HUDEYBİYE BARIŞ ANTLAŞMASINA İTİRAZ
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) savaş yerine Hudeybiye [1] ba-rışını seçti. ALLAH’ın gönderdiği vahye uygun olarak savaşı barışa çevirdi. Gerçek maslahat da bunu gerektirmekteydi. Ama bu durum ashap için aşikar değildi. Bu nedenle ashaptan bazıları Peygamber (s.a.a)’i eleştirerek açıkça O’nunla muhalefet etmeye başladılar!!
Buna rağmen Peygamber (s.a.a) onlara önem vermeyerek aldığı emir doğrultusunda ilerledi ve neticede bu antlaşma iki tarafın imzasıyla so-nuçlandı. Bu antlaşma, İslam tarihinin en güzel zaferlerinden biri olarak sayıldı. Alemlerin Rabbine hamd olsun.
Resul-i Ekrem (s.a.a) hicretin altıncı yılı, Zilkade ayının Pazartesi günü Umre amellerini yerine yapmak için Medi-ne’den çıktı. ALLAH Resulü Kureyşlilerin O’nunla savaşma-sından veya Mekke’ye girmesine engel olmalarından endişe-liydi. Nitekim böyle de oldu.
Bu yüzden halkı Umre amellerini yerine getirmek için davet etti. Sonuçta Muhacir, Ensar ve Bedevilerden oluşan -aralarında 200 süvarinin de bulunduğu- 1400 [2] kişi Peygamber (s.a.a)’in davetine olumlu cevap verdi. Resulullah (s.a.a), kurban etmek için kendisiyle otuz deve de götürdü. Hareket edilirken Hz. Peygamber (s.a.a) ve yol arkadaşları silahlanmış, kılıçları da kılıfa sokulmuştu. Bu nedenle Ömer şöyle dedi: “Ya Resulellah! Kendilerini savaşa hazırlamamış olan Ebu Süfyan ve taraftarlarından korkuyor musun?” Resulullah (s.a.a) cevaben: “Ben umre amellerini yaparken yanımda silah taşımam” buyurdu.
Zu’l-Huleyfe’ye [3] ulaşır ulaşmaz kurbanlık develerin boynuna bir tasma takarak develeri kurbanlık adetlerine göre hazırladı. Daha sonra Peygamber (s.a.a)’in kendisi ve ashabı ihram bağladılar. Böylelikle Kureyşlilere ALLAH’ın evini ziya-rete geldiklerini ve başka bir amaçları olmadığını anlatmak istediler.
Oradan geçtikten sonra Peygamber (s.a.a) yolun yarısında, Halid b. Velid’in Kureyş’ten iki yüz süvari ile İkrime b. Ebu Cehil’in komutası altında “Ğamim” denilen yerde mevzi aldığından haberdar oldu.
Peygamber (s.a.a) bu durumu ashabına da bildirdi. Daha sonra Halid b. Velid’le karşılaşmamak için sağ taraftan hareket etmelerini emretti. Nihayet Hudeybiye yakınlarındaki “Hamz” bölgesine kadar ilerlediler. Halid onların gelişini, atlarının ayakları altından çıkan toz-dumanı görünce anladı. Halid ordusuyla gelerek Peygamber ve ashabı karşısında durdu. Peygamber (s.a.a) de Abbad b. Beşire, süvari birliği ile Halid’in süvari birliğinin karşısında durmasını emretti.
Bu sırada öğle namazı vakti ulaştı. Peygamber (s.a.a) ve ashabı na-maz kılmaya başladılar. Müşrikler: “Çok iyi bir fırsat, MUHAMMED ve ashabı namazla meşgul iken onlara hamle edelim” dediler.
Halid şöyle dedi: “Evet! Ama onlar namaza daha yeni başladılar, hamle edersek zarar görmemiz mümkündür. Onların bir başka namazı daha vardır (ikindi namazı) ki onu can ve evlatlarından daha çok sever-ler. İşte tam o sırada hamle etmek gerekir.” Bu arada ALLAH-u Teala aşa-ğıdaki ayeti Peygamber (s.a.a)’e nazil etti:
“Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını (yanlarına alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan (bu) diğer grup gelip seninle bera-ber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını al-sınlar. O kafirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gafil olasınız da üstünüze birden baskın yapsınlar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız, silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz ALLAH, kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) ALLAH’ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır. O (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz ALLAH’tan onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. ALLAH ilim ve hikmet sahibidir.” [4]
Peygamber (s.a.a) de ikindi namazını yukarıdaki ayette belirtildiği üzere kıldı.
“ALLAH o inkar edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleriyle geri çevirdi” [5]
KUREYŞ’İN SERTLİĞİ VE
PEYGAMBER (S.A.A)’İN TAVRI
Peygamber (s.a.a) Hudeybiye’ye girdiğinde, Kureyşlilerden pek çok eziyet, kabalık ve saygısızlılarla karşılaştı. Öyle ki Peygamber’e ve asha-bına karşı taş kalplilik ve kinciliklerini gösterdiler. Müşrikler de ashaptan şiddetli bir şekilde tepki gördüler. Bu da ALLAH’ın emriyleydi: “Onlar sizde bir sertlik bulsunlar.” [6] Ama o gün Peygamber (s.a.a), ALLAH’ın kendisine verdiği sabır, tabiatının bir parçası olan hikmet ve peygamber-lerin en faziletlisi olmasına sebep olan yüce ahlakı ile onlarla karşılaştı.
Müşrikler, bozgunculuk, aşağılık ve dar görüşlülükle Peygamber (s.a.a)’in Mekke’ye girmesine mani oldular. Ama bu hareketler ne Pey-gamber (s.a.a)’in öfkelenmesine, ne de sabrının taşmasına sebep oldu. Peygamber (s.a.a) o zalimlere karşı yumuşak davranıp, müsamaha ve alçak gönüllülükle konuştu. Durum öylesine değişti ki müşrikler kendilerini O Hazretin karşısında, dağ karşısında bir saman tanesi gibi (küçük) gördüler.
Peygamber (s.a.a) onlara öylesine şefkat ve sevgi ile bir tavır takındı ki onları, -kaskatı kalplerine rağmen- kendisine celp etti. Bazen de onları öylesine tehdit ediyor ve dehşetli gelecekten korkutuyordu ki, ödleri kopuyordu.
Şimdi bu mevzu ile ilgili hadislerden bir kısmını nakledi-yoruz. Dikkatle onları inceleyerek Peygamber (s.a.a)’in he-deflerini bulun. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Vay olsun Kureyş’e! Savaş onları çökertti. Neden el çekmiyorlar?! Neden beni Arap’la yalnız bırakmıyorlar? Eğer beni ortadan kaldırırlarsa arzularına ulaşırlar. ALLAH beni onlara karşı muzaffer kılarsa, grup grup İslam’a girerler. İslam’ı kabul etmekten çekinirlerse, güçleri olduğu tak-dirde bana karşı savaşırlar. Kureyş ne düşünüyor?! Ondan başka ilah olmayan ALLAH’a yemin olsun ki, ALLAH’ın beni görevlendirdiği hedefe doğru ilerlemek için, ALLAH’ın, dinini zafere ulaştırana veya bu yolda öldürülene dek onlara karşı savaşacağım.”
Yine Kureyş’in gönlünü, sahip olduğu yüce ahlak ve erdemlere yön-lendirmek için şöyle buyurdu: “MUHAMMED’in canının elinde olduğu ALLAH’a yemin olsun ki, bugün Kureyş, aramızda olan akrabalık sebebiyle benden ne isterse onlara vereceğim.”
Peygamber (s.a.a) bu hikmetli sözlerle ne kadar şefkatli ve merha-metli olduğunu izhar etti. Daha sonra ashabını toplayarak, Kureyş in, onların Mekke’ye girmelerine engel oldukları takdirde onlarla savaşılıp savaşılmaması hususunda istişare etti. Yaklaşık ashabın tümü savaşa hazır olduklarını belirtti.
Bu sırada Mikdad b. Esved kalkarak tüm ashap adına şöyle dedi: “Ya Resulellah! Biz sana Beni İsrail’in Hz. Musa’ya söylediğini (Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturmuşuz) [7] söylemeyeceğiz. Tam tersine, sen ve rabbin savaşın, biz de sizinleyiz diyoruz.
Ya Resulellah! ALLAH’a yeminler olsun ki, eğer bizi “Bered’ul-Ğımad”ı [8] fethetmemiz için sevk etsen hepimiz seninle geliriz; bizden bir kişi bile geri kalmaz.” Peygamber (s.a.a) Miktad’ın sözlerinden ol-dukça sevindi.
Daha sonra Peygamber (s.a.a) hazır bulunan ashaptan biat aldı. Her-kes kanının son damlasına kadar Peygamber (s.a.a)’in yanında olacağına dair O Hazretle biat etti. O gün 1400 erkek Peygamber (s.a.a)’e biat etti. Biat edenler arasında münafıkların sığınağı olan Abdullah b. Ubey Selul da vardı. Sadece Cedd b. Kays-i Ensari adlı birisi biat etmedi.
Sire-i Halebiyye’de Selemet b. Ekva’dan şöyle dediği rivayet edilir: Biz kanımızın son damlasına kadar Peygamber (s.a.a)’le biat ettiğimizde sadece Cedd b. Kays biat etmedi. Adeta şu an, halkın bakışlarından korunmak için devesine sarılır halde olduğunu görür gibiyim.
Tarihçiler, sire yazarları ve Halebi kendi siresinde şöyle yazarlar: Kureyş Hudeybiye’de, Peygamber (s.a.a)’le beraber olan İbn-i Ubey Selul’a birisini göndererek şöyle dedi: “İstiyorsan Mekke’ye gir ve Kâ-be’yi ziyaret et.” Oğlu Abdullah babasına hitaben: “Baba! ALLAH aşkına bizi her yerde rezil etme! Sakın burada da Peygamber (s.a.a)’den önce ALLAH’ın evini tavaf etme” dedi.
İbn-i Ubey Selul da: “Hayır! Ben de Peygamber (s.a.a) tavaf etme-dikçe tavaf etmeyeceğim” dedi. Bu haber Peygamber (s.a.a)’e ulaşınca Hazret Abdullah’ın davranışından hoşnut oldu ve onu tebrik etti. Buna göre Abdullah b. Ubey Selul da, Hudeybiye’de ağaç altında Peygamber (s.a.a)’e biat edenlerdendi. Önceden de söylediğimiz gibi sadece “Cedd b. Kays” biat etmedi.
MÜŞRİKLERİN KORKMASI VE HZ. PEYGAMBER’DEN SULH İSTEMELERİ
Bu biatinin [9] (Rıdvan biatinin) haberi Kureyş’e ulaşınca canlarına büyük bir korku düştü. Bu korku özellikle İkrime b. Ebu Cehil’in komu-tanlık ettiği 500 kişilik süvari birliğinin- Zemahşeri’nin de Keşşaf’ta belirttiği gibi- Mekke’ye kadar geri püskürtülmesinden sonra daha da şiddetlendi.
İbn-i Abbas şöyle diyor: ALLAH-u Teala Müslümanları, taş fırlatmala-rıyla onlara karşı zafer kıldı. Öyle ki onları evlerine kadar takip ettiler. Kureyş, Peygamber (s.a.a) ve ashabına karşı savaşmaya kadir olmadığını anladı.
İşte bundan dolayı onların görüş sahipleri, Peygamber (s.a.a)’den barış isteğinde bulunmaya mecbur oldular. Bu arada Peygamber (s.a.a)’in: “MUHAMMED’in canının elinde olduğu ALLAH’a yemin olsun ki, bugün Kureyş benden ne isterse vereceğim” diye buyurduğu söz de onlara ulaşmıştı.
Mekke halkı, başlarında Süheyl b. Amr b. Abdüved-i Amiri’nin bu-lunduğu bir heyeti, Müslümanlar için oldukça ağır şartlara sahip olan antlaşmayı imzalamak üzere Peygamber (s.a.a)’in yanına gönderdiler. Müslümanlar antlaşmanın şartlarını kabul etmediler. Bazıları da kesinlik-le barışı istemiyorlardı.
Ama müşrikler Peygamber (s.a.a)’in: “Bugün Kureyş ne isterse ka-bul ederim” sözüne dayanarak ısrar ettiler. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a), ALLAH tarafından böyle bir vaatte bulunmak ve onun içeriğine göre amel etmekle görevlenmişti. Onların barış önerisinin ağır şartlarını kabul etmelerinin sebebi de vahye amel etmek ve ALLAH’ın bildiği bir takım maslahatlardan dolayı idi. Daha sonra herkes o barışın gerekli olduğunu anlamış ve itiraf etmişlerdir. Bu konuyu ileride açıklayacağız.
ÖMER’İN BARIŞ ANTLAŞMASINDAN
RAHATSIZ OLMASI
Barış antlaşması imzalanır imzalanmaz gayreti tarik olan Ömer b. Hattab, yüzünde öfke ve nefret belirtileri olduğu halde Ebu Bekir’in yanına gelerek şöyle dedi: Ebu Bekir! Bu adam Peygamber değil mi?
Ebu Bekir: Evet, peygamberdir.
Ömer: Biz Müslüman değil miyiz?
Ebu Bekir: Evet, Müslüman’ız.
Ömer: Onlar müşrik değiller mi?
Ebu Bekir: Evet, müşriktirler.
Ömer: Peki o zaman neden dinimizde onlara karşı müsamaha göste-riyoruz?
