Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #61
    Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

    "Bu fetva, şahla İsrail arasında süratle gelişmekte olan uğursuz ilişkiye ciddi bir darbe indirmişti. Medreselerdeki ulemayla din öğrencileri de ayrıca yayınladıkları bildiriler aracılığıyla şah rejimine baskıda bulundular. Bu baskılardan öfkeye kapılan rejim, usulsüz bir tepki daha gösterecek ve canice bir intikam hırsıyla İmam'ın Kum'daki evine ani bir baskın düzenleyip evdeki bütün kitap, yayın, yazı ve belgeleri toplayıp götürecek; bu arada Kum'daki diğer medreselere de aynı türden baskınlar yapılarak İmam'ın eserleri, resimleri ve bildirileri hınçla toplanacaktı. Bu saldırı ve baskınlar sırasında İmam'ın oğlu Hüccet'il islam Hacı Seyyid Ahmed, Hüccet'il islam Hacı Şeyh Hasan Sânei ve İmam'ın şer'i vekili olan merhum Ayetullah İslami Türbet'i de tutuklanmışlardı. Bu isimler ve İmam'ın diğer yakın adamlarının faaliyetleri neticesinde şahın Savak örgütü; İmam tarafından din öğrencilerine karşılıksız verilen harçlıkla -şehriye- müslümanların bir taklid mercii olarak İmam'a gönderdiği dini ve şer'i ödemeleri engelleme hususunda zerrece başarılı olamadı.

    Bu olaydan bir süre önce, hareketin niteliği üzerine gerekli talimatları ve İmam'ın mesajlarını alıp halka iletme ve İmam'ın Kum'daki evinden yapılacak faaliyetler hakkında bizzat İmam'dan direktif almak üzere Necef'e gidip babasıyla görüşen Hüccet'il İslam Hacı Seyyid Ahmed Humeyni, Irak'tan dönüşü sırasında (hş. 1346'lı yılların başları) sınırda şahın emniyet görevlileri tarafından tutuklanıp bir süre Kızılkale Zindanı'na hapsedilmişti. İslam inkılabının zaferinden sonra ele geçirilen Savak belgelerinin de ortaya koyduğu üzere o dönemde Savak için en önemli strateji, İmam'la İran'daki mukallidleri arasındaki irtibatı kesmek ve İmam tarafından din öğrencilerine karşılıksız harçlık verilmesini engelleyebilmekti. Bu arada rejimin bütün baskılarına; tutuklama, sürgün ve sürekli tehditlerine rağmen İslami Türbeti, Hacı Şeyh Muhammed Sadık Tahranî (Kerbasçi) ve İmam'ın ağabeyi Ayetullah Pesendide gibi İmam'ın İran'daki şer'i vekillerinin çalışmaları kesintisiz sürmedeydi. Aynı şekilde, İmam'ın, 15 Hordad kıyamının merkezi olarak tanınmış bulunan Kum'daki evinde de, yine İmam'ın oğlu tarafından faaliyetler sürdürülmekteydi ki bu iki faaliyetin devam ediyor olması, rejimin sözkonusu menfur emellerini gerçekleştirmesine mani olmadaydı.

    İmam'ın -ks- isim ve faaliyetlerinin zihin ve anılarda canlı tutulması ve onun Kum'daki evinin halâ faal olmayı sürdürmesi Savak için dehşet verici bir olaydı; bu nedenledir ki İmam'ın Kum'daki evi tam dört yıl boyunca sabahın erken saatlerinden geceyarılarına kadar gizli emniyet ve polis güçleri tarafından hem açık, hem gizli şekilde gözetime tabi tutuldu ve mukallidlerle diğer müracaat eden efradın içeriye girmesi önlendi. Ama bütün bu tehdit, engelleme ve yıldırmalara rağmen İmam'ın -ks- yoluna baş koyan müslümanlar, geceyarısı memurlar gittikten sonra İmam'ın evine geliyor ve İmam'la halk arasında köprü vazifesi görüyorlardı. Yine bu dönemdedir ki (hş. 1346 Hordad ayında) rejimin İmam'ı Necef'ten Hindistan'a sürme plânı, yurtiçi ve yurtdışındaki inkılâbî müslümanların yoğun ifşaat, itiraz ve çabaları sonucu suya düşürüldü.

    Hş. 1347 Tir ayının 26'sında Irak'ta Baas Partisi'nin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte bu partinin her nevi islami harekete düşmanca bakması nedeniyle İmam'ın önündeki engeller ve problemler de artmış oldu, ima İmam -ks- herşeye rağmen çalışmalarını sürdürmeye devam ediyordu. İmam'ın Necef'te sürgünde bulunduğu yıllar arap -İsrail savaşlarına denk geldiği ve islam dünyası bu savaş nedeniyle o günlerde olumlu bir silkiniş yaşadığından rahmetli İmam -ks- bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirecek ve zihnindeki ideallere daha geniş bir çerçevede gündeme getirip; laiklik ve din düşmanlığının yayılmaya çalışıldığı öyle bir çağda dinî eğilimi gündemde canlı tutacak; islam ümmetinin birlik ve vahdete kavuşup tıpkı eskiden olduğu gibi, hakettiği onur ve izzet dolu bir gelecek kurması ve öz kimliğini bulması gerektiğini vurgulayacak ve böylece, başlattığı muazzam hareketi sadece İran dahilinde ve sırf şaha karşı verilen bir mücadele olarak sınırlamama yoluna gidecekti.

    İmam Humeyni hş. 19 Mehr 1347'de -1968 sonbaharında- Filistin Kurtuluş Teşkilatı'nın temsilcisiyle yaptığı görüşmede islam dünyasının meseleleri ve Filistin halkının cihad hareketi konusundaki görüşlerini belirterek müslümanların şer'i vazifesi olan zekatın bir kısmının Filistin mücahidlerine ayrılmasının farz olduğu fetvasını verdi (41)."
    Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

    Yorum


      #62
      Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

      "Hş. 1348'in başlarında (1969) Irak Baas rejimiyle şah arasında iki ülkenin karasuları sınırlı konusunda şiddetli bir anlaşmazlık başgösterdi. Bu anlaşmazlık üzerine Irak rejimi bu ülkede yaşayan İran asıllı müslümanların önemli bir bölümünü çok kötü şartlar altında Irak'tan sürdü. Bu buhranlı dönemlerde Irak Baas rejimi, İmam'ın -ks- şah rejimine karşı oluşundan kendi lehine bir pay çıkaracak şekilde faydalanabilmek için çok uğraştı, diğer taraftan şah da böyle bir fırsatı dört gözle kollamakta ve böylece İmam'ın kıyam hareketine "dışarıdan güdümlü" yaftası vurmaya çalışmaktaydı. İmam Humeyni -ks- fevkalade bir basiret örneği sergileyecek ve her iki rejimin de karşısına dikilmekten çekinmeyecekti. Nitekim İmam; büyük oğlu Ayetullah Hacı Seyyid Mustafa Humeyni'yi Irak devlet başkanına göndererek bu ülkede ikamet etmekte olan İranlı din öğrencileri ve diğer zevatın yurt dışı edilmesini sert bir dille kınadığını ve kendisinin Bağdad rejimiyle uzlaşmasının asla düşünülemeyeceğini resmi bir şekilde Irak cumhurbaşkanı Hasan'el Bekir'e bildirmiş, bu yiğitçe mesajı orada hazır bulunan diğer üst düzey yetkililer de şaşkınlıkla dinlemişlerdi.

      Hş. 1348 Mordad'ının 30. günü Mescid'ul Aksa'nın bir bölümü aşırı siyonist yahudiler tarafından kundaklandı. Müslüman kamuoyunun yoğun baskılarına maruz kalan şah, müslümanların giderek artan öfkesini biraz olsun dindirebilmek için hemen İsrail'in yardımına koşacak "Mescid'ul Aksa'nın yeniden onarımı için gerekli bütün masrafları bizzat kendisinin üstlenmeye hazır olduğu"nu duyuracaktı. Ne var ki İmam Humeyni -ks- şahla İsrail'in müşterek planı olan bu oyunun farkına varıyor ve şahın hilesini hemen ifşa ederek onun mezkur önerisi karşısında şöyle diyordu: "Siyonist İsrail tarafından işgal edilen Filistin toprakları kurtarılmadığı sürece müslümanlar Mecid-i Aksa'yı onarmamalıdırlar! Bırakın siyonistlerin yaptığı bu caniliğin izleri canlılığını koruyarak devamlı müslümanların gözleri önünde dursun ki, böylece Filistin'in kurtulması yolunda bir şahlanışa vesile olabilsin!"(42).

      İmam Humeyni'nin 4 yıl boyunca yılmak bilmeyen faaliyet ve çalışma temposu, verdiği derslerin nitelikçe üstünlüğü ve bilinçlendirici olması gibi faktörler Necef Medresesi'nin atmosferini belli bir ölçüye kadar değiştirebilmişti. Bu nedenledir ki hş. 1348'li yıllarda İran'ın yanısıra Irak, Lübnan ve diğer İslam beldelerinde de sayısız inkılâbi müslümanlar İmam'a Lebbeyk demeye hazır haldeydi ve dünyanın birçok yerindeki inkılâbi müslümanları, İmam Humeyni'nin -ks- inkılabî hareketini kendilerine örnek almış durumdaydı. Hş. 1348 Behmen'ine rastlayan 1970 kışında İmam Humeyni "Velayet-i Fakih ve İslam Devleti" başlıklı bir dizi ders başlattı. Bu dersler hemen derlenip yazılı hale getirilerek "Velayet-i Fakih" ve "İslam Devleti" adlı bir kitaba dönüştürüldü ve İran, Irak, Lübnan ve -hacc mevsimlerinde- Hicaz'da yaygın bir halde mütalaa edilmeye başlandı. İmam'ın başlattığı kıyam hareketine yepyeni bir hız ve heyecan kazandıran nadide bir eserdi bu- nitekim bu eser 1979'lu yıllarda Türkiye'de de çevrilip basılmış, daha sonra tam ve eksiksiz baskısı müessesemiz tarafından 1995'te Türkçeye çevrilmiştir. Bu mükemmel eserde kıyam ve hareketin ileriye yönelik bir panoraması tasvil edilmekte, hareketin amaç ve gayeleri anlatılmakta ve İslam devletinin fıkhî, usulî ve aklî kaynak ve dayanakları teker teker belirlenerek bizzat İslam inkılabı rehberinin diliyle İslam devletine dair yöntem ve metodlar üzerine teorik tespitlerde bulunulmaktaydı.

