                          Yorum


                            Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                            ÖMER’İN ŞERİATA AYKIRI EMİR VE YASAKLARI
                            (Hatalarını Anladıktan Sonra da Onlardan Vazgeçmesi)

                            Bu konuda çok sayıda örnekler verilebilir. Biz, sadece birkaç tanesinin nakliyle yetiniyoruz.

                            1) Muhammed b. Muhalled Attar, “Fevaid” adlı kitabında şöyle yazıyor: “Ömer, hamile olan bir kadının recmedilmesine hükmetti.” Muaz b. Cebel, ona itiraz ederek şöyle dedi: “Eğer bu kadına hükmetmeye yetkin varsa, onun karnındaki olan çocuğa hükmetmeye yetkin yoktur” Ömer de verdiği hükmü iptal ederek şöyle dedi: “Kadınlar, Muaz gibi birisini doğurmaktan acizdirler. Eğer Muaz olmasaydı, Ömer helak olurdu.” İbn-i Hacer Askalani’den naklen (el-İsabe).

                            2) Hakim Nişaburi, İbn-i Abbas’tan nakleder ki: Deli ama gebe kalmış bir kadını Ömer’in yanına getirdiler. Ömer, onu recmetmek istedi. Orada bulunan Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Üç grubun mükellef olmadığını bilmiyor musun? 1- Akıllanıncaya kadar deli. 2- Buluğa erene dek çocuk. 3- Uyanıncaya kadar uykuda olan şahıs.” Müstedrek, c. 4, s. 389.

                            Bunları duyan Ömer hükmünü iptal etmek zorunda kaldı.

                            Yazar: Bu olay ilk olaydan farklıdır. Zira ilk olayda kadın deli değildi. Ömer şer’i hakim unvanında onu cezalandırmaya yetkiliydi; elbette kadın doğum yaptıktan ve kadının recmedilmesinden sonra çocuğa bakılabileceğine dair itminan meydana geldikten sonra. Ama bu kadını deli olduğu için yargılamaya hiç kimsenin hakkı yoktu.

                            Kadı Abdülcabbar Mutezili’nin “el-Muğni” adlı kitabında, hamile kadının recmedilmesi hakkında bir takım sözleri vardır ki bu, onunla Seyyid Murtaza arasında “eş-Şafii” adlı kitapta tartışma konusu olmuştur. İbn-i Ebi’l-Hadid Nehc’ül-Belağa’nın şerhinde her ikisinin konuşmalarını nakletmiştir.
                            Şerh-i İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 3, s. 150-152.

                            3) Ahmed b. Hanbel,[275] Ebu Zabyan Cenbi yoluyla şöyle nakleder: “Zina yapan bir kadını Ömer’in yanına getirdiler. Ömer, onun recmedilmesini emretti. Ama Hz. Ali, onu görevlilerin elinden alarak onları geri itti. Görevliler Ömer’in yanına gelerek; Ali bizi geri çevirdi, dediler.

                            Ömer şöyle dedi: “Ali bir şeyler bildiğinden dolayı bunu yapmıştır.” Daha sonra birisini göndererek Ali’yi çağırdı. Hz. Ali (a.s) sinirli bir şekilde geldi.

                            Ömer: “Neden bunları geri çevirdin?” dedi.

                            Hz. Ali: “Peygamber (s.a.a)’in üç grubun mükellef olmadığını buyurduğunu bilmiyor musun?: a) Uykuda olan kimse uyanıncaya kadar. b) Çocuk buluğa erinceye kadar. c) Deli akıllanıncaya kadar.”

                            Ömer: “Bunları bilmiyorum” dedi.

                            Hz. Ali şöyle buyurdu: “Ben de senin emrettiğin şeyi bilmiyorum!”

                            Ömer de kadını recmettirmekten vazgeçti.


                            4) İbn-i Kayyim “et-Turuk’ul-Hekime Fi’s-Siyaset’iş-Şer’iyye” adlı kitabında şöyle nakleder: Bir kadını Ömer’in yanına getirdiler. Kadın zina yaptığını itiraf etti. Ömer kadının recmedilmesine hüküm verdi. Orada bulunan Hz. Ali (a.s): Biraz vakit verin, belki de had uygulanmasını önleyecek mazereti vardır” dedi. Daha sonra Hz. Ali (a.s) kadından şöyle sordu: “Seni zina yapmana zorlayan şey ne idi?”