Ebu Bekir: Ey Ömer! O ALLAH’ın Resulüdür. ALLAH’ın emrinin tersine amel etmez. ALLAH da O’nun yardımcısıdır. O ölüm anına kadar ALLAH’ı âmir, kendisini de memur bilir. Ben de O’nun ALLAH’ın Resulü olduğuna şahitlik ediyorum... [10]
Müslim kendi sahihinin 4. Cildinin Hudeybiye barış antlaşması hak-kında şöyle yazar:
“Ömer Peygamber (s.a.a)’e şöyle dedi: Biz hak, onlar da batıl üzere değiller mi?
Peygamber (s.a.a): “Evet.”
Ömer: Bizim öldürülenlerimiz cennette, onların öldürülenleri de ce-hennemde değiller mi?
Peygamber (s.a.a): “Evet, öyledir.”
Ömer: Peki o zaman neden dinimiz konusunda onlara karşı taviz vermeliyiz ve ALLAH’ın bizimle onlar arasında ne hükmedeceğini görmek için geri dönmeliyiz?
Peygamber (s.a.a): “Ey Hattab’ın oğlu! Ben ALLAH’ın Resulüyüm. ALLAH hiçbir zaman beni zayi etmez.”
Ömer hemen yola koyuldu ve öfkeli bir şekilde Ebu Bekir’in yanına giderek şöyle dedi: Ebu Bekir! Biz hak onlar da batıl değiller mi?
Ebu Bekir: Evet.
Ömer: Biz öldürülenlerimizin cennette, onlardan öldürülenlerin de cehennemde olduğuna inanmıyor muyuz?
Ebu Bekir: Evet, öyledir.
Ömer: Peki neden dinimiz konusunda taviz veriyor ve ALLAH’ın bi-zimle onlar arasında nasıl hükmedeceğini görmek için geri dönüyoruz?
Ebu Bekir: Ey Hattab’ın oğlu! O, ALLAH’ın Resulüdür ve ALLAH hiçbir zaman onu zayi etmez...”
Ehl-i Sünnet’in muteber kitap yazarlarından bir çoğu Ömer’den bundan daha şiddetli sözler nakletmişlerdir.
Buhari kendi sahihinin “Şurut” kitabının sonunda Ömer’in şöyle de-diğini nakleder: Peygamber’e dedim ki:
-Sen ALLAH’ın hak olan Peygamber’i değil misin?
Peygamber (s.a.a): “Evet, O’nun Peygamberiyim.”
-Biz hak, düşmanlarımız da batıl değil mi?
Peygamber (s.a.a): “Evet.”
- Peki neden dinimiz konusunda aşağılık sergiliyoruz?
Tam bu sırada Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Ben ALLAH’ın Resulüyüm ve O’na isyan etmem! ALLAH da benim yardımcımdır.”
Ömer: Sen; “Biz çok yakında ALLAH’ın evine ulaşacak ve onu tavaf edeceğiz” demedin mi?
Peygamber (s.a.a): “Evet, ama bu yıl mı böyle olacağını söyledim?”
Ömer: Hayır.
Peygamber (s.a.a): “Şunu bil ki, ALLAH’ın evine gidecek ve onu tavaf edeceksin.” [11]
Ömer sonra şöyle diyor: Ben de Ebu Bekir’in yanına giderek: Bu adam ALLAH’ın hak Peygamber’i değil mi? dedim.
Ebu Bekir: Evet.
Ömer: Biz hak, düşmanımız da batıl değil mi?
Ebu Bekir: Evet
Ömer: Peki neden dinimiz konusunda aşağılık gösteriyoruz?
Ebu Bekir: Ey Ömer! O ALLAH’ın Resulüdür; O’nun emrinin aksine hareket etmez. ALLAH da O’nun yardımcısıdır. O sürekli ALLAH’a itaat eder. Yeminler olsun ki O hak üzeredir.
Ömer: O (Peygamber) bize: “ALLAH’ın evine varacağız ve onu tavaf edeceğiz” demedi mi?
Ebu Bekir: Evet, ama sana bu yıl tavaf edeceğimizi mi söyledi?
Ömer: Hayır!
Ebu Bekir: öyleyse gidip tavaf edeceksin.
Ömer ekliyor: Ben barış antlaşmasını önlemek için bir takım işler yaptım. [12]
Ravi şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) barış fermanını yazmayı bitirince ashabına dönerek şöyle buyurdu: “Kalkın develerinizi nehredin ve daha sonra saçlarınızı kesin.” ALLAH’a yemin olsun ki hiç kimse yerinden kalkmadı. Bu sözünü üç kez tekrarladı. Hiç kimsenin yerinden kalkmadığını görünce yerinden kalkara kendi çadırına girdi. Daha sonra dışarı çıktı. Hiç kimseyle konuşmadan kendi elleriyle kendi devesini kurban etti ve daha sonra berberini çağırarak kendi başını tıraş ettirdi.
Ashap Peygamber (s.a.a)’in böyle yaptığını görünce develerini kur-ban ettiler ve daha sonra birbirlerinin başını tıraş ettiler. Neredeyse bir-birlerini öldüreceklerdi.”
Ahmed b. Hanbel kendi Müsned’inde Misver b. Mahrime’den ve Mervan b. Hakem den, Halebi de Sire-i Halebi’de (Hudeybiye gazvesi bölümünde), diğer tarihçiler de kendi kitaplarında şöyle naklederler: “Ömer Peygamber (s.a.a)’in sözlerini reddediyordu! Ebu Ubeyde Cerrah dedi ki: Ey Hattab’ın oğlu! Peygamber’in ne dediğini duymuyor musun? Peygamber şöyle buyuruyor: “Ne’uzu billahi min’eş-şeytan’ir-racim!” [13]
Halebi şöyle diyor: Peygamber (s.a.a) o gün şöyle buyurdu: “Ey Ömer! Ben hoşnudum ama sen rahatsızsın!”
Yine Halebi ve diğerleri Ömer’in sonraları şöyle dediğini naklederler: “Ben o gün Peygamber’e söylediğim sözlerin korkusunda dolayı sürekli oruç tutuyor, sadaka veriyor, namaz kılıyor ve köle azat ediyorum!...”
BARIŞ ANTLAŞMASININ ONAYLANMASI
Peygamber (s.a.a) o gün, muhaliflerin itirazlarına itina göstermeden ağır şartlarına rağmen onu kabul etmekle görevli olduğu barış antlaşma-sını imzalamaya kararlıydı. Bu yüzden barış antlaşmasını yazması için Hz. Ali (a.s)’ı çağırdı.
Peygamber (s.a.a), Hz. Ali’ye şöyle buyurdu: “Yaz; Bismillahirrahmanirrahim.”
Süheyl b. Amr: “Biz böyle bir şeyi resmi tanımıyoruz! Onun yerine ‘Bismikellahümme’ yazmalı” dedi.
Müslümanlar Süheyl’in bu sözüne alınarak: “ALLAH’a yeminler olsun ki, sadece ALLAH’ın ve Resulünün dediği yazılmalıdır” dediler.
Ama Resul-i Ekrem (s.a.a) tartışmayı keserek Hz. Ali (a.s)’a şöyle buyurdu: “Yaz; BismikeALLAHümme” Hz. Ali de Peygamber (s.a.a)’in emrini yerine getirdi. Daha sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Yaz; bu antlaşma ALLAH’ın Resulü MUHAMMED ve Süheyl b. Amr ara-sında yazılmıştır.”
Süheyl b. Amr şöyle dedi: “Eğer senin Peygamber olduğuna inan-saydık, seninle savaşmazdık! Bu yüzden şöyle yazılmalı: “Bu antlaşma MUHAMMED b. Abdullah ve Süheyl b. Amr arasında yazılmıştır.”
Bu esnada her taraftan Müslümanların itiraz sesleri yükseldi. Hiçbir surette Peygamber (s.a.a)’in böyle bir şeyi yazmasını kabule hazır değil-lerdi. Hatta büyük kargaşa çıkmak üzereydi.
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Beni tekzip etmenize rağmen yi-ne de ben ALLAH’ın Resulüyüm ve MUHAMMED b. Abdullah’ım. Ya Ali! Yaz; Bu antlaşma MUHAMMED b. Abdullah ve Süheyl b. Amr arasında yazılmıştır.”
Hz. Ali (a.s) da büyük bir üzüntü ile yazdı. Daha sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ebu’l-Hasan (Ali)! Sen de buna benzer bir olayla karşılaşacaksın.” Veya şöyle buyurdu: “Sen de böyle bir şeyle karşılaşacak, mecburen onu kabul edecek ve ondan dolayı da öldürüle-ceksin.” [14]
Barış antlaşmasının mevzusu ise şöyleydi: “Peygamber (s.a.a) ve as-habı Hudeybiye’den geri dönecek ve gelecek yıl önce Kureyş Mek-ke’den dışarı çıkacak, sonra Peygamber (s.a.a) ve ashabı şehre girecek-tir. Üç gün boyunca Mekke’de kalacak ve yolculuk silahından başka silah taşımayacaklardır. On yıl [15] boyunca Peygamber (s.a.a)’le Kureyş arasında savaş olmayacaktır. Bu zaman zarfı içerisinde halkın can güvenliği olmalı ve birbirlerini serbest bırakabilmelidirler. Arap kabilelerinden kim Peygamber’le anlaşırsa anlaşabilir. Aynı şekilde kim Kureyş’e katılmak isterse katılabilmelidir. Taraflar birbirine karşı düşmancılık, hırsızlık ve hıyanet yapmalıdırlar. [16]
Kureyş’ten kim velisinin izni olmadan MUHAMMED’in di-nine girerse, Kureyş’e geri çevrilecektir. Kim MUHAMMED’in dininden dönerek Kureyş’e sığınırsa, Kureyş onu Muham-med’e teslim edilmeyecektir.”
Müslümanlar şöyle dediler: “Sübhanellah! Biz Kureyş’ten kaçmış bir Müslüman’ı nasıl müşriklere geri çevirebiliriz?!”
Bu şartın kabul edilmesi Müslümanlara çok ağır geliyordu. Bu yüzden şöyle dediler: Ya Resulellah! Bu şartı kendi zararına yazıyorsun. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Evet, bizden kim mürtet olarak onlara sığınırsa, ALLAH onu uzaklaştırmıştır. Onlardan kim Müslüman olur bize katılırsa, geri vereceğiz ve ALLAH’tan onlara bir kurtuluş ve çıkış yolu açmasını dileyeceğiz.
Peygamber (s.a.a), Süheyl b. Amr ile ağır şartları taşıyan bu antlaş-mayı yazdıkları esnada, adı “As” olan Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel, elleri ve ayakları zincirli olduğu bir halde Müslümanlara sığındı. O daha önce Mekke’de Müslüman olmuştu. Ama babası Medine’ye hicret etmesine engel olmuş ve onu zincire vurmuştu.
Ebu Cendel, Peygamber (s.a.a) ve ashabının Hudeybiye’de konakla-dığını duyunca, evdeki zindandan firar ederek patika yoldan kendisini ashaba ulaştırdı. Müslümanlar onun gelmesiyle sevince boğulmuş ve onu ağırlamışlardı.
Ama babası Suheyl b. Amr onu zincirlerinden tutarak şiddetle tokatladı. Bu esnada şöyle dedi: “Ey MUHAMMED! Bu bana vereceğin ilk şahıstır?”
Peygamber (s.a.a) cevaben: “Antlaşmanın yazılması henüz tamam-lanmadı.”
Süheyl b. Amr: “O zaman ben de antlaşmanın hiçbir şartını kabul etmiyorum.”
Peygamber (s.a.a): “Oğlunu himayem altında olmasına müsaade et.”
Süheyl: “Onu himayen altında olmasına müsaade etmem.”
Peygamber (s.a.a): “Gel de bu işi yap.”
Suheyl: “Hayır, bu işi yapmayacağım.”
Bu sırada Kureyş’in büyüklerinden olan Mukriz b. Hafs ve Huveyteb b. Abdüluzza şöyle dediler: “Ey MUHAMMED! Biz senin hatırına onu kendi himayemiz altına alıyoruz. Daha sonra Ebu Cendel’i alıp bir çadıra götürerek babasının ona herhangi bir zarar vermesini engellediler.
O zaman Suheyl b. Amr şöyle dedi: “Ey MUHAMMED! Macera son buldu. Oğlum sana ulaşmadan, barış şartlarına oranla yapılan muahede sona erdi. Peygamber (s.a.a) de: “Evet, doğrudur” buyurdu.
Bu sırada Peygamber (s.a.a) Ebu Cendel’e şöyle buyurdu: “Sabret ve kendine hakim ol. Sen gelmeden önce barış antlaşması yapılmıştı. Biz de hilekar değiliz! Babanın seni geri döndürmeme hususunda her ne kadar ısrar ettikse de fayda vermedi. Ama ALLAH’tan senin ve senin gibi sıkıntıda olan tüm Müslümanlar için bir kurtuluş yolu diliyorum.”
Bu esnada Ömer b. Hattab Ebu Cendel’in yanına yaklaştı, babasını öldürmesi için yanına bir kılıç bırakarak onu bu işe tahrik etti. Dehlani ve diğer sire yazarlarının naklettiğine göre Ömer şöyle dedi: “Ben, Ebu Cendel’in, eline kılıç alarak babasını öldürmesini bekliyordum.”
O esnada şöyle diyordu: “Bu adam babasını öldürmek istiyor! Al-lah’a yemin olsun ki, eğer biz de babalarımızı görseydik onları öldürür-dük!!”