      Hş. 1349 Ordibeheşt ayına rastlayan 1970 baharında Amerikan matbuatı, ABD'nin en büyük sermayedarlarından oluşan bir heyetin İran'a gittiğini yazıyordu, bu heyetin başını da uluşlararası kapitalleriyle tanınan Rock Fıller çekmedeydi. Bu heyetin İran'a geliş gayesi artan petrol fiatlarına paralel olarak İran'ın da petrolden elde ettiği astronomik gelirlerin tekrar Amerikalıların cebine akıtılma yollarını incelemek ve İran petrollerini Amerikalı dev şirketler arasında sessiz sedasız bölüştürebilmekti. Bu hadiseden aylar önce Savak, İmam'ın taraftarı olarak tanınan dinadamlarından çoğunun minbere çıkıp vaazde bulunmasını yasakladığı halde, İmam'ın -ks- İslam devleti konusundaki çarpıcı görüşlerini mütalaa etmiş bulunan birçok dinadamı büyük bir şevk ve heyecanla İmam'ın safına katılmış ve bu hadisede hemen gerekli inkılâbî tavrı koyarak şahın yeni planlarını ifşa edip, Amerika'nın İran'daki nüfuz ve yayılmacılığının hızla artmasına göz yumulmasını sert bir dille eleştirmişlerdi. Bu hadiselerde en atak ve etkin davranan alim Ayetullah Saidî olmuştu, bu nedenle 1349 Ordibeheşt'inde Savak tarafından tutuklanarak meşhur Kızılkale zindanında on gün süren akılalmaz vahşice işkenceler altında şehadete kavuşmuştu. Bu yiğit alimin şehadeti üzerine özel bir bildiri yayınlayan İmam, onun samimi mücadelesini takdir ederek şöyle diyordu: "O esef verici halle hapishane köşelerinde can veren, merhum Saidi değil sadece (...) Amerika'nın tanınmış uzmanlarıyla dev sermaye sahipleri, "çağın en büyük dış yatırımı" adı altında mazlum milletimizi esarete düşürebilmek için İran'a akın etmiş durumdalar... Amerikalı sermaye sahipleri ve diğer sömürü odaklarıyla yapılacak her nevi anlaşma İran milletinin iradesine aykırı ve islam hükümlerine terstir!"(43)."
      Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

      Yorum


        #63
        Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

        "15 Hordad Kıyamından İslam İnkılabının Zaferine Kadarki Süreçte Yeralan Siyasi Grup Ve Hizipler

        Onbeş Hordad kıyamından sonra ciddi ve faal bir şekilde mücadele sahnesinde yeralıp islam inkılabının zaferine değin de yılmadan varlığını sürdürerek inkılabın hedeflerine ulaşmasında öncülük eden başlıca siyasi hareketler, bizzat halkın bağrından kopan İmam Humeyni -ks- taraftarı ulema, dinadamları ve din öğrencileriydi. Belli bir parti ve hizip şeklinde çalışmayan bu harekette yeralan alimler, halkın çeşitli kesimlerinde faaliyet göstermekte, bütün köy, şehir ve kasabalarda, zaman ve şartlara göre İmam tarafından belirlenen yöntem ve metodlarla çalışmaktaydılar. Bu yolda hutbe ve vaazden mahrum edilme, konuşma yasaklısı olma, yurdun ücra köşelerine sürülme, tahammülü aşan işkencelerle dolu hapis hayatları ve şahın kanlı zindanlarında şehadet şerbetini içme; İmam'ın -ks- davasına gönül veren dinadamları ve dindar gençlerin yılmadan katettiği yol ve bilinçli olarak bulundukları tercihti. İman dolu yürekler taşıyan bu insanlar bütün bunlara göğüs germekte, ama zulme ve tâğuta zerrece boyun eğmemekte, inanç ve davasından zerrece taviz vermemekteydi.

        Diğer taraftan hş. 1342-15 Hordad'ından sonra, İmam Humeyni'yi taklid mercii ve rehber olarak kabul etmiş bulunan Tahran ulema ve esnafının katıldığı dini heyetler biraraya gelerek "İslamcı İtilaf Heyetleri"nin yöntemiyle çalışmadaydı. Kapitülasyonları onaylama gibi bir kara lekeyle dosyasını kirletmiş bulunan başbakan Hasan Ali Mansur, işte bu grup tarafından inkılâbî bir şekilde idam edilmişti. Şah rejimi bu cemiyetin etkin isimlerinden bir kısmını tutukladıktan sonra hemen idam etmiş, önemli bir kısmını da uzun süreli mahkumiyetlerle hapse atmıştı. İmam Humeyni'nin -ks- bildiri ve mesajlarının basılıp dağıtılması ve çarşı-pazar esnafının rejim karşıtı gösteri ve eylemlerinin organize ve teşkilatlandırılmasında bu cemiyetin çok etkili bir rolü olmuş, yine şah rejiminin son demlerini yaşadığı aylarda bütün ülke çapında halkın toplu grev, yürüyüş ve protesto eylemlerini de bu cemiyetin üye ve sempatizanları koordine etmişti.

        Bir diğer örgüt te "İslam Milletleri Hizbi" (Hizb-i Milel-i İslami)ydi. 14 Hordad kıyamından sonra bilhassa dinadamlarıyla üniversiteliler ve diğer kesimlerden oluşturulan bu örgüt, şah rejimine karşı silahlı mücadele verme gayesiyle kuruldu ve süratle silahlanıp elemanlarına askerî eğitimler vermeye başladı. Ne var ki Savak'ın sıkı takibi sonucu bir süre sonra bu örgüt deşifre olacak ve örgütün bazı sorumlularıyla üye elemanları Tahran'ın kuzey bölgesindeki dağlara çekilecek, ancak askerî ve güvenlik güçlerinin bütün bölgeyi yoğun bir kuşatma altına almasıyla birlikte yakalanıp hüküm giyeceklerdi.

        Hş. 1342 öncesinde kurulan ve geçmişleri 15 Hordad öncelerine dayanan grup, teşkilat ve partiler arasında Tudeh Partisi, Milli Cephe ve İran Hürriyet Hareketi (Nehzet-i Azadi-ye İran)'nden sözedilebilir."
        Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

        Yorum


          #64
          Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

          "Müslüman İran halkı nazarında ihanetle suçlanan komünist Tudeh Partisi 15 Hordad kıyamından yıllar önce şaha karşı mücadele sahnesinden bilfiil çekilmiş ve teşkilatlanmasını yurtdışına kaydırarak örgüt içi çekişmelerle uğraşır, olmuştu. Tudeh'in önde gelen bazı üye ve sorumluları tutuklandıkları zaman şah rejiminin safına geçmekte tereddüt etmeyecek, hatta bunların birçoğu, şah rejiminde kilit görevlere kadar yükseltileceklerdi!

          Tudeh Partisi'nin bütün programları ve izlediği politika, Moskova radyosunun telkin ve direktiflerinden ibaretti. Şahın saltanatının son 25 yılında Kremlin'in izlediği yegane politika ise şah rejimiyle iyi ilişkileri bozmamak ve İran'daki ekonomik fırsatları elden kaçırmamak esasına dayalıydı. Tudeh Partisi'nin bu dönemdeki faaliyetleri siyasi bildiriler yayınlamak ve yurt dışından radyo yayınında bulunmaktan ibaretti ki bunlar da Moskova'nın çıkarlarının sağlanması yolunda kullanılan birer baskı unsuru ve yaptırım faktörlerinden başka bir rol oynamıyordu.

          Milli Cephe hareketine gelince; İran petrol sanayiinin millileştirilmesi sırasında kazandığı önemli konuma rağmen şahın 28 Mordad'da gerçekleştirdiği ihtilalden sonra inzivaya çekilmiş ve iç çekişmelerle bölünmelere şahid olmuştu. Bu cephenin dağınık tebliğat faaliyetleri genellikle yurt dışındaki öğrencilerle sınırlıydı. bu cephenin taraftarı olan dindar üniversiteli kesim, baştakilerin olumsuz tavrına rağmen İmam Humeyni'nin -ks- kıyamını desteklemedeydi.

          Ayetullah Talagani gibi mücadeleci ve inkılâbi bir alimin desteğine sahip bulunan İran Hürriyet Hareketi, İmam Humeyni'nin -ks- 15 Hordad kıyamını desteklemedeydi. Hürriyet Hareketi de üniversitelerde üstlenmeyi yeğlemişti; ülkedeki müslüman üniversitelilerle, yurtdışındaki öğrenciler üzerinde odaklaşan bu hareket, mücadele çizgisinde odaklaşan bu hareket, mücadele çizgisinde kendisini organize edebilecek bir siyasi teşkilatlanmaya sahip değildi.

          Halkın Mücahidleri Teşkilatı hş. 1344-1346'lı yıllarda (1965-67) şah rejimine karşı silahlı mücadeleye girme amacıyla kuruldu. Ne var ki, kurucularının islam konusundaki görüş ve bilgilerin son derece sathi ve sığ olması nedeniyle bu teşkilat kısa sürede "karma ideoloji" tuzağına düşmekten kurtulamadı ve neticede kendisini "islamcı" bir örgüt olarak tanıtmasına rağmen özel toplantı ve eğitimlerinde verdiği ekonomi ve mücadele derslerinde üye ve sempatizanlarına marksizmi aşılar oldu.

          İdeolojik sapmaları henüz açıkça ortaya çıkmadan önce İmam Humeyni -ks- bu örgütü onaylamadığını bildirmiş, örgütün temsilcisi İmam'ın -ks- destek ve onayını alabilmek için Necef'e gittiğinde İmam, içinde bulundukları fikrî ve ideolojik sapmayı kendilerine hatırlaarak kendisinin böyle bir örgütü desteklemesinin asla sözkonusu olamayacağını vurgulamıştı.

