Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Modern İran'da İslam Felsefesi - 3

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Modern İran'da İslam Felsefesi - 3


    Önceki Düşünce Sistemlerinin Ve Bilgi Sistemlerinin Yeni Bir Sentezi

    Molla Sadra’nın nakli ve akli ilimlere daha önce hiç kimseye nasip olmayan bir şekilde vakıf olduğunu daha önce belirtmiştik. Onun nakli ilimlerde ki bilgisi sadece Kuran’la sınırlı değil aynı zamanda tefsir, hadis ve fıkhı da çok iyi biliyordu. Bu bağlamda sadece Kuleyni’nin hadis kitabı olan Usul-i kafi’ye muhteşem bir şerh yazdığını bilmek yeterli olur. Kelam da ise sadece Şia kelamında değil aynı zamanda Sünni kelamında da otoriteydi. Eserlerinde sık sık Gazali ve Fahreddin Razi’ye atıflar yapar. Meşşai felsefeye olan vukufiyeti ise anlatılamayacak düzeydedir. Gerçekte o Meşşai felsefenin büyük şarihlerinden biri olarak görülmeyi hak etmektedir. İbn Sina’nın Şifa adlı eserine yazdığı şerh eşsiz değerdedir. O ayrıca Tusi ve Ebheri gibi geç dönem Meşşailerinede hakkıyla aşinaydı. Ebheri’nin Meşşai öğretiler manzümesi olan el hidaye’sine muhteşem bir şerh yazmıştır. Bu şerh özellikle Hindistan’da çok meşhur olmuştur. Son olarak da Molla Sadra’nın İbn Arabi’nin temsil ettiği tasavvuf geleneğini de çok iyi bildiğini belirtelim.
    Bu bilgilerden sonra şunu söyleyebiliriz ki, Molla Sadra sadece bu düşünce okullarının değil aynı zamanda insanın bilgi edinme yollarının da bir sentezini yapmıştır. Sadra kendi şahsında bilgi edinmenin üç büyük yolunu birleştirdi. Bu üç yol Sadra’ya göre vahiy, burhan ve müşahede’dir. Bunlar sırasıyla İslam düşüncesinde kelam,felsefe ve irfana tekabül eder. Şimdi burada konunun daha iyi anlaşılması için biraz açıklama yapmamız gerekiyor. Çünkü Sadra’nın nasıl olup ta birbirinden farklı olan bu alanları birleştirmeyi başardığının iyice anlaşılması gerekiyor. Yoksa Sadra felsefesi asla layıkıylataktir edilemeyecektir. Bunların her birinin farklı birer ontolojik ve epistemolojik bağlamlara tekabül ettiği doğrudur. Bu durum da zaten Sadra’nın yaptığı işin ne kadar önemli ve o kadar da zor olduğunun kanıtıdır. Molla Sadra felsefesinin özgünlüğü bu başarısın da yatar. Sadra’nın kendisi de daha önce başarılamayan bu zor işin üstesinden nasıl geldiğini anlatırken haklı olarak kendisiyle gurur duyar. Peki Sadra’nın yaptığı şey neydi ve bunu nasıl yaptı. Tek cümleyle belirtmemiz gerekirse. İrfanı burhanileştirdi. Asıl önemli olan bunun nasıl yapıldığıdır. Bildiğimiz gibi farklı epistemolojik sistemleri birbirinden ayıran şu üç şeyden biridir. Konu, yöntem ve gaye. Bütün bilimler bu üç şeyden en az birinde birbirinden farklı olmalıdırlar. Aksi taktirde bir ayrılıktan ve farklı olmaktan söz edilemez.