Ynt: İNKILÂP İÇİN NE DEDİLER
İslam aleminin üstlenmesi gerekli olan fonksiyonu ortaya koyduğumuzda, bu fonksiyonu günümüzde üstlenmiş görünen bir kısım İslam hükümetleri ve kurumlan görüyoruz. Peki bu hükümet ve kurumlar bu sorumluluğu üstlenecek konuma sahip midirler? Eğer söz konusu İslam hükümet ve kurumlarının çoğunun İslam'dan uzak olduğunu ve onların İslam'a yeniden dönmelerine ihtiyaç duyulduğunu söylersek yanlış yapmış olmayız. Buna ilave olarak kimsenin bilmediği çok gizli bir konuyu da ortaya çıkarmış değiliz. Öyleyse bu konumdaki hükümet ve kuruluşlar İslam'ın kalkınmasında nasıl bir rol alabilirler? Çünkü insanın sahip olmadığı ve tamamen uzak olduğu bir şeyi başkasına vermesi mümkün değil. İslam aleminde İslam'a dayanmayan, değişik beşeri sistemlerin markasını taşıyan pek çok rejim vardır; aynı zamanda İslam aleminde eğitim sistemi tamamen İslami prensiplerden uzak bir şekilde yürütülmektedir. Buna ilave olarak, yasama yönünden de İslami düşüncelerden uzak bir renge bürünmüş rejimler, kanunlarını bütünüyle beşeri prensiplere göre hazırlamaktadırlar. Bu rejimlerin İslam'dan uzak olması, onları giderek beşeri sistemlerin güdümüne sokmuştur. Öte yandan bu rejimlerin kısa bir zamanda parçalanmaları ve dağılmalarındaki ortak nokta İslam'a karşı besledikleri kin ve düşmanlığın yanında, şeytani güçlerin emellerim gerçekleştirme sahasında adeta birbiriyle yarışmaları ve İslam'ı parçalamak, zayıflatmak için bütün imkanlarını seferber etmeleridir.
Bu rejimlerden başka bir de kısmen veya saptırarak da olsa İslam'ı ve İslami yasaları uygulamakta olan İslam hükümetleri var. Bunlar da uygulamada yanlışlık yaparak bu temelsiz hareketlerinden dolayı İslam'ı dünyaya kötü ve gerici bir sistem olarak göstermektedirler. Bunlara örnek olarak, bu rejimlerin bazıları çağa ayak uyduramamakta ve çağın getirdiği yeniliklerden yararlanamamaktadırlar. Veya bu rejimler özgürlük yönünden büyük kısıtlamalar getirmektedirler. Böyle bir kısıtlama ve insanların özgürlüklerini görmezlikten gelmek, kesinlikle İslam'la bağdaştırılamaz ve bunun İslam'la yakından uzaktan ilişkisi olamaz. Bunların yanı sıra, kitlelere zulüm ve baskı uygulayan rejimler İslam'a düşman olanlara tenkit ve kötüleme kapılarını ardına kadar açıyorlar. Etiketi İslam olan rejim ve kurumların içinde bulunduğu çarpık zihniyetle, gerçeği arayan ve zorba rejimlerin tarih boyunca hakim kıldığı boğucu atmosferde aşağılanmış ve sömürülmüş halklara İslam'ı ulaştıramayacakları gün gibi ortada. Kanımca bu zorbalık ve baskı rejimlerinin, bir özeleştiri yapmaları ve kendileriyle hesaplaşmaları gerekir. Çünkü bir gün gelecek halklar bunun hesabını soracaklardır ve o zaman bu hesabın faturası çok pahalıya mal olacaktır. Söz konusu rejimler, halkların ve dinlerinin arasında bir duvar gibi yükseliyor ve onların arasındaki bağlan koparmaya çalışıyor. Tıpkı değişime uğramazdan önceki Doğu Avrupa rejimlerinde olduğu gibi. Ama halk ciddi ve kararlı bir şekilde onlara karşı koyduğu zaman, bu rejimlerin yetiştirip geliştirdiği modern ordu, silah ve haber alma örgütleri onlardan yana değil de halktan yana tavır almak zorunda kalacaklardır. Bu ideolojilerin üretildikleri yerlerde bile çökmesine rağmen, bizdeki bir takım ülkelerde uygulanıyor olmasından daha büyük hamakat olmasa gerek. Akıl sınırlarını zorlayacak şekilde, İslam'ın bütün yönleriyle dünyanın gözü önünde gelişme göstermesi ve milyonlarca insanın sempatisini kazanması ve her geçen gün İslam'a intisap ordusunun bir çığ gibi büyümesi, ayrıca yıllarca gerçeği arayan dünyadaki bir çok alim ve filozofun, hakikati hak dinde bulup bu dini kabul etmesi gibi büyük hadiseler karşısında, bizim İslam alemindeki İslam görünümlü kukla rejimlerin vurdumduymaz bir tavır içinde olması, çok önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu gerçek, bu rejimlerin Islama olan kin ve nefretinin sınırlarını bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Bu rejimlerin önünde tek bir yol vardır: Kendi istekleriyle İslam’ı ideolojik yönden kendilerine kaynak kabul etmeye başlamaları; İslam'ın hükümlerini eksiksiz olarak uygulamayı kabul etmeleridir. Bundan başka kurtuluş yollan yoktur. Çünkü gün gelecek halk seçimini yapacaktır. O gün geldiğinde, halkın bu seçimine karşı koyma gücünü kimse kendisinde bulamayacaktır. Ayrıca bunun faturasını ağır bir şekilde ödeyeceklerdir. İmam Humeyni liderliğinde gerçekleşen İslam İnkılabı bunun en bariz elle tutulur örneği olmuştur. "Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatacağız ve hak batılı yok edecektir. (Allah'a karşı) nitelendirdiklerinizden dolayı eyvahlar size." (Enbiya Suresi-18) "Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah'a ve Resulüne icabet edin." (Enfal Suresi-24)
Bu rejimler için söylediklerimiz yeni şeyler değil. Çünkü bu Kur'an-ı Kerim'in beyanıdır. Bu sözlerle Peygamberimiz (saa) kendi zamanındaki kralları ve hükümdarları İslam'a çağırmıştır.