Ama Ebu Cendel büyük bir kargaşanın çıkmasından korkarak Ömer’in istediği işi yapmadı. [17] Peygamber (s.a.a)’in tavsiyesine uyarak sabretmeyi uygun görerek: “Neden sen onu öldürmüyorsun?” dedi. [18]
Ömer cevaben: Peygamber onu ve Kureyş’ten olan diğer kimseleri öldürmemizi yasaklamıştır.” [19]
Ebu Cendel: “Sen Peygamber (s.a.a)’e itaat etmede benden daha evla değilsin.” [20]
Ebu Cendel, babası, Mukriz ve Huveyteb ile beraber Mekke’ye geri döndü. Daha sonra bu iki şahıs onu kendi himayeleri altına alarak babası veya diğer kimselerin ona herhangi bir zarar vermemeleri ve kendi ahitlerine vefa etmeleri için bir mahallede ona yer verdiler.
Daha sonraları ALLAH Teala, onun (Ebu Cendel) ve diğer kimsesiz Müslümanların kurtuluşu için bir yol açtı. Çok yakında bu konuya deyineceğiz. Hamd ALLAH’a ki, Peygamber’e yardım etti ve vaadini ger-çekleştirdi.
HUDEYBİYE BARIŞININ SONUÇLARI
Bu antlaşmanın sonuçları hakkında şunu bilmemiz yeter-lidir ki, Hudeybiye antlaşması Müslüman ve müşriklerin bir-birine karışmalarına sebep oldu. Bu barıştan sonra müşrikler Medine’ye geliyor, Müslümanlar da Mekke’ye gidiyorlardı. Müşrikler Medine’ye gelince, Peygamber (s.a.a)’in güzel ahlak ve metodu onları etkiliyordu. Peygamber (s.a.a)’in halka önderlik yapması, şahsiyeti, güzel sözü, ameli, onlara davranış şekli vb. konular onların gözünde çok büyük görünüyordu.
İslam öğretileri, hükümler, (helal, haram, ticari ilişkiler) ve diğer yü-ce ve hikmetli sistemler Kureyş’i şaşkınlığa uğratıyordu. Kur’ân-ı Kerim de ayetleri ve açık sözleri ile onları cezp ediyordu. Öyle ki onların kulak, göz ve gönüllerini kendisine çekiyordu. Ashabın Peygamber (s.a.a)’e olan itaati onları hayranlık içerisinde bırakmıştı.
Hudeybiye antlaşmasından önce tam bir körlük ve azgınlık içerisinde olan bu cahil insanlar artık imanın bir kaç adım ötesinde yer almışlardı. Peygamber (s.a.a) ve ashabının bu halini gören herkes, Peygamber (s.a.a) için bir tebliğci oluyordu. Mekke’ye dönünce de kendi yakınlarına Mekke’nin en yakın bir zamanda Hz. Peygamber (s.a.a) ve ashabı tarafından fethedileceği haberini veriyorlardı.
Mekke’ye giden Müslümanlar da kendi akrabalarıyla yalnız kalınca İslam dininin yüce öğretilerini, toplumsal boyutlarını, nübüvvet makamı-nın kutsallığını, geçmiş ümmetlerin hallerini, İslam’ın getirdiği düzen, ahlak, edep ve sistemleri anlatmaktan geri kalmıyorlardı.
Bu yüzden bunlar Mekke’nin kalbinde Peygamber (s.a.a)’in tebliğcileri idiler. Aynı zamanda halkı Peygamber (s.a.a)’in zıddına gitmekten alı koyuyorlardı. Kureyş’in bu meseleden haberdar olması, Mekke’nin fethedilmesini daha da kolaylaştırdı. Hiçbir savaş ve çatışma olmadan Peygamber (s.a.a) Mekke’ye girmiş oldu. el-hamdu lillah.
Bu antlaşmanın bazı yararları da müşriklerin Peygamber (s.a.a)’le beraber toplanmaları, Peygamber (s.a.a)’in önderlik metodu ve güzel ahlakından tam olarak haberdar olmalarıyla ele geldi. Zira Kureyş, özel-likle de gençler daha önce Peygamber (s.a.a)’in önderlik metodu ve gü-zel ahlakı hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Zira Ebu Cehil, Velid b. Muğayre, Ebu Süfyan, Şeybe, Utbe ve putperestlerin diğer reisleri Pey-gamber (s.a.a)’in aleyhinde propaganda yapmışlardı. Onlar tüm kudret, imkan ve güçleriyle Peygamber (s.a.a)’in karşısına dikilmiş ve ALLAH’ın nurunu söndürmek istemişlerdi. Ama ALLAH onların tüm planlarını yerle bir ederek kendi nurunu ikmal etti.
Mekke’de olduğu zaman O’nu ve ashabını öldürmek iste-diler. Daha sonra O’na sığınak verenleri ortadan kaldırmak için Medine’ye yöneldiler. Ama ALLAH O’nu Bedir, Uhud ve Ahzâb savaşlarında muzaffer etti.
“Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd alemlerin Rabbi ALLAH’a mahsustur.” [21]
Bu savaşlardan sonra Mekke halkının Peygamber (s.a.a)’e karşı olan kötü görüşleri değişti. Zira hicretten sonra O’nu bir daha görmediler. Bu kötülemelerden başka hiçbir haber alma kaynağı da yoktu. Ama Hudeybiye’de Peygamber (s.a.a) ve ashabıyla karşılaşınca O’nu yüce sıfatlar sahibi olarak buldular.
Onlar ne zaman Peygamber (s.a.a)’e karşı kabalık etseler veya kötü davransaydılar, sürekli güzel ahlak ve davranışlarla karşılaşıyorlardı. Katılık ve nefret gösterseler, Peygamber (s.a.a)’den yumuşaklık ve sevgi görüyorlardı. Bu, Resul-i Ekrem (s.a.a)’in onlara karşı olan tavrıydı. Bu konuda aşağıdaki ayete amel ediyordu: “Sen, kötülüğü en güzel bir tutumla sav.” [22]
Peygamber (s.a.a) o gün zorla Mekke’ye girmeye ve Kabe’yi ziyaret etmeye kadirdi. Bunun delili ise şu ayettir: “Eğer kafirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.” [23]
Yine şöyle buyuruyor: “O, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke’nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir.” [24]
Müşrikler, savaş çıkacağı durumunda Peygamber (s.a.a)’in onlara galip geleceğini ve ashabın onlarla savaşması için Peygamber (s.a.a)’e ısrar ettiğini çok iyi biliyorlardı. Ama Peygamber (s.a.a) barış antlaşması ve onun getireceği iyi sonuçları göz önünde bulundurarak, dökülebilecek kanların önlenmesi, harem ve onun ihtiramının korunması hatırına onların bu isteğini ciddi bir şekilde reddetti.
Kureyş çok güzel bir şekilde Peygamber (s.a.a)’in kendilerine karşı olan şefkatinin ölçüsünü ve Peygamber (s.a.a)’in akrabalık hukukunu gözeteceğini anlamıştı. Peygamber (s.a.a) işte bu yüzden çok ağır şartla-ra sahip olmasına rağmen bu barışı imzaladı. Ashabının çok şiddetli iti-razlarına ve Kureyş’in Mekke ve Kabe’ye girmesini önlemekteki katılı-ğına rağmen bütün bunları görmezlikten gelerek Medine’ye geri döndü.
Bu durum Kureyş’in gözünde, Peygamber (s.a.a)’in Bedir, Uhud ve Ahzâb savaşlarında olan hadiselerin kefaretiydi. Zira o gün Kureyş, Peygamber (s.a.a)’in savaştan çekinerek söz konusu hadiselerden sorumlu olmadığını, bilakis asıl sorumlu Ebu Süfyan, Ebu Cehil ve Kureyş’in diğer ileri gelenleri olduğunu çok iyi anlamış oldu. Onlar, Peygamber (s.a.a)’in firar ederek onlara bıraktığı şehirde O’nunla savaştılar. Onlar Peygamber (s.a.a)’i, kendisini ve ashabını korumaya ve onları savunmaya mecbur ettiler.
Eğer Kureyş Peygamber (s.a.a)’e ve O’na sığınak verenlere saldır-masaydı, Peygamber (s.a.a) de onlarla savaşmaz, kendi dinine davette hikmet ve güzel nasihatlerle yetinirdi.
Peygamber (s.a.a) Hudeybiye’de müşriklerin kalplerindeki ateşi sön-dürdü. Onların kinlerini ortadan kaldırdı. Onların büyüklerine ve ihtiyarlarına ihtiram gösterdi. Öyle ki onlar, Peygamber (s.a.a)’e karşı ne kadar hürmetsizlik ve saygısızlık yaptıklarını kendileri bile anlamış oldular. İşte bu yolla kaskatı kesilen kalpler yumuşadı. Böylece eğer O’nun sancağı altına girecek olurlarsa, güzel bir sonuca erişeceklerine, apaçık bir zafere ulaşacaklarına ve halkın grup grup ALLAH’ın dinine gireceklerine inandılar.
PEYGAMBER (S.A.A)’İN MEDİNE’YE
GERİ DÖNÜŞÜ
Peygamber (s.a.a) on dokuz gün Hudeybiye’de kaldı. Daha sonra Medine’ye döndü. Kura’ul-Ğamim’e ulaştığında Fetih suresi nazil oldu. Ömer aynı şekilde müşriklerin Mekke’ye girmelerine izin vermemeleri ve Mekke’nin fethinin gerçekleşmemesinden dolayı hayıflanıp durmaktaydı.
Peygamber (s.a.a) Fetih Suresi indikten sonra Ömer’in üzüntüsünü gidermek ve göğsündeki derdi gidermek istedi. Buhari’nin naklettiğine [25] göre şöyle buyurdu: “Bana, güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha değerli olan bir sure nazil oldu.” Daha sonra onu okumaya başladı: “Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” [26]
Ashaptan birisi şöyle dedi: Bu fetih değil ki; [27] Mescid’ül-Haram’a girmemize engel oldular, develerimizi gerektiği yerde kurban edemedik ve bize sığınan iki mü’min onlara geri çevrildi.
Peygamber (s.a.a) onun bu sözüne karşı şöyle buyurdu: “Kötü bir söz söyledin! Bu en büyük zaferdi. Müşrikler onların sınırlarını terk etti-ğiniz için sevindiler. Onlar sizden barış istediler. Onlara güvence verme-nize meyillendiler. Sizden beğendikleri şeyler gördüler. ALLAH sizi onlara karşı galip kıldı. ALLAH sizi oradan salim olarak geri çevirdi. Bunun ken-disi büyük bir zaferdir. Uhud Savaşında dağa tırmandığınızı ve kimseye aldırış etmediğinizi unuttunuz mu? Size arkanızdan seslenmeme rağmen beni dinlemediğinizi unuttunuz mu? Acaba Ahzâb savaşındaki vaziyeti-nizi unuttunuz mu? “Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vadinin üstünden ve alt tarafından) üzerinize yürüdüler; gözler kaydı, yürekler gırtlağa geldi ve siz ALLAH hakkında türlü türlü şeyler düşündü-nüz.” [28]
Müslümanlar şöyle dediler: ALLAH ve Resulü doğru söylüyor. Ey Al-lah’ın Resulü! Yeminler olsun ki biz senin düşündüğün şeyleri düşüne-medik. Sen ALLAH’ı ve emirlerini bizden daha iyi bilirsin.” [29]
Ama Ömer şöyle dedi: “Ya Resulellah! Sen bize tam bir güvenle Mekke’ye gireceğimizi söylemedin mi?!”
Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyurdu: “Evet söyledim ama size bu yıl gireceğinizi mi söyledim?”
Ömer: “Hayır!...” [30]
Said b. Mensur sahih senetlerle Şa’bi’den “Biz sana doğrusu apa-çık bir fetih ihsan ettik” ayetinin tefsirinde şöyle dediğini rivayet eder:
“İslam’da Hudeybiye zaferinden daha üstün bir fetih yoktu. Zira barış yapılıp savaş ihtimali ortadan kalkınca halk birbirine güvence veriyordu. Bir birileriyle görüşüyor ve mülakat edip ilmi tartışmalar yapıyorlardı. Bu müddet zarfında bir Müslüman, akıllı bir müşrikle İslam hakkında konuştuğunda hemen o müşrik Müslüman oluyordu. Öyle ki o iki yıl zarfında (barış süresi içerisinde) Müslüman olanların sayısı, barıştan önce Müslüman olanların sayısına eşit hatta daha fazlaydı.”
Daha sonra şöyle ekledi: “Şunu söylememiz yeter: Peygamber (s.a.a) 1400 kişiyle Hudeybiye’ye gitti ama iki yıl sonra on bir kişiyle Mekke’nin fethi için Medine’den ayrıldı.”
Sonra şöyle dedi: “Hudeybiye barışından anlaşıldı ki bu barış, halkın bölük bölük ALLAH’ın dinine gireceği büyük bir fethin ön hazırlığı idi. Bu yüzden Hudeybiye barışı fethin ön hazırlığı olduğundan fetih olarak isimlendirildi. Zira zuhurun ön hazırlığı huzurdur.”
PEYGAMBER (S.A.A)’İN
MÜSTAZ’AFLARIN KURTULUŞU
HAKKINDAKİ VAADİ
Suheyl b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel’in olayını daha önce anlatmış ve demiştik ki; hapsedildiği yerden firar etmiş, eli ve ayakları zincirli olduğu halde patika yollardan Hudeybiye’ye gelerek Peygamber (s.a.a)’e ulaşmış ve O’na sığınmıştı. O gün Peygamber (s.a.a) ona yardım edecek durumda olmadığından ona sabretmesini emretmişti. Örmeğin şöyle buyurmuştu: “ALLAH çok yakında sana ve Mekke’de bulunan müstaz’af Müslümanlara bir kurtuluş yolu açacaktır.”
Mekke’deki müstaz’af Müslümanlar arasında Ebu Besir adında dilaver birisi vardı. O da zindandan firar ederek [31] Peygamber (s.a.a)’in Hudeybiye’den ayrılmasından sonra O’na katıldı.
