Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Şehid Cüheyman El-Uteybi Ve Şanlı Kabe Kıyamı

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Şehid Cüheyman El-Uteybi Ve Şanlı Kabe Kıyamı


    "Allah, Beyt-i Haram (Olan) Kabe'yi İnsanlar İçin Bir Kıyam Yeri (Ayaklanma Yeri) Kıldı..." Maide 97

    21 Kasım 1979 günü Suud hükümetinin yayınladığı bir bildiride şu ifadelere yer veriliyordu: "İslam dininden çıkan bir zümre 1 Muharrem 1400 günü sabah namazını fırsat bilerek beraberlerindeki silah ve mermilerle birlikte Kabe'ye sızdılar."

    Hemen ardından Dışişleri bakanı Suud el-Faysal bu zümreyi "aşırı" ve "deli" diye tanımlayarak şöyle diyordu: "Aşırılardan ve delilerden bir gurup..."

    Suud veliahdı ise, küfürler sözlüğüne yine kelimeler ekleyerek: "Manyaklar" , "Din ve vatan düşmanları" gibi ifadelerle duygularını açıklayacaktır.

    Öte yandan Prens Misal bin Abdulaziz'in düşüncesi ise şuydu: "Kabe olayı, İslam'a karşı yapılan haçlı saldırılarının bugüne varan uzantısıdır."

    Evet... Gerçekte ise olay ne idi? Kamu oyunda "Kabe olayı", "Kabe baskını" gibi ifadelerle dile getirilen eylemin mahiyeti, içyüzü ve kahramanları kimlerdi?.. İddia ve ilan edildiği gibi bir gurup "manyak" ve "İslam dininden çıkmış" "sapık", "haçlı saldırılarının bir uzantısı" olarak Kabe'ye saldırmış ve bu kutsal mekanı ele mi geçirmişti? Yoksa, tüm dünyayı bir ahtapot gibi sarmış bulunan kitle iletişim mekanizmalarının dişlileri, bu hadisede de genelde dünya özelde ise müslüman kamu oyunu tam ters istikamette yönlendirmek için dönmeye mi başlamıştı? Nitekim, feraset sahibi insanlar için daha olayın başında malum olan bu ihtimalin gerçekliği; bir süre sonra dost-düşman herkesçe anlaşılacak ve "Kabe baskını"nın, Cüheyman el-Uteybi liderliğinde bir gurup samimi ve ihlaslı mücahidin, bu kutsal beldeyi münafık Suud Rejiminin tahakkümünden kurtarma teşebbüsü olduğu görülecekti.

    Yeni hicri yılın (1400) ilk günü... Günlerden Salı... Sabah ışıkları henüz ortalığı aydınlatmaya başlamadan biraz önce... Kabe çevresindeki caddelerde duran arabalardan yolcular iniyordu. Yaklaşık 1000 kadar silahlı, Şeyh Muhammed b. Sebil'in imamlığında sabah namazının kılındığı Mescid-i Haram'a girdi. Biraz sonra Haram ele geçirildiğinde bir gurup silahlının "Allahu Ekber" nidaları mescidi çınlatırken diğer bir gurup da mescidin kapılarını kapatıyor, Kabe'nin güvenliğinden sorumlu olan güvenlik birliklerini tutukluyorlardı. Üçüncü bir gurup da Mekke semasına kuşbakışı hakim olan minarelere doğru yönelmişlerdi.

    Kabe'nin dışında ise devrimci guruplar arka tarafı güvenlik altına alabilmek için Mekke içerisinde uzanan Ebu Kubays dağında mevzilendiler. Sızan bazı haberler Kabe çevresindeki evlerde de devrimcilerin olduğunu vurguluyordu.

    Bu arada, Kabe'nin içerisinde bulunan çok sayıda gizli polis tabanca ve sopalardan ibaret hafif silahlarıyla devrimcilere karşı koydular. Devrimcilerin yoğun ateşi önünde düzenin polisleri kaçmak zorunda kaldı., bir tanesi öldürüldü, iki tanesi yaralandı. Aynı anda devrimciler, hurma dolu varilleri mescidin içerisine yerleştiriyorlardı.

    Genelde devrimcilerin silahları, otomatik tüfeklerden oluşuyordu. Ayrıca ağır makinalılar, eski yapı tüfekler, tabanca ve hançerleri de vardı.

