Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 159 )

    Bismillahirrahmânirrahîm

    Maide suresinin 12. ayetine kulak veriyoruz.

    وَلَقَدْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَآئِيلَ وَبَعَثْنَا مِنهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ اللّهُ إِنِّي مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلاَةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنتُم بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَّأُكَفِّرَنَّ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ فَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ

    Yani:
    ndolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.

    Bu ve bundan sonraki ayetler yüce Allah'ın peygamberler aracılığı ile geçmiş ümmetlerden aldığı sözlere değinerek şöyle buyurmakta:
    Allah İsrail oğullarının peygamberi olan Hz. Musa'nın dışında 12 kişiyi bu kavmin lideri yapmıştı ki böylece ilahi emirleri Hz. Musa'dan alıp kendi kavimlerine intikal ettirirdi.
    Bu sözlerden biri şöyle idi ki yüce Allah İsrail oğullarını düşmana karşı ancak bu kavim dini görevlerine sadık kalıp yerine getirdikleri takdirde koruyacaktı.
    Gerçekte ancak Allah'a ve resulüne iman eden ve aynı zamanda namaz ve zekât ve ihsan ve infak ehli olanlar ilahi destek ve yardımdan yararlanabilirler. Bu tür insanlar hem bu dünyada ilahi lütuftan yararlanır, hem de ahiret'te cennetin nimetlerinden faydalanır.
    Bazı rivayetlere göre İslam peygamberinin haleflerinin sayısı da İsrailoğullarının olduğu gibi 12 kişidir ki ilki Hz. Ali (sa) ve sonuncusu Hz. Mehdi (sa)'dır.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - İman tek başına yeterli değil, salih amel de şarttır. Nitekim peygamberlere iman etmek kâfi değil, onlara ve dinlerine yardımcı olmak da farzdır.

    2 - Allah'ın kullarına her türlü ihsan ve infak, Allah ile yapılan bir muameledir, o zaman muhtaç insanlarda onlara yardım ettiğimiz için hiç bir şekilde minnet duygusu yaratmamalı ve sadece ihtiyaçlarını iyi bir yaklaşımla karşılamalıyız.

    Şimdi,Maide suresinin 13. ayetini dinliyoruz.

    فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ لَعنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ وَلاَ تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلَىَ خَآئِنَةٍ مِّنْهُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنْهُمُ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

    Yani:
    Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.

    İlahi misakla ilgili geçen ayetin devamında bu ayet, Yahudi kavminin sözünü tutmamasından bahsederek şöyle buyurmakta: Onlar sözlerini bozdular ve bu yüzden ilahi rahmetten uzaklaştılar ve sonuçta gönülleri hakkı benimsemeye karşı taş kesildi. Çünkü sadece sözlerini bozmakla yetinmediler ve çirkin amellerini haklı göstermek için kutsal kitabı da tahrif ettiler ve hatta bir bölümünü kaldırarak unuttular.
    Ayetin sonunda şöyle okumaktayız: Sadece Hz. Musa dönemindeki Yahudiler değil, İslam peygamberi döneminde de Medine Yahudileri sürekli komplo kurma ve müminlere ihanet etme peşindeydi ve bu işlerinden el çekmedi.
    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Pak ve temiz kalpler ilahi kelamı benimseme kabıdır. Kirli gönüller hakkı kabul etmediği gibi, aynı zamanda hak sözü ve kelamı tahrif etmeye kalkışır.

    2 - Tarihi açıdan İsrailoğulları sözünü tutmayan hain bir kavimdi.

    3 - Başkalarına karşı en iyi ihsan, hoşgörü ve hatalarını affetmektir.

    Şimdi, Maide suresinin 14. ayetini dinliyoruz.

    وَمِنَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّا نَصَارَى أَخَذْنَا مِيثَاقَهُمْ فَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ فَأَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّهُ بِمَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ

    Yani:
    "Biz Hıristiyanlarız" diyenlerden de kesin sözlerini almıştık ama onlar da kendilerine zikredilen (verilen öğütlerin veya Kitab'ın) önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.

    Yahudilerin sözünü tutmadığını ifade eden geçen ayetin devamında bu ayet Hıristiyanların sözünü tutmamasından bahsederek şöyle buyurmakta: Kendilerini İsa Mesih'in mensupları olduklarını iddia edenlerden de Allah dinini destekleme konusunda söz aldık, lakin onlar da bu sözlerini tutmadılar ve İsrailoğullarının izlediği yolu izlediler ve kutsal kitabı tahrif ederek bazı bölümlerini sildiler. Sonuçta aralarında bir nevi kin ve düşmanlık yayıldı ve bu, kıyamet gününe kadar sürecektir.
    Hıristiyan inancında en büyük tahrif, Allah'ın üç olduğunu ileri süren ve tevhidin yerine geçen teslis inancıdır.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - İman iddiasında bulunanlar çoktur, ama gerçek mümin çok azdır.

    2 - Dini toplumlarda tüm ihtilafların ve tefrikanın kökü Allah'ı unutmaya uzanır. Toplumun vahdeti gerçek tevhide inanmaya bağlıdır.

    3 - Diğer dinlerin izleyenlerinin sözünü tutmamalarının getirdiği olumsuz sonuçlardan ders almalı ve dini görevimizi yerine getirmekte kararlı olmalıyız.

    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234271-nura-giden-yol--159

    Yorum


      Ynt: Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 160 )


      Bismillahirrahmânirrahîm
      Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun değerli dinleyiciler. Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz.