                            Kadın: “Benim develeri sağılan bir arkadaşım vardı. Ama benim develerim süt vermiyordu. Ben oldukça susadım, bu yüzden ondan su istedim. Ama o, bana su vermeyerek şöyle dedi: Eğer kendini bana teslim edersen sana su veririm. Ben üç gün boyunca susuzluğa karşı direndim. Susuzluğum daha da şiddetlenince ruhumun bedenimden çıkacağı duruma geldim. Bundan dolayı kendimi ona teslim ettim” dedi.

                            Hz. Ali: “Allah-u Ekber! “O halde kim asilik yapmaksızın ve haddi aşmadan mecbur kalırsa, Allah çok bağışlayan ve esirgeyendir.”
                            Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 154.

                            Beyhaki, Sünen adlı kitabında Ebu Abdurrahman’dan şöyle nakleder: Oldukça susamış bir kadın, çobanın birinden su istemişti. Çoban kendisini ona teslim etmesi durumunda ona su verebileceğini söylemiş, kadın da kabul etmişti. Bu kadını Ömer’in yanına getirdiler. Ömer, halkla onun recmedilmesi hakkında istişare etti. Nahl / 115.

                            Bu sırada Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu
                            : “Kadın bu işi yapmaya mecbur olmuş. Bana göre onun serbest bırakılması gerekir.”

                            Ömer de onu serbest bıraktı.

                            5) İbn-i Kayyim şöyle nakleder: Zina edip de itiraf etmiş bir başka kadını Ömer’in yanına getirdiler. Kadın itirafını tekrarlayarak yapmış olduğu kötü ameli teyit etti. Bu esnada orada bulunan Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bu kadın, yapmış olduğu ameli öylesine hafif sanmış ki, zinanın haram olduğunu bilmeyen birisine benzer duruma gelmiş.” İbn-i Kayyim’in aynı kitabından naklen s. 53.

                            Ömer de ona had uygulamaktan vazgeçti.

                            Daha sonra İbn-i Kayyim şöyle diyor: Bu, Hz. Ali’nin sahip olduğu keskin anlayış düzeyinin ölçüsünü göstermektedir.

                            6) Ahmed Emin “A’lamul Mukıin”den naklen şöyle yazıyor:
                            Et-Turuk’ul-Hekime Fi’s-Siyaset’iş-Şer’iyye s. 55.

                            Adamın biri kayın pederi ve arkadaşı tarafından öldürülmüştü. Olay Ömer’e aktarıldı. Ömer, bir adamdan dolayı iki adam öldürülebilir mi? diye şüpheye düştü.

                            Hz. Ali (a.s) ona şöyle buyurdu:
                            “Eğer iki şahıs bir hırsızlık yaparsa, ikisinin de ellerini keser misin?”

                            Ömer: “Evet” dedi.

                            Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bu iki adamı öldürmek de aynen bunun gibidir.” Ömer de Hz. Ali (a.s)’ın kavlini kabullendi ve kendi valilerine emir göndererek her ikisinin de öldürmesini isteyip şöyle yazdı: “Eğer bütün San’a halkı, onun öldürülmesine ortak olsa bile onların hepsini kısas yoluyla öldürürüm.”


                            7) Şimdi anlatacağımız olayı birçok tarih ve sire yazarları nakletmiştir. Biz bu olayı İbn-i Ebi’l-Hadid’den aktarıyoruz. O şöyle yazıyor: Ömer, bir konuyu sormak için gebe bir kadını huzuruna çağırdı. Kadın Ömer’in yüzünü görür görmez, çocuğunu ölü olarak düşürdü.

                            Ömer, bu konuda ashabın ileri gelenleriyle istişare etti. Ashap: Senin hiçbir suçun yoktur, ona vermen gereken bir şey de yoktur. Zira sen onu edep etmek için çağırmıştın.
                            Fecr’ul-İslam c. 285.

                            Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bunlar seni korumak isteseler de seni bulaştırmaktadırlar. Zira bunların bütün telaşları sonucu verdikleri fetva hatalıdır. Sen bu çocuğun düşmesine neden olduğun için, bir köle serbest bırakmalısın.” Ömer ve ashap da Hz. Ali (a.s)’ın fetvasına uydular.