Kureyş onu geri istediklerini belirten bir mektup yazarak onu Beni Amir kabilesinden olan Huneys adlı bir şahısla Peygamber (s.a.a)’e gön-derdiler. Huneys’le birlikte bir kılavuz da vardı.
Bu iki şahıs şu içirikteki mektubu Peygamber (s.a.a)’e teslim ettiler: “Bildiğiniz gibi biz, evlatlarımızdan herhangi birisi sana geldiği zaman onu bize geri çevirmenizi şart koşmuştuk. Buna göre Ebu Besir’i bize geri vermelisin.”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ebu Besir! Bildiğin gibi bizimle Kureyş arasında böyle bir şart vardır. Onları kandırmamız da doğru değildir. ALLAH sana ve senin gibi sı-kıntılı olanlara bir kurtuluş yolu açacaktır. Öyleyse uyanık ve doğru yolda olarak git.”
Ebu Besir şöyle arz etti: “Ya Resulellah! Onlar beni dinim konusun-da sıkıştırıyorlar.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Git ki ALLAH sana ve senin gibi sıkıntıda olanlara çok yakında bir kurtuluş yolu açacaktır.”
Ebu Besir de Peygamber (s.a.a)’le vedalaşarak o iki adamla beraber yola koyuldu. Zü’l-Huleyfe’ye ulaştıkları zaman Ebu Besir ve iki yol arkadaşı bir duvarın kenarına oturdular. Ebu Besir onların birisine döne-rek şöyle dedi: Amiri kadeş! Kılıcın keskin mi?
Adam: “Evet” dedi.
Ebu Besir: “Bakayım!”
Adı geçen putperest de kılıcı ona verdi. Ebu Besir kılıcı kılıfından çıkarıp yukarı kaldırarak bir darbede onu öldürdü. Daha sonra ikinci adama saldırdı. Ama o kaçarak Peygamber (s.a.a)’in yanına geldi.
Ebu Besir de onun peşi sıra geldi. Peygamber (s.a.a) söz konusu adamı görünce şöyle buyurdu: “Bu adam korkunç bir şey görmüştür.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Vay olsun sana! Mevzu nedir?”
Kılavuzculuk yapan adam şöyle dedi: “Sizin dostunuz yol arkadaşı-mı öldürdü, şimdi de beni öldürmek istiyor; bana sığınak ver.”
Peygamber (s.a.a) de ona güven ve aman verdi. Çok geçmeden Ebu Besir keskin ve yalın kılıçla çıka gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Anam-babam sana feda olsun! Sen kendi sözünü tuttun ve Beni Kureyş elçilerine teslim ettin. Ben de dinim konusunda bana baskı yapmalarına mani oldum.” Peygamber (s.a.a) de cevaben: “Şimdi serbestsin, istediğin yere gidebilirsin” buyurdular.
Ebu Besir: “Ya Resulellah! Bu, ölen adamın eşyasıdır. Onun azığı ve kılıcıdır. Onu tahmis et (humusunu çık)!” dedi.
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Onu tahmis etsem, Kureyş sö-zümü tutmadığımı zanneder. Ama sen onları ne yapacağını bilirsin.”
Bu esnada Ebu Besir Kureyş kervanının geçtiği bir bölgeye gitti. Mekke’de baskı altında olan bir grup Müslümanlar, Ebu Besir’in olayını ve Peygamber (s.a.a)’in: “Ebu Besir yardımcı bulursa savaşır” dediğini duyunca, Ebu Cendel yetmiş atlı Müslüman’la birlikte, gizlice şehirden çıkarak Ebu Besir’e katıldılar. Barış zamanında Peygamber (s.a.a)’e ka-tılamadıklarından Gaffar, Cuheyne, Eslem ve diğer Arap kabilelerinden pek çok insanlar Ebu Besir’le Mekke’den kaçanlara katıldılar; öyle ki sayıları üç yüzü buldu. Orada Mekke kervanlarının önünü kesiyor, Mek-ke’ye girmelerini veya oradan çıkmalarını engelliyorlardı.
İş öyle bir yere vardı ki, Kureyş’in kendisi, Peygamber (s.a.a)’e bir mektup yazarak aralarındaki akrabalıktan dolayı Kureyş’ten Müslüman olanları O’na sığınmaları durumunda kabul etmesini rica etmek zorunda kaldılar. Bu görevi de Ebu Süfyan’a verdiler. Ebu Süfyan da şöyle yazdı: “Biz barış şartlarından olan bu şartı kaldırıyoruz. Bundan sonra kim sana sığınırsa, itiraz olmaksızın onu kabul et!”
Peygamber (s.a.a) de Ebu Cendel ve Ebu Besir’e bir mektup yaza-rak Medine’ye gelmelerini, diğer Müslümanlara katılmalarını ve Kureyş kervanlarına saldırmamalarını istedi. Peygamber (s.a.a)’in mektubu Ebu Cendel ve Ebu Besir’e ulaştığında Ebu Besir ölüm halindeydi. Peygam-ber (s.a.a)’in mektubu elinde olduğu halde can verdi. Ebu Cendel de onu orada defnetti ve kabrinin yan tarafında da bir mescit inşa etti.
Daha sonra Ebu Cendel kendi yarenlerinden bir grupla Peygamber (s.a.a)’in huzuruna vardı. Diğerleri de kendi yakınlarına katıldılar. Kureyş kervanları da emniyete kavuşmuş oldu.
Bu sırada Ebu Cendel’in babasına teslim edilmesini içerleyen sahabe özellikle de Ömer, Peygamber (s.a.a)’e itaat etmenin kendi isteklerinden daha iyi olduğunu anlamış oldular. Yine Hudeybiye’de hikmetin barışı gerektirdiğini ve Peygamber (s.a.a)’in kendi hevesi ile söz söylemediğini de anladılar. Bu yüzden yaptıkları itirazlar ve muhalefetlerden dolayı şiddetle pişman olup kendi yanlışlıklarına itiraf ettiler.
Diğer taraftan Kureyş de, Peygamber (s.a.a)’in barışı kabul etmesi-nin kan dökülmesine mani olduğunu ve çok iyi sonuçlar meydana getir-diğini anlamış oldu. Peygamber (s.a.a)’in ne kadar doğru sözlü ve onlara karşı ne kadar şefkatli olduğunu gözleriyle gördüler.
_______________
[1] - Hudeybiye; bir kuyunun veya bir ağacın veya bir köyün veyahut Mekke’nin dokuz mil uzaklığında vaki olan bir bölgenin ismidir. Onun topraklarının çoğu harem bölgesindedir.
[2] - Bazıları, Peygamber-i Ekrem’le Umre için hareket edenlerin sayılarının bundan daha fazla, bazıları ise bundan az olduğunu söylemişlerdir. Bu yolculukta Peygamber (s.a.a) hanımı Ümmü Seleme'yi de beraberinde götürdü. Yolun yarısında münafık Araplardan bir çoğu Hazretten ayrıldı. ALLAH-u Teala, Hudeybiye macera-sından sonra nazil olan Fetih suresinde onları kınamıştır. Ayet şöyledir:
“ALLAH onlara gazap etmiş, lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!” (Fetih/6)
Muğayre b. Şu’be ve Abdullah b. Ubey de Peygamber (s.a.a)’le beraber hareket eden-lerdendiler. Bu iki şahıs da aynen diğer kimseler gibi bir ağacın altında Peygamber (s.a.a)’e biat ettiler.
[3] - Zu’l-Huleyfe’ye; Medine’nin altı veya yedi mil yakınlığında vaki olan bir yerin ismidir. Medine halkının mikatı (ihram bağladığı yer) orasıdır.
[4] - Nisa / 102 - 104.
[5] - Ahzab / 25.
[6] - Tevbe / 123.
[7] - Maide / 24.
[8] - Yemende bir kale ismidir. Zamanında Arapların en kuvvetli kalesi olarak sayılırdı. Kalenin etrafını sarp kayalar oluşturduğundan orayı fethetmeye kalkışmak apaçık bir intihar olarak nitelendirilirdi.
[9] - Bu biate “Şecere Biati” derler. Zira biat merasimi bir ağacın altında gerçek-leşti. Aynı zamanda “Rıdvan Biati” de denir. Çünkü “And olsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken ALLAH, o müminlerden razı olmuştur” (Fetih/18) ayeti o zaman nazil oldu. Elbette bilinmesi gerekir ki, o zaman ashabın biat etmesi, ALLAH’ın rızasıydı. Ama bu durum, ömürlerinin sonuna kadar baki kalmayı gerektirmiyordu. Zira ALLAH (c.c) şöyle buyuruyor: “Şüphesiz rabbimiz ALLAH’tır deyip sonra dos-doğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner...” (Fussilet/30) Buna binaen, biatin şartlarını koruma yolunda direnmek ve üzerine düşen görevleri ömrün sonuna kadar yapmak gerekir.
[10] - Güya Ebu Bekir, Ömer’in Peygamber (s.a.a)’in risaletinde şüphe etmesinden korktuğundan dolayı bu sözleri söylemiştir!
[11] - Mekke (H. 8. yılda) feth edildiği zaman Peygamber (s.a.a) Kâbe’nin anah-tarını eline alarak şöyle buyurdu: “Ömer’e deyin ki gelsin. Ömer gelince Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ömer! Size söylediğim şey işte buydu! Veda haccında da Arefe günü Ömer’i çağırarak şöyle buyurdu: “Ey Ömer! Size söylediğim şey işte buydu!” (Sire-i Halebi ve diğer kitaplar.)
[12] - Anlaşıldığı kadarıyla Ömer’in barışı önlemek için yaptığı işler önemliydi. İşte bu yüzden Peygamber (s.a.a) ashabına; develerinizi kurbanlık niyetine kesin” diye buyurduğu zaman itina etmediler. Hazret üç kez bu sözü onlara tekrarladı. (Bu konuya değineceğiz.)
[13] - “ALLAH’ın dergahından kovulmuş şeytanın şerrinden ALLAH’a sığınırız.”
[14] - Peygamber (s.a.a)’in Müslümanlar arasında bu şekilde konuşması, O’nun gaybi haberlerinden birisi ve İslam’ın hakkaniyetindendir. Konunun teferruatını Sire-i Halebi, Sire-i Dehlani ve diğer sire kitaplarında mevcuttur.
[15] - Bazıları, müddetin iki yıl olduğunu söylemişlerdir. Hakim-i Nişaburi’nin sahih bildiği bir rivayette, bu müddetin 4 yıl olduğu belirtilmiştir.
[16] - Bu müddet içerisinde Huzaa kabilesi antlaşma yaparak Peygamber (s.a.a)’e katıldı. Daha önce de Abdülmuttalib ile antlaşma yapmıştı. Beni Bekir kabilesi de Kureyş’e katıldı. Huzaa ile ben-i Bekir arasında çıkan bir savaşta Kureyş, Peygamber (s.a.a)’le antlaşma yapan Huzaa kabilesine saldırdı. Kureyş böylece Hudeybiye antlaşmasını ayak altına aldı. İşte bu saldırı Peygamber (s.a.a)’in Hudeybiye anlaşmasını hiçe saymasına sebep oldu. Böylece Peygamber (s.a.a), Kureyş’le savaşmayı câiz bildi. Bunun sonucunda da Mekke fethedildi. El-hamdu lillahi rabbil alemin.
[17] - Eğer o gün Süheyl b. Amr öldürülseydi, Kureyş ile Müslümanlar arasında büyük bir fitne doğacaktı. Bu fitne herkesi kapsayacak ve şerri gitgide de büyüyecek-ti.
[18] - İlginç! Peygamber (s.a.a) Ebu Cendel’i sabra tavsiye ediyor, Ömer ise onu babasını öldürmesi için tahrik ediyor! (M.)
[19] - Burada Ömer iki defa Peygamber (s.a.a)’e karşı çıkmıştır: Birincisi; Pey-gamber (s.a.a) Ebu Cendel’e sabretmesini emretmişti. İkincisi ise Müslümanları Süheyli öldürmekten sakındırmıştı.
[20] - Ebu Cendel’in kardeşi Abdullah Müslüman olmuştu. Ama Müslüman ol-duğunu gizliyordu. Müşriklerle beraber Bedir savaşına geldi ve orada firar ederek Peygamber (s.a.a)’in ordusuna katıldı. Bedir ve diğer tüm savaşlara katıldı. Ama Ebu Cendel ilk defa Mekke’nin fethine katılabildi.
[21] - En’am / 45.
[22] - Mü’minun / 96.
[23] - Fetih / 22.
[24] - Fetih / 24.
[25] - Sahih-i Buhari, c. 3, Hudeybiye Gazvesi bölümü.
[26] - Fetih / 1.
[27] - Sübhanellah! ALLAH-u Teala açıkça, “size bir zafer ihsan ettik” buyuruyor, Peygamber şahsen onu ALLAH tarafından okuyor, ama bu adam: “Bu doğru değildir!” diyor. Siz sayın okuyuculara göre bu şahıs kim olabilir? Keşke onu bir tanıyabilsey-diniz!
[28] - Ahzâb / 10.
[29] - Bkz. Sire-i Dehlani ve diğer tarih kitapları Hudeybiye olayı.
[30] - Sire-i Halebi ve diğer sire kitapları.
[31] - Onun adı Utbe b. Useyd b. Cariye b. Useyd-i Sekafi’dir. İbn-i Abdülbirr el-İstiab adlı kitabının “künyeler” bölümünde ve diğer meacim sahipleri de onun ismini zikretmişlerdir. Burada anlatılan bu öykü, İbn-i İshak ve diğer sire ve tarih yazarla-rına göre İslam'ın ilk dönemlerindeki meşhur olaylarındandır. Biz bu öyküyü Sire-i Halebi’den naklediyoruz.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) savaş yerine Hudeybiye [1] ba-rışını seçti. ALLAH’ın gönderdiği vahye uygun olarak savaşı barışa çevirdi. Gerçek maslahat da bunu gerektirmekteydi. Ama bu durum ashap için aşikar değildi. Bu nedenle ashaptan bazıları Peygamber (s.a.a)’i eleştirerek açıkça O’nunla muhalefet etmeye başladılar!!