Şimdi Molla Sadra’nın sentezini bu üç alandan hangisi ya da hangilerinde yaptığını tespit etmek gerekir. Çünkü eğer bu alanlar arasında yeni bir sentez yapılmışsa bu ya konuda ya yöntemde ya amaçta ya bunların ikisinde ya da hepsinde yapılmış olmadır. Bu son seçenek imkansız olduğundan çünkü bu taktirde diğer iki alan üçüncüsü için ortadan kaldırılmış olur ki bu da artık bir sentez olmaz. Bir sentezden bahsedebilmek için bu alanların sentez içinde kendi kimliklerini koruyarak bulunması gerekir. Bu konu çok önemlidir çünkü bu yanlış anlamadan dolayı bugün özellikle İran’da bazı felsefe hocaları Molla Sadra’ya saldırmaktadırlar. Onu imkansız bir şeye kalkışmakla suçlamaktadırlar. Bu anlayışa göre vahiy,felsefe ve irfan her üç konuda da birbirlerinden farklıdırlar ve bunları birleştirmek birisi adına diğer ikisinin feda edilmesini gerektirir. Ama böyle bir eleştiri geçerli değildir. Çünkü böyle düşünenler Sadra’nın bu birleştirmeyi konu ve yöntemde yaptığını sanmaktadırlar. Oysa Sadra’nın eserleri iyice incelenirse bunun doğru olmadığı görülür. Sadra’nın yaptığı bunları gaye ve amaçta birleştirmektir. Kısaca Sadra’ya göre hem vahyin hem burhanın ve hem de irfanın nihayi amacı insanı hakikate ulaştırmaktır ve her biride kendine has yöntemiyle bunu yapar. Ama hepsi tek bir hakikate ulaştırır. Sadra’nın söylemek istediği şey şudur: Vahyedilen hakikat istidlali akılla kavranabilir ve aynı hakikat kalp ile de müşahede ve şuhud edilebilir. Dolayısıyla vahiy,burhan ve irfan tek bir hakikatin farklı mertebelerde tezahür etmesinden başka bir şey değildir. Bu ontolojik mertebelerin insandaki tekabülü sırasıyla kelam,felsefe ve irfandır. Böylece Sadra da ontoloji ve epistemoloji ayrılmaz bağlarla birbirine bağlanmış olur. Kısaca anlatmaya çalıştığımız bu yeni çözümün tam olarak anlaşılabilmesi için Sadra’nın ontolojisi ve epistemolojisinin iyice bilinmesi gerekir. Onun mevcud karşısında vücüd’a yüklediği yeni anlam böyle bir çözümü mümkün kılmıştır. Böylece Sadra hikmet i mutealiyye’nin temellerini sağlam bir şekilde atmış olur. Ve bu temeller üzerine muhteşem bir felsefi sistem inşa etmeye koyulur. Daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir felsefi sistem…