                            8) Halife, ilk muhacirlerden olup Bedir savaşına da katılan, ama şarap içen Guddame b. Maz’un’a vereceği hüküm içerisinde bocalayıp durmaktaydı. Bu adamı Ömer’in yanına getirdiklerinde onun kırbaçlanmasını emretti.

                            Adam şöyle sordu: Benimle senin aranda Allah’ın kitabı hükmettiği halde, beni nasıl kırbaçlattırırsın?


                            Ömer şöyle dedi: “Allah’ın hangi kitabında seni kırbaçlatmamam yazılıdır?”

                            Adam: Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “İman eden ve iyi işler yapanlara tattıklarından dolayı günah yoktur.” Ben iman edip, iyi işler yapanlardanım. Ben Bedir, Hudeybiye, Hendek ve diğer savaşlarda Peygamber (s.a.a)’le beraberdim. Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 1, s. 58 (Şıkşıkıyye hutbesi şerhi).

                            Ömer, Guddame’nin cevabında ne söyleyeceğini bilemedi. Sonra ashaba şöyle dedi: “Bu adamın söylediklerini reddedecek bir sözünüz yok mu?”

                            İbn-i Abbas şöyle dedi: “Bu ayet, geçmiştekilerin özrü hakkında nazil olmuştur. Zira Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans oyunları birer şeytan işidir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz” Maide / 90.

                            Bu ayetin devamında da Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Ey iman eden, iyi işler yapan ve ellerinden geldiğince güzel yapanlar!” Maide / 93.

                            Allah (c.c), şarap içmeyi yasakladıktan sonra onu içenin artık takvası nerededir?

                            Ömer: “Doğru, şimdi ne söylüyorsun?” dedi.

                            Hz. Ali (a.s), ona seksen kırbaç vurulmasını emretti. O günden sonra da şarap içmenin cezası, seksen kırbaç olarak belirlendi. Müstedrek-i Hakim, c. 4, s. 376. Hakim bu hadisi naklederek sahih olduğunu belirtmiştir. Zehebi de Telhis’de bunu nakletmiş ve sahih olduğunu söylemiştir.

                            9) İbn-i Kayyim, bir gence aşık olup da ondan olumlu cevap alamayan bir kadının olayını anlatarak şöyle nakleder: Kadın gençten istediği cevabı alamayınca bir yumurta alıp, onun akını elbise ve iki bacağının arasına sürdü. Daha sonra Ömer’in yanına gelerek gencin kendisine tecavüz ettiğini iddia ederek yüksek sesle şöyle dedi: “Bu genç zorla bana tecavüz etti, beni ailem arasında rezil etti. Bunlar da o tecavüzünün sonucu olan meninin izidir.”

                            Ömer kadınlara emrederek onun, doğru söyleyip söylemediğini öğrenmelerini istedi. Kadınlar, elbisesinde ve üzerinde meni izi var dediler.

                            Ömer, genci cezalandırmak istedi. Genç yalvararak şöyle söylüyordu:
                            “Biraz daha araştırın. Allah’a yemin olsun ki ben, bu günahı işlemedim. Ben ona tecavüz etmedim. Beni kendisine sahiplenmeye davet etti ama ben kabul etmedim.”

                            Ömer orada bulunan Hz. Ali’den: “Senin bu konudaki görüşün nedir?” diye sordu.

                            Hz. Ali (a.s), kadının üzerinde meni olduğunu iddia ettiği elbiseye baktı. Daha sonra kaynar su isteyerek onun üzerine döktü. Elbise üzerindeki sıvı, katı bir beyaz halini aldı. Hz. Ali (a.s) daha sonra onu koklayarak şöyle buyurdu: “Bu yumurtanın akıdır!” Kadını biraz sıkıştırınca o, yalan söylediğini itiraf etti.Et-Turuk’ul-Hekime Fi’s- Siyaset’iş- Şer’iyye s. 27.

                            10) İbn-i Kayyim şöyle nakleder: Kureyiş’ten iki adam bir kadının yanına yüz dinar emanet olarak bıraktılar. Kadına: “Bunları, ayrı olarak gelirsek hiçbirimize verme” dediler.

