Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nakşibendi cumhuriyeti

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Nakşibendi cumhuriyeti

    Önce bir tespit yapalım: Başbakan Erdoğan başta olmak üzere AKP'nin "siyasal dili" Milli İslamcılığın kökeninde Nakşibendi bir şeyh var: Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi... Nakşibendi Gümüşhanevi Dergâhı'nın kurucusu Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi'nin, 1838'deki Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşmasına tepki olarak hayata geçirdiği kampanyası, bugün tartıştığımız "Dindar milliyetçi olur mu?", "Türk İslamcılığı" polemiklerine biraz ışık tutuyor... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ne zaman milliyetçiliği ağır basan bir demeç verse, muhalefet kendisini hemen "takiye" yapmakla itham ediyor. İslamcılar-tarikatlar-dergâhlar ulusalcı/milliyetçi olabilir mi? Bu soru Yeni Osmanlılar'dan günümüze, 150 yıldır sorulup duruluyor... "İslamcılık" ve "milliyetçilik"; bu iki kavramın 150 yıllık "ilişkisi" aslında hep işbirliği şeklindedir; çoğunlukla birlikte hareket etmişlerdir. Bazen araya kısa süreli ayrılıklar girse de, iki akım hiçbir zaman "can düşmanı" olmamıştır. Bu "ebedi dostluğun" temelinde Nakşibendi Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi gibi din adamlarının da etkisi vardır.
    Bu girişten sonra soru şudur: Bazen milliyetçi söylemlerde bulunan Başbakan Erdoğan "takiye" mi yapmaktadır; yoksa Gümüşhanevi Dergâhının kurucusu Şeyh Ziyaüddin Efendi'nin "Milli İslamcılık" yolundan mı yürümektedir?... Neden bunlar hiç tartışılmıyor?... İstanbul'daki Nakşibendi Gümüşhanevi Dergâhı özellikle son 50 yılın en ünlü/bilindik tekkelerinden biridir. Dergâh, Abdullah Gül'le ikinci kez cumhurbaşkanını çıkardı; birincisi rahmetli Turgut Özal'dı! Tekkenin müritlerinin çoğunu siyasi hayattan tanıyorsunuz: Necmettin Erbakan, Korkut Özal, Recai Kutan, Kemal Unakıtan, Hüsnü Doğan, Hasan Aksay, Erdem Beyazıt, Temel Karamollaoğlu, Bahri Zengin, Kahraman Emmioğlu, Yahya Oğuz, Cevat Ayhan, Prof. Cevat Akşit, Prof. Osman Çataklı, Prof. Orhan Okyay, Lütfi Doğan vb. Listeye baktığımızda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; son 25 yıldır -ufak kesintilere rağmen- Türkiye'yi, Gümüşhanevi Dergâhı yönetmededir. Bunun tesadüf olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur... Bu nedenle dergâhla ilgili biraz bilgi sahibi olmamız gerekiyor: Gümüşhanevi Tekkesi'nin kurucusu Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi (1813-1893), Gümüşhaneli bir tüccarın oğluydu. Babasının tüccar olmasını istemesine rağmen, İstanbul'a gelerek önce Beyazıt, ardından da Mahmut Paşa medreselerinde okudu. "Kürt Hoca" lakabıyla tanınan Nakşibendi Şeyhi Abdurrahman el-Harputi'nin öğrencisi oldu. 1844'te müderrislik icazeti aldı; Beyazıt Medresesi'nde dersler vermeye başladı. 1848'te, Üsküdar'daki Alacaminare Tekkesi'nde Mevlânâ Halid-i Bağdadinin halifelerinden Abdülfettah el-Ukari'yle tanıştı. Onun aracılığıyla Trablus-şam müftüsü Ahmed Ervadi'ye bağlandı. Mecmuatül-Ahzab adlı kitabı derledi. Ömrünün 28 yılını kitap çalışmalarına verdi. İçinde on sekiz bin eser bulunan dört kütüphanesi vardı. 1859'da Cağaloğlu'ndaki Fatma Sultan Camii'nde ilk irşada başladı; ve işte burası zamanla Gümüşhanevi Dergâhı olarak ün kazandı. Şimdi burada biraz soluklanalım... Ve Osmanlı Devleti'nin tarihsel bir dönemecine gidelim. 16 ağustos 1838. Sadrazam Reşid Paşa, yalan arkadaşı İngiliz Elçisi Lord Stratford Canning'le -bugün İÜ. Sosyal Tesisi olarak kullamlan İstinye’deki yalısında- Osmanlı-İngiltere Ticaret Antlaşmasını imzaladı. Benzer antlaşma aynı yıl Avrupa'nın öteki devletleriyle de yapıldı. Bu ticari antlaşmalarla, Osmanlı devleti dış ticaretteki tekel düzenini yıktı; ithalat önündeki -başta vergiler olmak üzere- tüm engelleri kaldırdı.
    Hayat da en Hakiki Mürsit ilimdir ( Hz. Ali )

    #2
    Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

    Özetle, Osmanlı pazarı, ucuz ithal mallar cenneti yapıldı. Bu antlaşmalarla Osmanlı pazarına yabancı sermaye, yabancı bankalar ve borsa geldi. Dönemin bugünden pek farkı yoktu; Midhat Paşa ve Namık Kemal gibi münevverler bile borsada oynamaya başladılar. Öyle ya bir koyup üç kazanacaklardı! Tabii hep kaybettiler, tıpkı Osmanlı Devleti gibi... Haklı olarak, "tüm bu olanların; -yabancı sermayenin, borsanın- Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi'yle ne ilgisi var" diye soruyorsunuz? Anlatayım: Ahmed Ziyaüddin Efendi, Osmanlı pazarının yabancı sermayenin eline geçişini engellemek; gelen yabancı bankaları fonksiyonsuz hale getirmek ve yerli sermaye birikimi oluşturmak için yardım sandıkları kurdu. Amacı, yabancı sermayeye karşı ulusal/yerli sermayeyi güçlendirmekti! Bu nedenle, iş kurmak isteyen yetenekli kişilerle ortaklık yoluyla şirketler kurdu. İlk kez Nakşibendi bir dergâh, "Türkler Müslümanlığı sadece oruç tutup-namaz kılmak zannediyor" anlayışını yıktı! Tekkelerin sadece uhrevi dünyayla ilgilendiğini sananları yanılttı! Dinsel olan ile dünyevi olan arasında bir köprü kurmuştu dergâh. Milli sermayeyi oluşturmayı amaçlayan bu sandıklar, aslında Nakşibendilerin tarihleri boyunca Osmanlı'ya karşı ilk "siyasal" tepkileridir... Bir tasavvufi tekkenin -Gümüşhanevi Dergâhı'nın- dünyevi işlerle uğraşmasının çeşitli nedenleri vardı kuşkusuz. Ama öncelikle bir sebebin üzerinde durmak istiyorum: Yerli sermaye birikimi oluşturmayı amaçlayan sandıkların kurulma dönemi, milliyetçiliğin Avrupa'da "icat olduğu" XIX. yüzyıldır. Yani, 1789 Fransız îhtilali'yle dünyaya yayılan ulusalcılık/milliyetçilik rüzgârlarının, artık Osmanlı'yı da derinden etkilediği bir dönemdir bu. "İslamcılık" ve "milliyetçilik" kavramlarının, Osmanlı siyasal düşünce tarihinde yer almaya başladığı ve tartışıldığı bir dönemdir bu yıllar. Dergâh bu rüzgârdan etkilenmişti... Türkiye'de her siyasal çevrenin kendi milliyetçilik tanımı vardır; doktrin sanki bukalemunvaridir! Oysa terminolojik anlamı nettir: "Kendi ulusal pazarını/piyasanı korumak." O halde: Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi sadece, Gümüşhanevi Dergâhını kuran bir din adamı değildi. O, aynı zamanda Osmanlı piyasasını Batı sermayesine karşı koruyan bir milliyetçiydi.

    Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi'nin ailesinin tüccar olması, halifelerinin-müritlerinin çoğunun esnaflıktan gelmesi de, bu "milli duruşun" sebeplerinden biriydi kuşkusuz. Evet, bu karşı gelmenin altında, dergâhın "şehirli tüccar damarı’nın olduğu gerçeği vardı. Örnek vermek gerekirse; Eğinli Mustafa Feyzi Efendi "Kâtip"diye tanınıyordu; Lastikçi Murtaza Ticarethanesi başta olmak üzere İstanbul'daki bazı büyük şirketlerin muhasebe hizmetlerini yürütmüştü. Yine Şeyh Ahmed Ziyaüddin'nin halifelerinden Abdülaziz Bekkine'nin babası Kazanlı tüccar Haris Efendi, Asmaaltı'nda toptan yağ ticaretiyle meşguldü. Osmanlı ve Cumhuriyet bürokratlarının, öğretim üyelerinin, üniversite öğrencilerinin Nakşibendi Gümüşhanevi Dergâhı'na gitmelerinin nedenleri arasında bu "milli duruşun" payı yok mu sanıyorsunuz? Ahmed Ziyaüddin Efendi'nin "milli İslamcılık" yolundan dergâhın diğer şeyhleri de gitti. Osmanlı'da kurulan "Milli Sandıklar", Cumhuriyet'te (adını dergâhtan alan) fabrikaya dönüştü. Gümüşhanevi Dergâhı Şeyhi Mehmet Zahid Kotku'nun öncülüğünü yaptığı, tarımsal sulamada kullanılan 5-15 beygir gücünde pompa üreten "Gümüş Motor" fabrikasının kurulmasına, işte tam bu perspektiften bakmamız gerekiyor... Yol benzerdi: Ulusal pazarı koruyan millici bir İslam... Tarihe farklı bakmayı öğrenmeliyiz; ezberimizi bozmalıyız. Gümüşhanevi Dergâhı'nda "uhrevi dünyanın" yanında, "dünyevi iktisatın" bu derece rol oynamasına "tesadüfi" deyip geçemeyiz... "İslami Calvanizmi" yani Müslümanlığın kapitalizmle (serbest piyasayla) bağdaşabileceğini ilk telaffuz eden münevver kimdi: Prof. Sabri Ülgener (1911-1983). Peki Prof. Ülgener nerede dünyaya geldi? Gümüşhanevi Dergâhı'nda! Prof. Ülgener'in anne ve babası Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi'nin müridi ve Gümüşhanevi Dergâhı'nm sürekli bakıcısıy-dılar... Bu örneklerden soma Gümüşhanevi Dergâhı'nm salt "öteki dünyayla" ilgili olduğunu nasıl düşünebiliriz?.. Bir örnek daha vermeme izin verin. Bu dergâhın önemli silsilelerinden biri de Ömer Ziyaadin'dir. Kendisi daha ziyade hukuk açısından dergâha katkı yapmıştı ki, hazırladığı bir anayasa taslağı (bugün tek sureti Washington Kütüphanesi'ndedir) Atatürk tarafından görüldüğünde "Ben böyle adamlar arıyorum" deyip onu arattırdığında Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu. Uzatmayayım: Türkiye'de siyasal İslamcılığın gelişimi ve değişimi üzerinde milliyetçiliğin ciddi etkileri hep oldu. Başbakan Erdoğan'ın dünyaya gelen torununa "Mehmed Akif' adını vermesini de bu anlamda düşünmeliyiz.

    Kısaca: AKP'nin topografyasını çıkardığımızda milliyetçilik damarının olduğunu görürüz. Bu arada: Özellikle son 25 yıldır Türkiye piyasasını yabancı sermayeye açan siyasal kararların altında, Gümüşhanevi Dergâhı müritlerinin imzalarının bulunması da, tarihin garip bir cilvesi!... Bunun siyasal terminolojideki adı oportünizmdir! Yani dönekliğin siyaset bilimince söylenişi. O soru yine karşımıza çıktı; "AKP Milli Görüş gömleğini çıkarmış mıdır?" Yani Türkiye'ye şeriatı getirecek midir, getirmeyecek midir? Anlaşılan bu sorudan kaçamayacağız. O halde düşüncemi yazayım. Milli Görüş hareketinin ilk partisi Milli Nizam Partisi'ydi. Faize, serbest piyasa ekonomisine, Avrupa Birliği'ne vb karşıydı. Ahlak ve fazilet kavramlarına çok vurgu yapılıyordu. Öyle ki, baldızıyla dans ederek büyük "günah işleyen" Samsun MNP İl başkanı görevden alındı! Sert söylemleri vardı ve sonuçta MNP, "laik devlet niteliğinin ve Atatürk devrimciliğinin korunması prensiplerine aykırı olduğu" gerekçesiyle kapatıldı. Milli Görüş hareketi, 11 ekim 1972'de bu kez Milli Selamet Partisini kurdu. Söylemlerini biraz yumuşattı. 14 Ekim 1973 Seçimlerinde MSP 1,2 milyon oy aldı; yüzde 11 Tik bu oyla 48 milletvekiliyle Meclis'e girdi. Artık hükümet ortağı olan MSP, doğduğu MNP'den çok farklı bir görünüm arz ediyordu. Öyle ki, 26 ocak 1974'te solcu CHP'yle koalisyon hükümeti bile kurdu. Sonra ağır eleştiriler yönelttiği sağın üç partisi AP, MHP ve CGP'yle de 31 mart 1975'de 1. MC'yi (Milliyetçi Cephe) kurdu. 6 Haziran 1977 Seçimlerinde MSP umduğunu bulamadı. Oyları ve milletvekili sayısı çok düştü. Bu seçimden sonra MSP çok sert bir siyaset izlemeye başladı. Silahlı Akıncılar kampları; laik düzene meydan okuyan Konya Mitingi gibi toplantılar bu süreçte ortaya çıktı. Şimdi diyeceksiniz ki, "biz AKP'yi sorduk; siz MNP ve MSP'yi anlatıyorsunuz!" Anlatmamın nedeni şu: Türkiye'de iktisadi ve siyasi gelişmeler AKP'nin istediği gibi, bu beş yıllık süreçte olduğu gibi giderse şeriat filan gelmez. Ama önümüzdeki günlerde, dünyada ekonomik kriz çıkarsa bunun doğal sonucu olarak "bıçak sırtında" olan Türkiye ekonomisi altüst olur. Ve işte o zaman AKP gerçek yüzünü gösterir. AKP sertleşir. Söylemleri hep bir "suçlu" aramaya dönük olur. O "suçlu" ise AKP'nin yapmak istediklerine karşı çıkan (!) laikler olur. Ve diyecektir ki, eğer şimdi istekleri yapılırsa kriz aşılabilir. O taleplerin ne olduğunu yazmaya gerek yok sanıyorum... Türkiye Malezya mı yoksa Iran mı olur o zaman görürüz! Yok siyasi ve iktisadi alanda her şey güllük gülistanlık olur; şeriat filan gelmez hiç korkmayınız!
    Hayat da en Hakiki Mürsit ilimdir ( Hz. Ali )