    a) Ontoloji Ve Metafizik

    Molla Sadra’nın felsefi izahlarının temelinde varlığın gerçek olarak irfanı yoldan tecrübe edilmesi vardır. Varlığın bu doğrudan tecrübesi mevcudat (mahiyetler) temeline dayalı olan Aristotales metafiziğinin ilkeleri vazifesini görür. Ancak Molla Sadra varlığın tümünü var olan şeyler ya da mevcudatlar şeklinde değil de tek bir realite-vücüd- olarak görür. Bu ayrım bizi Molla Sadra felsefesinin en temel ilkesine götürür. Vucud’un asıllığı ve mahiyetin itibariliği ilkesi. Yani sadece vucud’un gerçek olduğu öğretisi. Bu Molla Sadra ontolojisinin en önemli ilkesidir. Diğer bütün ilkeler bu temel ilkenin zorunlu birer sonuçlarıdır.
    Peki vucud’un asil olması ve mahiyetin de itibari olması ne anlama geliyor ve neden bu, bu kadar önemlidir?Felsefe tarihi açısından bu konuyu ilk gündeme getiren Sühreverdi olmuştur. O konuyu uzun uzun tahlil ettikten sonra mahiyetin asil olduğu sonucuna vardı. Ondan sonra Sadra’nın hocası olan Mir Damad da bu konuyu analiz etti ve Sühreverdi gibi mahiyetin asil olduğu sonucuna vardı. Gençliğinde Molla Sadra da bu görüşü savunmuştur. Muhtemelen hocasının etkisinde olarak. Ancak daha sonra Molla Sadra vucud’un asıl olduğu tezini savunmaya başladı ve onun doğruluğunu sarsılmaz felsefi delillerle ispat etti. Konunun özü kısaca şudur: İnsan zihni bir var olanla karşı karşıya gelince onu akli olarak tahlil ettikten sonra birbirinden farklı olan iki kavram üretir. Bunlardan ilki o nedir? Sorusunun cevabında gelen mahiyet diğeri ise var mıdır ?Sorusunun cevabı olan varlık kavramıdır.Sadra insan zihninin tek bir gerçekliği iki farklı kavram şeklinde tahlil ettiğini gösterdikten sonra şu can alıcı soruyu sorar. Bu farklı kavramlardan hangisinin dış alem de bir karşılığı vardır ve hangisi zihnin bir soyutlaması sonucu elde edilmiştir dolayısıyla da dış alemde doğrudan bir karşılığı yoktur. Gerçek olan yani dış alem de gerçekliği olan varlık mı yoksa mahiyet mi?İşte bu varlık mı asıl yoksa mahiyet mi asıl tartışmasında ki temel sorun budur. Burada asıl olandan kastedilen ise dış alemde olan etki ve etkilenmeye kaynaklık etmesidir. İtibari olandan kasıt ise zihnin tecrid yani soyutlama ameliyesi sonucu zihin tarafından üretilmiş olmasıdır. Bu itibariliği Türkçede ki diğer bir kavram olan nisbi olanla karıştırmamak çok önemlidir. Buradaki itibari olanın dış alemle bağları tamamen kopmuş değildir. Sadece işaret edilebilecek bir karşılığı yoktur ama akli olarak o dışardan yani dış alemde ki varlık mertebelerinden akıl tarafından soyutlanmıştır. Bu anlamda zihni bir kavramdır ve dışarıda karşılığı yoktur.
    Molla Sadra oldukça uzun müşahede ve akli tahlillerden sonra asıl olanın vucud olduğunu ve mahiyetin de zihin tarafından dış alemi analiz ve tahlil edebilmek için oluşturulduğunu ileri surdu. Sadra’nın vucud u mutlak yokluğun karşıtı olarak kullandığını belirtmemiz gerekir. Bu adımdan sonra Molla Sadra vucud kavramıyla vucud’un hakikati arasında bir ayrım yapar. Ona göre kavram olarak vucud bedihidir yani apaçıktır ve hiç bir tanıma ihtiyaç duymaz. Çünkü tanım için işin içinde terkib olması gerekir ve tamamen basit olan vucud tanımdan münezzehtir. Tanımlanabilmek mahiyetin bir özelliğidir. Vucud’un hakikatine gelince, Sadra’ya göre vucud’un hakikatte ne olduğu asla bilinemez. Molla Sadra’nın kastettiği şey vucud’un hakikatine husuli ilimle ulaşılamayacağıdır. Ona göre vucud’un hakikati ancak huzuri ilimle müşahede edilerek idrak edilebilir.