    MÜCAHİDLERİN SİYASİ İSTEKLERİ

    Devrimcilerden bir tanesi mikrofonlar aracılığı ile isteklerini ilan ediyordu:

    1. Batıdan ithal edilen kültür, taklid ve değerlere son verilerek islamiyetin adaletli kültür ve değerlerinin yerleştirilmesi, emperyalist batılı ülkelerle ilişkilerin kesilmesi.

    2. Babadan oğula geçen kraliyet düzeninin yıkılarak İslam devletinin kurulması, hain Suud ailesinin yargılanması ve halktan çaldıklarının geri verilmesi.

    3. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen, ülkeyi emperyalistler ve yabancı firmalara otlak yapan Kral Halid ve ailesinin kafirliklerinin ilan edilmesi.

    4. İslam'a ve müslümanlara karşı düşmanca tutumu nedeniyle ABD'ye petrol ihracatının durdurulması, ülkenin ihtiyaçlarına uygun olacak şekilde petrol üretiminin azaltılarak Milli Servetin heder edilmemesi...

    5. Arap yarımadasını ellerine geçiren tüm yabancı askeri uzmanlar ve danışmanların yurt dışı edilmesi, yabancı askeri üstlerin kaldırılması...

    Rejim, devrimcilerin esas isteklerini örtbas etmeye ve olayın siyasi boyutlarını geçiştirmeye uğraştı. Nitekim içişleri bakanı Nayıf şöyle bir açıklamada bulunmuştu:

    "Olay, siyasi içerikten oldukça uzaktır."

    Fahd ise şöyle diyordu:

    "Bu cemaat, beklenen Mehdi etrafında bir araya gelmiş fertlerden başka birşey değildir."
    içişleri bakanı ayrıca şunları da söylüyordu:

    "Ne siyasi bir istekte bulundular ne de ABD'den petrolün kesilmesini istediler."

    "Onlar, yalnızca Mehdi el-Muntazır'a (beklenen Mehdi'ye) biat edilmesi için savaştılar."

    Hükümetin 21 Kasım 1979'da yayınladığı ilk bildirisi, devrimcileri, "İslamiyetten çıkmış bir zümre" diye nitelendiriyordu.

    Nayıf da, diğer bakanlar ve prensler gibi onları "dinden çıkmışlar" olarak görüyordu.

    Tüm gazeteler ve haber ajansları iyi biliyorlardı ki devrimcilerin siyasi istekleri vardı, biraz önce bir kaç tanesini sıraladık. Cidde'deki Fransa haber ajansı muhabiri şöyle diyordu:

    "... 'Mekke olayı herhangi bir siyasi etkenden çok uzaktır' şeklindeki resmi açıklama, Cidde'deki ilgili taraflar arasında kuşku uyandırdı."

    Gazete, Washington Post'dan naklederek şöyle devam ediyor:

    "Mescid'i Haram'a silahlı saldırı, Suud hükümeti ve iktidara doğrudan bir meydan okuma sayılır. Olayı, güvenliğin hakim olmasıyla sona erecek bir vaka şeklinde değerlendirmek çok büyük bir yanlışlıktır."

    Aynı gazete daha sonraki sayılarından birinde bu makaleyi tamamlarcasına şöyle diyordu:

    "Kabe ayaklanmasının amaçları, Mehdi el-Muntazar'ın ortaya çıkması şeklinde anlatıldı. Ama siyasi amaçları gözden kaçmadı."

    İşin ilginç tarafı ise Suudlu bir yetkilinin Amerika'nın Newsweek dergisine yaptığı açıklamada: "Mescid-i Haram'ı işgal eden cemaatın amacı Arap yarımadasında endişe ortaya çıkarmak ve istikrarsızlıklar oluşturmaktı." demesiydi. Demek, böyle bir amaç bile Suud yönetimi nazarında siyasi kabul edilmiyordu.

    Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat da devrimciler için: "İranlı şiiler" diyordu.

    Aslında hükümet, nasıl kurtulacağını bilemediği bir çıkmaza girmişti. Hatta o sıralarda Tunus'ta toplantı halinde bulunan Arap Zirve konferansına katılan gazeteciler ve gözlemciler Fahd'ın yüzünde büyük bir huzursuzluğun varlığını sezdiler. Görüşmelere katılmaya son verdi. Suud heyetinin katılmaması nedeniyle önemli karar tasarılarında birisi gündemden kaldırıldı. (Burada Lübnan heyetinin Suud desteği ile sunmak istediği Güney Lübnan konusuna ilişkin karar taslağına işaret etmek istiyoruz.)