Buna rağmen Peygamber (s.a.a) onlara önem vermeyerek aldığı emir doğrultusunda ilerledi ve neticede bu antlaşma iki tarafın imzasıyla so-nuçlandı. Bu antlaşma, İslam tarihinin en güzel zaferlerinden biri olarak sayıldı. Alemlerin Rabbine hamd olsun.
Resul-i Ekrem (s.a.a) hicretin altıncı yılı, Zilkade ayının Pazartesi günü Umre amellerini yerine yapmak için Medi-ne’den çıktı. ALLAH Resulü Kureyşlilerin O’nunla savaşma-sından veya Mekke’ye girmesine engel olmalarından endişe-liydi. Nitekim böyle de oldu.
Bu yüzden halkı Umre amellerini yerine getirmek için davet etti. Sonuçta Muhacir, Ensar ve Bedevilerden oluşan -aralarında 200 süvarinin de bulunduğu- 1400 [2] kişi Peygamber (s.a.a)’in davetine olumlu cevap verdi. Resulullah (s.a.a), kurban etmek için kendisiyle otuz deve de götürdü. Hareket edilirken Hz. Peygamber (s.a.a) ve yol arkadaşları silahlanmış, kılıçları da kılıfa sokulmuştu. Bu nedenle Ömer şöyle dedi: “Ya Resulellah! Kendilerini savaşa hazırlamamış olan Ebu Süfyan ve taraftarlarından korkuyor musun?” Resulullah (s.a.a) cevaben: “Ben umre amellerini yaparken yanımda silah taşımam” buyurdu.
Zu’l-Huleyfe’ye [3] ulaşır ulaşmaz kurbanlık develerin boynuna bir tasma takarak develeri kurbanlık adetlerine göre hazırladı. Daha sonra Peygamber (s.a.a)’in kendisi ve ashabı ihram bağladılar. Böylelikle Kureyşlilere ALLAH’ın evini ziya-rete geldiklerini ve başka bir amaçları olmadığını anlatmak istediler.
Oradan geçtikten sonra Peygamber (s.a.a) yolun yarısında, Halid b. Velid’in Kureyş’ten iki yüz süvari ile İkrime b. Ebu Cehil’in komutası altında “Ğamim” denilen yerde mevzi aldığından haberdar oldu.
Peygamber (s.a.a) bu durumu ashabına da bildirdi. Daha sonra Halid b. Velid’le karşılaşmamak için sağ taraftan hareket etmelerini emretti. Nihayet Hudeybiye yakınlarındaki “Hamz” bölgesine kadar ilerlediler. Halid onların gelişini, atlarının ayakları altından çıkan toz-dumanı görünce anladı. Halid ordusuyla gelerek Peygamber ve ashabı karşısında durdu. Peygamber (s.a.a) de Abbad b. Beşire, süvari birliği ile Halid’in süvari birliğinin karşısında durmasını emretti.
Bu sırada öğle namazı vakti ulaştı. Peygamber (s.a.a) ve ashabı na-maz kılmaya başladılar. Müşrikler: “Çok iyi bir fırsat, MUHAMMED ve ashabı namazla meşgul iken onlara hamle edelim” dediler.
Halid şöyle dedi: “Evet! Ama onlar namaza daha yeni başladılar, hamle edersek zarar görmemiz mümkündür. Onların bir başka namazı daha vardır (ikindi namazı) ki onu can ve evlatlarından daha çok sever-ler. İşte tam o sırada hamle etmek gerekir.” Bu arada ALLAH-u Teala aşa-ğıdaki ayeti Peygamber (s.a.a)’e nazil etti:
“Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını (yanlarına alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan (bu) diğer grup gelip seninle bera-ber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını al-sınlar. O kafirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gafil olasınız da üstünüze birden baskın yapsınlar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız, silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz ALLAH, kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) ALLAH’ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır. O (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz ALLAH’tan onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. ALLAH ilim ve hikmet sahibidir.” [4]
Peygamber (s.a.a) de ikindi namazını yukarıdaki ayette belirtildiği üzere kıldı.
“ALLAH o inkar edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleriyle geri çevirdi” [5]
KUREYŞ’İN SERTLİĞİ VE
PEYGAMBER (S.A.A)’İN TAVRI
Peygamber (s.a.a) Hudeybiye’ye girdiğinde, Kureyşlilerden pek çok eziyet, kabalık ve saygısızlılarla karşılaştı. Öyle ki Peygamber’e ve asha-bına karşı taş kalplilik ve kinciliklerini gösterdiler. Müşrikler de ashaptan şiddetli bir şekilde tepki gördüler. Bu da ALLAH’ın emriyleydi: “Onlar sizde bir sertlik bulsunlar.” [6] Ama o gün Peygamber (s.a.a), ALLAH’ın kendisine verdiği sabır, tabiatının bir parçası olan hikmet ve peygamber-lerin en faziletlisi olmasına sebep olan yüce ahlakı ile onlarla karşılaştı.
Müşrikler, bozgunculuk, aşağılık ve dar görüşlülükle Peygamber (s.a.a)’in Mekke’ye girmesine mani oldular. Ama bu hareketler ne Pey-gamber (s.a.a)’in öfkelenmesine, ne de sabrının taşmasına sebep oldu. Peygamber (s.a.a) o zalimlere karşı yumuşak davranıp, müsamaha ve alçak gönüllülükle konuştu. Durum öylesine değişti ki müşrikler kendilerini O Hazretin karşısında, dağ karşısında bir saman tanesi gibi (küçük) gördüler.
Peygamber (s.a.a) onlara öylesine şefkat ve sevgi ile bir tavır takındı ki onları, -kaskatı kalplerine rağmen- kendisine celp etti. Bazen de onları öylesine tehdit ediyor ve dehşetli gelecekten korkutuyordu ki, ödleri kopuyordu.
Şimdi bu mevzu ile ilgili hadislerden bir kısmını nakledi-yoruz. Dikkatle onları inceleyerek Peygamber (s.a.a)’in he-deflerini bulun. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Vay olsun Kureyş’e! Savaş onları çökertti. Neden el çekmiyorlar?! Neden beni Arap’la yalnız bırakmıyorlar? Eğer beni ortadan kaldırırlarsa arzularına ulaşırlar. ALLAH beni onlara karşı muzaffer kılarsa, grup grup İslam’a girerler. İslam’ı kabul etmekten çekinirlerse, güçleri olduğu tak-dirde bana karşı savaşırlar. Kureyş ne düşünüyor?! Ondan başka ilah olmayan ALLAH’a yemin olsun ki, ALLAH’ın beni görevlendirdiği hedefe doğru ilerlemek için, ALLAH’ın, dinini zafere ulaştırana veya bu yolda öldürülene dek onlara karşı savaşacağım.”
Yine Kureyş’in gönlünü, sahip olduğu yüce ahlak ve erdemlere yön-lendirmek için şöyle buyurdu: “MUHAMMED’in canının elinde olduğu ALLAH’a yemin olsun ki, bugün Kureyş, aramızda olan akrabalık sebebiyle benden ne isterse onlara vereceğim.”
Peygamber (s.a.a) bu hikmetli sözlerle ne kadar şefkatli ve merha-metli olduğunu izhar etti. Daha sonra ashabını toplayarak, Kureyş in, onların Mekke’ye girmelerine engel oldukları takdirde onlarla savaşılıp savaşılmaması hususunda istişare etti. Yaklaşık ashabın tümü savaşa hazır olduklarını belirtti.
Bu sırada Mikdad b. Esved kalkarak tüm ashap adına şöyle dedi: “Ya Resulellah! Biz sana Beni İsrail’in Hz. Musa’ya söylediğini (Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturmuşuz) [7] söylemeyeceğiz. Tam tersine, sen ve rabbin savaşın, biz de sizinleyiz diyoruz.
Ya Resulellah! ALLAH’a yeminler olsun ki, eğer bizi “Bered’ul-Ğımad”ı [8] fethetmemiz için sevk etsen hepimiz seninle geliriz; bizden bir kişi bile geri kalmaz.” Peygamber (s.a.a) Miktad’ın sözlerinden ol-dukça sevindi.
Daha sonra Peygamber (s.a.a) hazır bulunan ashaptan biat aldı. Her-kes kanının son damlasına kadar Peygamber (s.a.a)’in yanında olacağına dair O Hazretle biat etti. O gün 1400 erkek Peygamber (s.a.a)’e biat etti. Biat edenler arasında münafıkların sığınağı olan Abdullah b. Ubey Selul da vardı. Sadece Cedd b. Kays-i Ensari adlı birisi biat etmedi.
Sire-i Halebiyye’de Selemet b. Ekva’dan şöyle dediği rivayet edilir: Biz kanımızın son damlasına kadar Peygamber (s.a.a)’le biat ettiğimizde sadece Cedd b. Kays biat etmedi. Adeta şu an, halkın bakışlarından korunmak için devesine sarılır halde olduğunu görür gibiyim.
Tarihçiler, sire yazarları ve Halebi kendi siresinde şöyle yazarlar: Kureyş Hudeybiye’de, Peygamber (s.a.a)’le beraber olan İbn-i Ubey Selul’a birisini göndererek şöyle dedi: “İstiyorsan Mekke’ye gir ve Kâ-be’yi ziyaret et.” Oğlu Abdullah babasına hitaben: “Baba! ALLAH aşkına bizi her yerde rezil etme! Sakın burada da Peygamber (s.a.a)’den önce ALLAH’ın evini tavaf etme” dedi.
İbn-i Ubey Selul da: “Hayır! Ben de Peygamber (s.a.a) tavaf etme-dikçe tavaf etmeyeceğim” dedi. Bu haber Peygamber (s.a.a)’e ulaşınca Hazret Abdullah’ın davranışından hoşnut oldu ve onu tebrik etti. Buna göre Abdullah b. Ubey Selul da, Hudeybiye’de ağaç altında Peygamber (s.a.a)’e biat edenlerdendi. Önceden de söylediğimiz gibi sadece “Cedd b. Kays” biat etmedi.
MÜŞRİKLERİN KORKMASI VE HZ. PEYGAMBER’DEN SULH İSTEMELERİ
Bu biatinin [9] (Rıdvan biatinin) haberi Kureyş’e ulaşınca canlarına büyük bir korku düştü. Bu korku özellikle İkrime b. Ebu Cehil’in komu-tanlık ettiği 500 kişilik süvari birliğinin- Zemahşeri’nin de Keşşaf’ta belirttiği gibi- Mekke’ye kadar geri püskürtülmesinden sonra daha da şiddetlendi.
İbn-i Abbas şöyle diyor: ALLAH-u Teala Müslümanları, taş fırlatmala-rıyla onlara karşı zafer kıldı. Öyle ki onları evlerine kadar takip ettiler. Kureyş, Peygamber (s.a.a) ve ashabına karşı savaşmaya kadir olmadığını anladı.
İşte bundan dolayı onların görüş sahipleri, Peygamber (s.a.a)’den barış isteğinde bulunmaya mecbur oldular. Bu arada Peygamber (s.a.a)’in: “MUHAMMED’in canının elinde olduğu ALLAH’a yemin olsun ki, bugün Kureyş benden ne isterse vereceğim” diye buyurduğu söz de onlara ulaşmıştı.
Mekke halkı, başlarında Süheyl b. Amr b. Abdüved-i Amiri’nin bu-lunduğu bir heyeti, Müslümanlar için oldukça ağır şartlara sahip olan antlaşmayı imzalamak üzere Peygamber (s.a.a)’in yanına gönderdiler. Müslümanlar antlaşmanın şartlarını kabul etmediler. Bazıları da kesinlik-le barışı istemiyorlardı.
Ama müşrikler Peygamber (s.a.a)’in: “Bugün Kureyş ne isterse ka-bul ederim” sözüne dayanarak ısrar ettiler. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a), ALLAH tarafından böyle bir vaatte bulunmak ve onun içeriğine göre amel etmekle görevlenmişti. Onların barış önerisinin ağır şartlarını kabul etmelerinin sebebi de vahye amel etmek ve ALLAH’ın bildiği bir takım maslahatlardan dolayı idi. Daha sonra herkes o barışın gerekli olduğunu anlamış ve itiraf etmişlerdir. Bu konuyu ileride açıklayacağız.
ÖMER’İN BARIŞ ANTLAŞMASINDAN
RAHATSIZ OLMASI
Barış antlaşması imzalanır imzalanmaz gayreti tarik olan Ömer b. Hattab, yüzünde öfke ve nefret belirtileri olduğu halde Ebu Bekir’in yanına gelerek şöyle dedi: Ebu Bekir! Bu adam Peygamber değil mi?
Ebu Bekir: Evet, peygamberdir.
Ömer: Biz Müslüman değil miyiz?
Ebu Bekir: Evet, Müslüman’ız.
Ömer: Onlar müşrik değiller mi?
Ebu Bekir: Evet, müşriktirler.
Ömer: Peki o zaman neden dinimizde onlara karşı müsamaha göste-riyoruz?