    Bilindiği gibi modern batı felsefesinde Aristo’dan Heidegger’e kadar metafiziğin asıl ilgisi var olana yöneliktir. Heidegger buna itiraz etti ve felsefenin var olanlarla ilgilenerek varlığın kendisini unuttuğunu savundu. Haydeger kendinde varlık üzerinde çalışarak batı felsefe geleneğinde yeni bir ontolojinin temellerini atmış oldu. Oysa İslam felsefesinde böyle bir ayrım Haydeger’den üç yüzyıl önce Molla Sadra tarafından yapılmıştı. Böylece Molla Sadra Aristo’dan bu yana devam eden metafizik ve ontoloji anlayışını değiştirmiş oluyordu. Ve İslam düşüncesinin Kindi’den bu yana canı gönülden inandığı ve var gücüyle ispat etmeye çalıştığı hakikatin birliği meselesine de felsefi bir temel bulmuş oluyordu. Bu noktadan sonra Molla Sadra iki temel sorunla karşıya kalmış oldu. Bunlardan birincisi bu birliğin nasıl temellendirileceğiydi ikincisi ise alemde ki kesret sorununun bu birliğe rağmen nasıl açıklanacağıydı. Bu sorunlardan birincisinin cevabı vahdet-i vucud idi ikinci sorunun cevabını ise Sadra teşkik-i vucud olarak adlandırılan özgün felsefi görüşüyle verdi.
    Varlığın irfani yönden tecrübe edilmesinin sonucu onun vahdet-i vucud adı verilen birliğinin gerçekleşmesiydi. Sufi metafiziğinin bu temel öğretisi doğrudan İbn Arabi ile alakalıdır. Ancak bu terim Endülüslü filozof ve sufi olan İbn Sebin’in üç anlamlı yorumlarından bu yana çok farklı anlamlarda yorumlanmıştır. İbn Sebin’e göre var olan sadece Allah’tır ve onun dışında hiçbir şey yoktur. İbn Arabi görünür düzenin Allah’ın isim ve sıfatlarının yokluk aynasındaki tecellileri olduğunu savunur. Molla Sadra varlıklardaki çokluğa nisbetle varlığın birliğini güneş ışıklarının güneşe olan nisbetine benzetir. Güneşin ışıkları güneş değildir ama güneşten ayrı bir varlıkları da yoktur. Böylece vahdet-i vucud görüşü Sadra metafiziğinin köşe taşlarından biri haline gelir. Öyle ki o olmadan sistem tamamen çöker. Sadra ontolojisinin bir diğer önemli ve temel ilkesi de teşkik ül vucud ya da varlığın mertebelerden oluştuğu görüşüdür. Vahdet sorununu vahdet i vucud görüşüyle çözen Sadra alemde müşahede edilen kesret sorununu da teşkik ül vucud görüşüyle çözmeye çalışır. Bu saf akli ilkeye göre varlık bir tane değildir. Allah’ın varlığından ki bu varlığın en üst mertebesidir, sahildeki çakıl taşının varlığına kadar bir derecelenme ve hiyerarşi söz konusudur. Vucud’un her bir üst derecesi altında tezahür eden mertebenin tüm hakikatini içerir. Burada Sadra Sühreverdi’den ödünç aldığı bir ilkeye dayanır. Buna göre şeyler onları birbirine bağlayan şeyin aynısıyla yine birbirinden ayrılabilirler. (Ma bihil imtiyaz aynı mabihil ittifak). Mumun ışığı ile güneş ışığını buna örnek olarak verebiliriz. Bunların her ikisi de ışık olmak hasebiyle birdirler. Ancak yine sahip oldukları şiddet ve zayıflıktan dolayı da birbirlerinden ayrılırlar. Yani hem güneş ışığı ve hem de mum ışığı gerçekte bir olan bir hakikatin farklı mertebelerindeki tezahürüdürler. İşte varlığın hakikati de bunun gibidir. Hakikatte birken sahip olduğu bu farklı derece ve yoğunluklar yüzünden kesrete de kaynaklık eder. (kesret der aynı vahdet). Evren bu durumda kendi çokluk düzeni içinde sadece bir birlik düzeni değil aynı zamanda hiyerarşik bir varlık düzenine de sahiptir. Sonuç şudur: Gerçeklik aynı anda hem bir olan hem de dereceli bir halde bulunan, tüm eşyanın realitesini var eden, vucud’dan başka bir şey değildir.Ama Molla Sadra’nın metafiziği sadece bu prensiplerin anlaşılmasıyla kavranamaz. Aynı zamanda bunların birbiriyle olan ilişkilerinin de iyice kavranması gerekir. Vucud tek bir şey değildir o aynı zamanda derecelidir de sadece derecelerde değildir aynı zamanda kendi başlarına hiçbir değere sahip olmayan mahiyetlere gerçeklik bahşeden bir ilkedir de. Böylece Molla Sadra tarafından inşa edilen metafizik şaheser ve onun kelam,kozmoloji,psikoloji ve eskatolojinin tümü vahdet-i vucud, teşkik-i vucud, ve asalet-i vucud’tan müteşekkil üç temel ilkeye dayanır. Sonuçta Sadra hem aklı hem de gönlü tatmin edebilen bir metafizik ortaya koyabilmiştir. Ve bunun daha önce bir benzeri bulunmuyordu.