Peygamber (s.a.a) tarafından gönderilen ilk elçi Amr b. Ümeyye el-Zumeyr ismindeki birisiydi. Bu elçi, Habeşistan kralı Necaşi'ye İslam'a davet yazısıyla gönderilmişti. Necaşi, Peygamber'in (s.a.a) yazısını aldı, gözünün üstüne koyduktan sonra tahtından inip yere oturdu. İslam'ı kabul ettiğini gösteren şahadet sözlerini söyledi ve hakkın yoluna girdi. Necaşi şöyle diyordu: "Eğer ayağına gide-bilseydim hiç durmam giderdim." Necran halkına gönderdiği yazıda Peygamberimiz (s.a.a) şu sözleri söylemişti: "İbrahim'in, İs-hak'ın ve Yakub'un Allah'ı adına, ben sizi kulla kulluktan, kula ibadetten Allah'a ibadet etmeye çağırıyorum. Sizi kul hükümranlığından Allah hükümranlığına çağırıyorum, eğer karşı olursanız cizye ödersiniz, buna da karşı çıkarsanız o zaman savaştan başka çare yoktur." Heraklis'e gönderilen elçi de Duhayya b. Halife el-Kelbi'ydi; elçinin taşıdığı Peygamberin (s.a.a) mektubunda şanlar yazılıydı: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın elçisi Muhammed’den Rumların kralı Heraklis'e. Hidayet erenlere i sun... Ben seni İslam'a çağırıyorum, Müslüman olursan erersin. Allah'tan sâna iki defa sevap kazanma imkanı var. karşı gelirsen bütün halkının günahını sen çekeceksin."
Peygamber tarafından gönderilen bir başka elçi de kisra’ya gönderilen Abdullah b. Huzeyfe Selimiydi; ancak Kisra, peygamberin'in kendisine göndermiş olduğu mektubunu yırttı. Peygamberimiz bu olayı duyunca şu sözleri söyledi: "Allah da onun mülkünü parçalasın!" Ve gerçekten kısa bir süre sonra Allah Peygamberin (S) duasını kabul etmiş ve Kisra, oğlu Şireveyh tarafından öldürülüp mülkü ve imparatorluğu parçalanmıştı. Peki bu anlatılanların zamanımızdaki liderlerle nasıl bir ilişkisi olabilir. Böyle bir benzetme yapmadan önce onların Müslüman olduğunu göz önünde bulundurmak gerek. Ama bir kişinin Müslüman olman için bazı şartlara haiz olması gerekmiyor mu? Her Müslüman diyenin Müslümanlığı, bu dinin prensiplerine uymasa da kabul edilebilir mi? Bunlardan en önemlisi de, kulun kula kul olmamasıdır. Kulluk yalnız Allah'a yapılır. İkinci şart da, bütün sorunların Allah'ın hükümlerinin sınırları içerisinde çözüm bulmasıdır. "İnandığın Rabbe ant olsun ki aralarındaki sorunu senin hükmettiğin şekilde çözmezlerse tam inanmış sayılmazlar." (Nisa/651 Müslüman olmanın şartlarından biri de, müminler dururken gidip Allah'a inanmayanlara dost, yardımcı ve müttefik olmamalarıdır. "Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler." (Al-i İmran-28)
Diğer şart da, mü'minlerin kendi aralarında şefkatli, kafirlere karşı ise şiddetli olmalarıdır. Ayrıca hükmettikleri yerde hidayete ve salaha çalışmalı; fesat ve dalaleti bertaraf etmeleridir. Aynı zamanda üzerlerinde hüküm sahibi oldukları insanların, namus mal ve dinlerine sahip çıkmalı ve İslam topraklarının bir karışını bile gözden çıkarmamalıdırlar. "Kendi topraklarında saldırıya uğrayanlar her zaman kaybederler." Bundan dolayı Müslüman liderlerden her biri, halkını ve İslam'ı savunmak için her zaman güçlü ve hazırlıklı olmalıdır. Toplumu fesat ve fuhuştan korumalı; islam ve Allah düşmanlarıyla zillet yüklü antlaşmalar imzala-mamalıdırlar. Buraya kadar özetleyerek açıkladığınız şartlar, Müslüman olmanın gereklerinden sadece bir parçayı oluşturmaktadır. Sormak gerekirse, söz konusu ettiğimiz bu birkaç hususiyetten hangisi islam aleminin bugünkü liderlerinde bulunuyor.
Kuşkusuz sorunun en büyüğü, söz konusu liderlerin emperyalist güçlere bağlılığı ve onların etkisi altında bulunan bölgelerde hüküm sürmeleridir. Bu bağımlılık öyle güçlüdür ki, kendi kimliklerini kazanmadan bundan kurtulmaları tamamen imkansız hale gelmiştir. Öyle ki, çıkarlar her zaman süper güçlerin menfaatine göre şekillenmiştir. Ancak bizim kanımıza göre, bir müslümanın ilahi davası her türlü çıkardan üstün olmalıdır. Bizim davamız kültürel, ideolojik ve fikri yönden mücadele etmemizi gerektiriyor. İslam alemi Batıya olan bağımlılığından kurtulup, bugün uygulanan seviyesiz ve tamamen insanlığın aleyhine olan bu rejimlerin yerine İslam'ı uygulasa, ayrıca ekonomik, toplumsal, yasama ve yürütme organlarına İslam'ın hükümlerini hakim kusa ve İslami kardeşlik, duygularını bütün şahsi ve mezhebi düşüncelerin üstünde tutsa öyle bir güç oluşur ki, karşısında hiçbir beşeri güç duramaz. Acaba İslam ülkelerindeki liderler bunun farkında değiller mi? İslami hareket de, bütün bunları amaçlıyor ve gerçekleşmesi için elinden gelen tüm çabalan harcıyor. Bunun karşılığında İslami hareketin gördüğü dışlama politikası ve ödediği bedel çok pahalıdır. Bunun sebebi de, İslam ülkelerinde zillet ve ihanetten başka bir işlevi kabul etmeyen kukla hükümetlerdir. Ayetullah Humeyni'nin, dünyadaki bütün rejimlere karşı İslam'ı tek bir çözüm yolu olarak sunması da bu gerçekleri görmesinden kaynaklanıyor.