    Yorum


      #3
      Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

      Nâzım Hikmet'ten Bülent Ecevit'e Nakşibendi ailelerin ünlü çocukları

      Bu "korkutucu" değerlendirmeleri bir kenara bırakıp, Nakşibendi dergâhını tanımaya devam edelim: Yaşamı, Gümüşhanevi Dergâhı'yla kesişen ünlüler kimlerdi? Gümüşhanevi Dergâhı'nın müritleri arasında, Nâzım Hikmet'in büyükannesi Ayşe Sıdıka Hanım da vardı. Keza dergâhın müritlerinden Prof. Sabri Ülgener'in anneannesi Hatice Hanım, Ayşe Sıdıka Haninim kız kardeşiydi. Yani, Nâzım Hikmet üe Prof. Sabri Ülgener kuzendiler. Bu akrabalık bağına Kurtuluş Savaşının ünlü komutanı Ah Fuat Cebesoy'u da eklemek gerekiyor. Cebesoy da Ayşe Sıdıka Hanım'ın torunuydu. Prof. Ülgener'in bir diğer kuzeni de yine bir ünlü komutandı: Kâzım Karabekir! Prof. Ülgener'in dedesi Hasan Sabri ile Kâzım Karabekir'in babası Ahmed Efendi kardeşti... Biz desek bazı çevreler inanmaz ama dinci yayınlar bu kişiler hakkında "Sabetayist" diyor! Nakşibendi dergâhı ve Sabetayistler ilginç bir ikili olmuyor mu? Dincilerin en büyük düşmanı siyasal liderlerin başında kim gelir: Bülent Ecevit. İyi ama, Bülent Ecevit de, Gümüşhanevi Dergâhının kurucusu Ahmed Ziyaüddin Efendi'nin akrabası. Şeyh Ziyaüddin Efendi 63 yaşında Havva Seher'le evlendi. Yazar Mahmut Çetin, Teyze ile Prenses adlı kitabında, Havva Seher Haninim, Bülent Ecevit'in anneannesinin teyzesi olduğunu yazdı. Bakınız, aslında yazmak istediğim şudur: 0 bildik belli kalıplar içinden çıkmadan konuşup tartışıyoruz. Resmi ideolojiye karşı olduğunu söyleyen aydınlar bile resmi ideolojinin argümanlarıyla konuşuyor. Gelin şu üzerimizdeki örtüyü kaldıralım, gerçeklerle yüzleşelim. Üçüncü dünya ülkelerine mahsus; karşındakini düşman görme huyumuzdan da vazgeçelim. Örneğin Gümüşhaneli Dergâhı'yla solcular hiç ilgilenmemiş. Oysa bugünlerde yeniden doğan "Müslüman sol" hareketin yıllar öncesi lideri, "İslam sosyalizmi" savunucusu Paris Sorbonne mezunu Nurettin Topçu'nun (1909-1975) hidayetine vesile olan kişi Gümüşhanevi Dergâhı Şeyhi Abdülaziz Bekkine'ydi. Şeyh Bekkine "İslam Sosyalizmi’ne inanıyor muydu? Bilmiyorum. Bildiğim, Kazanlı hemşehrisi ünlü bir sosyalistti: Vladimir Iliç Lenin...
      Bugünün liberal aydınlan da dergâhlara eleştirel bir gözle bakmayı denemelidir. Gümüşhanevi Dergâhı şeyhlerinden Mehmet Zahid Kotku'nun www.cizgiliforum.com Sayfa 43
      sohbetlerim Ersin Gürdoğan Görünmeyen Üniversite adlı kitabında (İz Yayıncılık) derledi. Bu kitap, ismi üzerinde tartışmalar yapılan eski Başbakanlık müsteşarı yeni AKP Milletvekili Ömer Dinçer'in, Şeyh Mehmet Zahid Kotku'nun konuşmalarından aldığı notlarla derlenmiştir. Müsteşar Dinçer'in aldığı notlardan bir örnek: Misvakı kaçımız kullanır, bilmiyorum. Çoğumuz diĢ fırçasını tercih ediyoruz. Gerçekten efdal olanı misvaktır, DiĢ fırçası bizim değildir, (s. 65.) Hadi gelin bununla yüzlesin. Ama kimsede o cesaret yok ne yazık ki. Ve ne yazık ki, Türkiye'deki tarikatlar konusunda yeterli araştırma yoktur. Oysa o kadar çok soru var ki: Örneğin Kürd-i Nursi hareketinden doğan Fethullah Gülen cematinin milliyetçiliğe bakışı nedir? Sık sık vurgu yaptıkları "Türk müslümanlığı" deyiminin kapsamı nedir? Balkanlar ve Orta Asya ülkelerinde okulları bulunmasına rağmen, Müslüman Arap ülkelerinde neden hiç okul açmamaktadırlar? Araplara soğukluğunun sebebi nedir? Soru çok: Bizde din reformlarının pozitivizm etkisiyle hep Bati dan geldiği söylenmektedir. Peki, Yusuf Akçura'ya Üç Tarz-ı Siyaseti yazdıracak teorik altyapıyı veren Kazan'daki Muhammediye Medresesi neden göz ardı edilmektedir? Tatar uyanışının başlıca mimarları Şehabettin Mercani, Kayyum el Naşiri, Alimcan Barudiler islam'da reform yapmak gerektiğini söylemiyorlar mıydı? Kafkaslar'ın "Türk îslami'na etkileri nedir? Ahmed Ziyaüddin, Abdülaziz Bekkine, Mehmet Zahid Kotku gibi Kafkas göçmeni Nakşibendiler ile Ortadoğulu Mevlânâ Halid-i Bağdadi gibi Nakşibendi şeyhlerin bakış açıları arasındaki fark var mıdır? Dönüp dolaşıp geldik mi yine Nakşibendi tarikatına... "Nakşibendi Kardeşliği"nin zorlu sınavı Mesud Barzani, Nakşibendi tarikatına bağlı Sünni Müslüman bir Kürt politikacı. PKK ise Marksist kökenden gelen milliyetçi/Kürtçü bir terör örgütü. Peki, Barzani nasıl oluyor da, iktidarında Nakşibendilerin olduğu, büyük çoğunluğu Sünni Müslüman Türkiye'nin değil de PKK'nın yanında duruyor? Barzani'nin safı belli, duruşu net; peki Türkiye'deki Nakşibendilerin tavrı nedir? Önce tespitlerimizi sıralayalım:


      1) 2007 yılında şehit Mehmetçikleri anma ve terörü lanetleme yürüyüşlerinde, tarikatların "resmi kıyafeti" türbanlı-pardesülü kadın sayısının azlığı medyada tartışma konusu oldu. Türkiye'deki çoğu kişi gibi ben de "absürd bir tartışma" deyip üzerinde durmadım. 2) Bu şehit yürüyüşlerini/cenazelerini tüm gazeteler birinci sayfalarından verdi. Bir İslami gazete (Yeni Şafak) ise yayın politikasına hiç uymayacak şekilde, bu haberleri verirken ana sayfasında görsel malzeme olarak hep kocaman başı açık kadın fotoğrafları kullandı. Şaşırdım. 3) Ertuğrul Özkök, Hürriyet gazetesinde Mesud Barzani'ye bir çağrıda bulundu: Ya komşumuz ol, ya hedefimiz! Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'tan CHP lideri Deniz Baykal'a kadar birçok çevre, bu tepkinin haklılığından bahsederken, bazı İslamcı köşe yazarları gazeteci Özkök'e ağır eleştiriler yöneltti. "Ya komşumuz ol, ya hedefimiz" uyarısının tepki almasına anlam veremedim. 4) Türkiye tek vücut olmuş Mehmetçik operasyonlarını eli yüreğinde beklerken, bazı dinci gazeteler, "Asker 'Allah Allah' sesleriyle savaşıyor; Genelkurmay onların türbanıyla uğraşıyor" gibi döneme hiç uygun olmayan, insanı hayretler içinde bulunduran yorumlar yazmaya başladı. "Ne oluyor?" demeye başladım. 5) Ve sonunda bu dinci gazetelerin bazı köşe yazarları, sanki aynı kalemden çıkmış gibi benzer yorumlarda bulundu: Bunlara göre, Mehmetçik yürüyüşleri ile Cumhuriyet mitingleri benzerdi ve bunun nedeni Mehmetçik mitinglerini ulusalcıların organize etmeleriydi! Amaçları ise Türk Ordusu'nu Kuzey Irak'a sokarak AKP iktidarını zayıflatmaktı! Önce böyle bir komplo teorisi olamaz dedim. Sonra diğer olguları da alt alta sıralayınca "manzarayı" net görmeye başladım. Bunların derdi başkaydı... Bunlar Türk Ordusu'nun Kuzey Irak'a operasyon yapmasını istemiyordu! Meselenin AKP Hükümeti'nin yıpratılmasıyla filan pek ilgisi yoktu: Bunlar Mesud Barzani'yi koruyorlardı! Peki, ama neden? Nedeni tarihin derinliklerindeydi... Bugün Türkiye'nin en büyük sorunu olan Kürt isyanlarının başlangıç tarihi XIX. yüzyıldır. Osmanlı Devleti'nin zayıflığını fark eder hale gelen tebaa halklar, birer birer isyan ettiler. Ancak Osmanlı yüzlerce yıllık askeri ve siyasi geleneğe sahip bir miras üzerinde oturuyordu. Kendisini imparator yapan özelliklerini/ faziletlerini tamamen kaybetmemişti. Tanzimat'la önce sivil-askeri reformları gerçekleştirdi. Ardından, giderek güvenilmez olan ve çıkardığı isyanlarla tehlike oluşturan, yarı-otonom Kürt derebeylerinin (ayan) ortadan kaldırılmasına karar verdi. Kuzey Irak'taki, Soran Emirliği'ni (1834), Bahdinan Emirliği'ni (1839), Botan Emirliği'ni (1847) ve Baban Emirliği'ni (1850) sindirdi.
      Hayat da en Hakiki Mürsit ilimdir ( Hz. Ali )