          Halkın Fedaileri Gerilla Örgütü, küçük çaplı iki komunist grubun (44) hş. 1350'de (1971) birleşmesiyle varlığını ilan etmiş ve silahlı mücadele amacıyla kurulduğunu duyurmuştu. Bu örgütü ortaya çıkaran iki neden olmuştur: 1- İran Komunist Partisi olan Tudeh'in içine düştüğü durum ve şah rejimiyle uzlaşarak işlediği ihanetler karşısında komunistlerin duyduğu aşağılık kompleksi ve ideolojik iflas duygusu. 2-Bilhassa 15 Hordad kıyamıyla birlikte islam uleması ve dinadamlarının şah rejimine karşı en etkin ve en güçlü hareketi ortaya koyarak "müslümanların, rejime karşı mücadele sancağını bilfiil ve şüheda kanlarıyla en ön saflarda taşıması" gerçeği!

          Her iki örgüt te kuruluşundan sonraki ilk birkaç yılını adam toplayıp sempatizan kazanmaya çalışmak ve buldukları adamlara eğitim verip onları yetiştirmekle geçirdi (45) ve bu dönemden sonra gerçekleştirdikleri birkaç küçük ve fevrî silahlı eylemle birlikte Savak tarafından çözülerek çökertilip örgüt sorumluları yakalandı. Örgütün idam edilen birkaç üst düzey sorumlusu dışında, yakalanan diğer sorumlu ve üyelerin tamamına yakın bir kısmı, itirafçı ve işbirlikçi olarak rejimin yanında yeralmak suretiyle idamdan kurtuldu. Her ne kadar Savak, bu itirafçı komünistlere yaptırdığı fevkalade onur kırıcı televizyon röportajlarıyla, aslında rejime muhalif olan müslüman inkılâbi insanlara karşı olumsuz bir kamuoyu oluşturma plânları peşindeydiyse de; bizzat bu haysiyetsiz ve ürpertici programlar sayesindedir ki sözkonusu komünist ve laik örgütlerin gerçek yüzleri ortaya çıkmada, ahlâkî ve ideolojik sapmaları daha bir sırıtmada ve örgüt içi kanlı hesaplaşmalarının iğrenç yüzü olanca çarpıklığıyla gözler önüne serilerek halkın onları daha iyi tanımasına yaramadaydı. Bu itirafçı örgüt elemanlarının hapishanelerde bulunan üyelerinin önemli bir kısmı da, İmam Humeyni -ks- taraftarı olan inkılâpçı siyasi mahkumların içine sızarak Savak'a ispiyonculuk yapmıştır."
          Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

          Yorum


            #65
            Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

            İmam Aliden bu tarafa dünya hiç İmamsız olmadı ama halksız olabildi. Halksız olabildiği için İmam Ali Mecsidde şehid edildi. İmam Hasan evinde zehirlenerek şehid edildi. İmam Hüseyn çöllerde şehid edildi, diğer imamlar zindanlarda şehid edildi.
            Ne zaman ki İmam halkını buldu o zaman işte İslam devrimi oldu. Bu yüzden İmamın devrim yapan önderliği, İmam Hamaneyin devrdimi sürdüren ayakta tutan önderliği gibi, gerçekten şerefli İran halkınında önderlerine layık halk olma özellikleri tarihin kaydettiği çok büyük bir hadisedir. Mescidi Aksa kardeş her halükarda çok istifade ettik İmamı anlatma adına anlattıklarınızdan.
            Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
            Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

            Yorum


              #66
              Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

              "İslamcı İtilaf Heyetleri'yle İslam Melletleri Hizbi'ne ilaveten; İmam Humeyni'nin hareketine silahlı mücadeleyle destek veren başka müslüman örgütler de vardı ki daha sonra "İslam İnkılabı Mücahîdleri Teşkilatı" adı altında birleşen 7 müslüman grupla (46) inkılâbî dinadamı "Şehid Ali Enderzgu" grubu bu camianın en tanınmışlarındandır.

              15 Hordad 1342 kıyamından sonra faaliyet gösteren gruplardan biri de "Hüccetiye Encümeni"ydi. Onbeş Hordad hadisesinden yıllar öncesine dayalı bir geçmişi olan bu grubun faaliyet eksenini "Bahailiğin İran'daki koluna karşı fikrî mücadele oluşturuyordu. Her ne kadar bu grubun faaliyetleri, Bahailere destek verdiği için şahın gayeleriyle zıt gibi bir görünüm taşıyorduysa da pratikte durum hiç de böyle değildi. Nitekim Hüccetiye Encümeni'nin yapısı ve sorumlularının durumu, bu encümene girmenin ilk şartının dinle siyaseti birbirine karıştırmamak gerektiğini telkin edici nitelikteydi ki bu da laiklikten başka birşey değildi. Bu durum ise, şah rejimi için gayet faydalı ve rejimin lehineydi; zira böylece dinî heyecanla dolup taşan birçok müslüman genç, İran'daki bütün bozulma, ahlaksızlık ve fesadların asıl kaynağı olan ve ecnebilere bağımlı bulunan satılmış şah rejimiyle mücadele edeceği yerde, bizzat bu rejimin doğurduğu sonuçlardan sadece biri olun bir faktöre karşı mücadeleyle meşgul olmakta, hatta bunu bile gereğince ve etkili bir şekilde yerine getirememekteydi. Şahın gizli emniyet teşkilatı Savak'ın bu encümenin üzerine gitmemesi ve onların gizli teşkilatlarına hiç engel olmaması, hatta çoğu zaman bu teşkilatın yayılmasına yardımcı bile olmasının nedeni de buydu işte (47).

              İmam Humeyni'nin -ks- gerçekleri ifşa etmesiyle birlikte, bilhassa islam inkılabının zaferin eşiğine geldiği günlerde bu encümene üye olan müslümanların büyük bir çoğunluğu encümenden ayrılarak İmam Humeyni'nin -ks- hareketinin saflarına katıldılar.

              Hüccetiye Encümeni'nin Bahailiğe karşı mücadele yöntemi, üyelerine Bahailiği çürütebilecek kültürel ve akidevi eğitimler vermesi ve üyelerini sırf lafzî tartışmalara hazırlamasıydı; halbuki çeyrek yüzyılı aşkın bir zamandır ister İran'da, ister dünyanın başka ülkelerinde olsun, Bahailik İsrail'e bağlı siyasi bir teşkilat olarak çalışmalarını yürütmekte ve bugün de olduğu gibi, Amerika'da ikamet eden siyonistler tarafından doğrudan doğruya idare ve himaye edilmekteydi; böylesine siyasi mahiyetli bir teşkilatla yapılacak gerçek bir mücadelenin de aynı yöntemle yapılmasının kaçınılmaz olduğu apaçık ortadadır.

              Hş. 1348'li yıllar (1970) dan sonra üstad Mutahhari, Dr. Mufattih, Dr. Bâhüner, Mühendis Bazergan ve Dr. Ali Şeriati gibi isimlerin konuşma ve seminerleri Tahran'daki Kuba Camii, Hidayet Camii, Kanun-i Tevhid ve bilhassa Hüseyniye-i İrşad gibi mekanların dindar aydınlarla müslüman üniversitelilerin bilinçlenme merkezleri haline gelmesine yolaçmıştı. İmam Humeyni'yle -ks- Allame Tabatabai'den yıllarca ders almış olan üstad Mutahhari, İran'ın en tanınmış felsefeci ve fakihlerinden biri olarak, Tahran'a hicretinden sonra vaktinin önemli bir kısmını güncel ve sade bir dille islam akidesinin temellerini açıklamaya ve ilhâdî ekollerle çağdaş karma düşünce ve ideolojilerin tutarsızlık ve batıllığı konusunda müslüman genç nesli uyarıp bilinçlendirmeye ayırmış ve bu yöntem giderek onun çalışma ve semiverlerinin ana ekseni haline gelmişti.

              Kendi dallarında tanınmış birer müslüman mütefekkir olan Dr. Mufattih'le Dr. Bâhüner'in çalışmaları da aynı doğrultudaydı ve biri aydın bir üniversiteli, diğeri de aydın ve inkılabi bir dinadamı olarak halkı bilinçlendirme yolunda yoğun faaliyetler içindeydi.

              Üstad Mutahhari'nin şehadetinden sonra İmam Humeyni -ks- onun istisnasız bütün eserlerini "faydalı" olarak tanımlayacak, kendisini islam davasına adamış olan bu ünlü mütefekkirin yılmak bilmeyen uzun ve yorucu çalışmalarının "takdire şâyan" olduğunu vurgulayacaktı.

              Dr. Ali Şeriati'nin eser ve konuşmaları edebî açıdan taşıdıkları çarpıcılık ve cazibenin yanısıra; müslüman İran toplumunun dînî, târihi ve sosyal meselelerini eleştirel ve radikal bir bakış açısıyla değerlendirdiği için ilgiyle izlenmekteydi. O günkü şartlarda İran'ın genç nesli için bu tür konuşma ve bahisler önemli bir boşluğu doldurmadaydı."

              Dr. Şeriati'yle Savak arasındaki yazışmalar ve bununla ilgili olarak 1990'lı yıllarda yayınlanan belge ve senetler (48) dikkatli ve insaflı bir şekilde incelendiğinde ortaya çıkacak sonuç şudur: Dr. Şeriati'nin eser ve konuşmalarının o günün İran'ında gençlerin komunizm ve benzeri sol ekollere eğilim duymasını engelleyici nitelikte olması ve onun İran'ın geleneksel bünyeli uleması ve bu tür bir ulemacılığa karşı sürekli ve çok sert ifadeler kullanmasının müslüman kesim arasında görüş ayrılıkları ve ihtilaflar yaratma yolunda faydalı olabileceğini düşünen Savak, onun çalışma ve faaliyetlerine uzun bir süre engel olmamayı tercih etmiş; ancak aynı Savak teşkilatı 1352'de (1973-4) Hüseyniye-i İrşad'ı kapattırmak ve Dr. Şeriati'yi de tutuklamak zorunda kalmıştır.
              Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

              Yorum


                #67
                Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                "Diğer taraftan üstad Mutahhari'nin Hüseyniye-i İrşad'daki faaliyetlere artık katılmayıp bu mekandan niçin uzak durduğu hususu da, bugün ondan geriye kalan mektup ve belgelerde aydınlığa kavuşmuş durumdadır, sözkonusu mektup ve belgelerin net olarak ortaya koyduğu hakikat şudur: Üstad Mutahhari'ye göre kültürel ve sosyal bir inkılabın temelleri mutlaka vahy ve salt dînî düşünce temelleri üzerine kurulmalıdır. Bu nedenle de böyle bir temel üzerine kurulu bulunmayan ve dînî hükümlerin doğru olarak anlaşılabilmesi için gerekli olan uzmanlık ve inceleme yöntemlerinin görmezden gelindiği bir "dinî konular etrafında yürütülen inkılâbî fikirler, heyecanlı yorum ve çarpıcı yenilik"lerin etkisi ve bu tür eserlerin tesiri geçici olacak ve uzun vadede "karma ideolojiye geçiş" gibi bir tehlikeye yol açarak dinî konularla vahye dayalı olmayan fikir ve düşüncelerin aynı potalarda yoğrulup hiçbir şeye benzemeyen sentezler üremesine neden olacak ve neticede batı felsefe ve sosyolojilerine götüren gedikler açmış olacaktır İslam toplumlarında.