    Eylemin başlangıcından iki gün sonra devrimcilerin uyruklarına ilişkin esrarengizlik kayboldu. Devrimcilerin dörtte üçü Arap yarımadasından idiler. Yarımadadaki asil Arap kabilelerinden... Uteybe, Yam, Matir Semr ve Arize gibi... Yabancı basında dahi konu açıklandı.

    Kahire'de yayınlanan el-Ahram gazetesi: "Silahlılar, geçtiğimiz 35 yıl boyunca Suud ailesine karşı mücadele eden Uteybe kabilesi fertlerin dendir." diye yazmıştı.

    Suud basını, devrimcilerin uyruklarını karıştırdığı gibi sayılarını da saptırıyordu. Kabe imamı Şeyh Muhammed b. Sebil'in devrimcilerin adetlerinin 1000 kadar olduğunu vurgulamasına rağmen prens Nayıf, 8 Ocak 1980 günü Riyad üniversitesi öğrencileri ile yaptığı görüşmede gerçekten gülünç bir açıklama yaptı:

    "Sayıları bir elin parmak sayılarını geçmeyen bir gurup Kabe'ye girmeye karar verdiler!"

    Bir başka ilginç olay ise, Tunus Zirvesindeki Suud heyeti üyelerinden bir tanesinin Lübnan'da yayınlanan el-Envar gazetesi muhabirine, devrimcilerin sayılarının 30 olduğunu bildiren açıklamayı yaptığı, aynı gün başka bir Suudlu yetkilinin Monte-Carlo Radyosuna 200-300 silahlı diye bilgi vermesiydi.

    SUUD TAHTININ KORUNMASI İÇİN SEFERBERLİK

    Kabe ayaklanması Suud yönetimi için çok şiddetli idi. Nitekim varlığını sarsmıştı. Yetkililerin kalblerine korku yaymış, şimşekler çakmıştı. Kurtulamayacakları bir çıkmaza girmişti. Bütün davranışları ve hareketlerinde endişe, şaşkınlık ve tereddüt kendini gösteriyordu. Nasıl hareket edeceklerini bilemiyorlardı. Ne söyleyecektiler? Suud yönetimi enformasyon bakanı Muhammed Abdu Yamani, bir gazetecinin, Suudluların çelişkili beyanatlarının nedenine ilişkin bir sorusuna şöyle cevap veriyordu:

    "Ne yapayım? Savunma ve içişleri bakanları ile temas kurdum. Kabe'nin işgal haberini yayınlayalım mı, yayınlamayalım mı diye sordum. Sağlam bir haber alamadım."

    Bu arada Milli Muhafız Birlikleri başkanı Prens Abdullah acil bir şekilde ülkeye dönmüştü. Kendisini endişeye ve kedere kaptıran Prens Fahd ise ülkeye dönmekte yavaş davranıyordu.

    Olayın tamamıyla gün ışığına çıkmasının ardından, yönetim, yıkılmaya yüz tutan Suud tahtının korunması için seferberlik ilan ederek ülke tarihinde ilk defa bazı önlemleler alıyordu. Bu önlemlerin en barizleri şunlardı:

    1. Olay günü, hükümet, polis ve askerleri dolaylı olarak silahlardan arındırdı. Silahların mermilerden arınmasını ve depoların kapatılmasını istedi. Bu olayı Cidde'deki polis müdürlerinden birisi şöyle yorumluyordu:

    " O günlerde, ellerinde bıçaklı bir gurup eşkiya üzerimize saldırsa geri döner kaçardık."

    Ayrıca, Milli Muhafız birlikleri ve orduda geniş çaplı arındırma kararları alındı. Özellikle istihbaratta olamak üzere her rütbeden çok sayıda subay kararların kapsamına girdi.

    2. Bakanlıklar ve Cidde'deki Amerika Birleşik Devletleri büyük elçiliğin korumaları yoğunlaştırıldı. Bakanlıkların kapılarını, bir askerin yerine üç askerin koruduğu ve zırhlı bir aracın Amerika Büyük Elçiliği binası yakınlarında beklediği gözden kaçmıyordu.