Gönlümüz bütün bu çabaların ortaklaşa yürütülmesini, maddiyatın iğrenç batağına batmış, gerçek kimliğini ve insani değerlerini kaybetmiş bir dünyada ekolüne karşı olmakta ittifak eden bütün rejim, hareket, lider ve düşünürlerin ilahi ve şer'i görevlerini yerine getirebilmesi için birleşmelerini arzu eder... Ama şairin dediği gibi: "İnsan her istediğine eremiyor." Bazen gemilerin istediği gibi rüzgarlar esmez. Düşünürlerle hükümetler; rejimlerle hareketler arasında öyle büyük bir boşluk meydana geldi ki, hükümetlerin işi düşünürleri takip etmek ve düşünürlerin işi de hükümetleri zayıflatmak oldu. Böylece bütün emekler ve Müslümanların sahip olduğu potansiyel boşa gidiyor. Ama güçler birleşse, şer.'î görevimiz olan dünyayı hidayete ve İslam'a çağırmakta büyük mesafeler alırdık. Kuşkusuz bundan daha büyük problem de, rejimler ve İslami hareketler arasındaki çekişmelerdir. Bu kısır çekişmenin, İslamî hareketin saflarına sızması Müslümanların başındaki en büyük belalardan biridir. Değişik düşünce savunucuları ve hareketler içindeki bölünmelerde, bunların her biri temel görevini unutup karşı tarafı suçlamak ve yalanlamaktadır. Toplumdaki görevlerini, yani toplumu doğruya yönlendirme ve İslamî değerleri toplumda doğru şekilde yerleştirme gibi önemli bir vazifeyi bir kenara bırakıp kısır çekişmelerle uğraşmak onları yapıcılıktan, yıkıcılığa itmiştir. İslam'ı bilmeyen kesimlere bu dini öğretmek gerekiyor. Bugüne kadar süren şeytanî desiselerle İslam'dan koparılanların yeniden kazanılması, temel hedeflerden biridir. Bütün bu önemli hedefler, bu kısır çekişmelerin arasında kaybolup gitti. Bu çekişmeler öyle bir safhaya vardı ki, hareketten ayrılan herhangi bir kesimin öbür kesimi yalancılık ve hatta küfürle suçlaması kaçınılmaz oldu. Böyle olanlar Allah'tan ve kendilerinden utana bilseler ve yaptıklarının ne kadar büyük yanlış ve cürüm olduğunu zaman geçmeden anlayıp "mü'minlerin hepsi kardeştir" ilkesini hatırlayıp aralarındaki ilişkilerde şefkatin hakim olması 'gerektiğini ve bu sert tavırların aralarında değil de kafirlere karşı takınılması gereken bir tavır olduğunu kavrayabilseler, bütün bu problemler son bulur. Müslümanın kam, malı ve namusu başka müslümana haramdır. Bu hükmün ışığında bu prensip, hiçbir bahaneyle ortadan kaldırılamaz. Felaketlerin en büyüğü de, bu kesimlerin her birinin sadece kendisinin doğru olduğuna ve karşı tarafın tamamıyla yanlış olduğuna inanmasıdır. Halbuki tarih boyunca İslam herkesi kucaklamıştır. İslam'ın hüküm sürdüğü sınırlar içerisinde yaşayan Yahudi, Hıristiyan ve buna benzer din mensupları bile bu koruma altına alınmışlardır. Bu durumda olanların, İslamî hareket alanları ne kadar büyürse büyüsün İslamî sorumluluklarını yerine getirmeleri imkansızdır. Bu sorumluluklarını, ancak Müslüman olmanın getirdiği mesuliyet sınırlarının bilincine varmaları halinde gerçekleştirebilirler. Bundan dolayıdır ki, hepimizin güçlerinin bir araya gelmesi ve aramızdaki, yapay ideolojik ve fikri engelleri kaldıracak bir İslami birlik projesini gerçekleştirme gayretinde olmamız gerekiyor. Bu konuda Dr. Mani el-Cuhani'nin, Uluslararası Altıncı İslam Gençlik Konferansına "Müslüman Olmayanlara İslam" adı altında sunduğu tebliğ bu düşünceleri kapsıyor. Bu konferansa katılan İslamî hareketlere ve kuruluşlara şunu öneriyorum: "İslam'ı dünyaya tanıtma yöntemi" adı altında uluslararası bir konferans düzenlenmelidir. Bu konferansa katılan diğer şahsiyet ve uzmanların görüşlerinden yararlanıp, -bu konunun bilimsel yönden incelenebilmesi için İslami kuruluşların Müslüman olmayanlara karşı uygulanan bir yöntemleri varsa konferans öncesi raporlar halinde sunulmalıdır. Bu konferans istenilen bir seviyede hazırlanırsa, bütün dünya insanlığı için önemli bir adım atılmış olur. Ayrıca bu sahadaki düşünceler yeterince duyurulabilirse ve insanların duyması sağlanabilirse, İslami hareketlerin hidayete muhtaç dünya halklarına karşı olan görevi kısmen de olsa ifa edilmiş olur. Ayrıca Müslümanların kendi tebliğlerini ulaştırabilmeleri için gerekli zemin oluşturulacaktır...
Gayri Müslim olanları İslam'a davet ederken, bilhassa değişik, ideolojilerin hüsranla sonuçlanmasını görenler ve hiçbir şeye inanmayanlara karşı çok dikkatli ve dirayetli hareket etmemiz gerekiyor. Gerçekçi, şefkatli yaklaşım ve davranışlarda önem sırasına riayet etmemiz zaruridir. Yoksa umduğumuzun aksine daha ters tepkilerle karşılaşabiliriz. "Allah yoluna iyilik ve hikmetle çağır. Daha üstün değerlerle tartışmanı sürdür." (Nahl-17) Peygamber'in (s.a.a) şu hadisi de olayı doğruluyor: "İnsanlara anlayış derecelerine göre hitap etmemiz emredildi." Halkları İslam'a çağıranların şu gerçekleri idrak etmeleri gerekiyor:
1)Bu halkların İslam'a karşı kötü bir ön yargıya sahip olmaları mümkündür.
2)Bu halklardan, özellikle komünizm cehenneminden kurtulanlar şu anda hayat standartlarını yükseltmeye çalışmaktadırlar. Bundan dolayı politik ve ideolojik tartışmalara girmeleri için yeterince zamanlan ve tahammülleri yoktur.
3)Bu halkların her şeyden önce biraz rahatlığa ve sükunete ihtiyaçları vardır. Çünkü yetmiş yılı aşkın süredir maddi düşünce tuzaklarından yılmış ve Allah'la, dinle olan bağları tâmamiyle kopmuştur.