                            Bir yıl sonra onlardan birisi gelerek: Arkadaşım öldü, dinarları bana teslim et dedi. Ama kadın vermeyerek şöyle dedi: Siz ikiniz ayrı ayrı geldiğiniz takdirde vermememi söylediniz. Ben de bu yüzden onları sana vermeyeceğim, dedi. Ama adam kadının akrabalarından yardım isteyerek, kadından dinarları aldı. Bir yıl sonra da ikinci şahıs gelerek kadından dinarları istedi.

                            Kadın: Arkadaşın gelip senin öldüğünü söyleyerek paraları aldı, dedi. Kadın ve erkek, olayı Ömer’e intikal ettirdiler. Ömer, kadının aleyhine hüküm vermek istedi.


                            Kadın: “Bu olayı Ali b. Ebi Talib’e bırak” dedi.

                            Ömer de olayı, Hz. Ali’ye bıraktı.

                            Hz. Ali (a.s), bu iki adamın, kadına oyun oynadıklarını anlayarak, o adama şöyle buyurdu: “Siz kadına, ikiniz ayrı ayrı olarak geldiğinizde paraları size vermemesini söylemediniz mi?”

                            Adam: “Evet, öyle dedik.”

                            Hz. Ali (a.s): “O halde git ve dostunu getir de bu kadın size parayı teslim etsin. Aksi takdirde onu almanızın hiçbir yolu yoktur!”
                            a.g.e. s. 30.

                            11) Ahmed b. Hanbel, İbn-i Abbas’tan naklen şöyle rivayet eder: Ömer namazda şüphe konusunda şaşırıp kalmıştı. Bu yüzden İbn-i Abbas’a şöyle dedi: “Ey genç! Peygamber (s.a.a)’den veya onun sahabelerinden birisinden, namazda şüphe eden birisinin ne yapacağına dair bir şey duydun mu?”

                            İbn-i Abbas şöyle dedi: Tam bu sırada Abdurrahman b. Avf gelerek: “Ne söylüyordunuz?” diye sordu.

                            Ömer: “Bu gençten, Peygamber (s.a.a)’den veya onun sahabelerinden, namazda şüphe eden birisinin ne yapacağına dair bir şey duydun mu? diye sordum” dedi.

                            Abdurrahman şöyle dedi: Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu duydum: “Ne zaman biriniz namazında şüpheye düşerse...”


                            Abdurrahman’ın verdiği fetva (bu hadisteki fetva), biz Şialara ulaşan hadislerin aksinedir.

                            Ömer’den buna benzer nakledilen olaylar oldukça fazladır. Bu olayların hepsi Ömer’in, bir şeyi öğrendiği anda ona tabi olduğunu göstermektedir. Buna rağmen bir şeyin doğru olduğuna inanmış olsaydı, kolay kolay onu terk etmezdi. Bu durumda kimseye de güvenmezdi. O, valilerine ve onların mali durumuna özel bir dikkat gösterirdi. En ufak bir bahaneyle onların malını Beyt’ul-Mala katardı. Onların kendilerini de tam bir katılık ile yargılardı. Hatta bazen evlerini bile yaktırırdı. Bu işi Sa’d b. Ebu Vakkas, Kufe valisi iken yapmıştı. Halk ona yapmak istediği işte engel olmak istediğinde, Durre isimli kırbacını eline alarak istediği gibi kullanırdı.

                            Bir gün sokakta bir grubun, Ubey b. Ka’b’ın peşine düşerek onu takip ettiklerini gördü. Tam bu sırada Durre’yi onun başına indirmek istedi. Ubey şöyle dedi:
                            “Ya Emirel-Müminin! Allah’tan kork.”

                            Ömer: “Arkanda yürüyen bu topluluk nedir ey Ka’b’ın oğlu? Bu davranışının, seni gururlu ve onları da rezil ettiğini bilmiyor musun?
                            ” dedi. Bkz. Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid. c. 1, s. 60.

                            Ömer’in Durresi, sahabelerin dehşete kapıldıkları bir azap gibiydi. Hatta şöyle söylenir: “Durre, Haccac b. Yusuf’un kılıcından daha korkunçtu.” a.g.e.

                            Kardeşi Ebu Bekir’e ağıt okuyan Ümmü Ferve ve sahabenin hanımlarından bazılarını Durre ile döverek onlara hiçbir ihtiramda bulunmamıştı. Aişe’nin itirazına itina göstermeyerek, halasını korumakta Ümm’ül-Müminine hiçbir saygıda bulunmadı. Durum öylesine vahim bir hale geldi ki, ağıt okuyan kadınlar dehşete kapılarak evi hemencecik boşalttılar.