    3. Arap yarımadasının her tarafında sıkı önlemler alındı. Bu önlemler şunlardı:

    a) Yönetim aleyhinde afişlerin dağıtılması korkusuyla postaya denetleme konuldu.

    b) Bütün yollarda, çelik elbise giyili Milli Muhafız Birliklerince kimlik kontrolleri için güvenlik noktaları kuruldu. Hatta aralarında sadece 70 km. olan Mekke-Cidde yolu dahi kesilmişti.

    c) Mekke, Medine ve Taif'te sokağa çıkma yasağı yürürlükte iken bakan Muhammed Abdu Yamani, sokağa çıkma yasağı haberini yalanladı. Ancak haber dışarıya kadar taşmıştı. Kahire'de yayınlanan el-Ehram gazetesi şöyle diyordu:

    "Suud makamları Medine-i Münevvere, Taif ve Mekke'de sokağa çıkma yasağı ilan etti."

    d) Silah kaçakçılığını önlemek için Arap yarımadası kara ve deniz kıyılarında güvenlik artırıldı.

    4. Suud makamları, iki hafta içerisinde, özellikle İranlılar ve Pakistanlılar olmak üzere çok sayıda yabancıyı sınırdışı etti. Yabancıların yurtdışına taşınması için resmi makamlar, aralarında 10 adet Jumbo Jet, 747 tipi uçağın da bulunduğu toplam 26 uçak kullandılar.

    Özellikle Araplar olmak üzere tüm yabancıları dışarıya göndermek için yeni pasaport şubeleri açtılar.

    5. Medine'deki İslam Üniversitesi ve Mekke'deki Şeriat Fakültesi öğrencilerinin devrimci mücahidlere katılmaları veya suud cehenneminden kurtulmaları için onlara yardımcı olmaları nedeniyle İslami üniversiteler ve ilmi enstitülerin kapatılması için hükümet karar yayınladı.

    6. Basın mensuplarının inkılapçılarla temas kurmasını yasaklayan hükümet, etraftaki Amerikan askeri araçlarını görmemeleri ve gizli kapaklı haberleri yaymak amacıyla, basın mensuplarını Mencid-i Haram'a dahi yaklaştırmadılar.

    İşte bu durum, Economist dergisi muhabirini şöyle demeye zorlamıştı:

    "Suudi Arabistan hükümeti, basın mensuplarına görme izni verecek kadar cömert olamadı. Geçtiğimiz ay Mekke'de meydana gelen şiddet olaylarından sonra bu konuda daha titiz davranılmaya başlandı. Şu anda, Mescid-i Haram'a saldıranların çoğu açıkça gösterildi. Bu olay 10 yıl öncesinde Hava kuvvetlerinin devrim girişiminden bu yana Suudi Arabistan'da meydana gelen en tehlikeli olaydı.

    7. Olayın olduğu günden itibaren iç ve dış telefon bağlantıları kesildi. Tunus'ta düzenlenen 10. Arap Zirve Konferansında bulunan Prens Fahd, Cidde ile telefon görüşmesi yapmak ister. Ancak bu, mümkün olmayınca, heyet acilen dönmeye karar verdi.
    Haberin doğruluğu etrafında yetkililer çelişkili sözler ediyorlardı. Haberin yalan olduğuna ilişkin olarak telgraf bakanı şöyle diyordu:

    "Dünya haber ajanslarının, Suudi Arabistan'la dış dünya arasındaki uluslararası telefon bağlantılarının kesildiğine ilişkin haberleri doğru değildir. Olay sadece geçtiğimiz salı günü meydana gelen ve sadece dört saat devam eden normal teknik arızadır." Ancak Prens Abdullah, olanların doğru olduğunu itiraf ederek:

    "O bir hatadır." diyecekti.

    Savunma bakanı ise olanın bir hata olduğunu itiraf etmeyerek şöyle yorumluyordu:

    "Telefonlara gelince, bir kaç saat durduruldu. Çünkü Kabe'deki silahlı eylemin ne olduğu hakkında bir şey bilmiyorduk. Durumu
    anladığımızda herşey normale döndü."

    İçişleri bakanı Nayıf b. Abdulaziz de başka bir şekilde yorumluyordu.:

    "Telefonlar bir takım sakıncalar nedeniyle kesildi. Olayların gerçekten saptırılarak dışa aktarılacağından korkuyorduk. Olayın vuku buluşandan 24 saat sonra yayınlanan ilk bildiri ile kesintiyi kaldırdık."

    8. Milli Muhafız Birlikleri başkanı Prens Abdullah b. Abdulaziz, inkılapçıları ezmeye katılmak amacıyla Fas ziyaretini keserek yarımadaya döndü. Ülkeye dönüşünün ardından derhal Amerika büyük elçisi Jhon West'i kabul etti. İngiltere'deki İslam Konseyi'nin Kudüs etrafında düzenlediği milletlerarası bir konferansa katılması için Londra'ya gitmesi kararlaştırılan Prens Fahd ise programını değiştirdi. Fahd, konseye Mekke olayları nedeniyle ülkesini terk edemeyeceğini bildirdi.