                İslam inkılabının zaferinden sonra aşırı gruplardan bir kısmı, Dr. Şeriati'yi savunma ve ondan yana çıkma bahanesiyle inkılab ve inkılab rehberinin karşısına dikildiler. Buna mukabil, eserleriyle ilgili görüş ve eleştiriler bir tarafa, eserlerini mütalaa ederek İslam ve inkılabın yanında yeralan ve inkılaba hizmetler veren nice insanlar olduğu da inkar edilmez bir gerçektir. Bütün bu nedenlerledir ki Dr. Şeriati'nin kişiliği ve rolü konusunda çeşitli yargılarda bulunulmuş, muhtelif görüşler öne çıkmıştır. Bugün kimine göre Dr. Şeriati şah rejiminin kültürel emellerine hizmet eden bir işbirlikçiydi; kimine göreyse o, inkılâbî ve müslüman bir mütefekkir ve düşünürdü ve kendisinin geride bıraktığı son notlarla belgelerin de ortaya koyduğu üzere Dr. Şeriati, eser ve konuşmalarında doğru olmayan yorum ve fikirlerle sathi bazı noktalar bulunduğunu bizzat belirtmiş ve bunların gerekli çıkarma ve eklemelerle düzeltilmesi için bütün eser ve konuşmalarının mutlaka baştan sona gözden geçirilmesini önemle vurgulamıştır. İmam bu hususta da fevkalâde bir basiret örnegi sergileyerek makul bir tavır takınmış ve ömrünün son günlerine kadar da bu tavrını sürdürmüştür:

                Rahmetli İmam -ks- o dönemlerde yaptığı konuşma ve yayınladığı mesajların pek çoğunda inkılâbî şia ulemasının tarih boyunca öncülüğünü savunmuş ve İslam ulemasının büyüklerinden yana tavır koymuş ve ulema hakkında oluşturulan şüphe ve tereddütlere gereken cevapları vererek konunun aydınlığa kavuşmasını sağlamıştır. Bu cümleden olmak üzere yurtdışında tahsil etmekte olan İranlı öğrencilerin oluşturduğu İslam encümenlerine yazdığı cevabi mektuplarda İslamla ilgili hususlarda, uzmanca olmayan sathî ve yüzeysel yorumlarda bulunulmasından ciddiyetle sakınılmasını defalarca belirtmiş, bu hususta uyarılarda bulunmuş, aynı zamanda müslüman aydınlarla yazarların da çektikleri zahmetlere teşekkürde bulunarak onları da dinadamı kılıklı yobaz ve dogmatik kişilerin yaratabileceği tehlikelere karşı uyarmayı ihmal etmemiş; şunun veya bunun adına yaratılan ihtilaf ve anlaşmazlık getirici mevzulara girilmemesini ve gruplaşmalardan ciddiyetle sakınılmasını, aksi takdirde inkılabın maslahatlarına aykırı davranılmış olacağını vurgulamıştır."
                Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

                Yorum


                  #68
                  Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                  İmam Humeyni’nin Düşünce Yapısında Vahdet Kavramı
                  Yazı Boyutu: ++ Büyük & -- Küçük
                  18 Şubat 2008, 20:50
                  Yasadışı çağda İslam ümmetini vahdete çağıran bir kimsenin tutum ve anlayışını tespit edip, tanımlamak, büyük önem taşımaktadır. Nitekim İmam Humeyni İslam beldelerinden birinde bu temel ilke uyarınca ilahi bir düzen kurup, bu yolun yolcularına güvenli bir çığır açtı. Beşeriyetin ilahi fıtratı, tevhide dayalıdır. Ard niyetlere, Nefsaniyete ve şeytani eğilimlere yakalanmamış insanda bütün hayat devrelerinde aklı olarak bu ilahi fıtrat üzerine durum değerlendirmesi yapıp, ilerlemiştir. Nitekim sağlam ve fıtri insan daima çekişme ve çatışmaları, tefrika ve dağınıklığı insan topluluklarını tehdit eden, kendi kendini gelişimden alıkoyan ve süflileştiren bir kaynak olarak nitelendirmiştir. İlahi enbiya Ademden Hatem’ul Enbiya sav’a kadar bütün peygamberler daima insanları tevhide çağırıp, onları şirk, ikilim ve üçleme nifak ve çekişmeden sakındırmışlardır.

                  Tevhid anlayışı, İslam’la küfr’ün nihai sınırı sayılıyor. İslam’ın bütün felsefi, irfani, ahlaki, kelami, terbiyevi ekol ve yönelişlerinde varlık alemindeki vahdetçi anlayışı vurgulayıp, Tevhid ve vahdet anlayışını kendi düşünce yapılarının ayrılmaz parçası olarak nitelendirmiş bulunuyorlar. Alim ve bilginlerin de vurguladıkları gibi, beşeri toplumda hakiki vahdete yöneliş, Tevhid inancının cilveleri ve yansımalarından biridir. Buna karşılık, çoğulcu anlayış, maddecilik ve şirk’in bariz özelliğidir. Kur’an’ı Kerim’de Ümmeti-Vahideyi oluşturmak, Seyri İllallahın gerçek çığırında ilerleme anlamındadır. Gerçek şu ki; sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet ediniz. (Enbiya-92)

                  Tarih boyunca bütün biçimleri ve düzeyleriyle Hak ve Batıl daima Tevhid ile şirk anlayışı ve yönelişi biçiminde kendini göstermiştir. İmam Humeyni de buyuruyor ki; Tefrika şeytan’dan, birlik ve vahdet-i kelime Rahman’dandır.

                  Uluslararası kuruluşlar, gerçi kuruluş ilkesi ve amaçlarını milletlerle devletleri birliğe çağırma, gerginliği ve çatışmayı azaltıp, engelleme olarak ilan ettikleri halde, bu felsefi anlayışlarını pratikte gerçekleştirememiş bulunuyorlar. Çünkü, bu uluslar arası kuruluşlar tefrika, savaş, kriz çıkaran süper güçlerin hizmetine geçip, onların maşasına dönüşmüş bulunuyorlar. Geçen on yıllarda çeşitli güç odakları, yüzlerce birlik, pakt, işbirliği anlaşması, devletler birliği, ideolojik ve siyasi bloklar oluşturdular. Bunların propagandasını yaparak dünya milletleri ve topluluklarda büyük beklentiler ve ümitler yarattılar. Fakat bu kurum ve kuruluşlarla paktlar hiçbir etkinlik göstermeden çöküp, gittiler ve de gerginliklerle krizleri de çözemediler. Uzun bir süreden beri, İslam toplumlarında, İslam ülkeleri ve Müslümanların vahdet ve birliğinden söz ediliyor. İslam beldelerinde bir çok siyasi grup, parti veya şahıs, İslami birlik sloganıyla iktidar olup, hüküm sürüyor. Yüzlerce kitap ve makale İslami vahdet üzerine yazılıyor. Konuşmacılar, hatip ve bilginlerle yazarlar birlik ve vahdetten söz ediyorlar. Fakat pratikte yapıcı, müspet ve belirgin bir vahdet süreci için adım atılmıyor. Bana göre, başarısızlık ve beceriksizliklerin kökenine edilmek gerekir. Çünkü bu ilkeleri tespit etmeden bütün birlik çağrıları boşa çıkacaktır.

                  Bana göre, bu kuruluşların asıl malzemesi olan yükümlülüğü, vahdet anlayışıyla onun ayrılmaz fikri düzenlerin dünya görüşü, akidevi ilkeleri, değerleri ve ahlaki ilkeleri tespit edip, birbiriyle bütünleştirmeleridir. Tevhidi düşünceye sahip olup, tek bir Allah’a tapmak, ilahi iradeyi varlık alemindeki her şeyi kapsayıp, kavradığına inanmak, buna karşılık pratikte Allah’ın yarattığı halka ve başka insanların kaderine yabancı kalıp, ilgi duymamak mümkün müdür? Muvahhid olup, tefrika ashabı ordusunda yer almak mümkün mü? Nasıl oluyor da, asri saadette ve İslam’ın doğuş anlarında Tevhid çağrısı, zulüm, şirk ve putperestliğin karanlık hakimiyetinden bıkıp usanan kimseleri kendine cezp edip, onları bütün cahili değer ve asabiyetlerden, büyüklük ve üstünlük taslamaktan, kavmiyetçilikten, soy ve sopa iftihar etmek ve aşiretçilikten arınmalarına sebep oluyor. Bütün tefrika ve ihtilaf kaynakları, soya veya akrabalığa dayalı ilişkiler ve böbürlenmeler tek bir Allah inancı ve ubudiyet nuru karşısında renk kaybedip, oluşan tevhidi toplum Hayır Ümmeti olarak nitelendiriliyor, siyah derili yalın ayak köle ile Kureyş’in etkin ve seçkin rical ve ileri geleni eş değer ve konumda bir araya geliyor ve hatta köle, sahipten daha üstün ve değerli bir insan olarak addediliyor; oluşan böyle bir görkemli medeniyet karşısında bile İran ve Roma’nın tekelci ve güçlü imparatorları bile direniş gücünü kaybediyor, kısa bir süre sonra çeşitli coğrafik bölgelerde yaşayan çeşitli kavim ve milletler kendi coğrafik sınırlara, kavmi ve milli değer ölçüleri ve taassuplara aldırmayıp, hakikat güneşine doğru koşuşuyor da, niçin günümüzde Kur’an’ı Kerim ve sünneti Resul’de önemli özenle vurgulanan ümmet kavramı göz ardı edilip, önemsiz kılınıyor, yeniden eski antik geçmişlere, coğrafik sınırlara ve benzer meselelere özenti duyulup, Müslümanların ümmetçi menfaatleri milli menfaatler biçiminde ve birbirinden ayrı bir şekilde değerlendiriliyor. Aynı dine mensup kardeşlerin kaderi birbirinden ayrı bir şekilde tespit edilip tanımlanıyor?