      Yorum


        #4
        Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

        Osmanlı, yarı-otonom Kürt beyliklerini dağıtıp bölgenin siyasi yapısını değiştirirken, aynı dönemde bölgede dinsel açıdan bir başka değişim daha yaşandı. Bu değişimin öncüsü bir din adamıydı: Şeyh Halid-i Bağdadi. Şeyh Halid-i Bağdadi, 1779'da Kuzey Irak-Süleymaniye'de doğdu. Babası Pir Mikail bölgenin en büyük Kürt aşireti Caf'a mensuptu. Bağdadi'nin soyunun baba tarafından Hz. Osman'a ulaştığı rivayet ediliyordu. (İlginçtir; bölgedeki Kürt şeyhler "kutsal soy aristokrasisine" girebilmek için soylarını hep Hz. Muhammed'in ailesi Ehl-i Beyt'e dayandırmaya çalışırlar. Ama diğer yandan Kürt olduklarına da vurgu yaparlar! Ne yani Kürtleşmiş Araplar mı? Komik.) Şeyh Halid-i Bağdadi, Kuzey Irak'ın en güçlü âlim ailelerinden, Kadiri Berzenci Ailesinden dersler aldı. Daha sonra Bağdat'a gitti. Hocası Şeyh Abdülkerim Berzenci'nin vefatı üzerine, onun Süleymaniye'deki medresesinin sorumluluğunu aldı. 1809'da Süleymaniye'yi ziyaret eden Mirza Rahimullah Azima-badi adındaki Hindistanlı bir derviş hayatını değiştirdi. Onun önerisiyle, Hindistan'a gidip Nakşibendi Şeyhi Abdullahi Dehlevi'den el aldı. Süleymaniye'ye Dehlevi'nin halifesi olarak döndü. Yani artık Kadiri değil, Nakşibendi'ydi. Ancak başta Kadiriler olmak üzere (Örneğin, Talabani aşireti tarafından) istenmeyen adam ilan edildi. Hatta Kadiri Şeyhi Maruf Berzenci, Bağdadiyi, "sahtekâr, sapık, yogi" olmakla suçladı! Valiye bile şikâyet edildi. Tersine Bağdat Valisi Said'in koruması altına girdi. Süleymaniye'de ilk Halidiye Tekkesi'ni kurdu. Sonraki yıllarda, başta Kuzey Irak olmak üzere kurduğu tüm dergâhlarda, medreselerde Kürtçeyi eğitim dili olarak kullandı. Bu süreçte, Osmanlı, Kadiri Kürt Beyliği Berzenciler'e karşı hep Bağdadinin yanında oldu. Ve Osmanlı'nın da desteğiyle Bağdadi, Kuzey Irak'ta Kadiri tarikatının etkisini epey azalttı. 1826'da hac dönüşü Şam'da koleradan ölümüne kadar binlerce müride sahip oldu. Halifeleri, şeyhlerinin ölümünden sonra da irşat çalışmalarına devam ettiler. Şanslıydılar; Osmanlı, Yeniçerileri ve Bektaşileri ezerken Nakşibendiliği "resmi tarikat" olarak benimsedi. Osmanlı, Horasan'dan Yesevilik'ten gelen Bektaşiliğin karşısına aynı koldan gelen Nakşibendiliği çıkarmıştı! Keza, Kürt derebeylerinin de tarikatı Kadiriydi. Bu tarikatın yerini de, her fırsatta devlete bağımlılığım vurgulayan Nakşibendiliğin alması şaşırtıcı değildi. Bugün Kuzey Irak ve Türkiye'de en güçlü tarikat "Nakşibendi-ye Halidiye" olmasının altında bu tür tarihsel olaylar vardır. Türkiye bölümüne geleceğiz; ama önce Kuzey Irak'taki "Nakşibendi-ye Halidiye" tarikatına bağlı bir aşiretten bahsetmeliyiz: Barzaniler!
        Osmanlı, merkezi idaresini güçlendirmek amacıyla "Kürt prenslikleri"ni bertaraf edince, bölgedeki küçük aşiretlere fırsat doğdu; Kürt beyliklere ait toprakları yağmaladılar. Kürt beyliklerinden boşalan iktidar koltuklarına, garip ve bilinmeyen şeyh figürleri sahip çıkmaya başladı. Bu küçük aşiretlerden biri de Barzaniler'di. Barzaniler önce Baban Emirliği'ne ait Zibar yurduna el koydular. Aşirete "soyluluk" katmak için bölgenin tanınmış beyliklerinden Bahdinan ve Zibar gibi ailelerle bir dizi evlilik yaptılar. Örneğin, Mesud Barzani'nin annesi Zibar aşiretindendi. (Türkiye'deki büyük Kürt beylikleriyle de akraba olmak için -örneğin Cemilpaşazadeler"e- kız alıp verdiler.) Barzani aşireti bölgedeki dinsel dönüşümden de yararlandı; Bağdadi'nin halifesi Barzani Şeyh Taceddin sayesinde Nakşibendiye Halidiye koluna mensup oldu. Ancak Nakşibendilik ortodoks tarikat olmasına rağmen Barzani aşiretinde İslami olmayan pek çok töre ve uygulama vardı. Dinsel bağnazlıkları o kadar ileri götürdüler ki, Barzani Şeyhi Abdüsselam kendini "mehdi" ilan etti! Tek dini sapkınlığı olan Barzani o değildi. Barzani Şeyh Ahmed ise kendini "Tanrı" mertebesine çıkardı! Şeyh Ahmed'in Molla Juj adındaki ateşli bir taraftarı, tüm Barzan bölgesini dolaşarak Şeyh Ahmed'in "Tanrı", kendisinin de onun "peygamberi" olduğunu iddia etti. Müritlerinin Barzani şeyhlerine körü körüne bağlılıkları o kadar güçlüydü ki, bu müritlere "divana" ya da "deh" ismi verildi! Sonuçta: Uygarlığın doğduğu bölge, kültürlü "Kürt prensle-ıf'nin ikametgâhından çıkıp, politik maceralar peşinde koşan fanatik, hırslı küçük aşiret şeyhlerinin eline kaldı. Barzani aşireti her fırsatta Osmanlı'ya isyan etti. Türkiye'yle ilişkileri ise inişli çıkışlı oldu.
        Ancak Nakşibendi Barzaniler, başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye'deki Nakşibendiler ile hep iyi ilişkiler içinde oldu. Halidiye.com adlı internet sitesine göre, Halid-i Bağdadi'ye bağlı Türkiye'de dört büyük Nakşibendi tekkesi vardır: 1) Gümüşhanevi Tekkesi 2) İsmet Efendi Tekkesi 3) Kelami Dergâhı 4) Kaşgari Tekkesi Said-i Kürdi (Nursi) Van'da Nakşibendi Arvasi Tekkesi'nde eğitim almıştı. Bu ana dört kol dışında, Erzincan'daki Abdurrahim Reyhani'den, Adıyaman'daki Mehmet Raşit Erol'a kadar onlarca şeyhin kurduğu Halidiye tekkeleri vardır. Tamam artık uzatmayalım, soralım: Türkiye'deki Nakşibendi Halidiye koluna mensup Türkler, Nakşibendi Barzani'nin Türkiye karşıtı tavırlarına tepkili midir?