Ebu Bekir: Ey Ömer! O ALLAH’ın Resulüdür. ALLAH’ın emrinin tersine amel etmez. ALLAH da O’nun yardımcısıdır. O ölüm anına kadar ALLAH’ı âmir, kendisini de memur bilir. Ben de O’nun ALLAH’ın Resulü olduğuna şahitlik ediyorum... [10]
Müslim kendi sahihinin 4. Cildinin Hudeybiye barış antlaşması hak-kında şöyle yazar:
“Ömer Peygamber (s.a.a)’e şöyle dedi: Biz hak, onlar da batıl üzere değiller mi?
Peygamber (s.a.a): “Evet.”
Ömer: Bizim öldürülenlerimiz cennette, onların öldürülenleri de ce-hennemde değiller mi?
Peygamber (s.a.a): “Evet, öyledir.”
Ömer: Peki o zaman neden dinimiz konusunda onlara karşı taviz vermeliyiz ve ALLAH’ın bizimle onlar arasında ne hükmedeceğini görmek için geri dönmeliyiz?
Peygamber (s.a.a): “Ey Hattab’ın oğlu! Ben ALLAH’ın Resulüyüm. ALLAH hiçbir zaman beni zayi etmez.”
Ömer hemen yola koyuldu ve öfkeli bir şekilde Ebu Bekir’in yanına giderek şöyle dedi: Ebu Bekir! Biz hak onlar da batıl değiller mi?
Ebu Bekir: Evet.
Ömer: Biz öldürülenlerimizin cennette, onlardan öldürülenlerin de cehennemde olduğuna inanmıyor muyuz?
Ebu Bekir: Evet, öyledir.
Ömer: Peki neden dinimiz konusunda taviz veriyor ve ALLAH’ın bi-zimle onlar arasında nasıl hükmedeceğini görmek için geri dönüyoruz?
Ebu Bekir: Ey Hattab’ın oğlu! O, ALLAH’ın Resulüdür ve ALLAH hiçbir zaman onu zayi etmez...”
Ehl-i Sünnet’in muteber kitap yazarlarından bir çoğu Ömer’den bundan daha şiddetli sözler nakletmişlerdir.
Buhari kendi sahihinin “Şurut” kitabının sonunda Ömer’in şöyle de-diğini nakleder: Peygamber’e dedim ki:
-Sen ALLAH’ın hak olan Peygamber’i değil misin?
Peygamber (s.a.a): “Evet, O’nun Peygamberiyim.”
-Biz hak, düşmanlarımız da batıl değil mi?
Peygamber (s.a.a): “Evet.”
- Peki neden dinimiz konusunda aşağılık sergiliyoruz?
Tam bu sırada Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Ben ALLAH’ın Resulüyüm ve O’na isyan etmem! ALLAH da benim yardımcımdır.”
Ömer: Sen; “Biz çok yakında ALLAH’ın evine ulaşacak ve onu tavaf edeceğiz” demedin mi?
Peygamber (s.a.a): “Evet, ama bu yıl mı böyle olacağını söyledim?”
Ömer: Hayır.
Peygamber (s.a.a): “Şunu bil ki, ALLAH’ın evine gidecek ve onu tavaf edeceksin.” [11]
Ömer sonra şöyle diyor: Ben de Ebu Bekir’in yanına giderek: Bu adam ALLAH’ın hak Peygamber’i değil mi? dedim.
Ebu Bekir: Evet.
Ömer: Biz hak, düşmanımız da batıl değil mi?
Ebu Bekir: Evet
Ömer: Peki neden dinimiz konusunda aşağılık gösteriyoruz?
Ebu Bekir: Ey Ömer! O ALLAH’ın Resulüdür; O’nun emrinin aksine hareket etmez. ALLAH da O’nun yardımcısıdır. O sürekli ALLAH’a itaat eder. Yeminler olsun ki O hak üzeredir.
Ömer: O (Peygamber) bize: “ALLAH’ın evine varacağız ve onu tavaf edeceğiz” demedi mi?
Ebu Bekir: Evet, ama sana bu yıl tavaf edeceğimizi mi söyledi?
Ömer: Hayır!
Ebu Bekir: öyleyse gidip tavaf edeceksin.
Ömer ekliyor: Ben barış antlaşmasını önlemek için bir takım işler yaptım. [12]
Ravi şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) barış fermanını yazmayı bitirince ashabına dönerek şöyle buyurdu: “Kalkın develerinizi nehredin ve daha sonra saçlarınızı kesin.” ALLAH’a yemin olsun ki hiç kimse yerinden kalkmadı. Bu sözünü üç kez tekrarladı. Hiç kimsenin yerinden kalkmadığını görünce yerinden kalkara kendi çadırına girdi. Daha sonra dışarı çıktı. Hiç kimseyle konuşmadan kendi elleriyle kendi devesini kurban etti ve daha sonra berberini çağırarak kendi başını tıraş ettirdi.
Ashap Peygamber (s.a.a)’in böyle yaptığını görünce develerini kur-ban ettiler ve daha sonra birbirlerinin başını tıraş ettiler. Neredeyse bir-birlerini öldüreceklerdi.”
Ahmed b. Hanbel kendi Müsned’inde Misver b. Mahrime’den ve Mervan b. Hakem den, Halebi de Sire-i Halebi’de (Hudeybiye gazvesi bölümünde), diğer tarihçiler de kendi kitaplarında şöyle naklederler: “Ömer Peygamber (s.a.a)’in sözlerini reddediyordu! Ebu Ubeyde Cerrah dedi ki: Ey Hattab’ın oğlu! Peygamber’in ne dediğini duymuyor musun? Peygamber şöyle buyuruyor: “Ne’uzu billahi min’eş-şeytan’ir-racim!” [13]
Halebi şöyle diyor: Peygamber (s.a.a) o gün şöyle buyurdu: “Ey Ömer! Ben hoşnudum ama sen rahatsızsın!”
Yine Halebi ve diğerleri Ömer’in sonraları şöyle dediğini naklederler: “Ben o gün Peygamber’e söylediğim sözlerin korkusunda dolayı sürekli oruç tutuyor, sadaka veriyor, namaz kılıyor ve köle azat ediyorum!...”
BARIŞ ANTLAŞMASININ ONAYLANMASI
Peygamber (s.a.a) o gün, muhaliflerin itirazlarına itina göstermeden ağır şartlarına rağmen onu kabul etmekle görevli olduğu barış antlaşma-sını imzalamaya kararlıydı. Bu yüzden barış antlaşmasını yazması için Hz. Ali (a.s)’ı çağırdı.
Peygamber (s.a.a), Hz. Ali’ye şöyle buyurdu: “Yaz; Bismillahirrahmanirrahim.”
Süheyl b. Amr: “Biz böyle bir şeyi resmi tanımıyoruz! Onun yerine ‘Bismikellahümme’ yazmalı” dedi.
Müslümanlar Süheyl’in bu sözüne alınarak: “ALLAH’a yeminler olsun ki, sadece ALLAH’ın ve Resulünün dediği yazılmalıdır” dediler.
Ama Resul-i Ekrem (s.a.a) tartışmayı keserek Hz. Ali (a.s)’a şöyle buyurdu: “Yaz; BismikeALLAHümme” Hz. Ali de Peygamber (s.a.a)’in emrini yerine getirdi. Daha sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Yaz; bu antlaşma ALLAH’ın Resulü MUHAMMED ve Süheyl b. Amr ara-sında yazılmıştır.”
Süheyl b. Amr şöyle dedi: “Eğer senin Peygamber olduğuna inan-saydık, seninle savaşmazdık! Bu yüzden şöyle yazılmalı: “Bu antlaşma MUHAMMED b. Abdullah ve Süheyl b. Amr arasında yazılmıştır.”
Bu esnada her taraftan Müslümanların itiraz sesleri yükseldi. Hiçbir surette Peygamber (s.a.a)’in böyle bir şeyi yazmasını kabule hazır değil-lerdi. Hatta büyük kargaşa çıkmak üzereydi.
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Beni tekzip etmenize rağmen yi-ne de ben ALLAH’ın Resulüyüm ve MUHAMMED b. Abdullah’ım. Ya Ali! Yaz; Bu antlaşma MUHAMMED b. Abdullah ve Süheyl b. Amr arasında yazılmıştır.”
Hz. Ali (a.s) da büyük bir üzüntü ile yazdı. Daha sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ebu’l-Hasan (Ali)! Sen de buna benzer bir olayla karşılaşacaksın.” Veya şöyle buyurdu: “Sen de böyle bir şeyle karşılaşacak, mecburen onu kabul edecek ve ondan dolayı da öldürüle-ceksin.” [14]
Barış antlaşmasının mevzusu ise şöyleydi: “Peygamber (s.a.a) ve as-habı Hudeybiye’den geri dönecek ve gelecek yıl önce Kureyş Mek-ke’den dışarı çıkacak, sonra Peygamber (s.a.a) ve ashabı şehre girecek-tir. Üç gün boyunca Mekke’de kalacak ve yolculuk silahından başka silah taşımayacaklardır. On yıl [15] boyunca Peygamber (s.a.a)’le Kureyş arasında savaş olmayacaktır. Bu zaman zarfı içerisinde halkın can güvenliği olmalı ve birbirlerini serbest bırakabilmelidirler. Arap kabilelerinden kim Peygamber’le anlaşırsa anlaşabilir. Aynı şekilde kim Kureyş’e katılmak isterse katılabilmelidir. Taraflar birbirine karşı düşmancılık, hırsızlık ve hıyanet yapmalıdırlar. [16]
Kureyş’ten kim velisinin izni olmadan MUHAMMED’in di-nine girerse, Kureyş’e geri çevrilecektir. Kim MUHAMMED’in dininden dönerek Kureyş’e sığınırsa, Kureyş onu Muham-med’e teslim edilmeyecektir.”
Müslümanlar şöyle dediler: “Sübhanellah! Biz Kureyş’ten kaçmış bir Müslüman’ı nasıl müşriklere geri çevirebiliriz?!”
Bu şartın kabul edilmesi Müslümanlara çok ağır geliyordu. Bu yüzden şöyle dediler: Ya Resulellah! Bu şartı kendi zararına yazıyorsun. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Evet, bizden kim mürtet olarak onlara sığınırsa, ALLAH onu uzaklaştırmıştır. Onlardan kim Müslüman olur bize katılırsa, geri vereceğiz ve ALLAH’tan onlara bir kurtuluş ve çıkış yolu açmasını dileyeceğiz.
Peygamber (s.a.a), Süheyl b. Amr ile ağır şartları taşıyan bu antlaş-mayı yazdıkları esnada, adı “As” olan Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel, elleri ve ayakları zincirli olduğu bir halde Müslümanlara sığındı. O daha önce Mekke’de Müslüman olmuştu. Ama babası Medine’ye hicret etmesine engel olmuş ve onu zincire vurmuştu.
Ebu Cendel, Peygamber (s.a.a) ve ashabının Hudeybiye’de konakla-dığını duyunca, evdeki zindandan firar ederek patika yoldan kendisini ashaba ulaştırdı. Müslümanlar onun gelmesiyle sevince boğulmuş ve onu ağırlamışlardı.
Ama babası Suheyl b. Amr onu zincirlerinden tutarak şiddetle tokatladı. Bu esnada şöyle dedi: “Ey MUHAMMED! Bu bana vereceğin ilk şahıstır?”
Peygamber (s.a.a) cevaben: “Antlaşmanın yazılması henüz tamam-lanmadı.”
Süheyl b. Amr: “O zaman ben de antlaşmanın hiçbir şartını kabul etmiyorum.”
Peygamber (s.a.a): “Oğlunu himayem altında olmasına müsaade et.”
Süheyl: “Onu himayen altında olmasına müsaade etmem.”
Peygamber (s.a.a): “Gel de bu işi yap.”
Suheyl: “Hayır, bu işi yapmayacağım.”
Bu sırada Kureyş’in büyüklerinden olan Mukriz b. Hafs ve Huveyteb b. Abdüluzza şöyle dediler: “Ey MUHAMMED! Biz senin hatırına onu kendi himayemiz altına alıyoruz. Daha sonra Ebu Cendel’i alıp bir çadıra götürerek babasının ona herhangi bir zarar vermesini engellediler.
O zaman Suheyl b. Amr şöyle dedi: “Ey MUHAMMED! Macera son buldu. Oğlum sana ulaşmadan, barış şartlarına oranla yapılan muahede sona erdi. Peygamber (s.a.a) de: “Evet, doğrudur” buyurdu.
Bu sırada Peygamber (s.a.a) Ebu Cendel’e şöyle buyurdu: “Sabret ve kendine hakim ol. Sen gelmeden önce barış antlaşması yapılmıştı. Biz de hilekar değiliz! Babanın seni geri döndürmeme hususunda her ne kadar ısrar ettikse de fayda vermedi. Ama ALLAH’tan senin ve senin gibi sıkıntıda olan tüm Müslümanlar için bir kurtuluş yolu diliyorum.”
Bu esnada Ömer b. Hattab Ebu Cendel’in yanına yaklaştı, babasını öldürmesi için yanına bir kılıç bırakarak onu bu işe tahrik etti. Dehlani ve diğer sire yazarlarının naklettiğine göre Ömer şöyle dedi: “Ben, Ebu Cendel’in, eline kılıç alarak babasını öldürmesini bekliyordum.”
O esnada şöyle diyordu: “Bu adam babasını öldürmek istiyor! Al-lah’a yemin olsun ki, eğer biz de babalarımızı görseydik onları öldürür-dük!!”
Ama Ebu Cendel büyük bir kargaşanın çıkmasından korkarak Ömer’in istediği işi yapmadı. [17] Peygamber (s.a.a)’in tavsiyesine uyarak sabretmeyi uygun görerek: “Neden sen onu öldürmüyorsun?” dedi. [18]
Ömer cevaben: Peygamber onu ve Kureyş’ten olan diğer kimseleri öldürmemizi yasaklamıştır.” [19]
Ebu Cendel: “Sen Peygamber (s.a.a)’e itaat etmede benden daha evla değilsin.” [20]
Ebu Cendel, babası, Mukriz ve Huveyteb ile beraber Mekke’ye geri döndü. Daha sonra bu iki şahıs onu kendi himayeleri altına alarak babası veya diğer kimselerin ona herhangi bir zarar vermemeleri ve kendi ahitlerine vefa etmeleri için bir mahallede ona yer verdiler.