                  Giriş bölümünde İmam Humeyni’den naklen belirtildiği gibi, tefrika şeytanın eseri ve vahdet Rahman’ın kelimesi’dir. Tarihin ispatladığı gibi, pratikte Tevhid inancına bağlılıklarını ispatlamış olan kimselerin hakiki vahdet çağrısına tevhidi fıtrata sahip kimseler olumlu cevap veriyorlar. Çünkü belirttiğim gibi, Vahdeti koruma, iktidarı pekiştirme amaçlı siyasi bir hareket değildir. Vahdeti korumak ve tefrikadan sakınmak âyni bir vecibedir. Bu anlayış kainatın yaratıcısının vahdaniyetine inançtan kaynaklanıyor. Tefrika ashabı, şeytan ashabıdırlar. Vahdet tebliğcileri ve failleri Rahmanlıların çığırındadırlar. Hangi toplum böyle bir inançla donatılırsa, hakiki vahdet biçimlenir. Ümmetin bütün kesimlerinin kaderi tefrika ve nifak karşısında ilgisiz kalmak, ümmeti vahidenim güçlü hareketi karşısında renk kaybeder. İşte bu gerçeği, İslam inkılabı fiili olarak ispatladı. Tarihin unutmayacağı şey şudur ki, Allah inancı ve aşkıyla hareket eden biri görünüşte maddi silahlardan yoksun olarak vahdet çağrısını yükseltti. Mümin insanlar da bu çağrıya cevap verip, kıyam ettiler. Buna karşılık gelişmiş ülkeler, bu tevhidi halk kıyamını bastırmaya çalıştılar. Nitekim bu tevhidi kıyamın düşmanlarına dünyanın en güçlü silah üreticisi sahipleri resmen ve açık bir destek verip, birleşik cephe kurmaya çalıştılar. Fakat milletin söz birliği ve vahdeti, maddi çıkarlar ashabının güçlü birliğini yenip, zafere ulaştı.

                  İslam inkılabı düşmanla karşılaşıp, saltanat düzeni ve devlet erkanını vurup, çökerttikten sonra filizlenen İslami halk düzenine karşı isyan eden ve süper güçlerce desteklenen çok sayıda grup ortaya çıktı. Nitekim bu sayısız isyancı grupları tespit edebilmek için bir kitap yazmak gerekir. İmam Humeyni Kur’an’ı Kerim ve Arif-i Ekmel Hz. Muhammed Mustafa sav ve Ehl-i Beyt’inin öğretilerinden esinlenerek yaratılan hilkat alemiyle fiili alemin hakiki vahdetini kendi kendine çözümleyip, özümseyerek kendi felsefi anlayış ve ekolünde sadece vahdet-i vücud’dan değil, ehil olan özel toplantılarda varlıkların hakiki vahdetinden bile söz ediyordu. İmam Humeyni halk için yazdığı Kırk Hadis Şerhi kitabında, Vahdeti kelime’nin mahiyeti, ahlaki manası ve tarihi niteliği hakkında diyor ki; indirilen büyük şeriat ve enbiya sav’ın hedeflerinden biri, bağımsız ve kendi temelinde hareket eden bir hedef olan şey, Medine’yi fazıla -ideal toplum-nın oluşumunda büyük hedefe varışta en etkin bir katılımın gerçekleştirilmesinde en belirgin rol ifa eden faktör; Tevhid-i kelime ve Tevhid-i akide dir. Bu bağımsız, kendi ekseninde hareket eden, hem hedef ve hem maksat olan faktör, toplumsal işleri yönetmede, insanlığı fesada sürükleyen ve ideal toplumu bozan zalimlerin zulmünü engellemede etkin ve belirleyici rol oynar.

                  İmam Humeyni ferdi ve toplumsal bir müslih olarak bu hedef ve maksat birliği olan vahdeti , rahmet cinsinden ve bir başlangıç mahsulü olarak nitelendiriyor ve bunlar olmaksızın vahdetin oluşamayacağını kaydediyor. İmam Humeyni’nin buyurduğu gibi; rahmetle özleşen bu olgunun devam etmesine çalışmalıyız. Yapılan çalışmadan maksat; ilkin ilahi olmamız, Allah yolunda hizmet etmemiz, Allah’ın emrine itaati özümsememiz, kendimizi ondan ve ona doğru bir varlık olarak bilebilmemiz gerekir. Bu mananın ikinci anlamı vahdet ve insicam üzerine gerçekleştirilir. Çünkü tefrika şeytandandır, Vahdet-i kelime ve ittihat ise Rahman’dan kaynaklı bir olaydır.

                  İmam Humeyni İslam toplumlarındaki vahdetin kalıcı ve kutsal sayılabilmesi için mutlaka pürüzsüz ve şeffaf eksenler üzerine bina edilmiş vahdetin oluşması gerektiğini kaydediyordu. İmam Humeyni bu konuda şunları vurguluyor: Kur’an-ı Kerim’in öğretileri sayesinde İslami vahdet ekseninde birleşmeliyiz. Önemli olan şey, herkesin belli bir iş ve olay üzerinde birleşmesi ve farklı eğilim göstermemesinden ibaret değildir. Allah’ın emri, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak ve tefrika içinde olmamaktır. Enbiya ve peygamberler, haçlı belli iş ve olgular ekseninde birleştirmek için değil, herkesi hak yolunda birleştirmek için indirildiler. İmam Humeyni, vahdeti ilahi bir yükümlülük, şerii bir farz ve halk kesimlerinin temel bir ihtiyacı olarak nitelendiriyor, alimler, bilginler, aydınlar ve İslam beldeleri yöneticileri ve hükümdarlarının katmerli bir yükümlülük ve sorumluluk taşıdıklarına inanıyordu.

                  Nitekim İmam Humeyni genel mesajlarında daima bu önemli ve özel noktayı vurgulardı. İmam Humeyni’nin inancına göre, vahdeti gerçekleştirmek ve pekiştirmek için, gereken bedel ödenmelidir. Nitekim bizzat kendisi bu yolda öncülük yapardı. Elbette bu sınırlı süre zarfında İmam Humeyni’nin vahdeti – vücudun boyut ve merhaleleri hakkındaki tanım ve yol gösterilerini anlatmak mümkün değildi. İmam Humeyni, vahdet babında vahdetin oluşum ve korunması önemi ve zaruretini vurguladığı gibi onun sağlanması malzeme ve şartlarının önemini de gözler önüne sererdi. İmam Humeyni’nin inancına göre, vahdet, kendine özgü şartları ve toplumsal stratejisi gerçekleştirilemezse kendiliğinden sağlanamaz, gerçekleştirilirse bile kalıcı olamaz. Evet İslam inkılabı ve onun getirileri, hüccetin tamamlanmasına sebep olmuştur. İmam Humeyni’yle İslam’ın cihanşümul ve evrensel hareketinin zaferi, tamamen nice az bir topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galip gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir. Bakara-249 ayeti şerifi çağrıştırıyor ve de ona mutabık sayılıyor. İmam Humeyni’nin, defalarca zor şartlarda görünüşte ümitsizlik dolu anlarda bizlere öğretip, vurguladığı gerçek şu ki; Hakla batılın karşılaştığı alanda, zahiri ve maddi güçler, istatistik bilgiler ve sayısal gelişimler belirleyici rol oynamamaktadır. Bu alanda en belirleyici faktör; uyanış, ihlas, duru hedef ve saik, yükümlülüğü fiili olarak üstlenip, gerçekleştirme azmidir.

                  Günümüz İslam toplumlarının doğru bir şekilde tespit ettikleri gibi, dertlerin dermanı ve tek bir kurtuluş yolu, geri kalmışlık, baskı ve çıkmazlardan kurtuluş yolu, öz İslami hüviyete geri dönüş, gerçek anlamda Ümmet-i Vahideyi yeniden canlandırma ve geliştirmedir. Bu yüzden korku ve ümitsizliğe kapılmaya hiçbir gerekçe uydurulamaz. Gelin dostlar, bu mukaddes cihadın öncüleri olalım. Rahmet ve Vahdet peygamberine inanan, zengin kaynaklara, kalabalık ve yetkin insan gücüne özel konum ve varlığa sahip olan biz Müslüman insanların tefrika ve ihtilaf ateşi içinde kavrulması, Allah dini ve insanlık düşmanlarının içinizdeki bu tefrikayı alaya alıp, gülmeleri, gerçek medeniyet ve kültür öncüleri ve akıncıları olan ümmete üstünlük taslamaları ve de onların varlığını denetim altına alıp, yağmaları büyük bir haksızlık ve alçaklıktır.

                  Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim’in bir sözü eksiksiz ve hiç değişmeden İslami fırkaların arasında yaşıyor. Peygamber efendimizin sünneti ve öğretileri de bizim hidayet şartımız ve eylemlerimizin işaretleri olarak biliniyor. Kıblemiz bir, şiarımız bir, namaz ve menasıkimiz birdir. İslam’ın yüzlerce ilke ve kuralı da bütün İslam mezheplerinin ortak ve temel inancını oluşturuyor. Bütün bu nitelikle ve özgün ilke ve öğretiler, örnek ve birleşik ümmetin oluşumunda ebedi ve sağlam bir yapının malzemeleri ve de özü sayılıyor.

                  Burada sorun ve noksanlık, halktan kaynaklanmıyor. Çünkü İslam ülkelerindeki alimler, bilginler, aydınlar ve yöneticiler bu hassas şartlarda kendi yükümlülüklerini yerine getirip, halkın birlik duygu ve isteklerini gerçekleştirmelidirler. Amerika ve İsrail, İslami yok etme ve İslam beldelerine sulta kurup, Müslüman milletleri köleleştirmeden daha azına razı olamazlar. Gelin dostlar, Kudüs’ün gasıbı güçlerle onların destekçisi odakların çıkarlarını sağlama ve koruma amacıyla yapılan bu örümcek ağı ve gevşek paktlara karşı İslami kardeşlik üzerine bina edilecek sağlam ve sarsılmaz bir pakt ve ittifak kuralım, ümmeti vahidenim parlak mirasını yeniden canlandıralım.