        Yazının başlangıcındaki tespitlere rastlantı diyebilir miyiz? Kendi adıma yanılmayı çok isterim. Bırakın yoksul Kürtleri, aydın Kürtlerin bile, dar kafalı şeyhleri, aşiret reislerini, ağaları "kurtarıcı", "saygın", "lider" olarak görmeleri çok acıdır. Bunun nedeni, Kürt aydınlarının siyasal geçmişlerini ancak XIX. yüzyıla kadar, yani bölgenin en karanlık dönemine kadar götürebilmelerinden kaynaklanmaktadır. Orada da bula bula Barzani gibi, Şeyh Said gibi isimleri bulabilmektedirler. Kürt aydınlarımızdan Naci Kutlay, Kürtler kitabında şu soruyu yöneltiyor: Kürt baĢkaldırı önderlerinin çoğunlukla NakĢibendi olmaları ilginç ve incelenmesi gereken bir noktadır, (s. 135.) Bırakın Osmanlı'yı, Şeyh Said'den, Menemen'deki ayaklanmayı organize ettiği iddia edilen Şeyh Esad Erbili'ye kadar Cumhuriyet Türkiyesi'nde de isyana kalkışanlar hep Nakşibendi Halidiye Kürt şeyhleriydi! Tıpkı Osmanlı'da olduğu gibi gerek "dini" gerekse "milli" nedenlerle Nakşibendi Kürt şeyhler ayaklanmalara önderlik yaptı. Peki biz de şunu soralım: Nakşibendi Kürtler, Osmanlı ve Türkiye merkezi hükümetine karşı isyan ederken, Türk Nakşibendiler neden hiç ayaklanmadı? "Türk Nakşibendiler'in siyasetle ilgileri yoktu" diyebilir miyiz? Hayır. Kürt Nakşibendi gibi Türk Nakşibendi de nüfuz ve siyasal iktidar istiyordu. Bu "hipotezi" güçlendirmek için önce akademik dünyaya hâkim olan bir anlayışı yıkmalıyız. Sanılanın aksine Nakşibendi tarikatı, kendi dünyalarına dönük, hayattan kopuk, gönül ve ruh haliyle ilgili mistik tarikat filan değildi. Ya da en azından 200 yıldır öyle değildir. Size günümüzden bir örnek vereyim: Irak'ta ABD'ye karşı mücadele veren dini gruplardan birinin adı ne biliyor musunuz: Nakşibendi Tarikatı Bağlıları Ordusu. Bize dönersek: Sadece Kürt değil Türk Nakşibendiler (ve hatta Kafkas Kartalı Şeyh Şamil) sanılanın aksine hep siyasetin içinde oldular. II. Mahmud'un yeniçerileri yok eden ve Bektaşileri sindiren kanlı hareketinin destekçisi Nakşibendilerdi. Peki ama neden?..
        Hayat da en Hakiki Mürsit ilimdir ( Hz. Ali )

        Yorum


          #5
          Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

          Nakşibendiler, Alevi-Bektaşilere "kara çarşaf' giydirmek istiyor!


          Bektaşilik ve Nakşibendilik, ilk Türk tasavvuf hareketi olan Yesevilik'ten doğdu. Nakşibendilik, zamanla Türklüğü unutup, Hint ve Iran etkisine girdi. Önce Orta Asya'da, Yeseviliği Sünni öğreti içinde eriterek yok etti. Ardından, Anadolu'da kök saldığı son 400 yıldır da hedefinde, hep Bektaşiler oldu. Onları da "Sünnileştirmek" için hiçbir fırsatı kaçırmam; ne yazık ki Bektaşilerin katledilmesine bile onay verdi. Tarih: 2 zilhicce (1826). Yer: istanbul Topkapı Sarayı'ndaki Camn Şerif. Padişah II. Mahmud, kafes arkasına geçip, camiye davet edilen şeyhlerin neler konuştuklarını dinlemeye başladı. Osmanlı merkezi idaresi, o günlerde tarihinin en önemli kararlarından birini almak üzereydi. II. Mahmud, Sünni din adamlarının desteğine ihtiyaç duyuyordu. Toplantıya katılan bu "kanaat önderleri" şunlardı: - Nakşibendi tarikatı şeyhlerinden, Beşiktaşlı Yahya Efendi Türbedarı Hafız Efendi ve İdris Köşkü'nde tekkesi olan Balmumcu Mustafa Efendi; - Üsküdar'da Nasuhizade Şeyh Semseddin Efendi, Bandırmalızade Galip Efendi, Sa'diye'den kahveci Şeyh Emin Efendi; - Koca Mustafapaşa'da Sünbüliyye Şeyhi; - Mevlevi şeyhlerinden, Galata Şeyhi Kudredullah Dede; Beşiktaş Şeyhi Abdulkadir Efendi; Kasımpaşa Şeyhi Ali Efendi; - Halvetilerden Zakirbaşı Şikarizade Şeyh Ahmed Efendi, Merkezefendi Şeyhi Ahmed Efendi, Hüdayi Mahmud Efendi Şeyhi Seyid Efendi; - Eski ve yeni şeyhülislamlar, sadrazamlar ve" şûra ileri gelenleri... İlk sözü Şeyhülislam Kadızade Mehmed Tahir Efendi aldı. Göreve birkaç hafta önce gelmişti; Şeyhülislam Mekkizade Mustafa Asım Efendi, yapılacak büyük katliama fetva vermeyeceği düşünüldüğünden görevden alınmıştı. Şeyhülislam Kadızade Tahir Efendi toplantıdaki sözlerine Hacı Bektaş Veliyi överek başladı: Hacı BektaĢ Veli ve baĢkaca pirler, saygı değer kiĢiler, hep ehlullah (veli) olup onlara kesinlikle diyeceğimiz yoktur. Yalnız Ģeriatta mekruh nesne tarikatta haram sayılır. Bazı cahil kimseler BektaĢilik adıy-la kendi havalarına uyarak farz olan Ģeyleri yerine getirmek bir yana, ibadeti bile küçümseyip kötü gözle bakmaları ve mahrumiyet tanıma-maları ile kâfir oldukları herkesin ağzından duyulmaktadır. Sizler Os-manlı Devleti'nin yolunda Ģeyhlersiniz, bu hususta duyduğunuz ve bildiğiniz nasıldır. Bu gibileri hakkında ne dersiniz? Toplantıda söz alan tüm şeyhler benzer sözleri tekrarladı: "Şeriata aykırı hareket ediyorlar!" "Öldürülmeleri vaciptir!"

          Anadolu'da Türk kültürünün yerleştirip yaşatılmasında büyük emeği olan Bektaşilerin yok edilmesi için şeyhler tek tek onay verdi. II. Mahmud bu sözleri duyduktan sonra camiyi terk etti. Yeniçerileri ve onların pirdaşı Bektaşileri yok etmek için tek bir engel kalmıştı sadece... Burada bir parantez açmama izin veriniz: Yukarıdaki bilgileri Ahmed Cevdet Paşa'nın Tarih-i Cevdet adlı kitabın 12. cildinin, 236-237. sayfalarından aldım. Bilgileri aktaran Ahmed Cevdet Paşa olaya kendi duygu ve düşüncelerini de katıp bakın ne yazıyor: BektaĢiler, karıĢıklığa yatkın olan halkın kalbini çelip kötülüklere sürükledi. Özellikle cahil insanlara ve Yeniçerilere sokulup, iĢledikleri kötülüklerle onları da baĢtan çıkarıp isyan edecek duruma soktular. Osmanlı topraklarının her yerinde idam edilmeleri devleti sevenlerin amacı idi. Allah'ın lütfü ile bunun zamanı gelmiĢti. Osmanlı tarih yazıcılığının en önemli kaynak kitaplarını yazan Ahmed Cevdet Paşa'nın tarafgirliğini görüyor musunuz? Ama kader işte, kızı yazar Fatma Aliye'den torunu ismet Faik, ABD'de Hıristiyan oldu! Bektaşileri ve yeniçerileri yok etmek için "siyasi elitin" de desteği şarttı. 25 mayısta Şeyhülislam Kadızade Mehmed Tahir Efendinin konağında bir toplantı yapıldı. Toplantıya, Sadrazam Mehmed Selim Paşa, Rumeli kazaskeri, istanbul müftüsü, Sadaret kethüdası, defterdar, Darphane nâzırı, Tophane nâzırı, Yeniçeri ağası ve ocağın ileri gelenleri ile din adamları katıldı. Konuşmalardan sonra vezirler, din adandan ve ocağm ileri gelenleri, Bektaşilerin ve Yeniçerilerin katli vacip olduğuna karar verip senet imzaladılar. Buraya bir ekleme yapmak zorundayım: Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı-Efendi 2 kitabında yazdım, bizim tarihimizde bu büyük kıyımın sebebi olarak; askeri modernizasyona karşı çıkan yeniçeriler, şeriata aykrı olan tarikatlar gösteriliyor. Yanlıştır. Bu meselenin özünde, Hıristiyan (Rum-Ermeni)-Yahudi cemaati arasındaki Osmanlı pazarına kimin hâkim olacağı (örneğin Osmanlı Darphanesi yönetiminin kimde kalacağı) gibi iktisadi nedenler vardır. Yahudilerin ittifak ettiği iki güç yeniçeriler ve Bektaşilerdi; yani Türklerdi. Bu kıyımda, başta Üzeyir Garih'in akrabaları olmak üzere Yahudiler de kayıplar verdi. Önde gelen Yahudi sarraflar idam edildi. Yani meseleye daha geniş açıdan bakmak gerekiyor. Kıyım 15-16 haziran 1826'da başladı.