4)Bu halkları kendimize ve İslam'a yaklaştırmamız salt ideolojik düşünce ve süslü sözlerle olmaz. Onların ruhuna hitab etmekle birlikte, aynı zamanda davranışlarımız (İslam'ı yansıtan hal ve tavırlarımız) ve sözden önce pratiğimiz çok önemlidir. İslam tarihi boyunca halkların ve ülkelerin bu dine yönelmesi, Müslümanların söyledikleri gibi davranmalarıyla mümkün olabilmiştir. Peygamber efendimiz (s.a.a) bu konuyla ilgili bir hadisinde
şöyle buyuruyorlar: "İman ummakla değildir; iman, kalbe yerleşen ve amelle tasdik edilendir." İmam Ali (a.s) ise bu konuda şöyle diyor: "Kendisini başkalarına imam olarak sunanlar ve başkalarına anlatmaya çalışan; başkasına öğretmeden önce kendisi imanın gerçeklerini öğrensin, hal ve tavırlarıyla yol göstersin." İnsanın önce kendisinin öğrenmesi ve daha sonra bununla amel etmesi, amel etmediği halde başkasına öğretmeye kalkışmasın
dan daha iyidir.
5)Bu halklara karşı yeniden ideolojik savaş başlayacaktır. Bu yüzden bu ideolojik savaşta yalnız olmadığımızı ve yalnız bırakılmayacağımızı iyi bilmemiz gerekmektedir.
Radikal ve komünist partiler veya cemiyetler (Gorbaçov'un öncülüğünde) tekrar bu halklara yakınlaşmayı deneyecektir. Aynı zamanda sağcı liberal partiler de zafer kazanmışçasına duruma hakim olma çabasında olacaklardır. Bana göre bu halklar birçok düşünce akımının çatışma arenası haline gelecektir. Bunca zorluğa karşı yine de bu halkları İslam'a çağırma ve hidayete erdirme şansı, öbür düşüncelerden daha kuvvetli görünüyor. Çünkü bu çağrının özünde fıtrat ve yaratılıştan doğan istek yatıyor. Sade, tabu ve yapmacık tavırlardan tamamen uzak ve bütün karşı koymalara rağmen Allah'ın inayetiyle asırlardır süregelmiş bu ilahi tebliğ, bundan sonra da insanlığın kurtuluşu için tek bir alternatif olmaya devam edecektir. "Bu zikri biz indirdik ve biz onu koruyacağız." (Hacr-9)
Hiç kuşkusuz İslamî düşünceyi temsil eden birçok hareket vardır ve bunların bu ilahî risaleti ifa etmek için kitab, dergi ve diğer kitle haberleşme araçlarıyla gayret gösterdikleri ortadadır. Ancak yukarıda değindiğimiz faktörleri göz önünde bulundurarak bu tebliğin sürdürülmesi Müslümanların çalışmalarının daha da verimli olmasını sağlayacaktır. Öte yandan İslam'ın mesajından nasibini almamış halkları İslam'a davet ederken, yaşadıkları psikolojik durumun basanda önemli bir etken olduğunu unutmamak gerekir. Müslümanların imandan kaynaklanan ruh hali içerisinde olması onları İslam'a yakınlaştıracak ve onların ilgisini çekecektir. Pratiğimizin onların kalelerini bu tebliğe hazırlayacağının bilincinde olarak, onlara yönelik yayınlarımızı da bu esasa göre seçmemiz kaçınılmazdır. Başlangıçta şu konulara önem vermemiz gerekiyor:
-İslamî anlayışa göre Allah
-Allah'a olan inancın insan hayatındaki etkileri
-İslamî düşünce (Özellikleri ve sıfatlan)
-İslam neden tek ve gerçek çözüm
Gayri Müslim halkların İslamlaştırılmasında birçok yol ve yön^ tem vardır. Biz sadece bir kaçını anlatmakla yetinelim:
1)İslamlaştırılması istenilen halkların ülkelerinde kültür merkezleri açıp, hedefli ve sistemli şekilde konferans ve münazaralar yapılmalıdır.
2)Kaliteli ve İslamî sıfatlara haiz, çağdaş düşünceli, ahlakî yönden ilgi çekici hocaların idaresinde İslam enstitüleri açılmalıdır.
3)Görmeye ve işitmeye dayanan araçlarla İslam'ı tanıtacak çağdaş sanat eserlerini sunmalı, hatta radyo ve televizyon istasyonları kurma veya kiralamanın yollarını araştırmalı.
4) Söz konusu hedefler doğrultusunda, periyodik olarak din adamlarının bu ülkeleri ziyaret etmeleri teşvik edilmeli; buralarda paneller ve konferanslar düzenlemeleri için imkan sağlanmak.
5)Söz konusu ülkelerde İslam'ı tanıtacak kitap fuarları düzenlemek ve çağdaş şekilde süregelen bozuk düzene karşı ilahî çözümleri sunmak.
6)Mevcut olan kilise, kurum ve kuruluşlarla iyi diyalog kurup gerçekleri gün ışığına çıkarmak.
7)Dinsizliğin ve batı kültürünün ortaya çıkardığı hastalık ve buhranların üstüne parmak basmak ve bu kültürün, hem yarım,
hem de bugünü nasıl güvenceden yoksun bıraktığını, sağlam istatistik! bilgilerle ortaya koymak. Bu istatistik bilgilerden birkaç örnek verelim:
l- On milyon Amerikalı stresten dolayı bunalım içerisindedir.
2- Amerikalıların %20'si akıl hastasıdır.
3- Gayri meşru doğumlar toplam doğumların %15'ini oluşturuyor.
4-Her üç doğuma karşı bir kürtaj yapılıyor.
5-Boşanma oranı %16.
6- Beş milyon Amerikalı tecavüze uğramıştır.
7- Amerikalıların %7*si alkoliktir ve uyuşturucu bağımlısıdır.
8- Cinayet oranı %30, hırsızlık %56, silahlı saldırı%79, diğer değişik saldırı olayları
%99'dur.
9- Lise öğrencilerinin %80'i uyuşturucu kullanmaktadır ve bir yıl içinde 26.000 kişi intihar etmiştir. Bütün bu olayları bir sonuç olarak göstermeli ve tek çözümün Allah'a yönelmekte
olduğunu anlatıp kurtuluş yolunu hatırlatmalıyız. "Doğru din budur, ama bir çoğunuz bilmiyor."
Makalemin sonunda, İran İslam cumhuriyeti'ndeki kardeşlere teşekkür etmeyi bir borç bildiğimi vurgulamak isterim. Uluslararası İslamî konferanslar tertipledikleri için Allah onlardan razı olsun. Ayrıca Allah'tan dileğim İmam Humeyni'nin (R.a) hayatının son anına kadar uğrunda çalıştığı İslam birliğinin bir an önce tahakkuk etmesi ve bütün İslami güçlerin tek çatı altında toplanıp güçlerini İslam'ın yücelmesi ve ilahî görevlerini ifa etmeleri yolunda seferber etmeleri dileğiyle.