    9. Ordu birlikleri, Milli Muhafız Alayı, iç güvenlik kuvvetleri ve istihbarat teşkilatında tanı seferberlik ilan edildi. Silahlı kuvvetlerdeki bütün izinler iptal edildi. Hatta sokağa çıkma yasağı nedeniyle birliklerine katılamayan askerleri, evlerinden askeri arabalar taşıdı. Öte yandan iç güvenliğin sorumluluğunu Milli Muhafız Birlikleri üstlendi. Piyadeler ve zırhlı kuvvetler, kentlerin girişlerine ve bakanlıklara yığıldılar. Bu arada caddelerde ve mahalle aralarında devriye birlikleri göreve başladı.

    10. Hava alanları 6 saat süreyle kapatıldı. Suudlu yetkililer bunu itiraf ettiler. Ancak her biri konu ile ilgili emirleri vermek sorumluluğunu yalanladı. Nitekim el-Hawadis dergisi yazı işleri müdürü Selim el-Luzi, Prens Abdullah, Prens Sultan ve Prens Nayıf'la söyleşiler yaptı. Birincisi şöyle cevap veriyordu:

    "Hava alanlarının kapatılması için bir karar yayınlanmadı. Hava trafiği, kararla değil de sakınca nedeniyle durdu. Kanıma göre, olay faillerinden birinin dışarıya kaçmasından korkuluyordu."

    İçişleri bakanı ise şöyle diyordu:

    "İçişleri bakanlığı böyle bir karar ve emir yayınlamadı."

    Hava alanlarının tekrar açılmasından sonra giriş-çıkış yapanlar için sıkı kontroller yapılmaya başlandı. Hava alanındaki elektronik kontrol ve televizyon göstericisi cihazlarının sayılarının kat kat" çoğaldığı dikkat çekiyordu.
    İşte sallanmakta olun tahtın korunması için seferberlik ilanının ilk anlarından itibaren Suud yönetiminin aldığı tedbirler bunlardı.

    FÜZELER KABE'Yİ DÖVÜYOR

    Tarih boyunca üç tağut Kabe'nin kutsallığını çiğnemeye girişti. Birincisi Kabe'yi yıkmak için ordusu ve fili ile saldıran Ebrehe el-Esrem idi. Ancak, "Allah (cc) üzerlerine Ebabil kuşlarını gönderdi. (Kuşlar) onlara (pişmiş) çamurdan (siccilden taşlar) atıyorlardı. Ve Rabbin onları yenik ekin yaprakları haline getirdi."

    İkincisi ise, Kabe'yi mancınıklarla döven Emevili tağut Yezid b. Muavi-ye idi. Üçüncüsü ise, adamları Kabe'de toplanan Abdullah b. Zübeyr ayaklanması esnasında Kabe'nin bir kısmını yıkan, Halife Abdulmelik'in valisi Haccac b. Yusuf es-Sekafî'dir.

    İşte yine tarih tekerrür ediyor. Mukaddes topraklar çiğneniyordu. Masum müminleri öldürmek ve Beytullah'ı çiğnemek için kafirlerden yardım isteyen çağdaş tağut Suud ailesi, müslümanları öldürüyordu. Aynen, inkılapçı şehid Cüheyman'ın içişleri bakanı Nayıf a dediği gibi: "Şimdi, Beytullah'ı yıkmak ve müslüman bir insanı öldürmek için kafirlerden yardım istediğiniz için sizleri kafir olarak gördüm."

    Yönetim, Kabe'nin kutsallığını çiğnemeden önce cani hareketine yasal-lık kazandırmak için basın organları aracılığı ile, içte ve dışta propagandalar yaparak, silahlıların elinde rehinelerin bulunduğu şayiasını yaydı. Yönetimin ilk bildirisi, Mescid-i Haram'da bulunan müslümanların canlarının korunması için önlemler alındığını kaydediyordu. Tunus'taki Suudlu bir yetkili şöyle diyordu: "Saldırganlar dün gece geç saatlere kadar 100 kadar rehineyi ellerinde bulunduruyorlardı."

    İçişleri bakanı ise Kuveyt'te yayınlanan es-Siyase gazetesine verdiği demeçte: "Namaz kılmak için Kabe'de bulunanlar İçişleri bakanlığının aldığı önlemlerle dışarı çıkarıldılar. Geride kalan 30 kişinin güvenlikleri için ise girişimler sürüyor."