    b) Cevher-İ Hareket Ve Evrenin Yaratılışı

    Cevher-i hareket Molla Sadra felsefesinin en özgün yanlarından biridir. Bu konu daha önce İbn Sina gibi büyük filozoflar tarafından tartışılmışsa da klasik hareket öğretisi ışığında şiddetle reddedilmişti. Ancak Molla Sadra ona sahip çıktı ve felsefi delillerle doğruluğunu ispatladı. Tabi ki bunun yapılabilmesi için daha önce Sadra’nın yaptığı gibi yeni bir ontolojinin geliştirilmesi gerekiyordu. Bu zor olan ilk adımı attıktan sonra Sadra gerisini getirmekte fazla zorlanmamış olmalıdır. Molla Sadra cevher-i hareketi geleneksel felsefenin en zor konularından kabul edilen alemin yaratılışı ve değişmez ve ebedi olanın ışığında oluşumun açıklanması da temel hareket noktası olarak alır. Sadra’dan önceki felsefe hareketi hepside araz olan nicelik, nitelik, durum ve mekan kategorilerinde ele alıyordu. Ve bu yüzden de hareketin cevher kategorisinde ele alınmasına karşı çıkıyordu. İbn Sina’nın buna ilişkin en önemli kanıtı şuydu: Ona göre hareket için hareket eden bir özne olması gerekir ve bir nesnenin cevherinin, cevher-i hareket yoluyla değişmesi durumunda harekete konu olan şeyde ortadan kalkacaktır.
    Molla Sadra bu görüşe doğrudan karşı çıkarak şöyle dedi. Bir nesnenin araz’ında meydana gelen bir değişme zorunlu olarak onun cevherinde de bir değişimi gerektirir. Çünkü araz’ın cevherden bağımsız bir varlığı yoktur. Sadra’ya göre tüm fiziksel dünya, hayal alemi ve akıl alemi de dahil her şey daimi bir hareket ve değişim halindedir. Aksi taktirde mutlak varlığın feyzi tüm varlıklara ulaşamazdı. Ancak MollaSadra’nın bu görüşü sufilerin savunduğu evrenin her an yeniden yaratıldığı görüşüyle karıştırılmamalıdır. Sufi anlayışa göre evren her an yok olup yeniden yaratılır. Önceki biçimler ilahi düzene rücu ederken yeni biçimler tecelli ederek zuhur eder. Bu nedenle bu öğreti elbiseleri çıkardıktan sonra yeniden giyinmek olarak adlandırılır. (el lebs baad el hal). Bunun aksine Molla Sadra’nın öğretisi giyindikten sonra onun üzerine yeniden giyinmek anlamına gelir. (el lebs baad el lebs). Yani ilk elbiseyi çıkarmadan onun üzerine yeni bir elbise giymek. Bu yüzden bütün mevcudat cevher-i hareket sonucu ilk örneksel gerçekliklerinin tümüne ulaşmak için dikey bir hareketlilik içindedirler. Meni önce cenine sonrada bebeğe dönüşüyor ve sonra bebek doğuyor ve büyüme devam ediyor.Tam bir olgunluğa erişinceye kadar biçimden biçime giriyor. Bu şekilde insan ilk kaynağına ulaşıncaya kadar beden zayıflarken ruh güçlenir. Cevher-i hareket bütün bu aşamalarda devam ederken bu hareketin her bir aşaması daha önceki varlık aşamasının bütün biçimlerini içerir. Böylece klasik felsefenin cevher-i hareketi reddetmesinin sebebi olan konunun ortadan kalkması sorunu da bu şekilde çözülmüş oluyor. Yani hüviyet sorunu çözülüyor. Çünkü burada söz konusu olan hareketin konusuz kalması değil gittikçe gelişerek tabiri caizse varlığına varlık katarak tekamül etmesidir.
    Molla Sadra’ya göre cevher-i hareket öğretisi kendisinden önce sekiz asır filozoflarla kelamcıların tartıştığı alemin yaratılışı da dahil pek çok sorunun çözümünde anahtar rolünü oynar. Bu konuların ayrıntılarına girmek konuyu çok fazla uzatacağından sadece belirtmekle yetiniyoruz.

    c) Akıl Ve Makul Birliği

    İttıhad-ı akıl ve makul Sadra’nın en önemli öğretilerinden biridir. Bu ilke ontolojide ki ilkelerin epistemolojik yansımasıdır. Bu görüş ilk olarak Ebul Hasan El Amiri tarafından onuncu yy da ortaya atılmış ancak İbn Sina ve daha sonraki Müslüman filozoflar tarafından reddedilmişti. İbn Sina da dahil diğer filozofların bunu reddetmelerinin sebebi, bunun bir şeyin aynı anda iki kategori altında bulunması gerektiği kabulüdür ki bu doğrudur. İşte bunu imkansız gördükleri için Sadra’dan önceki filozoflar ittıhad ı akıl ve makul’u reddetmişlerdi. Ancak vucud’un birliği ve cevheri hareket öğretileri ışığında Molla Sadra onu yeni bir anlamda formüle ederek kabul etti ve doğruluğunu kesin delillerle ispatladı. Buna göre: düşünme anında düşünülür (makul) olanın biçimi ve akıl sahibi olan (akıl) ve hatta bizatihi akıl düşünme fiili devam ettiği müddetçe biri diğerinin aynı olacak şekilde bir arada bulunurlar. Yani aslında tek bir hakikat farklı itibarlara göre makul, akıl, ve akil adını alır. Yoksa gerçekte ortada ontolojik olarak birbirinden farklı olan üç ayrı şey yoktur. Bunlar sadece itibari olarak böyle adlandırılır. Böylece epistemolojinin en temel sorunu da Sadra tarafından çözülmüş oluyordu. Çok karmaşık olan bu konu ayrıntılı bir şekilde incelenmeyi hak ediyor. Bu öğreti sadece bilgi açısından değil insanın olgunlaşmasında bilginin rolünün de iyice anlaşılması bakımından hayli önemlidir. Böylece felsefe ve hikmetin asıl amacına nasıl ulaştığı da gösterilmiş oluyordu. Yani insan bu sayede duyulur alemi karşısında aklı aleme dönüşmüş olur…

