Bismillahirrahmanirrahim
Zeyd b. Ali'yi destekleyenlerin başında "Zeyd'in kıyamı Resulullah'ın Bedir'e çıkışı gibidir" diyen Ebu Hanife ile "Zeyd'in yolu haktır. Ona yardım etmeyene ve onunla savaşana eyvahlar olsun" diyen İmam Bakır (as) gibi şahsiyetler yer almaktaydı. Zeyd b. Ali tüm taraftarlarını bir araya toplayarak onlara şöyle dedi: Biz sizleri Allah'ın kitabına, Resulullah'ın sünnetine, zalimlerle savaşmaya, mustaz'afları savunmaya, mahrumların hakkını almaya, beytülmali taksime, zorla alınmış malları iade etmeye, hakkımızı tanımayıp bizlerle savaşan kimselerle savaşmaya davet ediyoruz. Bu esas üzere bizlere biat ediyor musunuz?"
Orda olanların hepsi bu ilkeleri kabul ederek Zeyd b. Ali'ye biat ettiler. Taberi, Zeyd'e biat edenlerin beş yüz kişi civarında olduğunu söylüyor. Elbette ki Zeyd b. Ali'ye binin üstünde insan kendisiyle birlikte kıyam edeceğine dair söz vermişlerdi. Anlaşılan Küfe halkı vefasızlığını bir defa daha ortaya koyuyordu. Küfe tarih boyunca vefasızlık şehri olarak anıldı. Hişam b. Abdulmelik b. Mervan zamanında Zeyd b. Ali, Kehane adlı bir yerde Şam ordusuyla şiddetli bir savaşa girdi. İlk etapta Zeyd'in askerleri Şam ordusunu yenilgiye uğrattı ve hızla ilerlemeye başladı. Ama çok geçmeden Şam'dan yardımcı birlikler yetişti ve bir anda durum tam tersine gelişmeye başladı. Zeyd'in cesur ve kahraman ordusuyla savaşamadığını gören Şam ordusu onları ok yağmuruna tuttu. Bu arada talihsiz bir ok Zeyd'in alnına isabet etti ve Zeyd böylece şahadete erdi. Zeyd şehit olunca taraftarları da bozguna uğradı. Zeyd'in cesedini kabrinden çıkaran Şam ordusu onu önce çarmıha gerdiler daha sonra da ateşe vererek yaktılar. Zeyd'in en büyük askeri hatası taraftarlarıyla vadeleştikleri zamandan çok daha önce kıyam etmesiydi. Zira önceden kararlaştırıldığı üzere Sefer ayının başında kıyam edilecekti. Ama Zeyd 23 Muharrem'de kıyam etti. Dolayısıyla Medain, Basra ve Hire'deki bir çok dostu bu kıyama iştirak edemedi. Ama Zeyd b. Ali'nin şahadetiyle davası ve yolu bitmedi. Zeyd'in taraftarları onun yolunu sürdürdüler. İmam Hüseyin (A)'ın kabri bu inkılâpçıların karargahı ve askeri hareket üssü konumundaydı. Nitekim Zeyd'in oğullarından Yahya, Hüseyin ve İsa sırasıyla Emevi sultasına karşı inkılapçı bir kıyam gerçekleştirerek babalan olan Zeyd'in haklı davasını sürdürmeye çalıştılar.
Velhasıl Hz. Ali ve oğlu İmam Hüseyin'in zulüm ve adaletsizlikler karşısında takındıkları uzlaşmazlık ve caydırıcılık metodu tarih boyunca bir çok kahraman ve özgür düşünceli insanlara ilham kaynağı olmuş ve onları zalim sulta aleyhine kıyama teşvik etmiştir. Görüldüğü gibi bütün bu kıyamlar, ilk etapta büyük bir başarıyla gerçekleşmiş, ama daha sonra çıkan nefsani bir takım ihtilaflar veya halkın vefasızlığı sebebiyle yenilgiye uğramış, tarihe karışmıştır.