                            Bu türden olaylar çok fazladır. Bu gibi durumlarda Ömer, ne duygularına kapılır, ne de işinin kötü sonucunu görürdü.

                            Bu konuda şunu bilmek yeterlidir ki Ömer, Hz. Ali (a.s) ve Peygamber (s.a.a)’in kızı Fatıma (a.s)’ın evinde Ebu Bekir’in hilafetine itiraz unvanında toplananlara şöyle dedi:
                            “Canımın elinde olduğu Allah’a yemin olsun ki, eğer Ebu Bekir’e biat etmek için dışarı çıkmazsanız, evi içindekiler ile beraber yakacağım.

                            Peygamber (s.a.a)’in değerli yadigarı Fatıma (a.s) ağlar bir şekilde dışarı çıktı. Hz. Ali ve Zübeyr’e neler yaptıklarını gördü. Kapının önünde durarak şöyle buyurdu: “Ne kadar da çabuk Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beytine saldırdınız!”
                            a.g.e. c. 1, s. 134.

                            Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s), Şıkşıkıyye hutbesinde Ebu Bekir’in hilafeti Ömer’e bırakması hakkında şöyle buyuruyor: “Ebu Bekir hilafeti kargaşalı bir yere yerleştirdi. Kaba sözlü, davranışları kırıcıdır. Birçok hatalar yapar, hatalarından daha fazla da özür dilerdi. Aynen azgın deveye binmiş birisine benzer. Yularını fazla çekersen, hayvanın burnu parçalanır; yuları boş bırakırsan, onu yüz üstü yere düşürür. Allah’a and olsun ki onun zamanında çeşit çeşit yanılgı, hata, itiraz ve renklere boyandı...”

                            Yorum


                              Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                              ŞURANIN KURULMASI EMRİ

                              Ömer’in, ölüm zamanı gelip yetiştiğinde kendisinden sonra halife seçilmesi için, Peygamber (s.a.a)’in ileri gelmiş sahabelerinden, altı kişiden oluşan bir şuranın kurulması emrini verdi. Hz. Ali (a.s) da bu altı kişinin içerisindeydi. O (Hz. Ali), Peygamber (s.a.a)’den sonra insanların en üstünü idi. Hz. Ali (a.s) İslam’ın en büyük yiğididir ki, mubahale ayetinde, Peygamber (s.a.a)’in canı ve nefsi olarak tanınmıştır. O, hiçbir zaman Peygamber (s.a.a)’den ayrı değildi, ilim şehrinin kapısıydı. Kim Peygamber (s.a.a)’in ilim şehrine girmek isterse, o kapıdan geçmelidir.

                              Of olsun bu şuraya! Birinci halifenin zamanında Hz. Ali (a.s) o kadar saf dışı bırakıldı ki, bugün O’nu bu altı kişiyle eşit tuttular. Ama Hz. Ali (a.s) bu şuranın her türlü dönemeçlerinde onlara uyum sağladı. Onlar hangi metodu uyguladılarsa, İmam Ali (a.s) da onlara uydu. Ama onlardan birisi, (Sa’d b. Ebu Vakkas) haktan yüz çevirip batıla koştu. Bir diğeri de, (Abdurrahman b. Avf) Osman ile olan akrabalığı vasıtasıyla bir takım işler yaptı. Sonuçta onlardan üçüncüsü (Osman), iş başına geçti. Şişerek hilafet koltuğuna oturdu. En büyük hüneri yemek ve yediğini dışarı çıkarmaktı.

                              Onun amca oğulları (Beni Ümeyye) kendisiyle beraber iş başına geçerek Allah’ın mallarını (Beyt’ul-Malı), aç bir devenin baharda sahranın otlarını yuttuğu gibi yuttular. Sonuçta onun da hayat defteri dürüldü. Yaptığı işler çöküşünü daha da hızlandırdı. Yuttuğu her şeyi dışarı çıkardı ve sonunda olmaması gereken şey oluverdi.

                              Bu şura uygunsuz azalara ve İslam tarihinde en kötü etkiyi bırakan sonuçlara sahipti. Bu senaryoda öyle çelişkiler vardı ki, Faruk gibi birisinden de beklenirdi doğrusu.