                  Ben İmam Humeyni hazretlerine uyarak ve kendi payıma düşecek bir şekilde ilan ediyorum ki, İran milleti ve İslam cumhuriyeti yetkilileri, Allah dininin düşmanlarının rant ve çıkarlarını İslam ümmetinin menfaatlerine tercih etmeyen Müslüman milletler ve devletlerle kardeşlik ve birlik ittifakı kurmaya bu yola öncü olarak adım atmaya ve her türlü bedelini de ödemeye hazırdır. Sözün sonunda, kendi kendimize, sizlere bütün hür ve şerefli insanlarla Müslümanlara bir uyarım olacaktır. O da şu ki, İslam dünyası çok hassas şartlarla karşılaşmaktadır. Bu yüzden şu ilahi kurtuluşçu ilke ve şiarı hepinize hatırlatma zaruretini hissediyorum:

                  Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayıp, ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp, sındırdı ve siz onun nimetiyle kardeş olarak sabahladınız. Yine siz, tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar. ( Âl-i İmran-103)

                  Yazar: Seyyid Ahmet Humeyni
                  www.islamidavet.com
                  Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                  Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                  Yorum


                    #69
                    Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                    "İmam Humeyni -ks- ve Mücadelenin Sürekliliği

                    1350'li (1970-71) yılların 2. yarısında şah rejimiyle Irak Baas rejimi arasındaki anlaşmazlık iyice büyüdü, Irak'ta mukim bulunan İranlıların önemli bir kısmı yurtdışına sürülüp evinden barkından edildi. İmam Humeyni o günlerde Irak cumhurbaşkanına yazdığı bir telgrafta bu girişimi sert bir dille kınamaktaydı. Hatta bu gelişmeleri protesto amacısya İmam -ks- Irak'tan ayrılmaya karar vermiş, ne var ki o şartlar altında İmam'ın Irak'tan hicret etmesinin yolaçacağı sonuçları kestirebilen Irak yöneticileri onun Irak'tan ayrılmasına izin vermemişlerdi.

                    Diğer taraftan petrol fiyatlarının ve satışının artmasıyla birlikte geliri artan şah, hş. 1350'den sonra kendisini daha güçlü hissetmeye başlamıştı. buna paralel olarak da rejime muhalif olanlar acımasızca sindiriliyor, en küçük bir muhalefet en sert şekilde bastırılıyordu. Rejim cinnet geçirircesine bir tutkuyla silah satın almaya başlamış, Amerikan ürünleri İran piyasasını adetâ işgal etmiş, ard arda Amerikan üsleri açılmış, İsrail'le askeri ve ticârî ilişkilere azamî derecede hız verilmişti. İran şahlarının 2500 yıllık imparatorluğunun yıldönümü adına birçok ülkenin devlet başkanları İran'a davet edilmiş, astronomik rakamlara varan harcamalar İran milletinin kursağından kesilerek gerçekleştirilmişti. Şah rejimi, gücünü ve iktidarını ispatlayabilmek için bu büyük gösterişlere gerek duyuyordu.

                    İmam Humeyni -ks- ard arda yayınladığı mesajlarla bu israfları kınayacak ve ülkenin geride kalmasına neden olan sebepleri açılayarak İran'ın içinde bulunduğu acı tabloyu gözler önüne sermekten çekinmeyecekti.

                    Araplarla İsrail arasında 4. savaşta sahş İsrail'in güçlü hâmisi olarak ortada boy gösterirken İmam hş. 1352 Aban'ında -1973 sonbaharında- yayınladığı bir bildiriyle İran halkından, siyonist İsrail'in saldırganlıkları karşısında kıyam etmesini istedi. İmam bu mesajında bütün müslüman milletlerin Filistinli savaşçılara maddi ve manevi yardımda bulunmasının farz olduğunu ve Filistin'in direnişine destek sağlayabilmek için kan, ilaç, silah, gıda ve benzeri yardımlar yapılması gerektiğini vurguluyordu(49). İmam Humeyni -ks- bir başka mesajında da şöyle demekteydi: "Şu fesad tümörünü kökünden söküp atmadıkça İslam milletinin yüzü gülmeyecektir ve İran bu yüzkarası sülalenin (Pehlevi) pençesinde olduğu sürece hürriyetin yüzünü göremeyecektir!"(50)

                    Hş. 1353 İsfendi'nin sonlarında (1974 kışı) şah, saraya bağlı "Restahiz Partisi"ni kurdurarak demokratik bir görünüme bürünmeye çalıştıysa da diktatör yapısı bunu da yüzüne gözüne bulaştırmasına neden oldu; nitekim televizyonda yaptığı bir konuşmada bütün İran halkının bu tek partiye üye olması gerektiğini, üye olmak istemeyenlerin hemen pasaportlarını alıp ülkeyi terketmelerini emrediyordu!(51)"
                    Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

                    Yorum


                      #70
                      Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                      "Bu konuşma üzerine İmam Humeyni -ks- derhal bir fetva yayınlayacak ve bu fetvada şöyle diyecekti: "İslama karşı olması ve müslüman İran milletinin maslahatlarına muhalefet göstermesi cihetiyle, bu partiye üye olmak bütün İran milleti için haram olup zulme yardım ve müslümanların bedbahtlığına sebebiyet sayılır ve bu partiye karşı olmak "kötülükten menetme (nehy-i an'il münker)" esasının en bâriz gereklerinden biridir."(52)

                      İmam Humeyni'yle -ks- diğer bazı islam ulemasının bu yöndeki fetvaları etkili olmuştu. Onca geniş propagandaya rağmen, şah rejimi birkaç yıl sonra Restahiz Partisi'ni resmen kapattığını açıklayarak yenilgiyi kabul etmiş olacaktı. İmam Humeyni -ks- sözkonusu mesajında "Gurbet ellerde bulunduğum şu sırada İran milletinin içler acısı halinden fevkalâde üzüntü duymaktayım" diyor ve şöyle ekliyordu:"... Bu hassas ve kritik ortamda keşke ben de onlarla birlikte olabilseydim de İslam ve İran'ın kurtuluşu için verilen bu mukaddes mücadelede onlarla işbirliğinde bulunsaydım..."(53)

                      Hş. 1354'te 15 Hordad kıyamının yıldönümü sırasında Kum'daki Feyziye Medresesinin inkılâbî din öğrencileri yeni bir kıyama daha giriştiler. "Yaşasın Humeyni! Pehlevi hanedanına ölüm!" feryatları iki gün boyunca Kum semalarında çınladı. Bundan önce gerilla örgütleri büsbütün çökertilmiş, ünlü siyasi ve dindar isimlerin tamamına yakın bir kısmı rejimin zindanlarına hapsedilmişti; bu nedenledir ki ortalığın süt liman olduğunu zannettikleri bir anda böylesine cesurca ve alenî bir başkaldırıya şahid olmak, şaha ve Savak'a çok ağır gelmişti. Emniyet görevlileri medreseyi kuşatmış; ani bir baskınla medreseye girip buldukları herkesi acımasızca dayak altında tutuklayarak götürmüşlerdi.

                      İmam Humeyni -ks- bu olay üzerine hemen bir bildiri yayınlamakta ve şu müjdeyi vermekteydi: "... Bütün zorluk ve felaketlere rağmen milletin uyanık olması ümit vericidir. Bizzat şahın da itiraf etmiş olduğu gibi İran'daki bütün üniversitelerle değerli âlimler, ortaokul ve lise öğrencilere ve halkın diğer kesimleri mevcut bütün baskı ve zorbalıklara rağmen muhalefete girişmiş bulunuyor ki, bu da sömürü zincirlerinden kurtuluş ve hürriyete kavuşmanın başlangıcını müjdelemektedir!.."(54)

                      İmam Humeyni -ks- hş. 2 Mehr 1354'te -1975'te- Amerika ve Kanada'daki Müslüman Öğrenciler Encümeni yıllık kongresine gönderdiği yazılı mesajda şöyle diyordu: "Ömrümün şu son döneminde benim için ümit verici olan apaçık bir konu var; o da, genç neslin böylesine uyanık ve bilinçli olması ve giderek ilerlemekte olan aydınlar hareketidir, Allah'ın izniyle nihâi sonuca ulaşacak ve ecnebilerin ellerini keserek İslam adaletinin yayılmasını sağlayacaktır(55)

                      Şah, din karşıtı laik politikalarından birini daha uygulama safhasına koyarak hş. 1354'ünün İsfend'inde (1975 kışı) küstühça bir girişimle İran'da kullanılan ve Hz. Resulullah'ın -saa- hicret başlangıcının esas alındığı hicri takvimi değiştirip tarih başlangıcı olarak Hakameneşi padişahlığının kuruluşunu esas alan İran kraliyet tarihini ülkenin resmi tarihi ilan etti. İmam Humeyni -ks- buna çok sert bir tepki gösterecek ve derhal bir fetva yayınlayarak hiçbir esas ve mana ifade etmeyen Hakameni tarihinin kullanılmasının "haram" olduğunu açıklayacaktı. Bu temelsiz tarih aygulamasını haram ilan eden fetva da tıpkı şahın Restahiz Partisi'ne üyeliği haram eden fetva gibi fevkalâde etkili olmuş ve her ikisi de şah rejimi için tam bir "fiyosko"yla sonuçlanarak rejimin İslam karşısında geri adım atmasıyla neticelenmişti; nitekim rejim 1357'de (1978) bu kanunu kaldırarak şehinşahlık tarihinden, tekrar hicri takvime dönüldüğünü açıklamak zorunda kalacaktı.

                      1975'te dönemin Irak cumhurbaşkanı yardımcısı Saddam'la şah arasında Cezayir'de yapılan antlaşmayla iki rejim arasındaki husumet ve düşmanlık geçici olarak son bulmuş oldu. O yıllarda Fars Körfezi'nde tam bir huzur ve güvenliğe ihtiyacı olan Amerika, İran'la Irak arasındaki sürtüşmelerin bir an önce noktalanmasını istiyordu. Bu nedenledir ki Cezayir cumhurbaşkanıyla şahın yakın dostu Mısır cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın aracılığıyla bu antlaşma gerçekleştirilmiş ve sürtüşmelere son verilmiştir."