          Sultanahmet Camii çevresinde yoğunlaşan çatışmalarda 3 000 yeniçeri olay sırasında öldü. 7 000-8 000 yeniçeri Atmeydanı'ndaki kışlalara sıkıştırılıp önce top ateşiyle sonra binalarıyla birlikte yakılarak yok edildi. Yakalananlar hemen idam edildi. Belgrad Ormanı'na kaçanlar ise ormanla birlikte yakıldı. Osmanlı yönetimi, halk desteğini yanına almak için dini araç olarak kullandı. Yeniçerilerin Kuranıkerim'i parçaladıkları yalanına başvurdu. Bu arada II. Mahmud, kurduğu yeni ordunun adını açıkladı: "Asakir-i Mansure-i Muhammediye", yani Allah'ın izniyle muzaffer olacak Muhammed'in ordusu! Sanki yeniçeriler Allah'ın ordusu değildi! Bu dinsel aldatmacalar sonucu doğmakta olan Türk (Yeniçeri-Bektaşi) sermayesi etkisizleştirildi. Bunun yerini, yine vergisini ödemeyen ulema ve paşa gibi rantiye ayan sınıfı aldı. Ve bize okullarda, şekilci değişimler "modernizasyon" "reform" diye yutturuldu. Eee tarihi kaynağınız Ahmed Cevdet Paşa ve "ingiliz tarih yazıcılığı" olursa bu yanılgı da kaçınılmaz olur! Bektaşilik yasaklandı. Başta istanbul Ağası Zade Baba, Kinci Baba, Salah Baba olmak üzere Bektaşilerin önde gelen dedebabaları idam edildi. Çoğu tekke dedesi sürgüne yollandı. Bektaşi tekkeleri yağmalandı; mezar taşlan bile kınldı. Bektaşi tekkelerinin malvarlığı, Nakşibendi tarikatlarına nakledildi. Hacı Bektaş'taki dergâhın başına bile Nakşibendi şeyhi Kayserili Mehmed Said Efendi getirildi. Bu Nakşibendi şeyhinin ilk yaptığı icraat da, dergâha cami yaptırmak oldu! Zamanla olaylar duruldu. Gözaltına almanlar, sürgüne gönderilenler "Sünni" olduklarını, "Sünni" kalacaklarını söyleyerek kurtuldu. Fakat Dedebabalar tekkelerinin başına dönemedi. Bazıları bulabildiği Nakşibendi şeyhinden icazet alıp, bunu "icazetin meclis-i meşayihe" (şeyhler meclisine) onaylatarak tekkesinin başına geçebildi. Yani, kâğıt üzerinde Nakşibendi oldu! "Nakşibendi örtüsü" altına saklanmak zorunda kaldı. Araştırmacı Baki Öz'ün iddiasına göre kendisi de Bektaşi olan Sultan Abdülaziz döneminde rahat nefes almaya başladı. İttihat ve Terakki Alevi-Bektaşi üzerindeki örtüyü biraz kaldırdı. Cumhuriyet'in laiklik politikası ise, Bektaşilere özgürleşme yolunda en büyük adımı attırdı... Peki sonra ne oldu da, K.Maraş, Çorum, Gazi Mahallesi, Sivas Madımak gibi son 30 yılın büyük katliamların mağdurları hep Alevi-Bektaşiler oldu? Tüm bunlara rağmen hâlâ Türkiye'nin birliği ve dirliği için uğraş veren, Alevi ve Bektaşileri el üstünde tutmalıyız...

          Nakşibendiler hep iktidar istedi! Nakşibendiler, Alevi Bektaşileri asimile etmekle kalmadı. Nihai hedefi, ya iktidarı kontrol eden bir güç olarak kalmak ya da tamamen iktidara sahip olmaktı. Osmanlı döneminde Nakşibendi İsmet Efendi Dergâhı'na Dahiliye Nazırı Memduh Paşa, Tophane Müşiri Mustafa Zeki Paşa gibi üst düzey paşalann gitmesi rastlantı mı? Osmanlıdaki iktidar hevesi, Cumhuriyet'te de devam etti. Gümüşhaneli Dergâhının, iki cumhurbaşkanı, Turgut Özal ve Abdullah Gül; iki başbakan, Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan ve onlarca bakan, bürokrat yetiştirmesi tesadüf mü? Aynı dergâhın parti (Milli Nizam Partisi vd.) ya da şirketler (Gümüş Motor vb) kurmasının bir açıklaması olmalı? Sanki sufi bir tekke değil de, siyasal tarihimize damgasını vurmuş güçlü politik bir merkezden bahsediyoruz! Evet, Nakşibendilik zaman içinde siyasal bir harekete dönüştü. Ve benzer örnekleri diğer Halidiye dergâhları için de verebiliriz. Yani: Kürt Nakşibendiler gibi Türk Nakşibendiler de hep iktidar istedi. Sadece "yöntemleri" farklıydı! Burada da bir soru karşımıza çıkıyor: İktidara gelme araçları farklı olsa da, ikisi de iktidarda olan, Kuzey Irak'taki Kürt ve Türkiye'deki Türk Nakşibendiler, PKK terörünü bitirmek için neden işbirliği yapmıyor? Türkiye'deki Nakşibendiler hemen yanı başımızda bir Kürt Nakşibendi devletinin kurulmasına nasıl bakıyor? Soruyu bir de tersten soralım: Mesud Barzani, Şeyh Said Ayaklanması konusunda ne düşünüyor? Kuşkusuz yürekten desteklerdi. Peki bilir mi acaba, kendisini bugün destekleyen uluslararası güçlerin, bölgede benzer oyunu yıllar önce de sahneye koyduğunu... Anlatalım: Filmin sadece "yapımcısı" değişti "senaryo" hep aynı kaldı Tarih: 13 şubat 1925. Dinsel ve milliyetçi Şeyh Said İsyanı başladı. Ayaklanma iki ayda bastırıldı. İç savaşın Türkiye'ye bedeli ağır oldu; Musul-Kerkük kaybedildi. Hikâye bilindik, bilinmeyen dünün bugüne benziyor olduğu...
          Hayat da en Hakiki Mürsit ilimdir ( Hz. Ali )