                              Ömer, hicretin 23. yılı, Zilhicce’nin 26’ında Cumartesi sabahı Fiyruzan (Ebu Lo’lo’)’dan aldığı hançer darbesiyle yaşamaktan ümidini kesince, ona şöyle dediler:
                              “Kendi yerine birisini tayin etseydin ne kadar iyi olurdu!”

                              Ömer şöyle dedi: “Eğer Ebu Übeyde-i Cerrah, hayatta olsaydı kendi yerime onu bırakırdım. Çünkü o, bu ümmetin eminiydi. Yine eğer Ebu Huzeyfe’nin kölesi Salim, hayatta olsaydı, onu kendi yerime bırakırdım. Zira Allah’ı çok candan severdi.

                              Ömer’e, oğlu Abdullah’ı halife yapmasını önerdiler, ama o kabul etmedi.

                              Halk dışarı çıktı, sonra geri dönerek şöyle dediler:
                              “Kendinden sonra kimin halife olacağını vasiyet etmen iyi olur.”

                              Ömer şöyle dedi: “Ben, size söylediğim ilk sözden sonra, sizi herkesten daha iyi hakka yöneltecek birisini halife yapmayı düşündüm. (Hz. Ali’ye işaret ediyordu.)”

                              Oradakiler: “Peki ne oldu da böyle yapmadın?” dediler.

                              Ömer:
                              “Ne yaşadığım müddetçe, ne de öldükten sonra onun hilafetine tahammülüm yoktur!!” dedi.

                              Daha sonra şöyle dedi:
                              “Sizlere vasiyet ediyorum ki, ismini saydığım kişiler bir şura kursunlar. İstişareyle aralarından birini halife olarak seçsinler. Hilafete ulaşan şahısa yardımcı olun. Bu şahıslar şunlardır: Ali, Osman, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebu Vakkas, Zübeyr ve Talha.

                              Bu sırada adı geçen altı kişiyi çağırarak onlara şöyle dedi: “Eğer ben ölürsem, benim yerime “Sühayb” namaz kıldırsın. Sizler de üç gün boyunca istişareyle meşgul olmalısınız. Dördüncü gün içinizden birisi mutlaka halife olmalı.”


                              Ebu Talha Ensari’ye de emir verdi ki, Sühayb ile beraber, Ensar’dan elli kişi seçerek bu altı kişiyi gözetimi altında tutmasını ve ölümünün dördüncü günü, halifenin mutlaka seçilmiş olmasını istedi. Ömer, bu üç gün boyunca Sühayb’ın namaz kıldırmasını ve bu altı kişinin de bir evde oturarak, Sühayb ve Ebu Talha’nın adamlarıyla beraber kapının önünde yalın kılıçla beklemeleri emrini verdi.

                              Daha sonra Ebu Talha’ya şöyle bir emir verdi:
                              “Eğer beş kişi bir şahısta toplanır da birisi muhalefet ederse, boynunu vurun. Eğer dört adam birleşir de iki kişi muhalefet ederse, o iki kişinin boynunu vur. Eğer ikiye ayrılır da üçer üçer olurlarsa, halifelik Abdurrahman’ın içlerinde olduğu gruba aittir!!!

                              Diğer üç şahısı oluşturan grup muhalefette ısrar ederlerse, onları da öldürün. Eğer üç gün sona erer de bir halife seçemezlerse, altı kişinin hepsini öldürün! Bundan sonra Müslümanlar şurayı oluştursunlar ve istedikleri birisini halife olarak seçsinler.”


                              Bu, Ömer’in, şuranın kurulmasıyla ilgili düsturunun özetiydi.

                              Yorum


                                Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                                ŞURAYI OLUŞTURANLAR

                                Bizim özet olarak naklettiğimiz şuranın kurulma emri tevatür haddine ulaşmıştır. İbn-i Esir, bu olayı “Kamil”in 3. cildinin 23. Yıl hadiselerinde nakletmiştir. Taberi bu olayı Ümem ve Müluk Tarihinin 23. Yıl vakıalarında, İbn-i Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehc’ül-Belağa c. 1, s. 62’de nakletmiştir.