Dr. Fethi Yeken, Lübnan
İslam aleminin üstlenmesi gerekli olan fonksiyonu ortaya koyduğumuzda, bu fonksiyonu günümüzde üstlenmiş görünen bir kısım İslam hükümetleri ve kurumlan görüyoruz. Peki bu hükümet ve kurumlar bu sorumluluğu üstlenecek konuma sahip midirler? Eğer söz konusu İslam hükümet ve kurumlarının çoğunun İslam'dan uzak olduğunu ve onların İslam'a yeniden dönmelerine ihtiyaç duyulduğunu söylersek yanlış yapmış olmayız. Buna ilave olarak kimsenin bilmediği çok gizli bir konuyu da ortaya çıkarmış değiliz. Öyleyse bu konumdaki hükümet ve kuruluşlar İslam'ın kalkınmasında nasıl bir rol alabilirler? Çünkü insanın sahip olmadığı ve tamamen uzak olduğu bir şeyi başkasına vermesi mümkün değil. İslam aleminde İslam'a dayanmayan, değişik beşeri sistemlerin markasını taşıyan pek çok rejim vardır; aynı zamanda İslam aleminde eğitim sistemi tamamen İslami prensiplerden uzak bir şekilde yürütülmektedir. Buna ilave olarak, yasama yönünden de İslami düşüncelerden uzak bir renge bürünmüş rejimler, kanunlarını bütünüyle beşeri prensiplere göre hazırlamaktadırlar. Bu rejimlerin İslam'dan uzak olması, onları giderek beşeri sistemlerin güdümüne sokmuştur. Öte yandan bu rejimlerin kısa bir zamanda parçalanmaları ve dağılmalarındaki ortak nokta İslam'a karşı besledikleri kin ve düşmanlığın yanında, şeytani güçlerin emellerim gerçekleştirme sahasında adeta birbiriyle yarışmaları ve İslam'ı parçalamak, zayıflatmak için bütün imkanlarını seferber etmeleridir.
Bu rejimlerden başka bir de kısmen veya saptırarak da olsa İslam'ı ve İslami yasaları uygulamakta olan İslam hükümetleri var. Bunlar da uygulamada yanlışlık yaparak bu temelsiz hareketlerinden dolayı İslam'ı dünyaya kötü ve gerici bir sistem olarak göstermektedirler. Bunlara örnek olarak, bu rejimlerin bazıları çağa ayak uyduramamakta ve çağın getirdiği yeniliklerden yararlanamamaktadırlar. Veya bu rejimler özgürlük yönünden büyük kısıtlamalar getirmektedirler. Böyle bir kısıtlama ve insanların özgürlüklerini görmezlikten gelmek, kesinlikle İslam'la bağdaştırılamaz ve bunun İslam'la yakından uzaktan ilişkisi olamaz. Bunların yanı sıra, kitlelere zulüm ve baskı uygulayan rejimler İslam'a düşman olanlara tenkit ve kötüleme kapılarını ardına kadar açıyorlar. Etiketi İslam olan rejim ve kurumların içinde bulunduğu çarpık zihniyetle, gerçeği arayan ve zorba rejimlerin tarih boyunca hakim kıldığı boğucu atmosferde aşağılanmış ve sömürülmüş halklara İslam'ı ulaştıramayacakları gün gibi ortada. Kanımca bu zorbalık ve baskı rejimlerinin, bir özeleştiri yapmaları ve kendileriyle hesaplaşmaları gerekir. Çünkü bir gün gelecek halklar bunun hesabını soracaklardır ve o zaman bu hesabın faturası çok pahalıya mal olacaktır. Söz konusu rejimler, halkların ve dinlerinin arasında bir duvar gibi yükseliyor ve onların arasındaki bağlan koparmaya çalışıyor. Tıpkı değişime uğramazdan önceki Doğu Avrupa rejimlerinde olduğu gibi. Ama halk ciddi ve kararlı bir şekilde onlara karşı koyduğu zaman, bu rejimlerin yetiştirip geliştirdiği modern ordu, silah ve haber alma örgütleri onlardan yana değil de halktan yana tavır almak zorunda kalacaklardır. Bu ideolojilerin üretildikleri yerlerde bile çökmesine rağmen, bizdeki bir takım ülkelerde uygulanıyor olmasından daha büyük hamakat olmasa gerek. Akıl sınırlarını zorlayacak şekilde, İslam'ın bütün yönleriyle dünyanın gözü önünde gelişme göstermesi ve milyonlarca insanın sempatisini kazanması ve her geçen gün İslam'a intisap ordusunun bir çığ gibi büyümesi, ayrıca yıllarca gerçeği arayan dünyadaki bir çok alim ve filozofun, hakikati hak dinde bulup bu dini kabul etmesi gibi büyük hadiseler karşısında, bizim İslam alemindeki İslam görünümlü kukla rejimlerin vurdumduymaz bir tavır içinde olması, çok önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu gerçek, bu rejimlerin Islama olan kin ve nefretinin sınırlarını bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Bu rejimlerin önünde tek bir yol vardır: Kendi istekleriyle İslam’ı ideolojik yönden kendilerine kaynak kabul etmeye başlamaları; İslam'ın hükümlerini eksiksiz olarak uygulamayı kabul etmeleridir. Bundan başka kurtuluş yollan yoktur. Çünkü gün gelecek halk seçimini yapacaktır. O gün geldiğinde, halkın bu seçimine karşı koyma gücünü kimse kendisinde bulamayacaktır. Ayrıca bunun faturasını ağır bir şekilde ödeyeceklerdir. İmam Humeyni liderliğinde gerçekleşen İslam İnkılabı bunun en bariz elle tutulur örneği olmuştur. "Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatacağız ve hak batılı yok edecektir. (Allah'a karşı) nitelendirdiklerinizden dolayı eyvahlar size." (Enbiya Suresi-18) "Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah'a ve Resulüne icabet edin." (Enfal Suresi-24)
Bu rejimler için söylediklerimiz yeni şeyler değil. Çünkü bu Kur'an-ı Kerim'in beyanıdır. Bu sözlerle Peygamberimiz (saa) kendi zamanındaki kralları ve hükümdarları İslam'a çağırmıştır.