    d) Sonuç

    Buraya kadar Molla Sadra metafiziğinin önemli ilkelerini yani onu diğer sistemlerden ayıran temel ilkelerini kısaca anlatmış olduk. Şüphesiz ki bu ilkeler yukarıdakilerle sınırlı değildir. Ancak bu çalışmanın sınırları daha fazla bilgi vermemize müsaade etmez. İnşallah ileride bu konularda daha ayrıntılı çalışmalar yapabilmeyi umuyoruz. Böylece Molla Sadra felsefesinin Türkiye’ye taşınması noktasında ilk adımlarda atılmış olur. Son olarak çok önemli olduğu için Molla Sadra’nın nefs öğretisi’ne dair bir kaç şey söylemek istiyorum… Nefs öğretisi Molla Sadra’nın en özgün yanlarından biridir… İyi anlaşılması kaydıyla bu bile Molla Sadra’yı insanlık tarihinin en önemli filozofları arasında saymaya yeter. Sadra öncesi bütün nefs öğretileri ikili bir ayrım üzerine inşa edilir. Aristo’dan Dekart’a kadar bu durum böyledir. Yani bunların hepsinde beden-ruh ayrımı esas alınmıştır. Bu filozofları birbirinden ayıran da aradaki boşluğu ne şekilde doldurdukları yönündedir. Molla Sadra bu konuda da daha önce kimsenin bahsetmediği bir çözüm getirdi. Sadra’nın nefs öğretisi şu ilke üzerine inşa edilmiştir. Sadra’ya göre nefsin hakikaticismaniyetul hudus ve ruhaniyetul beka’dır. Yani nefs başlangıçta beden ile birlikte hatta bedenle aynıdır ama zamanla cevheri hareketin bir sonucu olarak tekamül eder ve gittikçe soyut hale gelerek ebedileşir. Felsefe tarihinde nefs öğretileri söz konusu olduğunda bir devrim demek olan bu yaklaşım burada ele alınamayacak kadar zor ve karmaşık bir konudur. Ancak Sadra’nın beden–ruh düalitesini ortadan kaldırdığını söyleyebiliriz. Nefs öğretisinde Sadra’nın getirdiği bir diğer yenilik şudur. Sadra’dan önce nefs tabiat felsefesi içinde ele alınıyordu oysa Sadra nefsi metefiziğe dahil edip onu ilahiyat kısmında inceledi. Böylece Sadra kendisinden önceki ayrımları ve yaklaşımları geçersiz hale getirerek yeni bir dönemin başlamasına da zemini hazırlamış oldu. Sadra’yla birlikte ortadan kalkan tek ayrım beden–ruh ikiliği olmadı yine Sadra’dan sonra anlamını yitiren diğer ikilikler de şunlardır. Madde-suret, cevher–araz, kulli–cüzzi, sabit–hareketli, kadim-hadis,….vb. İşte Molla Sadra bütün bu ayrımlara bir son verip yeni kavramlaştırmalar sunmayı başarabildiği için onun felsefesi hikmet i mutaliyye olarak adlandırılmayı hak etmiştir. Aristo ile Eflatun arasında sıkışan filozoflar için bu yepyeni imkanlar demekti. Sadra’dan sonra felsefe yapacak olanların artık bunu yeni kavramlarla yapması zorunlu hale gelmiştir. Sadra cismani hasr konusunda da yepyeni yaklaşımlar getirmek suretiyle İslam düşüncesinin bu en temel sorununu da çözdü. Hatırlanacağı gibi İbn Sina bu zor mesele karşısında acziyetini itiraf etmişti. Gazali ise cismani hasr’ı inkar ettiği gerekçesiyle İbn Sina’yı küfre girmekle suçlamıştı. Sadra cevheri hareket ışığında bu kadim tartışma ve kavgaya son vermiştir. Geleneksel felsefenin diğer pek çok sorununu da