Daha sonraları ALLAH Teala, onun (Ebu Cendel) ve diğer kimsesiz Müslümanların kurtuluşu için bir yol açtı. Çok yakında bu konuya deyineceğiz. Hamd ALLAH’a ki, Peygamber’e yardım etti ve vaadini ger-çekleştirdi.
HUDEYBİYE BARIŞININ SONUÇLARI
Bu antlaşmanın sonuçları hakkında şunu bilmemiz yeter-lidir ki, Hudeybiye antlaşması Müslüman ve müşriklerin bir-birine karışmalarına sebep oldu. Bu barıştan sonra müşrikler Medine’ye geliyor, Müslümanlar da Mekke’ye gidiyorlardı. Müşrikler Medine’ye gelince, Peygamber (s.a.a)’in güzel ahlak ve metodu onları etkiliyordu. Peygamber (s.a.a)’in halka önderlik yapması, şahsiyeti, güzel sözü, ameli, onlara davranış şekli vb. konular onların gözünde çok büyük görünüyordu.
İslam öğretileri, hükümler, (helal, haram, ticari ilişkiler) ve diğer yü-ce ve hikmetli sistemler Kureyş’i şaşkınlığa uğratıyordu. Kur’ân-ı Kerim de ayetleri ve açık sözleri ile onları cezp ediyordu. Öyle ki onların kulak, göz ve gönüllerini kendisine çekiyordu. Ashabın Peygamber (s.a.a)’e olan itaati onları hayranlık içerisinde bırakmıştı.
Hudeybiye antlaşmasından önce tam bir körlük ve azgınlık içerisinde olan bu cahil insanlar artık imanın bir kaç adım ötesinde yer almışlardı. Peygamber (s.a.a) ve ashabının bu halini gören herkes, Peygamber (s.a.a) için bir tebliğci oluyordu. Mekke’ye dönünce de kendi yakınlarına Mekke’nin en yakın bir zamanda Hz. Peygamber (s.a.a) ve ashabı tarafından fethedileceği haberini veriyorlardı.
Mekke’ye giden Müslümanlar da kendi akrabalarıyla yalnız kalınca İslam dininin yüce öğretilerini, toplumsal boyutlarını, nübüvvet makamı-nın kutsallığını, geçmiş ümmetlerin hallerini, İslam’ın getirdiği düzen, ahlak, edep ve sistemleri anlatmaktan geri kalmıyorlardı.
Bu yüzden bunlar Mekke’nin kalbinde Peygamber (s.a.a)’in tebliğcileri idiler. Aynı zamanda halkı Peygamber (s.a.a)’in zıddına gitmekten alı koyuyorlardı. Kureyş’in bu meseleden haberdar olması, Mekke’nin fethedilmesini daha da kolaylaştırdı. Hiçbir savaş ve çatışma olmadan Peygamber (s.a.a) Mekke’ye girmiş oldu. el-hamdu lillah.
Bu antlaşmanın bazı yararları da müşriklerin Peygamber (s.a.a)’le beraber toplanmaları, Peygamber (s.a.a)’in önderlik metodu ve güzel ahlakından tam olarak haberdar olmalarıyla ele geldi. Zira Kureyş, özel-likle de gençler daha önce Peygamber (s.a.a)’in önderlik metodu ve gü-zel ahlakı hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Zira Ebu Cehil, Velid b. Muğayre, Ebu Süfyan, Şeybe, Utbe ve putperestlerin diğer reisleri Pey-gamber (s.a.a)’in aleyhinde propaganda yapmışlardı. Onlar tüm kudret, imkan ve güçleriyle Peygamber (s.a.a)’in karşısına dikilmiş ve ALLAH’ın nurunu söndürmek istemişlerdi. Ama ALLAH onların tüm planlarını yerle bir ederek kendi nurunu ikmal etti.
Mekke’de olduğu zaman O’nu ve ashabını öldürmek iste-diler. Daha sonra O’na sığınak verenleri ortadan kaldırmak için Medine’ye yöneldiler. Ama ALLAH O’nu Bedir, Uhud ve Ahzâb savaşlarında muzaffer etti.
“Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd alemlerin Rabbi ALLAH’a mahsustur.” [21]
Bu savaşlardan sonra Mekke halkının Peygamber (s.a.a)’e karşı olan kötü görüşleri değişti. Zira hicretten sonra O’nu bir daha görmediler. Bu kötülemelerden başka hiçbir haber alma kaynağı da yoktu. Ama Hudeybiye’de Peygamber (s.a.a) ve ashabıyla karşılaşınca O’nu yüce sıfatlar sahibi olarak buldular.
Onlar ne zaman Peygamber (s.a.a)’e karşı kabalık etseler veya kötü davransaydılar, sürekli güzel ahlak ve davranışlarla karşılaşıyorlardı. Katılık ve nefret gösterseler, Peygamber (s.a.a)’den yumuşaklık ve sevgi görüyorlardı. Bu, Resul-i Ekrem (s.a.a)’in onlara karşı olan tavrıydı. Bu konuda aşağıdaki ayete amel ediyordu: “Sen, kötülüğü en güzel bir tutumla sav.” [22]
Peygamber (s.a.a) o gün zorla Mekke’ye girmeye ve Kabe’yi ziyaret etmeye kadirdi. Bunun delili ise şu ayettir: “Eğer kafirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.” [23]
Yine şöyle buyuruyor: “O, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke’nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir.” [24]
Müşrikler, savaş çıkacağı durumunda Peygamber (s.a.a)’in onlara galip geleceğini ve ashabın onlarla savaşması için Peygamber (s.a.a)’e ısrar ettiğini çok iyi biliyorlardı. Ama Peygamber (s.a.a) barış antlaşması ve onun getireceği iyi sonuçları göz önünde bulundurarak, dökülebilecek kanların önlenmesi, harem ve onun ihtiramının korunması hatırına onların bu isteğini ciddi bir şekilde reddetti.
Kureyş çok güzel bir şekilde Peygamber (s.a.a)’in kendilerine karşı olan şefkatinin ölçüsünü ve Peygamber (s.a.a)’in akrabalık hukukunu gözeteceğini anlamıştı. Peygamber (s.a.a) işte bu yüzden çok ağır şartla-ra sahip olmasına rağmen bu barışı imzaladı. Ashabının çok şiddetli iti-razlarına ve Kureyş’in Mekke ve Kabe’ye girmesini önlemekteki katılı-ğına rağmen bütün bunları görmezlikten gelerek Medine’ye geri döndü.
Bu durum Kureyş’in gözünde, Peygamber (s.a.a)’in Bedir, Uhud ve Ahzâb savaşlarında olan hadiselerin kefaretiydi. Zira o gün Kureyş, Peygamber (s.a.a)’in savaştan çekinerek söz konusu hadiselerden sorumlu olmadığını, bilakis asıl sorumlu Ebu Süfyan, Ebu Cehil ve Kureyş’in diğer ileri gelenleri olduğunu çok iyi anlamış oldu. Onlar, Peygamber (s.a.a)’in firar ederek onlara bıraktığı şehirde O’nunla savaştılar. Onlar Peygamber (s.a.a)’i, kendisini ve ashabını korumaya ve onları savunmaya mecbur ettiler.
Eğer Kureyş Peygamber (s.a.a)’e ve O’na sığınak verenlere saldır-masaydı, Peygamber (s.a.a) de onlarla savaşmaz, kendi dinine davette hikmet ve güzel nasihatlerle yetinirdi.
Peygamber (s.a.a) Hudeybiye’de müşriklerin kalplerindeki ateşi sön-dürdü. Onların kinlerini ortadan kaldırdı. Onların büyüklerine ve ihtiyarlarına ihtiram gösterdi. Öyle ki onlar, Peygamber (s.a.a)’e karşı ne kadar hürmetsizlik ve saygısızlık yaptıklarını kendileri bile anlamış oldular. İşte bu yolla kaskatı kesilen kalpler yumuşadı. Böylece eğer O’nun sancağı altına girecek olurlarsa, güzel bir sonuca erişeceklerine, apaçık bir zafere ulaşacaklarına ve halkın grup grup ALLAH’ın dinine gireceklerine inandılar.
PEYGAMBER (S.A.A)’İN MEDİNE’YE
GERİ DÖNÜŞÜ
Peygamber (s.a.a) on dokuz gün Hudeybiye’de kaldı. Daha sonra Medine’ye döndü. Kura’ul-Ğamim’e ulaştığında Fetih suresi nazil oldu. Ömer aynı şekilde müşriklerin Mekke’ye girmelerine izin vermemeleri ve Mekke’nin fethinin gerçekleşmemesinden dolayı hayıflanıp durmaktaydı.
Peygamber (s.a.a) Fetih Suresi indikten sonra Ömer’in üzüntüsünü gidermek ve göğsündeki derdi gidermek istedi. Buhari’nin naklettiğine [25] göre şöyle buyurdu: “Bana, güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha değerli olan bir sure nazil oldu.” Daha sonra onu okumaya başladı: “Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” [26]
Ashaptan birisi şöyle dedi: Bu fetih değil ki; [27] Mescid’ül-Haram’a girmemize engel oldular, develerimizi gerektiği yerde kurban edemedik ve bize sığınan iki mü’min onlara geri çevrildi.
Peygamber (s.a.a) onun bu sözüne karşı şöyle buyurdu: “Kötü bir söz söyledin! Bu en büyük zaferdi. Müşrikler onların sınırlarını terk etti-ğiniz için sevindiler. Onlar sizden barış istediler. Onlara güvence verme-nize meyillendiler. Sizden beğendikleri şeyler gördüler. ALLAH sizi onlara karşı galip kıldı. ALLAH sizi oradan salim olarak geri çevirdi. Bunun ken-disi büyük bir zaferdir. Uhud Savaşında dağa tırmandığınızı ve kimseye aldırış etmediğinizi unuttunuz mu? Size arkanızdan seslenmeme rağmen beni dinlemediğinizi unuttunuz mu? Acaba Ahzâb savaşındaki vaziyeti-nizi unuttunuz mu? “Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vadinin üstünden ve alt tarafından) üzerinize yürüdüler; gözler kaydı, yürekler gırtlağa geldi ve siz ALLAH hakkında türlü türlü şeyler düşündü-nüz.” [28]
Müslümanlar şöyle dediler: ALLAH ve Resulü doğru söylüyor. Ey Al-lah’ın Resulü! Yeminler olsun ki biz senin düşündüğün şeyleri düşüne-medik. Sen ALLAH’ı ve emirlerini bizden daha iyi bilirsin.” [29]
Ama Ömer şöyle dedi: “Ya Resulellah! Sen bize tam bir güvenle Mekke’ye gireceğimizi söylemedin mi?!”
Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyurdu: “Evet söyledim ama size bu yıl gireceğinizi mi söyledim?”
Ömer: “Hayır!...” [30]
Said b. Mensur sahih senetlerle Şa’bi’den “Biz sana doğrusu apa-çık bir fetih ihsan ettik” ayetinin tefsirinde şöyle dediğini rivayet eder:
“İslam’da Hudeybiye zaferinden daha üstün bir fetih yoktu. Zira barış yapılıp savaş ihtimali ortadan kalkınca halk birbirine güvence veriyordu. Bir birileriyle görüşüyor ve mülakat edip ilmi tartışmalar yapıyorlardı. Bu müddet zarfında bir Müslüman, akıllı bir müşrikle İslam hakkında konuştuğunda hemen o müşrik Müslüman oluyordu. Öyle ki o iki yıl zarfında (barış süresi içerisinde) Müslüman olanların sayısı, barıştan önce Müslüman olanların sayısına eşit hatta daha fazlaydı.”
Daha sonra şöyle ekledi: “Şunu söylememiz yeter: Peygamber (s.a.a) 1400 kişiyle Hudeybiye’ye gitti ama iki yıl sonra on bir kişiyle Mekke’nin fethi için Medine’den ayrıldı.”
Sonra şöyle dedi: “Hudeybiye barışından anlaşıldı ki bu barış, halkın bölük bölük ALLAH’ın dinine gireceği büyük bir fethin ön hazırlığı idi. Bu yüzden Hudeybiye barışı fethin ön hazırlığı olduğundan fetih olarak isimlendirildi. Zira zuhurun ön hazırlığı huzurdur.”
PEYGAMBER (S.A.A)’İN
MÜSTAZ’AFLARIN KURTULUŞU
HAKKINDAKİ VAADİ
Suheyl b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel’in olayını daha önce anlatmış ve demiştik ki; hapsedildiği yerden firar etmiş, eli ve ayakları zincirli olduğu halde patika yollardan Hudeybiye’ye gelerek Peygamber (s.a.a)’e ulaşmış ve O’na sığınmıştı. O gün Peygamber (s.a.a) ona yardım edecek durumda olmadığından ona sabretmesini emretmişti. Örmeğin şöyle buyurmuştu: “ALLAH çok yakında sana ve Mekke’de bulunan müstaz’af Müslümanlara bir kurtuluş yolu açacaktır.”
Mekke’deki müstaz’af Müslümanlar arasında Ebu Besir adında dilaver birisi vardı. O da zindandan firar ederek [31] Peygamber (s.a.a)’in Hudeybiye’den ayrılmasından sonra O’na katıldı.