Peygamber (s.a.a) tarafından gönderilen ilk elçi Amr b. Ümeyye el-Zumeyr ismindeki birisiydi. Bu elçi, Habeşistan kralı Necaşi'ye İslam'a davet yazısıyla gönderilmişti. Necaşi, Peygamber'in (s.a.a) yazısını aldı, gözünün üstüne koyduktan sonra tahtından inip yere oturdu. İslam'ı kabul ettiğini gösteren şahadet sözlerini söyledi ve hakkın yoluna girdi. Necaşi şöyle diyordu: "Eğer ayağına gide-bilseydim hiç durmam giderdim." Necran halkına gönderdiği yazıda Peygamberimiz (s.a.a) şu sözleri söylemişti: "İbrahim'in, İs-hak'ın ve Yakub'un Allah'ı adına, ben sizi kulla kulluktan, kula ibadetten Allah'a ibadet etmeye çağırıyorum. Sizi kul hükümranlığından Allah hükümranlığına çağırıyorum, eğer karşı olursanız cizye ödersiniz, buna da karşı çıkarsanız o zaman savaştan başka çare yoktur." Heraklis'e gönderilen elçi de Duhayya b. Halife el-Kelbi'ydi; elçinin taşıdığı Peygamberin (s.a.a) mektubunda şanlar yazılıydı: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın elçisi Muhammed’den Rumların kralı Heraklis'e. Hidayet erenlere i sun... Ben seni İslam'a çağırıyorum, Müslüman olursan erersin. Allah'tan sâna iki defa sevap kazanma imkanı var. karşı gelirsen bütün halkının günahını sen çekeceksin."
Peygamber tarafından gönderilen bir başka elçi de kisra’ya gönderilen Abdullah b. Huzeyfe Selimiydi; ancak Kisra, peygamberin'in kendisine göndermiş olduğu mektubunu yırttı. Peygamberimiz bu olayı duyunca şu sözleri söyledi: "Allah da onun mülkünü parçalasın!" Ve gerçekten kısa bir süre sonra Allah Peygamberin (S) duasını kabul etmiş ve Kisra, oğlu Şireveyh tarafından öldürülüp mülkü ve imparatorluğu parçalanmıştı. Peki bu anlatılanların zamanımızdaki liderlerle nasıl bir ilişkisi olabilir. Böyle bir benzetme yapmadan önce onların Müslüman olduğunu göz önünde bulundurmak gerek. Ama bir kişinin Müslüman olman için bazı şartlara haiz olması gerekmiyor mu? Her Müslüman diyenin Müslümanlığı, bu dinin prensiplerine uymasa da kabul edilebilir mi? Bunlardan en önemlisi de, kulun kula kul olmamasıdır. Kulluk yalnız Allah'a yapılır. İkinci şart da, bütün sorunların Allah'ın hükümlerinin sınırları içerisinde çözüm bulmasıdır. "İnandığın Rabbe ant olsun ki aralarındaki sorunu senin hükmettiğin şekilde çözmezlerse tam inanmış sayılmazlar." (Nisa/651 Müslüman olmanın şartlarından biri de, müminler dururken gidip Allah'a inanmayanlara dost, yardımcı ve müttefik olmamalarıdır. "Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler." (Al-i İmran-28)
Diğer şart da, mü'minlerin kendi aralarında şefkatli, kafirlere karşı ise şiddetli olmalarıdır. Ayrıca hükmettikleri yerde hidayete ve salaha çalışmalı; fesat ve dalaleti bertaraf etmeleridir. Aynı zamanda üzerlerinde hüküm sahibi oldukları insanların, namus mal ve dinlerine sahip çıkmalı ve İslam topraklarının bir karışını bile gözden çıkarmamalıdırlar. "Kendi topraklarında saldırıya uğrayanlar her zaman kaybederler." Bundan dolayı Müslüman liderlerden her biri, halkını ve İslam'ı savunmak için her zaman güçlü ve hazırlıklı olmalıdır. Toplumu fesat ve fuhuştan korumalı; islam ve Allah düşmanlarıyla zillet yüklü antlaşmalar imzala-mamalıdırlar. Buraya kadar özetleyerek açıkladığınız şartlar, Müslüman olmanın gereklerinden sadece bir parçayı oluşturmaktadır. Sormak gerekirse, söz konusu ettiğimiz bu birkaç hususiyetten hangisi islam aleminin bugünkü liderlerinde bulunuyor.
Kuşkusuz sorunun en büyüğü, söz konusu liderlerin emperyalist güçlere bağlılığı ve onların etkisi altında bulunan bölgelerde hüküm sürmeleridir. Bu bağımlılık öyle güçlüdür ki, kendi kimliklerini kazanmadan bundan kurtulmaları tamamen imkansız hale gelmiştir. Öyle ki, çıkarlar her zaman süper güçlerin menfaatine göre şekillenmiştir. Ancak bizim kanımıza göre, bir müslümanın ilahi davası her türlü çıkardan üstün olmalıdır. Bizim davamız kültürel, ideolojik ve fikri yönden mücadele etmemizi gerektiriyor. İslam alemi Batıya olan bağımlılığından kurtulup, bugün uygulanan seviyesiz ve tamamen insanlığın aleyhine olan bu rejimlerin yerine İslam'ı uygulasa, ayrıca ekonomik, toplumsal, yasama ve yürütme organlarına İslam'ın hükümlerini hakim kusa ve İslami kardeşlik, duygularını bütün şahsi ve mezhebi düşüncelerin üstünde tutsa öyle bir güç oluşur ki, karşısında hiçbir beşeri güç duramaz. Acaba İslam ülkelerindeki liderler bunun farkında değiller mi? İslami hareket de, bütün bunları amaçlıyor ve gerçekleşmesi için elinden gelen tüm çabalan harcıyor. Bunun karşılığında İslami hareketin gördüğü dışlama politikası ve ödediği bedel çok pahalıdır. Bunun sebebi de, İslam ülkelerinde zillet ve ihanetten başka bir işlevi kabul etmeyen kukla hükümetlerdir. Ayetullah Humeyni'nin, dünyadaki bütün rejimlere karşı İslam'ı tek bir çözüm yolu olarak sunması da bu gerçekleri görmesinden kaynaklanıyor.