                      Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

                      Yorum


                        #71
                        Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                        "Bağdad'la Tahran rejimleri arasındaki bu flört dönemi, İmam'ın mücadele sürecinde daha zor ve sıkıntılı bir kesit başlatmıştı. ne var ki bu zorlukların İmam'ı engellemesi mümkün değildi, o yılmadan mücadelesini sürdürüyor, davasında adım adım ilerliyordu.

                        İşte bu dönemlerde Irak'ta bulunan İran büyükelçisi üst düzey yetkililere gönderdiği gizli raporunda şöyle yazacaktı: "Ayetullah Humeyni Irak'ta sessiz sedasız durmuyor, rejim aleyhinde yoğun faaliyetler içinde... Gerekenin yapılması için lütfen talimatların bildirilmesi..."

                        Şah, bu rapora bizzat cevap yazacak ve öfkesini kusarak "kaçıncı kezdir söylüyorum bunu; kesin o sesi!" diyecekti (56) Şah bunu yazarken, Allah Teala'nın İmam Humeyni -ks- için bambaşka bir takdiri irade buyurmuş olduğunun farkında değildi: "Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, oysa Allah kendi nurunu tamamlayıcıdır, kafirlere hoş gelmesi bile" (Sâf, 8 ).

                        Hş. 1355'te (1976) Amerika'da Beyaz Saray demokratların eline geçti. ABD cumhurbaşkanlığı seçimlerinde şahın cumhuriyetçilere yaptığı geniş yardımlar hiçbir işe yaramamıştı. Jimmy Carter, insan hakları ve ABD'nin yurtdışına silah ihracatının sınırlandırılması gibi sloganlarla başbakanlığı ele geçirmeyi başarmıştı. Sözkonusu dönemde Amerikalıların bu sloganları ön plana çıkarmasının özel bir nedeni vardı; herşeyden önce o yıllarda Amerika'ya karşı giderek artan -bilhassa İran'da- antipatinin azaltılması, Amerika'nın yaşadığı ciddi ekonomik krizin örtbas edilmesi ve eski Sovyetler'le yapılacak nükleer başlıklı silahlarla ilgili görüşmelerde (Salt) ABD lehine ayrıcalıklar kazanılmaya çalışılması yakında Sovyetler'e baskı uygulanması gibi faktörler bu nedenlerin en başta geleniydi. Binâenaleyh Amerikan Demokrat Partisi'nin politikacıları doğrultusunda Şah da İran'da "Açık ve Serbest Siyasi Atmosfer" politikasını uygulamaya başladı, bu paralelde birtakım dış değişiklikler yapıldı, bazı görevliler alınmış gibi yapılarak yerleri değiştirildi. Daha sonraları Amerika'nın Tahran'daki casusluk yuvası olan ABD büyükelçiliğinde ele geçirilen ve kitap halinde yayınlanan gizli belgelerin de ortaya koyduğu üzere ABD dışişleri bakanlığı ve CIA tarafından belirlenip Tahran büyükelçiliğine iblağ edilen "Amerika'nın İran politikası"nda zerrece değişiklik olmamış, ABD her zamanki gibi şaha her bakımdan destek vermeyi sürdürmüş, cumhuriyetçiler gibi demokratlar da şahı Amerika'nın Fars Körfesi'ndeki çıkarlarını savunan en güçlü piyon olarak kabul etmiş, nitekim bu nedenledir ki ABD'nin yabancı ülkelere silah ihracatına getirdiği kısıtlamalar İran'a uygulanmamıştı. Carter'le eşinin Tahran ziyareti ve ABD başkanının bu ziyaret sırasında yaptığı bir konuşmada Beyaz Saray'ın kayıtsız şartsız şahı desteklemeye devam edeceğini vurgulaması, şahın "Açık Siyasi Atmosfer" politikasının geçici bir senaryo olduğunu gösteriyordu."
                        Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

                        Yorum


                          #72
                          Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                          "İslam İnkılabının hş. 1356 (1977)'de Doruğa Yükselmesi ve Halkın Toplu Kıyamı

                          Dünyada ve İran'da olup bitenleri büyük bir dikkatle izleyen İmam Humeyni -ks- bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeyi başaracaktı. Nitekim 1356 Mordad'ında (1977 yazında) yayınladığı bir bildiride şöyle diyordu: "Yurtiçi ve yurtdışında vuku bulan son gelişmeler ve şah rejiminin işlediği caniliklerin yurt dışındaki mahfil ve matbuatlara yansımış olmasına binâen; yurtiçi ve yurt dışındaki ilmi ve kültürel mahfillerle vatansever ricalleri, üniversiteliler ve İslam encümenlerinin bulundukları yerlerde hiç vakit geçirmeden değerlendirmeleri gereken bir fırsat doğmuş bulunmaktadır: Herkes, hiç çekinmeden açıkça harekete geçmeli, kıyam etmelidir şimdi!"

                          Aynı mesajın bir başka yerinde şöyle diyordu İmam: "Yüz milyonlarca müslümanın haklarını görmezden gelip bir avuç serserinin onların başına musallat edilmesi ve müslümanların mukadderatının bu azgın serserilerin eline bırakılması ve İran'daki gayri meşru rejimle kukla İsrail devletine, müslümanların hak ve hürriyetlerini ellerinden almaları için meydan verilmesi ve ortaçağdan farksız uygulamalara gidilmesi; Amerika cumhurbaşkanlarının dosyalarına geçecek olan caniliklerdir!"(57).

                          İmam'ın büyük oğlu Ayetullah hacı Mustafa Humeyni'nin hş. 1356 Abân'ının 1. günü (1977 sonbaharı) şehid edilmesi üzerine baştanbaşa bütün İran'da yas ve taziye merasimleri düzenlenmesi yeni bir dönüm noktası olmuş ve medrese çevreleriyle İran'ın dindar halkında yepyeni bir şahlanış yaratmıştı. İmam Humeyni aynı günlerde herkesi şaşırtan bir sabır ve azim örneği sergilemiş ve beklenmedik bir açıklamada bulunarak bunu "Allah Teala'nın gizli lütuflarından biri" şeklinde değerlendirmişti. Şah rejimi, Ittılâat gazetesinde İmam aleyhinde yayınlattığı hakaret dolu bir makaleyle misillemede bulunacak ve kendi aklınca intikam yoluna gidecekti.

                          Bu çirkin makaleye yapılan itirazlar Kum'da "19 Dey Kıyamı" adıyla meşhurdur. 1356 Dey'inin 19'unda (1977 kışı) gerçekleşen bu kıyamda birçok din talebesi rejimin memurları tarafından saldırıya uğrayarak kanlar içinde şehadete nail oldu.

                          Bu, Kum'da Kıyamın tekrar başlaması demekti, çok geçmeden kıyamın boyutları genişleyip yayıldı ve 15 Hordad 1342'den çok farklı şartlarda bütün İran'ı kuşatmış oldu. Tebriz, Yezd, Cehrum, Şiraz, İsfahan, Tahran ve Kum'da bu şehidlerin 3'ü, 7'si ve 40'ı için düzenlenen anma ve taziye merasimleri, sözkonusu şehirlerde de benzeri olayların yaşanması ve benzeri kıyamların ard arda tekrarlanmasıyla sonuçlandı. Bu süreç boyunca İmam'ın İran halkını şaha karşı direnip bu şanlı kıyamı sürdürmeye ve laik Pehlevi rejimini yıkıp yerine bir İslam devleti kurmaya çağıran mesaj, bildiri ve kasetleri İran'daki inkılâbî taraftarlarca çok sayıda teksir edilip çoğaltılmada ve hızla bütün ülkeye yayılması sağlanmadaydı (58)"
                          Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

                          Yorum


                            #73
                            Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                            "Şah, en acımasız yöntemlere başvurduğu ve göstericileri topluca katletme yoluna bile gittiği halde bu kıyamı bastıramadı ve rejimin bütün girişimleri "yangına körük" etkisi bıraktı. Şah rejiminin politik oyunlarıyla askerî yöntem ve girişimleri, müslüman halk üzerinde etkisini göstermeden önce İmam'ın gerçekleri ifşa eden bildiri ve mesajlarıyla akamete uğruyor ve İmam'ın mücadeleyle ilgili bütün direktifleri halk kitleleri tarafından hiç vakit geçirmeden şevk ve heyecanla yerine getiriliyordu.

                            Şah rejiminin, 13 yıllık sadık işbirlikçisi başbakan Hüveyda'yı görevinden alarak onun yerine Cemşid Âmuzegar adlı batı hayranı bir teknokratı getirmesi, giderek şiddetlenen krizin çözülmesine zerrece yardımcı olmadı.

                            İran'daki tanınmış sömürü odağı mosonluk akımının önde gelen "üstad"(!) larından olan Cafer Şerif İmamî adlı masonun "Milli Uzlaşma Hükumeti" adlı yeni bir kabineyle başbakanlığa getirilmesi de "artık uyanmış bulunan İran milleti"ni oyuna getiremedi. Nitekim İmâmi, çok ustaca bir planla işe koyulmuş ve şah rejimi tarafından desteklendiği artık birçoklarınca anlaşılmış bulunan Şeriatmedari'yi adetâ bu inkılab ve kıyamların etkin ismiymiş gibi göstererek Kum kentine gidip onunla müzakerelerde bulunmuş; ama bu inceden inceye hesaplanmış ihanet planlarının tamamı İmam tarafından bozulmuş ve onun rehberliğinden zerrece ayrılmayan müslüman İran halkı, rejimi çığ gibi yutmaya başlayan şanlı kıyamını sürdürmüştü.

                            Şerif İmami hükumeti Tahran'da unutulmaz bir gaddarlık örneği sergileyecek ve 17 Şehriver günü, bugünkü Şühedâ Meydanı (o günkü adıyla Jale Meydanı)'ında rejimi protesto eden müslümanların üzerine ateş emri vererek çok sayıda masum insanı şehid edecekti. Yine bu hükumet zamanında Tahran'la 11 diğer şehirde süresiz sıkıyönetim ilan edildi. Ancak, İmam'ın talimatları üzerine halk sıkıyönetimi çiğneyerek topluca sokaklara dökülüp gece gündüz protesto yürüyüşlerini sürdürdü. Giderek bütün halkı kapsamına alan bu muazzam gösteriler sırasında "Allah-u ekber!", "Şaha ölüm", "Yaşasın İmam Humeyni!" sloganlarıyla birlikte makinali tüfek sesleri de geceli gündüzlü bütün İran semalarını çınlatıyordu şimdi.