                                Ömer, kendisinin de söylediği gibi, ne hayattayken ne de öldükten sonra hilafete birisini seçmeyi tahammül edemiyorsa, o zaman nasıl kendisine zahmet vererek sonucu daha kötü olan bir durum meydana getirdi ve tüm ümmet arsından altı kişiyi seçti ve onların halife olabileceklerini söyledi. Sonra da işi öylesine ayarladı ki her halükarda Osman halife olsun!
                                Eğer İbn-i Ebi’l-Hadid’in şerhine (c. 1, s. 62) müracaat edecek olursanız, şaşırtıcı şeylerle karşılaşırsınız.

                                Hz. Ali (a.s) bunu duyunca şöyle buyurdu: “Hilafet bizden uzaklaştırıldı.” Amcası Abbas -elbette Kamil-i İbn-i Esir ve Tarih-i Taberi’nin nakline göre- “Nereden anladın?” diye sorduğunda, İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Osman’ı benimle bir kefeye koyarak, hilafet çoğunluk olan gruba aittir. Abdurrahman ise Osman’ın damadı olduğundan ona muhalefette bulunmayacaktır. Eğer iki gruba ayrılıp üçer üçer olurlarsa, Abdurrahman b. Avf’ın içinde olduğu gruba aittir. Sa’d b. Ebu Vakkas da kesinlikle amcası Abdurrahman’a muhalefet etmeyecektir. Eğer diğer iki kişi benimle olsa dahi hiçbir faydası yoktur.”

                                Ömer’in, böyle bir senaryo sergilemesinden daha büyük tahammül nedir ki ona tahammülü olmasın? Osman’ı halife olarak tayin etmesiyle, sonunda onun halife olacağı bir senaryo düzenlemek arasında ne fark vardır? Daha da önemlisi, ona muhalefet edecekler öldürülecekti.

                                Keşke Ömer, Osman’ı veya başka birini halife yapmak istediğini vasiyet etseydi de, Rumlu köle Sühayb ve Ebu Talha Ensari’yi askerlerle beraber onların başına dikerek bir karara varmazlarsa öldürülmelerini emretmeseydi!!

                                Eğer hilafeti istediği birisine vasiyet ederek bıraksaydı, İslam ümmeti, halifenin kanını hafife almazdı. Halife kanı dökmeyi, az bir şey olarak algılamazlardı. Ümmet, Sühayb adlı bir kölenin halifeye cenaze namazı kıldıracağını ve halifenin yerine cemaat imamlığı yapacağını bilmemiş olurdu.

                                O, halife adaylarını o kadar küçük görüyordu ki;
                                “eğer Ebu Übeyde veya Salim hayatta olsaydı, onlardan birisini halife yapardım” diyordu. Bu iki şahısı, şurayı oluşturan altı kişiden daha üstün görüyordu. Halbuki o altı kişi arasında “Peygamber (s.a.a)’in manevi kardeşi, hak halifesi, varisi, Peygamber (s.a.a)’in dostu, bu ümmetin Harun’u, ümmetin en isabetli hükmedeni ve adili, hikmet evinin kapısı, Peygamber (s.a.a)’in ilim şehrinin kapısı ve kitap ilminin yanında olduğu şahıs (Hz. Ali (a.s)) da bulunmaktaydı.”

                                Bundan da öteye, (onların; halife Kureyş’ten olmalıdır” dediklerine göre) Salim ne Kureyş’tendi, ne de Arap ırkındandı. O İran’ın “İstahr” veya “Erbed” şehirlerindendi. O, Utbe b. Rabia’nın oğlu Ebu Huzeyfe’nin karısının kölesiydi.

                                Nevevi, Sahih-i Müslim’e yazdığı şerhin İmamet bölümünde ve diğerleri de kendi kaynaklarında şöyle yazarlar: Nass ve fetva açısından Arap olmayan birisinin halife olamayacağına dair icma vardır?! O halde Ömer nasıl böyle söyleyebiliyor:
                                “Eğer, Ebu Huzeyfe’nin kölesi Salim hayatta olsaydı, onu halife yapardım?!”

                                Bazıları Ömer’den taraf mazeret getirerek: “Bu onun içtihadı ve şahsi görüşünden kaynaklanıyordu” demişlerdir! Örneğin: “El-İstiab” yazarı, Salim’in biyografisinde bunu söylemiştir.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X