Gönlümüz bütün bu çabaların ortaklaşa yürütülmesini, maddiyatın iğrenç batağına batmış, gerçek kimliğini ve insani değerlerini kaybetmiş bir dünyada ekolüne karşı olmakta ittifak eden bütün rejim, hareket, lider ve düşünürlerin ilahi ve şer'i görevlerini yerine getirebilmesi için birleşmelerini arzu eder... Ama şairin dediği gibi: "İnsan her istediğine eremiyor." Bazen gemilerin istediği gibi rüzgarlar esmez. Düşünürlerle hükümetler; rejimlerle hareketler arasında öyle büyük bir boşluk meydana geldi ki, hükümetlerin işi düşünürleri takip etmek ve düşünürlerin işi de hükümetleri zayıflatmak oldu. Böylece bütün emekler ve Müslümanların sahip olduğu potansiyel boşa gidiyor. Ama güçler birleşse, şer.'î görevimiz olan dünyayı hidayete ve İslam'a çağırmakta büyük mesafeler alırdık. Kuşkusuz bundan daha büyük problem de, rejimler ve İslami hareketler arasındaki çekişmelerdir. Bu kısır çekişmenin, İslamî hareketin saflarına sızması Müslümanların başındaki en büyük belalardan biridir. Değişik düşünce savunucuları ve hareketler içindeki bölünmelerde, bunların her biri temel görevini unutup karşı tarafı suçlamak ve yalanlamaktadır. Toplumdaki görevlerini, yani toplumu doğruya yönlendirme ve İslamî değerleri toplumda doğru şekilde yerleştirme gibi önemli bir vazifeyi bir kenara bırakıp kısır çekişmelerle uğraşmak onları yapıcılıktan, yıkıcılığa itmiştir. İslam'ı bilmeyen kesimlere bu dini öğretmek gerekiyor. Bugüne kadar süren şeytanî desiselerle İslam'dan koparılanların yeniden kazanılması, temel hedeflerden biridir. Bütün bu önemli hedefler, bu kısır çekişmelerin arasında kaybolup gitti. Bu çekişmeler öyle bir safhaya vardı ki, hareketten ayrılan herhangi bir kesimin öbür kesimi yalancılık ve hatta küfürle suçlaması kaçınılmaz oldu. Böyle olanlar Allah'tan ve kendilerinden utana bilseler ve yaptıklarının ne kadar büyük yanlış ve cürüm olduğunu zaman geçmeden anlayıp "mü'minlerin hepsi kardeştir" ilkesini hatırlayıp aralarındaki ilişkilerde şefkatin hakim olması 'gerektiğini ve bu sert tavırların aralarında değil de kafirlere karşı takınılması gereken bir tavır olduğunu kavrayabilseler, bütün bu problemler son bulur. Müslümanın kam, malı ve namusu başka müslümana haramdır. Bu hükmün ışığında bu prensip, hiçbir bahaneyle ortadan kaldırılamaz. Felaketlerin en büyüğü de, bu kesimlerin her birinin sadece kendisinin doğru olduğuna ve karşı tarafın tamamıyla yanlış olduğuna inanmasıdır. Halbuki tarih boyunca İslam herkesi kucaklamıştır. İslam'ın hüküm sürdüğü sınırlar içerisinde yaşayan Yahudi, Hıristiyan ve buna benzer din mensupları bile bu koruma altına alınmışlardır. Bu durumda olanların, İslamî hareket alanları ne kadar büyürse büyüsün İslamî sorumluluklarını yerine getirmeleri imkansızdır. Bu sorumluluklarını, ancak Müslüman olmanın getirdiği mesuliyet sınırlarının bilincine varmaları halinde gerçekleştirebilirler. Bundan dolayıdır ki, hepimizin güçlerinin bir araya gelmesi ve aramızdaki, yapay ideolojik ve fikri engelleri kaldıracak bir İslami birlik projesini gerçekleştirme gayretinde olmamız gerekiyor. Bu konuda Dr. Mani el-Cuhani'nin, Uluslararası Altıncı İslam Gençlik Konferansına "Müslüman Olmayanlara İslam" adı altında sunduğu tebliğ bu düşünceleri kapsıyor. Bu konferansa katılan İslamî hareketlere ve kuruluşlara şunu öneriyorum: "İslam'ı dünyaya tanıtma yöntemi" adı altında uluslararası bir konferans düzenlenmelidir. Bu konferansa katılan diğer şahsiyet ve uzmanların görüşlerinden yararlanıp, -bu konunun bilimsel yönden incelenebilmesi için İslami kuruluşların Müslüman olmayanlara karşı uygulanan bir yöntemleri varsa konferans öncesi raporlar halinde sunulmalıdır. Bu konferans istenilen bir seviyede hazırlanırsa, bütün dünya insanlığı için önemli bir adım atılmış olur. Ayrıca bu sahadaki düşünceler yeterince duyurulabilirse ve insanların duyması sağlanabilirse, İslami hareketlerin hidayete muhtaç dünya halklarına karşı olan görevi kısmen de olsa ifa edilmiş olur. Ayrıca Müslümanların kendi tebliğlerini ulaştırabilmeleri için gerekli zemin oluşturulacaktır...
Gayri Müslim olanları İslam'a davet ederken, bilhassa değişik, ideolojilerin hüsranla sonuçlanmasını görenler ve hiçbir şeye inanmayanlara karşı çok dikkatli ve dirayetli hareket etmemiz gerekiyor. Gerçekçi, şefkatli yaklaşım ve davranışlarda önem sırasına riayet etmemiz zaruridir. Yoksa umduğumuzun aksine daha ters tepkilerle karşılaşabiliriz. "Allah yoluna iyilik ve hikmetle çağır. Daha üstün değerlerle tartışmanı sürdür." (Nahl-17) Peygamber'in (s.a.a) şu hadisi de olayı doğruluyor: "İnsanlara anlayış derecelerine göre hitap etmemiz emredildi." Halkları İslam'a çağıranların şu gerçekleri idrak etmeleri gerekiyor:
1)Bu halkların İslam'a karşı kötü bir ön yargıya sahip olmaları mümkündür.
2)Bu halklardan, özellikle komünizm cehenneminden kurtulanlar şu anda hayat standartlarını yükseltmeye çalışmaktadırlar. Bundan dolayı politik ve ideolojik tartışmalara girmeleri için yeterince zamanlan ve tahammülleri yoktur.
3)Bu halkların her şeyden önce biraz rahatlığa ve sükunete ihtiyaçları vardır. Çünkü yetmiş yılı aşkın süredir maddi düşünce tuzaklarından yılmış ve Allah'la, dinle olan bağları tâmamiyle kopmuştur.