aynı şekilde çözmüştür. Bunlardan biri de Allah’ın aleme dair olan bilgisinin mahiyeti meselesiydi. Bilindiği gibi bu konuda kelamcılarla filozofları birbirine düşürmüştü. Geliştirdiği ontolojinin temel ilkeleri ışığında bu konuyu çözmek Sadra için pek zor olmadı. Bu çözümünün üzerine inşa edildiği felsefi ilke ise yine Sadra tarafından keşf edilen şu hakikatti. Hakikat kendi başıtlığı içinde her şeyi içerir. Bu konunun daha iyi analaşabilmesi için kesret sorunuyla ilgili açıklamalara bakılabilir.
    Anlatmaya çalıştığımız bu özelliklerinden dolayı Molla Sadra felsefesi kendisinden sonra İran Hindıstan ve Pakistan’da büyük bir hızla yayıldı. Özellikle İran’da Sadra’nın eserleri felsefe eğitimin temel kaynakları haline geldi. Rahatlıkla şunu iddia edebiliriz ki bugün İran’da İslam felsefesi demek biraz da Sadra’nın onyedinci y.y.da kurduğu hikmet i mutealiye demektir. Bundan Meşşai ve İşraki geleneklerin artık ortadan kalktığı sonucu çıkarılmamalıdır. Bunlar hala varlığını sürdürüyor ama hikmeti mutealiye içinde yeniden formüle edilmiş şekilleriyle İslam düşüncesine katkıda bulunmaya devam ediyorlar. Bu ihtişamına rahmen Molla Sadra felsefesi İran’da bile hala büyük oranda incelenebilmiştir diyemeyiz. Yaşadıkları ontolojik ve epistemolojik çıkmazlardan kurtulabilmek için kendilerine yabancı olan modern Batı felsefesinin kapısını çalanlar yani başlarında duran bu hazineyi ne zaman keşfedecekler doğrusu bilemiyorum. Ancak bu felsefi sistemin içinde barındırdığı imkanlar baş döndürecek kadar fazladır ve sadece hikmet arayıcıları tarafından keşfedilmeyi beklemektedir. Temennimiz bundan sonra her kesimden insanların Molla Sadra’yı fark etmesi ve onun felsefi düşünceleri hakkında ciddi çalışmalar yapmasıdır. Her türlü taassubu bir kenara bırakıp İslam’ın on yedinci y.y.da parlayan bu dehasınıkeşfetmeliyiz. Ona şükranlarımızı sunduktan sonra İslam düşüncesini yeniden ihya ve inşa projesinde ondan mümkün olduğunca istifade etmeliyiz. Bugün gelinen noktada Molla Sadra’nın varlığı hepimize onur ve geleceğe dair umut vermektedir. Artık öldüğü iddia edilen İslam düşüncesinin ne kadar güçlü bir geleneğe sahip olduğunun modern zamanlardaki adıdır Sadru-l Muteellihin (hekimlerin reisi).

    Yararlanılan kaynaklar:
    1. Nasr, S. Hüseyin, Molla Sadra ve ilahi hikmet, İnsan yayınları.
    2. Nasr, S. Hüseyin ve Leaman Olıver; İslâm felsefe tarihi, Açılım yay.
    3. M. M. Şerıf, İslâm düşünce tarihi, İnsan yay.
    4. Corbin, Hanry, İslâm felsefesi tarihi, İletişim yay.
    5. Dinani, M.İbrahimi, İslâm düşüncesinde aklın macerası.
    6. Mutahhari, Murtaza; Şifa’nın ilahiyat kitabının şerhi.
    7. Molla Sadra, Esfar.
    8. Molla Sadra, Şevahidu’l Rububiyye.
    9. Misbah Yezdi, Felsefe öğretimi .
    10. İbn-i Sina, Şifa.
    11. İbn-i Sina, İşarat ve tenbihat.

    Abuzer Dişkaya
    Alıntı: elmizan.net
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X