    Aslında kuşku kabul etmeyecek gerçek şudur ki, mücahidler hiç kimseyi rehine olarak tutmadılar. Ancak yönetim, onlara hakaret etmek istiyordu. Nitekim el-Havadis dergisi yazı işleri müdürü Selim el-Luzi, Prens Sul-tan a; "Silahlı eylemciler, rehineler tutuyorlar dediniz. Sonra rehinelerin yok olduğu kesinlik kazandı." diye sorunca Prens şöyle cevap verdi: "Rehineler demedik. Son dakikalara kadar bodrum katlarda gizli 26 hacı vardı. Bu nedenle masum müslümanlar dedik."

    Ancak, olayı yaşayan masum müslümanların kendileri gerçeği söyleyince prens de bunu itiraf etmek zorunda kalmıştı.

    Nitekim yönetimin, bir ara öldü diye haber verdiği Mescid-i Haram imamı Muhammed b. Sebil, hacılarla birlikte dışarı çıkarak hiç bir rehinenin bulunmadığını kaydetti.

    O halde Suud rejiminin Kabe'ye saldırıda, tahtı korumaktan başka bir amacının olmadığı açıkça ortaya çıkıyor. Mücahid kardeşler, Kabe dışında olanları gözetlemek için minarelere çıktıktan sonra, Suud makamları, Mescid-i Haram çevresindeki yöreden yurttaşları boşalttılar. Bölgeye büyük çapta güvenlik kuvvetleri yönelerek, kabe etrafındaki ve yöredeki meydanlarda mevzilendiler. Mücahidlerin Kabe kapılarına yakın yerlere mayınlar yerleştirdikleri korkusu ile arama-tarama yapabilmesi için patlayıcı madde uzmanları ve teknisyenler getirildi. Ancak yapılan arama sonuca hiç bir mayın bulunmamıştı. Aynı anda, silahlı eylemcilerin yerlerini ve mevzilerini tesbit etmek üzere, Kabe üzerinde uçuşan bir kaç tane helikopterle resimler çekmeye başladılar, daha sonra, Suud rejiminin isteği üzerine gelen Amerikan birlikleri ile, daha önceden hiç kullanılmamış uçaklar getirildi. Uçakların her birinin havada, belirtilen doğrultuda durabilmelerini sağlayacak şekilde biri önde, diğeri arkada iki adet pervaneleri vardı. Uçaklarda, kimyasal ışınlar ve kullanılması yasak olan zehirli gaz bombalan bulunuyordu. Mücahidler uçaklardan iki tanesini düşürdüler. Ancak minarelere atılan zehirli gaz bombalan çok sayıda kişiyi şehid düşürürken, bir kısmını da felç yapmıştı. Kimisinin gözleri kör olurken, kimisi de sağır olmuştu. Böylece ikinci kata inmek zorunda kaldılar. Ama zehirli gazlar ikinci katta da arkalarından yetişmişti. İnkılapçılar o ana kadar üç bin askeri vurmuşlardı. Vurulanlardan bin kadarı cansız yere düşünce Suud makamları devrimciler için bin bir hesap yaptı ve Amerikan birliklerinden yardım istedi. 3000 Amerikan komandosu, Suud komandoları kıyafetine bürünerek Mekke'ye girdi, aynı anda Ürdünlü komandolar da yardıma ulaşmış ve ordudan getirilen 30.000 askerle büyük bir güç oluşturulmuştu. Bu kuvvet karşısında mücahidler zor durumda kaldılar. Askerler tanklardan açılan ateşlerin dış duvarlarda açtığı aralıklardan ilerlemeye basmadılar.

    Mısırlı iki hacı olayı şöyle anlatıyor: "Suud topları, kuvvetlerin ilerlemesi için Kabe'nin dış duvarlarında gedik açabilmek amacıyla duvarları dövüyordu. Çarşamba günü akşam saat 18.00'de tanklar duvarlara doğru yöneldi. Uyarıcı ateşler açmaya başlandığında hava kuvvetlerine bağlı uçaklar kentin üzerinde oldukça alçaktan uçuş yapıyorlardı.

    Hükümet birlikleri, Mescid-i Haram işgalcileri üzerine düzenlediği son saldırısında ağır silahlar kullandı. Mescidin bir bölümünde büyük bir yangın çıktı. Görgü tanıkları da mescid duvarlarının büyük bir zarar gördüğünü söylemişlerdi. Saldırı esnasında Mescid-i Haram'ın depolarından dört tanesi tahrip oldu. Kapıları büyük çapta zarar gördü. Sonra Suud askerleri ortaya atılarak masum insanların üzerlerine ateş açmaya başladılar.