          Yorum


            #6
            Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

            Filmi, Şeyh Said Ayaklanmasından iki yıl önceye giderek başlatalım. Lozan Konferansına katılan Türk Heyeti'nin elinde üç sayfalık 14 maddeden oluşan talimat vardı. Birinci madde, Irak sınırıydı; Süleymaniye, Kerkük ve Musul mutlaka geri alınacaktı. Çünkü Birinci Dünya Savaşını sona erdiren Mondros Antlaşmasına (30 Ekim 1918) göre, bu sancaklar Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştı. Ancak iki hafta geçmiş, İngiltere bir oldu bittiyle buraları işgal edivermişti! Lozan Konferansında İngilizlerin tüm stratejisi petrol üzerineydi... Daha konferans başlamadan, İngiliz, Fransız ve Amerikan petrol şirketleri, Londra'da Mezopotamya petrollerini müzakere etmişlerdi. Bu toplantının başkanlığın ise Irak Hükümeti adına Osmanlı Mebusan Meclisi eski üyesi Sason Haskail Efendi yapmışta! Lozan Konferansı bu havada başladı. Türk Heyeti Başkanı Dışişleri Bakanı ismet (inönü) Paşa, önce duygusal konuşmalarla İngilizleri iknaya çalıştı: Türkiye yoksul bir ülkedir, petrole ihtiyacı vardır... Bu sözler, bir petrol şirketine ortak olan İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon'u nasıl etkileyebilirdi ki? Zaten, Bonar Law Hükümeti, İngiliz Heyeti'ne kesin talimat vermişti; Musul-Kerkük konusunda tartışmaya bile girmeyeceksiniz! Türk heyeti toplantılarda, "Bu topraklar XI. yüzyıldan beri bizimdir" gibi tarihi gerçekleri anlatarak ingilizleri iknaya çalıştı. Bölgenin nüfus sayım sonuçlarını sundu: 263 000 Kürt, 146 000 Türk, 43 000 Arap, 18 000 Yezidi, 13 000 gayrimüslim... İngilizleri, kendi belgeleriyle, kaynaklarıyla vurmaya çalıştı. Öyle ya, onların Britannica Ansiklopedisi bile, Türkler ile Kürtlerin Turani iki kardeş kavim olduğunu yazmıyor muydu? Türk heyeti iyi niyetini hep korudu; her iki halkın bir arada yaşamak istediklerini; inanmıyorlarsa referandum yapılabileceğini ileri sürdü. Türkiye ne kadar tarihten, kardeşlikten, istatistiklerden bahsetse de ingilizlerin kafasında sadece tek bir düşünce vardı; petrol! Bu nedenle, konuyla hiç ilgisi olmamasına rağmen, bir gün birden bire Türklerin Ermenilere çok eziyetler yaptıklarını gündeme getiriverdiler!
            Lozan'da toplam 8 ay süren görüşmeler sonucunda, Türkiye ve ingiltere uzlaşamadı. Konferans, sınır meselesini iki ülkenin kendi arasında halletmesine karar verdi. Eğer her iki ülke, öngörülen 9 aylık sürede, anlaşma yoluna gitmezse, mesele, Milletler Cemiyeti Meclisi, -bugünkü adıyla Birleşmiş Milletler'e- götürülecekti. Lozan Konferansından sonra Türkiye ve ingiltere arasında ikili görüşmeler istanbul'da başladı, ingiliz heyetinin başında bu kez, Irak Yüksek Komiseri Sir Percy Cox vardı. ingilizler bu konferansta da, çözümsüzlüğü derinleştirmek için, yeni bir diplomasi taktiğini uyguladılar: Türkiye'den, -Musul'un komşusu- Hakkari'yi istediler! Ve... Hay aksi, tam o günlerde Hakkari'de Nasturi Ayaklanması (12-28 Eylül 1924) başlamasın mı? Bakın şu kör talihe! Şaka bir yana, bırakın kışkırtmayı İngilizler isyanı havadan bile destekledi... İngilizlerin oyunu hep benzerdi: böl ve yönet! Petrol için önce Araplar'ı ayaklandırmışlardı. Şimdi sırada Kürtler vardı... İngiliz istihbaratçıları, Albay T.E. Lawrence Araplar'ı, Binbaşı E.W.C. Noel ise Kürtleri kışkırtıyordu... Bu arada İngilizlerin, Araplar ile Kürtleri de birbirlerine düşürdüklerini eklemeliyim... İstanbul'daki Türkiye-İngiltere ikili görüşmelerinden de sonuç çıkmadı. Dolasıyla, Irak sının meselesi Milletler Cemiyeti Meclisi'ne gitti... İşin garip yanı, bu Meclis'te İngilizlerin büyük ağırlığı vardı ve aksiliğe bakın ki, Türkiye Cemiyet'e üye bile değildi... MC Meclisi İngilizlerin isteği doğrultusunda üç kişilik bir komisyon kurma karan aldı. İsveçli T. Wirsen, Macar Kont Teleki, Belçikalı Albay Poulis'ten oluşan bu heyet, her türlü yazışma ve soruşturma yapma yetkisine sahipti. Bu komisyonun yaptığı ilk çalışma, Musul üe Hakkari araşma geçici bir çizgi çekmek oldu. Daha Türkiye'yi dinlememişlerdi büe. Batının bu kibirli, Türkiye'yi hor gören anlayışı Ankara Hükümetini çileden çıkardı. İngiliz istihbarat raporlarına göre, Mustafa Kemal asker çizmelerini tekrar ayağına geçiriyordu. Atatürk, Irak'a müdahale etmeye kararlıydı... Ve yine bir aksilik çıktı; ne oldu dersiniz? Bu kez 14 ili kapsayan Şeyh Said İsyanı başladı!.. Türkiye, Kuzey Irak'a askeri operasyon yapamadı; içe döndü; binlerce asker ayaklanmayı bastırmakla görevlendirildi...


            Ankara'nın, Türkler ile Kürtlerin kader birliği içinde bulunduğunu söylediği bir dönemde, bu ayaklanma İngilizlerin elini güçlendirdi. "Hani siz kardeştiniz, bakın şu anda bile savaştasınız" dediler... Ve Milletler Cemiyeti Meclisi Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi İngilizlere verdi... İngilizler askeri işgalle birlikte bölgeye hızla petrol boru hattı döşediler. Bunun sadece Musul'daki uzunluğu 300 km'yi bulmuştu. Türkler, Kürtler, Araplar, ortak tarihten, kardeşlikten, din birliğinden ne kadar bahsederse bahsetsin, o petrol Mezopotamya'da olduğu sürece "böl-yönet" politikaları hep olacaktır!... The End. (Son.) Çünkü yukarıdaki tarihi film bir ingiliz yapımıdır... Vizyondaki yeni filmin yapımcısı ve oyuncuları kim acaba?.. Mesud Barzani gibi kurt bir politikacının bunu bilmemesine olanak yok: ABD! Tekrar bize dönüp aynı soruyu bıkmadan soracağız: Türkiye'deki Kürt ayaklanmalarında neden hep "Halidiye ekolü" etkisi vardı! Nakşibendiliği Kürtler arasında yaygınlaştıran din adamının, Halid-i Bağdadi olduğunu artık biliyoruz. O halde: Araştırılması gerekiyor; Mevlânâ Bağdadi'nin halifeleri ve müritlerinin bir kısmı neden hep dinsel-milliyetçi hareketlerin içinde oldu? Sorumuzu birkaç örnek olayla açalım: Şeyh Said'in dedesi Şeyh Ali Septi, Halid-i Bağdadi'nin halifelerindendi. Şeyh Ali Septi'nin torunu Şeyh Said, Kürt Azadi Cemiyeti'nin başkanıydı. Adıyla bilinen ayaklanmanın lideriydi. "Emirülmücahidin Mehmed Said'in Nakşibendi El-Halidi" imzasını kullanması dikkat çekici. Halid-i Bağdadi'nin bir diğer halifesi Nehrili Seyid Taha'nın torunu Seyid Abdulkadir ise, Kürt Teali Cemiyeti'nin başkanıydı. Mustafa Kemal'in Nutuk'ta yazdığına göre, Koçgiri Isyaninın elebaşısıydı. Her iki torun da idam edildi. Bitmedi... Menemen ayaklanmasını organize ettiği için idam cezası alan Musul-Erbil doğumlu Şeyh Muhammed Esad Erbili'nin dedesi Şeyh Hidayetullah da, Halid-i Bağdadi'nin halifelerindendi. Kurtuluş Savaşında millicilere karşı ingilizler tarafından kullanılan Konyalı Zeynelabidin ve kardeşinin düzenlediği Delibaş Mehmed isyanı da Nakşibendi kökenliydi. Bugünden de bir örnek vermek gerekiyor: Halife Seyid Taha'nın icazet verdiği Taceddin Efendi, Musul'a bağlı Barzan köyünde yaşıyordu ve bugünkü KDP'nin başındaki Mesud Barzani'nin büyük dedesiydi. Nakşibendi Barzaniler'in hep ayaklandığını biliyoruz. Araştırılması gereken bir soru: Mesud Barzani Güneydoğu'da-ki hangi Nakşibendilerle yakın ilişki içindedir? AKP'nin son dönemdeki başta Diyarbakır olmak üzere yerel seçimi kazanma stratejisi neye dayanmaktadır? Konu gelmişken bir parantez : Beyaz Müslümanlar'ın Büyük Sırrı Efendi-2 kitabında Said-i Nursi'nin, 12 temmuz 1960'da Şanlıurfa Halilürrahman Camii'nde-ki mezarından, "mezarı siyasi sembol olmasın" diye askerler tarafından çıkarılıp Kıbrıs açıklarında denize atıldığım yazdım. Bu bilgi üzerine dinci gazeteler saldırıya geçti; yazmadıklarını bırakmadılar. Said-i Nursi'nin mezarını bulabilmek için seferber oldular. Bulamadılar. Bulamazlar; çünkü yazdım: Said-i Nursi denize atıldı! Ama parantez açma nedenim Said-i Nursi değildi. İdam edilen Şeyh Said'in de mezarı kayıp... 83 yıllık derin sır: Nakşibendi Şeyh Said'in mezarı nerede? Şeyh Said ve 46 arkadaşı, 28 haziran 1925'te geceyarısı Diyarbakır'da "İngiliz ipiyle" idam edildi. Cenazeler ailelere teslim edilmedi. Sadece, Eşref Cengiz'in (CHP-AP milletvekilliği yaptı) dedesi Şeyh Şemseddin'in naaşı ailesine verildi. Diğerleri bilinmeyen bir yere gömüldü. Bu yer hâlâ bilinmiyor... İddiaya göre, Diyarbakır'da şehri boydan boya kaplayan surların dört ana kapısından biri olan Dağkapı'daki devlete ait boş araziye gömülmüşlerdi. Cenazelerin bulunduğu bu arazinin bir bölümüne önce halkevi yapıldı. DP döneminde halkevi kapatıldı, sinema yapıldı. Yenişehir Sineması'nın iki bölümü vardı: yazlık-kışlık. Yazlık sinemanın arkasında makine dairesinin yanındaki bir tür çitlembik ağacı olan dağdağan vardı. Sinemaya gelenler Şeyh Said'in bu ağacın altında yattığını söylüyorlardı. Yeşil alan olarak gösterilen bu araziye bugünlerde Alman Hastanesi inşa ediliyor. İnşaatı yapan DYP Diyarbakır İl Başkanı, müteahhit Galip Ensarioğlu. Ensarioğlu, cenazelerin bu arazide olmadığını söylüyor. "Olsa hafriyat sırasında kemikler çıkardı" diyor. Onun iddiası, mezarlar kendi inşaattan ile Astsubay Orduevi arasındaki küçük ara bölgede.
            Hayat da en Hakiki Mürsit ilimdir ( Hz. Ali )