Burdan da anlıyoruz ki, bir inkılabın başarıya ulaşmasındaki en önemli faktör inkılapçı unsurların vahdeti ve halkın inkılab rehberine olan bağlılık ve vefadarlığıdır. Elbette ki bu kıyamda düzen ve planlı bir hareketin de büyük bir rolü vardır. Zaten bu yüzdendir ki kafirler daima müslıımanlar arasında ihtilaf çıkarıyor, halkı alimlerden koparmaya, batıcı aydınlara bağlamama çalışıyor ve de halk ile alimler arasında büyük bir uçurum meydana getirmek istiyorlar. Böylece de kendi sultalarını sürdürmeye mahrum halkları sömürmeye devam ediyorlar. Halk alimlere alimler de halka güvenemiyor. Radyo televizyon ve gazetelerde hep batıcı aydınlar boy gösteriyor. Sanırsın ki bu ülkede bir tek alim yok. Görülen alimler de rejimle uzlaşmış ve toplumda hiçbir etkinliği olmayan kimselerdir. Hatta rejim bazı halk kıyamlarında bu alimlerden istifade ediyor ve mahrum halkın taşan hınç ve kinini bu din adamlarının uzlaştırıcı ve barıştırıcı nasihatleriyle dindiriyor. Nitekim Erzurum'da böyle oldu. Sokağa dökülen halk karşısında rejim "Naim Hoca"ya sığınmak zorunda kaldı ve hoca da bu tarihi misyonunu ifa ederek halkın haklı direnişini çok iyi bir şekilde bastırdı.
Ama bilinmelidir ki Müslüman ve mustaz'af halk ile gerçek alimler (din adamları değil) birleşmedikçe, halk alimlere alimler de halka teveccüh etmedikçe hiç bir birlik ve beraberlik sağlanamaz. Vahdet ve birlik sağlanmadıkça da bu ülkede hiç bir adım atılamaz. O halde ilk iş halk ve alimlerin birbirine teveccüh etmesi ve alimlerin mustaz'af halkın dertleriyle yakından ilgilenmesidir. Bugün artık ihtilaf ve fitne de en büyük günahtır. İslam'ın tehlikede olduğu bir ülkede grupsal çıkarların söz konusu edilmesi affedilmez bir suçtur. Dolayısıyla böyle bir ortamda Müslümanlar olarak kafirler, fasıklar ve münafıklar karşısında birleşmek zorundayız. Küfür tek bir millet olduğu halde bizler de tek bir millet olmakla yükümlüyüz. Halk sorunlarının halli için alimlere gitmeli, camiler halkın dertlerinin dinlenildiği bir merkez haline gelmelidir. Bu kardeşlik ruhu toplumda hakim hale gelmediği müddetçe hiç bir olumlu çaba içine girilemez. Bugün mahrum ve mustaz'af halkımız kan ağlıyor. Tüm ülke bir kaç vurguncunun eliyle talan ediliyor, acımasızca yağmalanıyor. Halk yavan ekmek bulma derdinde iken, mutlu azınlık milyarlarca dolarları yoldan geniş boğazlarına indirmenin zevki içindeler. Bütün bu olanlara ise bir halk olarak ezici bir çoğunluk olarak seyirci kalıyoruz. Grupsal çıkarlarımızla uğraşıyoruz. İntiharlar, fuhuş, fesat ve zenginle fakir arasındaki uçurum gittikçe artıyor, büyüyor. Bütün bunlara dur demenin zamanıdır! O halde ilk önce İslami manada kardeş olmalıyız. Bütün bu olanlardan hepimiz sorumluyuz. Bosna-Hersek, Afganistan, Filistin, Mısır, Cezayir, Lübnan.., kan ağlıyor. Artık ne zamana kadar sabredeceğiz, şahsi ve grupsal çıkarlarımızla uğraşacağız. "Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. işte onlar için büyük bir azab vardır." (Al-î İmran/105)
Yorum