    Nitekim, Prens Mutab Camisi imam hatibi şu sözleri ile olayı itiraf ediyordu:

    - Elhamdülillah askerlerimiz, topları sayesinde, uzaktan Kabe'nin kapılarını açmayı başardılar. Açılan kapılardan giren tanklar bu canilerin üzerlerine ateş açtı."

    Bütün bu olanlara rağmen inkılapçılar kahramanca savaşıyorlardı. Enformasyon bakanı Yemani bunu şöyle ifade ediyordu:

    - "Bu isyancılar eşsiz ve son derece yoğun bir direniş gücüne sahipler. İyi nişan alıyorlar ve askerleri hedef ediniyorlar. Bunun için, isyancıları şaşırtmak gayesiyle bazı askerler askeri üniformalarını çıkarmak zorunda kaldılar."

    Suud ailesi ve Amerikan istihbaratının canları sıkılıncaya kadar, mücahidler imanla, sabırla ve kahramanca direndiler. Bunun üzerine, onlara, elektrik, su ve yemek yasaklandı.

    Lübnan'ın es-Sefir gazetesi Suud kaynaklı haberinde şöyle diyor: 'Hükümet, silahlıları aç bırakmak siyasetine yöneldi."
    Daha sonra yabancı birlikler yeni bir yolla zehirli gazlar kullanmaya başladılar. Mescid-i Haram meydanlığına zehirli gaz sıktılar, bunun üzerine mücahidler, bodrumlara inmek zorunda kaldılar ve 270 den fazla olan odalarda toplandılar. Zehirli sular ve yanan lastiklerden çıkan zehirli dumanların mücahidlerin odalarına kadar sızmasına rağmen teslim olmayınca, oksijenli yakıcı, zehirli gazlara başvurdular. Yine bir başarı elde edemediler. Böylece sonunda yakıcı bombaları odalara fırlatmaya başladılar. Bu bombalar sayesinde oluşan cehennemle 400'den fazla mücahid yandı. Geriye kalan devrimciler eşsiz bir mücadele ve benzeri görülmeyen bir direnişle rejimin kullandığı zehirli gazlara ve her türlü vahşiliğe karşılık vermeye devam ettiler. Çokları yere düşmüştü. Bunların aralarında eylemin lideri Şe-hid Cüheyman da bulunmaktaydı.

    Kabe'deki savaş 22 gün devam etti. Hükümet birliklerinden 3000 kadar asker yaralı ve ölü olarak düşmüştü. Ürdün birliklerinden 50 kişi yaralı ve ölü olarak telef olmuştu, işte, yaralı ve ölülerin oluşturduğu korkunç tabloyu anlatamayan es-Şeyh Hamid el-Akil, sorumluluğu inkılapçılara yükleyerek şöyle diyor:

    "Ben veya bir başkası canilerin eylemlerini ve sebep oldukları zararları ne kadar da anlatsak bile yine olayı canlandıramayız. Mekke'deki Temyiz Mahkemesi kadılarından bir tanesinin bana söylediği sözler bir şeyler açıklıyor olsa gerek. Kadı, yetkililerden izin belgesi taşıdığı için arabası ile Kabe'nin etrafında gezindiğini, giriş çıkış ve tavaf yerleri ile Mescid'in odalarında öbeklenmiş cesetlerden çıkan kokuların kendisini öldüreyazdığını söyledi. Kabe etrafındaki dağlardan caminin avlusunu görebilenler de bana, tavaf yerinin özellikle, Makam-ı İbrahim ve Hacer-i Esved çevrelerinin ölü cesetleri ile dolu olduğunu haber verdiler."

    Bu haber olayın ikinci gününde idi. Olayın beşinci gün ise el-Ehram gazetesi, Cidde hava alanı yakınlarında ikamet edenlere dayanarak verdiği haberinde, Amerikan yapısı Herkoliz-130 tipi çok sayıda Suud nakliyat uçaklarının Cidde havaalanına iniş-kalkış yaptıklarını, uçakların, Mekke'deki hastanelerin dolmasından sonra Cidde hastanelerine yaralı nakliyatı yaptıklarının tahmin edildiğini yazıyordu. Ayrıca Cidde'deki Askeri Hastane'de tam kapasite ile yaralıları karşılamıştı.