4)Bu halkları kendimize ve İslam'a yaklaştırmamız salt ideolojik düşünce ve süslü sözlerle olmaz. Onların ruhuna hitab etmekle birlikte, aynı zamanda davranışlarımız (İslam'ı yansıtan hal ve tavırlarımız) ve sözden önce pratiğimiz çok önemlidir. İslam tarihi boyunca halkların ve ülkelerin bu dine yönelmesi, Müslümanların söyledikleri gibi davranmalarıyla mümkün olabilmiştir. Peygamber efendimiz (s.a.a) bu konuyla ilgili bir hadisinde
şöyle buyuruyorlar: "İman ummakla değildir; iman, kalbe yerleşen ve amelle tasdik edilendir." İmam Ali (a.s) ise bu konuda şöyle diyor: "Kendisini başkalarına imam olarak sunanlar ve başkalarına anlatmaya çalışan; başkasına öğretmeden önce kendisi imanın gerçeklerini öğrensin, hal ve tavırlarıyla yol göstersin." İnsanın önce kendisinin öğrenmesi ve daha sonra bununla amel etmesi, amel etmediği halde başkasına öğretmeye kalkışmasın
dan daha iyidir.
5)Bu halklara karşı yeniden ideolojik savaş başlayacaktır. Bu yüzden bu ideolojik savaşta yalnız olmadığımızı ve yalnız bırakılmayacağımızı iyi bilmemiz gerekmektedir.
Radikal ve komünist partiler veya cemiyetler (Gorbaçov'un öncülüğünde) tekrar bu halklara yakınlaşmayı deneyecektir. Aynı zamanda sağcı liberal partiler de zafer kazanmışçasına duruma hakim olma çabasında olacaklardır. Bana göre bu halklar birçok düşünce akımının çatışma arenası haline gelecektir. Bunca zorluğa karşı yine de bu halkları İslam'a çağırma ve hidayete erdirme şansı, öbür düşüncelerden daha kuvvetli görünüyor. Çünkü bu çağrının özünde fıtrat ve yaratılıştan doğan istek yatıyor. Sade, tabu ve yapmacık tavırlardan tamamen uzak ve bütün karşı koymalara rağmen Allah'ın inayetiyle asırlardır süregelmiş bu ilahi tebliğ, bundan sonra da insanlığın kurtuluşu için tek bir alternatif olmaya devam edecektir. "Bu zikri biz indirdik ve biz onu koruyacağız." (Hacr-9)
Hiç kuşkusuz İslamî düşünceyi temsil eden birçok hareket vardır ve bunların bu ilahî risaleti ifa etmek için kitab, dergi ve diğer kitle haberleşme araçlarıyla gayret gösterdikleri ortadadır. Ancak yukarıda değindiğimiz faktörleri göz önünde bulundurarak bu tebliğin sürdürülmesi Müslümanların çalışmalarının daha da verimli olmasını sağlayacaktır. Öte yandan İslam'ın mesajından nasibini almamış halkları İslam'a davet ederken, yaşadıkları psikolojik durumun basanda önemli bir etken olduğunu unutmamak gerekir. Müslümanların imandan kaynaklanan ruh hali içerisinde olması onları İslam'a yakınlaştıracak ve onların ilgisini çekecektir. Pratiğimizin onların kalelerini bu tebliğe hazırlayacağının bilincinde olarak, onlara yönelik yayınlarımızı da bu esasa göre seçmemiz kaçınılmazdır. Başlangıçta şu konulara önem vermemiz gerekiyor:
-İslamî anlayışa göre Allah
-Allah'a olan inancın insan hayatındaki etkileri
-İslamî düşünce (Özellikleri ve sıfatlan)
-İslam neden tek ve gerçek çözüm
Gayri Müslim halkların İslamlaştırılmasında birçok yol ve yön^ tem vardır. Biz sadece bir kaçını anlatmakla yetinelim:
1)İslamlaştırılması istenilen halkların ülkelerinde kültür merkezleri açıp, hedefli ve sistemli şekilde konferans ve münazaralar yapılmalıdır.
2)Kaliteli ve İslamî sıfatlara haiz, çağdaş düşünceli, ahlakî yönden ilgi çekici hocaların idaresinde İslam enstitüleri açılmalıdır.
3)Görmeye ve işitmeye dayanan araçlarla İslam'ı tanıtacak çağdaş sanat eserlerini sunmalı, hatta radyo ve televizyon istasyonları kurma veya kiralamanın yollarını araştırmalı.
4) Söz konusu hedefler doğrultusunda, periyodik olarak din adamlarının bu ülkeleri ziyaret etmeleri teşvik edilmeli; buralarda paneller ve konferanslar düzenlemeleri için imkan sağlanmak.
5)Söz konusu ülkelerde İslam'ı tanıtacak kitap fuarları düzenlemek ve çağdaş şekilde süregelen bozuk düzene karşı ilahî çözümleri sunmak.
6)Mevcut olan kilise, kurum ve kuruluşlarla iyi diyalog kurup gerçekleri gün ışığına çıkarmak.
7)Dinsizliğin ve batı kültürünün ortaya çıkardığı hastalık ve buhranların üstüne parmak basmak ve bu kültürün, hem yarım,
hem de bugünü nasıl güvenceden yoksun bıraktığını, sağlam istatistik! bilgilerle ortaya koymak. Bu istatistik bilgilerden birkaç örnek verelim:
l- On milyon Amerikalı stresten dolayı bunalım içerisindedir.
2- Amerikalıların %20'si akıl hastasıdır.
3- Gayri meşru doğumlar toplam doğumların %15'ini oluşturuyor.
4-Her üç doğuma karşı bir kürtaj yapılıyor.
5-Boşanma oranı %16.
6- Beş milyon Amerikalı tecavüze uğramıştır.
7- Amerikalıların %7*si alkoliktir ve uyuşturucu bağımlısıdır.
8- Cinayet oranı %30, hırsızlık %56, silahlı saldırı%79, diğer değişik saldırı olayları
%99'dur.
9- Lise öğrencilerinin %80'i uyuşturucu kullanmaktadır ve bir yıl içinde 26.000 kişi intihar etmiştir. Bütün bu olayları bir sonuç olarak göstermeli ve tek çözümün Allah'a yönelmekte
olduğunu anlatıp kurtuluş yolunu hatırlatmalıyız. "Doğru din budur, ama bir çoğunuz bilmiyor."
Makalemin sonunda, İran İslam cumhuriyeti'ndeki kardeşlere teşekkür etmeyi bir borç bildiğimi vurgulamak isterim. Uluslararası İslamî konferanslar tertipledikleri için Allah onlardan razı olsun. Ayrıca Allah'tan dileğim İmam Humeyni'nin (R.a) hayatının son anına kadar uğrunda çalıştığı İslam birliğinin bir an önce tahakkuk etmesi ve bütün İslami güçlerin tek çatı altında toplanıp güçlerini İslam'ın yücelmesi ve ilahî görevlerini ifa etmeleri yolunda seferber etmeleri dileğiyle.
Yorum