                            İmam Humeyni -ks- ta ilk baştan beri kıyamının esasını "bir toplum kendi nefsini -özünü- değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez!" ayetinde buyrulmuş olan temel ilke üzerine kurmuştu, bu nedenledir ki öncelikle kültürel bir inkılap oluşturulması gerektiğini ve ancak bundan sonradır ki halkın köklü ve toplu bir sosyal inkılapla herşeyi değiştirebileceğini savunuyordu. Parti yoluyla ve parlementer yöntemlerle bir yere varılamayacağına inanan İmam, İran'da o günkü şartlarda geniş halk kitlelerinin desteğine sahip bulunmayan silahlı mücadele yöntemlerinin de hiçbir işe yaramayacağı görüşündeydi. Ancak Amerika'nın bir askeri darbeye yeltenmesi halinde bütün halkın silahlı bir seferberliğe çağrılması ve silahlı cihadın ancak böyle bir durumda başvurulacak son çare olabileceği inancındaydı İmam.

                            İran İslam İnkılabı'nda camiler, mescitler ve dinî mahfiller, halkın toplanıp harekete geçirildiği genel merkezler durumundaydı. Halkın gösterilerde kullandığı sloganlar genellikle imam Humeyni'nin dîni öğretim ve talimatlarından alınmış anlam ve tabirlerdi. İslami hareketin yeniden şahlanmasıyla birlikte 1356-1357'li yıllar (1977-1978)da hızla gelişip çoğalmaya başlayan örgüt, grup ve hizipler alabildiğine sayıca fazla, çok renkli ve çeşitli ideoloji ve fraksiyonlara mensuptu ve taraftarları kimi zaman bir elin parmaklarını aşmayacak kadar az olan bu siyasi örgüt ve fraksiyonlar, İran milletinin topluca başlattığı bu kıyamda hiçbir etkinlik gösteremedikleri gibi, İmam Humeyni'nin rehberliğinde coşup akmaya başlayan bu selin akışına kapılmak zorunda da kalmışlardı. Aynı günlerde İmam'ın yolunda ilerleyen ve iyice teşkilatlanmış olan müslüman silahlı örgütler de faal durumdaydı ki bunların silahlı girişim ve eylemleri bağımsız değil, İmam'ın başlattığı kıyamı destekleme ve bu kıyamı müdafaa çerçevesinde vuku bulmadaydı.

                            İmam'ın -ks- şah rejimine karşı verdiği mücadelede çok etkili ve başarılı olan yöntemlerden biri de halkı geniş boykot ve grevlere çağırması ve bu grevlerin hızla yayılıp genişlemesini sağlamaya özen göstermesiydi. Bütün ülkeyi saran bu genel grev ve protesto eylemleri, şah rejiminin son aylarında rejimin kendi temellerine kadar yayılmış, bakanlıklarla askerî ve idârî merkezleri bile kuşatıvermişti. Bu grevler içinde rejime son darbeyi indireni petrol, banka ve devletin diğer hassas kuruluşlarında çalışanların grevi olmuştur."
                            Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

                            Yorum


                              #74
                              Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                              "İmam Humeyni'nin -ks- Irak'tan Paris'e Hicreti

                              İran'la Irak dışişleri bakanlarının Newyork'taki özel görüşmelerinde alınan en önemli karar, İmam'ın Irak'tan çıkarılması gerektiğiydi. Hş. 1357 Mehr'inin 2. günü İmam'ın Necef'teki evi Baas güvenlik görevlilerince kuşatıldı. Bu haber İran, Irak ve diğer bazı İslam ülkelerinde halkın büyük tepkisine neden oldu. Irak istihbarat başkanı, İmam'la yaptığı bir görüşmede Irak'ta ikametini sürdürebilmek için mücadeleyi bırakması ve siyasete karışmaması gerektiğini, ancak bu durumda Irak'ta kalmasına izin verilebileceğini söylediğinde İmam -ks- kendisinin İslam ümmeti karşısında taşıdığı sorumluluk gereği, susmasının mümkün olmadığını ve hiçbir şekilde uzlaşmaya yanaşmayacağını vurguluyordu kararlılıkla (59).

                              Hş. 12 Mehr günü İmam, Kuveyt'e gitmek üzere Irak'tan ayrıldı. Ancak Kuveyt hükumeti, İran rejiminin müdahelesi sonucu İmam'ın Kuveyt'e girmesine izin veremeyeceğini açıkladı. bunun üzerine İmam'ın Lübnan veya Suriye'ye gidebileceği ihtimali üzerinde konuşulurken İmam -ks- oğlu Hüccet'il İslam Seyyid Hacı Ahmed Humeyni'yle -ra- meşverette bulunup ona danıştıktan sonra Paris'e hicret etmeye karar verdi (60). Mehr ayının 14. günü İmam Paris'teydi. Paris'teki ikametinin üçüncü günü, Paris yakınlarındaki Nofel Lö Şato'da bulunan bir İranlının evine yerleşti. Bu sırada Elize sarayının görevlileri İmam'a, Fransa cumhurbaşkanının "siyasi faaliyette bulunmama" yolundaki mesajını resmen bildirdiler. İmam'ın bu mesaja tepkisi pek sert olmuş ve kendisine uygulanan bu kısıtlamaların demokrasi iddialarıyla bağdaşır yanının bulunmadığını hatırlatarak bir havaalanından diğerine gidip bir ülkeden diğerine dolaşmak zorunda bırakılsa bile gaye ve hedefinden asla vazgeçmeyeceğini bildirmişti (61). Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jiskardesten yazdığı hatıratında İmam Humeyni'nin Fransa'dan çıkarılması yolunda kendisinin emir verdiğini, ancak bu emrin uygulama safhasına konulacağı sıralarda, o günlerde çaresizlik içinde kıvranan şahın siyasi temsilcilerinin hemen devreye girerek Fransa'nın bu girişiminin İran halkında kontrolü imkansız tepkiler doğuracağını hatırlattıklarını ve bunun ister İran'da, ister Avrupa'da yaratacağı tatsız neticelerin sorumluluğunu kendilerinin üstlenemeyeceklerini belirtir ve emri geri almak zorunda kaldığını vurgular (62).

                              İmam'ın Paris'teki 4 aylık ikameti boyunca Nofel Lö Şato, dünyanın en önemli haber merkezine dönüşmüştü. Bu süre zarfında İmam, kendisiyle yapılan röportajlarda İslam devleti ve bu hareketin geleceğe yönelik hedefleri konusunda önemli açıklamalarda bulunmuş ve çeşitli konularda görüşlerini bütün dünyaya açıklama fırsatı bulmuştu. İmam bir taraftan bir açıklamalarda bulunur ve sesini bütün insanlara duyurmaya çalışırken, bir taraftan da, o sırada en buhranlı ve en hassas merhalesini yaşayan İran'daki İslâmi hareketi, bulunduğu yerden idare edip yönlendirmedeydi (63).

                              Şerif İmani başbakanlığındaki yeni hükumet 2 aydan fazla dayanamamıştı, şah, General Ezhari'yi yeni bir kabinenin başına getirmiş ve hükumet fiilen "askerî"leşmişti. Yeni iktidar daha fazla insan öldürdüğü halde halkın kıyamını zerrece sindiremedi. Şah tam bir zavallılık içinde Amekira'yla İngiltere büyükelçilerinden kendisine çözüm göstermelerimi istiyor, ne var ki onların gösterdiği çözüm yolları da çok geçmeden akamete uğruyordu (64)."

                              Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

                              Yorum


                                #75
                                Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                                "Tâsuâ ve Âşurâ günleri Tahran ve diğer şehirlerde sokaklara dökülen milyonlarca insanın yaptığı gösteriler "İran halkının şah rejimini istemediğini ispatlayan meşru bir halkoylaması" olarak değerlendirilmiş ve bu değerlendirmeyle anılır olmuştu.

                                Şah rejimini kurtarmak için bütün çarelere başvuran Amerika şimdi, son kozunu oynamakta ve şaha "Milli Cephe" liderlerinden Şahpur Bahtiyar'ı başbakanlığa atamasını istemekteydi. Dünyanın 4 büyük sanayi ülkesinin liderleri Guadlup Konferansı'nda Bahtiyar hükumetini destekleme kararı almıştı (65). Bu kararın hemen ardından, Nato kuvvetleri komutan yardımcısı General Hayzer çok gizli bir görevle Tahran'a gelecek ve burada iki ay kalarak şah rejimini kurtarmaya çalışacaktı. General Hayzer daha sonra hatıratını aktarırken bu çok gizli görevinin ne olduğunu itiraf edecekti: O, İran ordusundaki yüksek rütbeli subayların sivil Bahtiyar hükumetini desteklemesini, yeni hükumete bir çeki düzen verilmesini, bütün ülkeyi saran grev ve boykotlara bir son verilmesini ve nihayet hş. 28 Mordad 1332'dekine benzer bir darbeyle şahın tekrar tahta geçip iktidarı ele geçirmesini sağlayabilmek amacıyla görevlendirilmişti(66)!

                                Ne var ki İmam, İran halkına gönderdiği mesajında bu değişikliklere kanılmamasını ve nihai zaferi kazanıncaya kadar mücadeleye devam etmenin farz olduğunu belirterek Amerika'nın bütün oyunlarını bozuyordu!

                                İmam Humeyni, mevcut iktidarı tanımadığını açıklayarak 1357 Dey ayında "İnkılab Şûrâsı"nı (Devrim Konseyi) kurdu. Bu sırada şah da "saltanat şûrâsı"nı kurmuş ve kukla meclisin Bahtiyar hükumetine güvenoyu vermesini sağladıktan sonra 26 Dey'de İran'dan kaçmıştı.

                                Şahın kaçtığı haberi kısa zamanda bütün İran'da yayıldı, halk büyük bir coşkuyla sokaklara dökülerek bu zaferi kutlamaktaydı. General Hayzer'in İran ordu kurmayları ve İran'daki Amerikalı askeri müsteşarlarla yaptığı aralıksız toplantılar Bahtiyar hükumetinin grevcileri bastırıp gösterileri durdurmasına yardımcı olamadı.

                                Şeytanın bütün orduları elele verdiği halde Allah'ın nurunu söndüremiyordu şimdi."
                                Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X