    İşte görüldüğü gibi, Suud ailesi iktidarının devam etmesi için, onlara göre Kabe-i Muazzama'nın tanklarla dövülmesinde, Safa-Merve arasında, Makam-ı İbrahim'de ve Hacer-i Esved yakınlarında devrimcilerin öldürülmesinde bir sakınca yoktur. Kendi arzulan uğrunda, silahlı kuvvetlerdeki aldatılmış vatandaşlarımızdan binlercesi, Hakkın özgürlüğün ve mustazıfların kurtuluşu için Cenab-ı Hakk'ın çağnsına kulak vermiş inkılapçılaramız kurban gidiyordu.

    Devrimcilerin tutuklanmasından sonra iğrenç işkenceler başlamıştı. Vücutlarında yaralar açılıyor, elleri, ayakları ve parmakları kesiliyordu. Yemek verilmiyordu. Suudi Arabistan, Kuveyt, bazı körfez ülkeleri ve diğer ülkelerin televizyon ekranlarında yayınlanan filmlerde bu cinayetlerin belirtileri görülmüştü. Özellikle, esir devrimcilere su vermek için ellerinde su dolu bardaklarla geldiklerinde bardağı uzatıyorlar, devrimcilerin dudakları bardağa değer değmez derhal geri çekiyorlarda. Seyircilerin de şahid oldukları gibi, işkence, eziyet, kan, susuzluk, açlık ve yanık izleri vücudlarında bariz bir şekilde görünüyordu. Hatta, muhafız birliklerinin, hayvanlara dahi reva görülmeyecek şekilde davranışları herkes tarafından seyredilmişti.

    İnsanlık dışı bu işkencelere rağmen iman güçleri ve Allah'a olan güvençleri yüzlerinde bir korku ve endişe belirtisi olmadan kenetlenmiş bir şekilde şehadeti beklemelerini sağlamıştı, kötü sözler duydukça, tokatlar yedikçe ve saçları çekildikçe salavat getiriyorlar, dua ediyorlardı. Sanki, Bilal b. Re-baha, Ammar b. Yasir ve Habbab b. Eret ve diğer islam şehidlerinin direniş tarihi sayfalarına bir yenisini ekliyorlardı.

    Yapılan gizli ve hızlı yargılamadan sonra 180 devrimci hiç bir ilan yapılmadan gizlice idam edildiler.

    Bunu, birkaç gün sonra 63 kişilik bir şehid kafilesi izledi. Resmi makamların emirleri ve Kral Halid'in içişlerine verdiği emirlere dayanılarak 8 Ocak 1980 tarihinde, 8 vilayette idam edilmişlerdi.

    İşte böylece Şehidlerimizin, İslam şehidlerinin ruhları, Rabblerine, Suud ailesinin zulüm ve baskısını şikayet etmek için göğe yükseldiler. Bundan sonra onlar, dünyadaki en son zulmün yok edilmesi ve yere düşmüş bir tane dahi mustaz'afın kalmaması için özgürlük yolunda peygamberin başlattığı ve tarih boyunca devrimcilerin taşıdığı Direniş Meş'alesinin ayakta kalmasının bir sembolü olarak tanınacaklar...

    Ayaklanma, iktidarın heybetini devirerek müslüman kitleyi, cahiliyet düzenine karşı meydan okuma ruhunu dışa vurmaya, direnmeye ve birlik olmaya itekledi. Nitekim doğu bölgesinde binlerce devrimci, rejimin silahlı askerlerine çıplak göğüsleriyle karşı koyarak şiddetlice ayaklandılar.

    Devrimciler ağızlarında: "Allahu Ekber... Allahu Ekber... Allahu Ek-ber... Suud Ailesine ölüm... Suud Ailesine Ölüm..." sözleri dolaşıyordu.

    İşte, müslüman kitle, ilk defa olarak sokaklara dökülerek, Arap yarımadasındaki müslümanların birleşmesine ve rejimi devirmek için çalışmasına çağrıda bulundular. Bu durum kafir Suud rejimini resmi alanda taviz vermeye istekledi. Suud ailesi, Danışma Meclisi'nin oluşturulduğunu, ülke için Anayasa konulduğunu ilan etti. Toprak dağıtma sistemi getirildiğini ve ücretlerde artışlar yapıldığını bildirerek halkın öç alma duygusunu sömürmeyi amaçladılar. Ama olan oldu.



    Şehid Cüheyman ve devrimci kardeşlerin tutuşturduğu, doğu bölgesi inkılapçılarının kanları ile sürdürdüğü alevler sönmeyecektir. Bu, Cenab-ı Hakk için zor değildir.

YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X