Kureyş onu geri istediklerini belirten bir mektup yazarak onu Beni Amir kabilesinden olan Huneys adlı bir şahısla Peygamber (s.a.a)’e gön-derdiler. Huneys’le birlikte bir kılavuz da vardı.
Bu iki şahıs şu içirikteki mektubu Peygamber (s.a.a)’e teslim ettiler: “Bildiğiniz gibi biz, evlatlarımızdan herhangi birisi sana geldiği zaman onu bize geri çevirmenizi şart koşmuştuk. Buna göre Ebu Besir’i bize geri vermelisin.”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ebu Besir! Bildiğin gibi bizimle Kureyş arasında böyle bir şart vardır. Onları kandırmamız da doğru değildir. ALLAH sana ve senin gibi sı-kıntılı olanlara bir kurtuluş yolu açacaktır. Öyleyse uyanık ve doğru yolda olarak git.”
Ebu Besir şöyle arz etti: “Ya Resulellah! Onlar beni dinim konusun-da sıkıştırıyorlar.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Git ki ALLAH sana ve senin gibi sıkıntıda olanlara çok yakında bir kurtuluş yolu açacaktır.”
Ebu Besir de Peygamber (s.a.a)’le vedalaşarak o iki adamla beraber yola koyuldu. Zü’l-Huleyfe’ye ulaştıkları zaman Ebu Besir ve iki yol arkadaşı bir duvarın kenarına oturdular. Ebu Besir onların birisine döne-rek şöyle dedi: Amiri kadeş! Kılıcın keskin mi?
Adam: “Evet” dedi.
Ebu Besir: “Bakayım!”
Adı geçen putperest de kılıcı ona verdi. Ebu Besir kılıcı kılıfından çıkarıp yukarı kaldırarak bir darbede onu öldürdü. Daha sonra ikinci adama saldırdı. Ama o kaçarak Peygamber (s.a.a)’in yanına geldi.
Ebu Besir de onun peşi sıra geldi. Peygamber (s.a.a) söz konusu adamı görünce şöyle buyurdu: “Bu adam korkunç bir şey görmüştür.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Vay olsun sana! Mevzu nedir?”
Kılavuzculuk yapan adam şöyle dedi: “Sizin dostunuz yol arkadaşı-mı öldürdü, şimdi de beni öldürmek istiyor; bana sığınak ver.”
Peygamber (s.a.a) de ona güven ve aman verdi. Çok geçmeden Ebu Besir keskin ve yalın kılıçla çıka gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Anam-babam sana feda olsun! Sen kendi sözünü tuttun ve Beni Kureyş elçilerine teslim ettin. Ben de dinim konusunda bana baskı yapmalarına mani oldum.” Peygamber (s.a.a) de cevaben: “Şimdi serbestsin, istediğin yere gidebilirsin” buyurdular.
Ebu Besir: “Ya Resulellah! Bu, ölen adamın eşyasıdır. Onun azığı ve kılıcıdır. Onu tahmis et (humusunu çık)!” dedi.
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Onu tahmis etsem, Kureyş sö-zümü tutmadığımı zanneder. Ama sen onları ne yapacağını bilirsin.”
Bu esnada Ebu Besir Kureyş kervanının geçtiği bir bölgeye gitti. Mekke’de baskı altında olan bir grup Müslümanlar, Ebu Besir’in olayını ve Peygamber (s.a.a)’in: “Ebu Besir yardımcı bulursa savaşır” dediğini duyunca, Ebu Cendel yetmiş atlı Müslüman’la birlikte, gizlice şehirden çıkarak Ebu Besir’e katıldılar. Barış zamanında Peygamber (s.a.a)’e ka-tılamadıklarından Gaffar, Cuheyne, Eslem ve diğer Arap kabilelerinden pek çok insanlar Ebu Besir’le Mekke’den kaçanlara katıldılar; öyle ki sayıları üç yüzü buldu. Orada Mekke kervanlarının önünü kesiyor, Mek-ke’ye girmelerini veya oradan çıkmalarını engelliyorlardı.
İş öyle bir yere vardı ki, Kureyş’in kendisi, Peygamber (s.a.a)’e bir mektup yazarak aralarındaki akrabalıktan dolayı Kureyş’ten Müslüman olanları O’na sığınmaları durumunda kabul etmesini rica etmek zorunda kaldılar. Bu görevi de Ebu Süfyan’a verdiler. Ebu Süfyan da şöyle yazdı: “Biz barış şartlarından olan bu şartı kaldırıyoruz. Bundan sonra kim sana sığınırsa, itiraz olmaksızın onu kabul et!”
Peygamber (s.a.a) de Ebu Cendel ve Ebu Besir’e bir mektup yaza-rak Medine’ye gelmelerini, diğer Müslümanlara katılmalarını ve Kureyş kervanlarına saldırmamalarını istedi. Peygamber (s.a.a)’in mektubu Ebu Cendel ve Ebu Besir’e ulaştığında Ebu Besir ölüm halindeydi. Peygam-ber (s.a.a)’in mektubu elinde olduğu halde can verdi. Ebu Cendel de onu orada defnetti ve kabrinin yan tarafında da bir mescit inşa etti.
Daha sonra Ebu Cendel kendi yarenlerinden bir grupla Peygamber (s.a.a)’in huzuruna vardı. Diğerleri de kendi yakınlarına katıldılar. Kureyş kervanları da emniyete kavuşmuş oldu.
Bu sırada Ebu Cendel’in babasına teslim edilmesini içerleyen sahabe özellikle de Ömer, Peygamber (s.a.a)’e itaat etmenin kendi isteklerinden daha iyi olduğunu anlamış oldular. Yine Hudeybiye’de hikmetin barışı gerektirdiğini ve Peygamber (s.a.a)’in kendi hevesi ile söz söylemediğini de anladılar. Bu yüzden yaptıkları itirazlar ve muhalefetlerden dolayı şiddetle pişman olup kendi yanlışlıklarına itiraf ettiler.
Diğer taraftan Kureyş de, Peygamber (s.a.a)’in barışı kabul etmesi-nin kan dökülmesine mani olduğunu ve çok iyi sonuçlar meydana getir-diğini anlamış oldu. Peygamber (s.a.a)’in ne kadar doğru sözlü ve onlara karşı ne kadar şefkatli olduğunu gözleriyle gördüler.
_______________
[1] - Hudeybiye; bir kuyunun veya bir ağacın veya bir köyün veyahut Mekke’nin dokuz mil uzaklığında vaki olan bir bölgenin ismidir. Onun topraklarının çoğu harem bölgesindedir.
[2] - Bazıları, Peygamber-i Ekrem’le Umre için hareket edenlerin sayılarının bundan daha fazla, bazıları ise bundan az olduğunu söylemişlerdir. Bu yolculukta Peygamber (s.a.a) hanımı Ümmü Seleme'yi de beraberinde götürdü. Yolun yarısında münafık Araplardan bir çoğu Hazretten ayrıldı. ALLAH-u Teala, Hudeybiye macera-sından sonra nazil olan Fetih suresinde onları kınamıştır. Ayet şöyledir:
“ALLAH onlara gazap etmiş, lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!” (Fetih/6)
Muğayre b. Şu’be ve Abdullah b. Ubey de Peygamber (s.a.a)’le beraber hareket eden-lerdendiler. Bu iki şahıs da aynen diğer kimseler gibi bir ağacın altında Peygamber (s.a.a)’e biat ettiler.
[3] - Zu’l-Huleyfe’ye; Medine’nin altı veya yedi mil yakınlığında vaki olan bir yerin ismidir. Medine halkının mikatı (ihram bağladığı yer) orasıdır.
[4] - Nisa / 102 - 104.
[5] - Ahzab / 25.
[6] - Tevbe / 123.
[7] - Maide / 24.
[8] - Yemende bir kale ismidir. Zamanında Arapların en kuvvetli kalesi olarak sayılırdı. Kalenin etrafını sarp kayalar oluşturduğundan orayı fethetmeye kalkışmak apaçık bir intihar olarak nitelendirilirdi.
[9] - Bu biate “Şecere Biati” derler. Zira biat merasimi bir ağacın altında gerçek-leşti. Aynı zamanda “Rıdvan Biati” de denir. Çünkü “And olsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken ALLAH, o müminlerden razı olmuştur” (Fetih/18) ayeti o zaman nazil oldu. Elbette bilinmesi gerekir ki, o zaman ashabın biat etmesi, ALLAH’ın rızasıydı. Ama bu durum, ömürlerinin sonuna kadar baki kalmayı gerektirmiyordu. Zira ALLAH (c.c) şöyle buyuruyor: “Şüphesiz rabbimiz ALLAH’tır deyip sonra dos-doğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner...” (Fussilet/30) Buna binaen, biatin şartlarını koruma yolunda direnmek ve üzerine düşen görevleri ömrün sonuna kadar yapmak gerekir.
[10] - Güya Ebu Bekir, Ömer’in Peygamber (s.a.a)’in risaletinde şüphe etmesinden korktuğundan dolayı bu sözleri söylemiştir!
[11] - Mekke (H. 8. yılda) feth edildiği zaman Peygamber (s.a.a) Kâbe’nin anah-tarını eline alarak şöyle buyurdu: “Ömer’e deyin ki gelsin. Ömer gelince Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ömer! Size söylediğim şey işte buydu! Veda haccında da Arefe günü Ömer’i çağırarak şöyle buyurdu: “Ey Ömer! Size söylediğim şey işte buydu!” (Sire-i Halebi ve diğer kitaplar.)
[12] - Anlaşıldığı kadarıyla Ömer’in barışı önlemek için yaptığı işler önemliydi. İşte bu yüzden Peygamber (s.a.a) ashabına; develerinizi kurbanlık niyetine kesin” diye buyurduğu zaman itina etmediler. Hazret üç kez bu sözü onlara tekrarladı. (Bu konuya değineceğiz.)
[13] - “ALLAH’ın dergahından kovulmuş şeytanın şerrinden ALLAH’a sığınırız.”
[14] - Peygamber (s.a.a)’in Müslümanlar arasında bu şekilde konuşması, O’nun gaybi haberlerinden birisi ve İslam’ın hakkaniyetindendir. Konunun teferruatını Sire-i Halebi, Sire-i Dehlani ve diğer sire kitaplarında mevcuttur.
[15] - Bazıları, müddetin iki yıl olduğunu söylemişlerdir. Hakim-i Nişaburi’nin sahih bildiği bir rivayette, bu müddetin 4 yıl olduğu belirtilmiştir.
[16] - Bu müddet içerisinde Huzaa kabilesi antlaşma yaparak Peygamber (s.a.a)’e katıldı. Daha önce de Abdülmuttalib ile antlaşma yapmıştı. Beni Bekir kabilesi de Kureyş’e katıldı. Huzaa ile ben-i Bekir arasında çıkan bir savaşta Kureyş, Peygamber (s.a.a)’le antlaşma yapan Huzaa kabilesine saldırdı. Kureyş böylece Hudeybiye antlaşmasını ayak altına aldı. İşte bu saldırı Peygamber (s.a.a)’in Hudeybiye anlaşmasını hiçe saymasına sebep oldu. Böylece Peygamber (s.a.a), Kureyş’le savaşmayı câiz bildi. Bunun sonucunda da Mekke fethedildi. El-hamdu lillahi rabbil alemin.
[17] - Eğer o gün Süheyl b. Amr öldürülseydi, Kureyş ile Müslümanlar arasında büyük bir fitne doğacaktı. Bu fitne herkesi kapsayacak ve şerri gitgide de büyüyecek-ti.
[18] - İlginç! Peygamber (s.a.a) Ebu Cendel’i sabra tavsiye ediyor, Ömer ise onu babasını öldürmesi için tahrik ediyor! (M.)
[19] - Burada Ömer iki defa Peygamber (s.a.a)’e karşı çıkmıştır: Birincisi; Pey-gamber (s.a.a) Ebu Cendel’e sabretmesini emretmişti. İkincisi ise Müslümanları Süheyli öldürmekten sakındırmıştı.
[20] - Ebu Cendel’in kardeşi Abdullah Müslüman olmuştu. Ama Müslüman ol-duğunu gizliyordu. Müşriklerle beraber Bedir savaşına geldi ve orada firar ederek Peygamber (s.a.a)’in ordusuna katıldı. Bedir ve diğer tüm savaşlara katıldı. Ama Ebu Cendel ilk defa Mekke’nin fethine katılabildi.
[21] - En’am / 45.
[22] - Mü’minun / 96.
[23] - Fetih / 22.
[24] - Fetih / 24.
[25] - Sahih-i Buhari, c. 3, Hudeybiye Gazvesi bölümü.
[26] - Fetih / 1.
[27] - Sübhanellah! ALLAH-u Teala açıkça, “size bir zafer ihsan ettik” buyuruyor, Peygamber şahsen onu ALLAH tarafından okuyor, ama bu adam: “Bu doğru değildir!” diyor. Siz sayın okuyuculara göre bu şahıs kim olabilir? Keşke onu bir tanıyabilsey-diniz!
[28] - Ahzâb / 10.
[29] - Bkz. Sire-i Dehlani ve diğer tarih kitapları Hudeybiye olayı.
[30] - Sire-i Halebi ve diğer sire kitapları.
[31] - Onun adı Utbe b. Useyd b. Cariye b. Useyd-i Sekafi’dir. İbn-i Abdülbirr el-İstiab adlı kitabının “künyeler” bölümünde ve diğer meacim sahipleri de onun ismini zikretmişlerdir. Burada anlatılan bu öykü, İbn-i İshak ve diğer sire ve tarih yazarla-rına göre İslam'ın ilk dönemlerindeki meşhur olaylarındandır. Biz bu öyküyü Sire-i Halebi’den naklediyoruz.