            Yorum


              #7
              Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

              Gelen bilgilere göre, Şeyh Said ve arkadaşlarının mezarları, Astsubay Orduevi duvannın tam dibinde. Ne ilginç: İki Said: Said-i Nursi (Kürdi) ve Şeyh Said. İkisi de Kürt, ikisi de din adamı, ikisinin binlerce müridi var ve ikisinin de mezarı yok. Eklemeliyim: Menemen'de idam edilen Nakşibendilerin de mezarı yoktur! Bu arada Said-i Nursi'nin (Kürdi), Şeyh Said Ayaklanması'na karşı olduğunun altını da çizelim (bkz. Tarihce-i Hayat). Hep soruyorum Fettullah Gülen ve çevresinin "Türk milliyetçisi" olmasının temelleri iyi araştırılmalıdır. Neyse... Türkiye gerçeğini bilmemiz için Şeyh Said'in akrabaları hakkında da size bilgiler verip bu konuyu kapatayım.. Nakşibendi Şeyh Said'in solcu torunları Şeyh Said'in torunları-akrabaları arasında Türk siyasi hayatının yakından tanıdığı, genellikle sağ partilerde bulunmuş politik isimler var: Abdülmelik Fırat (DP-DYP), Fuat Fırat (MSP-RP), Ali Rıza Septioğlu (AP-CHP-DYP), Mahmut Sönmez (ANAP), Aldulil-lah Fırat (RP), Muhammed Akar (AKP)... 1925 Ayaklanması karan, Şeyh Said'in kardeşi Şeyh Abduna-him'in Piran'daki evinde alındı. Şeyh Abdurrahim, ayaklanmadan sonra Suriye'ye kaçtı. 12 yıl sonra Türkiye'ye döndü. Bismil Salat köyünde güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada 11 arkadaşıyla birlikte öldü. Şeyh Abdurrahim Piran'ın varlıklı ailelerinden Hasan Ağa'nın kızı Medine'yle evliydi; üç oğlu vardı: Zülküf, Fevzi, Sahabettin. Zülküf Bilgin, 1950-1960 yılları arasında önce Demokrat Par-ti'den sonra Hürriyet Partisi'nden Diyarbakır Belediye başkanı oldu. Zülküf Bilgin'in iki oğlu oldu: Abdunahim ve Behram. Yılmaz Erdoğan'ın eşi Belcim, inşaat mühendisi Abdunahim Bilgin'in kızıdır... Behram Bilgin ise elektrik mühendisi oldu. Her iki kardeş de Ankara'da, Abdullah Öcalan'ın da içinde bulunduğu sosyalist hareketler içindeydi. Şeyh Abdmrahim'in ikinci oğlu öğretmen Fevzi Bilgin de sosyalistti, Diyarbakır TİP listesinden aday oldu. Fevzi Bilgin'in oğlu Samet, 12 Eylül döneminde TKP-ML davasından yargılandı, hüküm giydi. Samet Bilgin bir ara, Banş Partisi yönetimindeydi. Diyarbakır TİP İl Başkanı Tahsin Ekinci, Şeyh Said'in kardeşi Şeyh Tahir'in kızıyla evliydi.

              Şeyh Said'in "Mehdi" diye bilinen kardeşi Muhyettin Aygören, Elazığ'da TİP'i destekledi. Oğlu Hüsamettin ve torunu Behrun Aygören uzun yıllar Dicle Belediye başkanlığı yaptılar. Şeyh Said'in torunu Kasım Fırat, Murat Karayalçın'ın başında olduğu SHP'nin kurucusudur. Torunların Felat Özsoy DTP kurucusudur. Bedri Fırat ise DTP Erzurum İl başkanıdır.

              Soner YALCIN ( Siz Kimi Kandiriyorsunuz )
              Hayat da en Hakiki Mürsit ilimdir ( Hz. Ali )

              Yorum


                #8
                Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

                bu kitabi duydum ama alip okumak kismet olmadi, simdi bu yazilanlari görünce almaya karar verdim. yazi uzun ve ben ekranda uzun okuyamiyorum, özet olarak bu yazilmis olanlarin sizdeki cikarimini paylasmak mümkün olursa, belki katilim saglayabiliriz

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

                  Sevgili Kardesim;
                  Bence cok önemli bir kitap bu..
                  Tamamen arastirmaya ve belgelere dayali..
                  Türkiye nin bir cok bilinmiyen gercegine parmak basiyor.

                  Vaktim olursa insallah paylasimlara devam edecegim..
                  Degisik konularda paylasimlarim olacak..

                  Katilimlarinizla bizi sevindirirsiniz..
                  Hayat da en Hakiki Mürsit ilimdir ( Hz. Ali )

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

                    memnuniyetle ins.

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

                      size bir ufak bilgi vereyim ondan sonra devam edin.

                      şu hadisi kabul ediyor musunuz önce onu bilelim de boşa kürek sallamış olmayalım:

                      "rızkın 10 da 9u ticarettedir."
                      bunu soner yalçın bilmez.1
                      bilmediği ve hesaba katmadığı diğer şeyde Allah ın takdiri. olan olayların hepsini yeryüzünün hakimi kimi rivayetlerde 14 kimi rivayetlerde 9 yahudi aileye bağlar. bütün ülkelerde ihtilalleri, hatta lig şampiyonlarını onlar belirler. utanmasa yağmuru da onlar yağdırıyor diyecek ama daha o seviyeye gelmemiş.

                      öncelikle şu hadise bir bakın nakşibendilik üzerine daha sonra konuşalım. Şah-ı Nakşibend hz.

                      ve O (k.s.) nun sufilerini bir de benim gözümden dinleyin.
                      Bu şehr-i Stambul ki bi misl ü bahadır.
                      Bir sengine yek pare Acem mülkü fedadır. Nedim.

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

                        [quote author=ypa link=topic=4584.msg31420#msg31420 date=1243542521]

                        bilmediği ve hesaba katmadığı diğer şeyde Allah ın takdiri. olan olayların hepsini yeryüzünün hakimi kimi rivayetlerde 14 kimi rivayetlerde 9 yahudi aileye bağlar.
                        [/quote]

                        bu kısmı biraz daha açarmısınız tam anlamadım

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: Nakşibendi cumhuriyeti

                          [quote author=Ebul Fazl link=topic=4584.msg31559#msg31559 date=1243593693]
                          [quote author=ypa link=topic=4584.msg31420#msg31420 date=1243542521]

                          bilmediği ve hesaba katmadığı diğer şeyde Allah ın takdiri. olan olayların hepsini yeryüzünün hakimi kimi rivayetlerde 14 kimi rivayetlerde 9 yahudi aileye bağlar.
                          [/quote]

                          bu kısmı biraz daha açarmısınız tam anlamadım
                          [/quote]

                          açacağım. arkadaşlar üst kısma cevap yazsınlar. efendi 1 kitabında beyaz Türklerden bahseder Soner Yalçın.
                          Bu şehr-i Stambul ki bi misl ü bahadır.
                          Bir sengine yek pare Acem mülkü fedadır. Nedim.

                          Yorum

                          YUKARI ÇIK
                          Çalışıyor...
                          X