      Şimdi Maide suresinin 15. ayetine kulak veriyoruz.

      يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ قَدْ جَاءكُم مِّنَ اللّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ

      Yani:
      Ey ehl-i kitap ! Resûlümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzu) da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.

      Geçen ayetlerde Yahudi ve Hıristiyan bilginlerine neden kutsal kitapların ayetlerini tahrif ettiklerini veya gizlediklerini ve neden Allah'a verdikleri sözü unuttuklarını sorgulayan durumu irdeledik.

      Bu ayet ise onlara hitaben şöyle buyurmakta: Kitap ehli olan ve ilahi ayetleri tanıyan sizler, gelin İslam peygamberine iman edin, çünkü onun varlığı nur gibi ve kitabı hakikatleri aydınlatıcıdır. Bu hakikatler sizlerin önceki semavi kitaplarda gizlediğiniz ve beyan etmek istemediğiniz hakikatlerdir.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - İslam dini ebedi ve evrensel bir dindir ve geçmiş semavi dinlerin tüm izleyenlerini ebedi kitabı Kuran-ı Kerim'e davet etmektedir.

      2 - İlahi tealim nurdur ve dünya bu nur olmaksızın karanlıktır.

      Şimdi,Maide suresinin 16. ayetini dinliyoruz.

      يَهْدِي بِهِ اللّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلاَمِ وَيُخْرِجُهُم مِّنِ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ

      Yani:
      Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir.

      Kuran-ı Kerim'i nur ve hidayet kitabı olarak tanıtan geçen ayetin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Kuşkusuz hidayete ermenin da şartları vardır ki en önemlisi hak taleplik ve hak peşinde olmaktır. Kuran-ı Kerim'in hidayetini ancak dünya malı ve mevkii ve nefsani heveslerin yerine getirilmesini istemeyenler ve sadece hak ve hakkın rızasının peşinde olanlar kabul eder. Eğer bu şart gerçekleşirse, o zaman yüce Allah böyle bir kimseyi günahların karanlığından ve sapkınlıktan kurtarır ve iman ve salih amelin nurani ortamına hidayet eder.

      Doğal olarak bu hidayet insan fikrini ve ruhunu sağlığa kavuştururken ailesini ve namusunu da her türlü afetten ve tehlikeden korur ve kıyamet gününde de mükâfatı cennettir.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Selamet ve güvenliğe kavuşmanın yolu, Allah'ın yolunu izlemektir ve bu yolun aracısı da Kuran-ı Kerim'dir.

      2 - İnsanlar ancak semavi dinlerin sayesinde barış ve sefa ve samimiyete kavuşur.

      3 -İnsanları Allah katına yakınlaştıran yollar farklıdır. Salih amel herkes için ve her çağda farklıdır. Lakin eğer amaç Allah rızası olursa hepsi bir yolda birleşir ve o da doğru yoldur.

      Şimdi,Maide suresinin 17. ayetini dinliyoruz.

      لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَآلُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ قُلْ فَمَن يَمْلِكُ مِنَ اللّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ أَن يُهْلِكَ الْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ وَمَن فِي الأَرْضِ جَمِيعًا وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

      Yani:
      "Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesîh'dir" diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: Öyleyse Allah, Meryem oğlu Mesîh'i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini imha etmek isterse Allah'a kim bir şey yapabilecektir (O'na kim bir şeyle engel olabilecektir)!

      Göklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. O dilediğini yaratır ve Allah her şeye tam manasıyle kadirdir.

      Tüm kitap ehli olanları İslam'a davet eden geçen ayetin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Neden Hıristiyanlar Hz. Mesih'i tanrı sayıyor ve onu alemin işlerinde Allah'ın ortağı olarak görüyor? Acaba İsa Mesih, Meryem adında bir anadan doğmadı mı? O zaman nasıl Allah'ın evladı olabilir? Acaba Meryem'in de diğer insanlar gibi doğan bir insan değil midir? O zaman nasıl onu da tanrılardan biri sayarsınız? Acaba Allah isterse hem İsa'yı hem Meryem'i helak edemez mi? Bu nasıl bir Rabdir ki helak olabiliyor?

      Gerçekte bu tür bir inanç eğer dikkatlice incelenecek olursa Allah'a yönelik bir nevi küfürdür. Çünkü bir beşeri Allah düzeyinde yüceltmek gerçekte Allah'ın makamını bir beşerin düzeyine indirgemektir.

      Ayet şöyle devam etmekte: Allah olmanın gereği mutlak ilim ve güç ve iktidardır ki Hz. İsa ve annesi bunlardan yoksundu ve sadece yegâne Allah'tır ki tüm her şeyin maliki ve mutlak güçtür ve Rablik ancak O'na yakışır.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - İslam dininin programlarından biri de geçmiş semavi dinlerde her türlü hurafe ve sapkınlıkla mücadele etmek ve onları bu tür bidat ve tahriflerden arındırmaktır.

      2 - İlahi peygamberler her ne kadar büyük olursa olsun, sonuçta insandır ve insanlığın dışına çıkmamıştır. Peygamberler hakkında abartma yapmak, tevhid ruhu ile bağdaşmaz.

      3 - Eğer İsa Mesih tanrı olsaydı, o zaman muhalifler nasıl onu çarmıha gerdi ve öldürdü. Tanrı kendi mahlûku tarafından öldürülebilir mi?

      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234272-nura-giden-yol--160

      Yorum


        Ynt: Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 161 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Maide suresinin 18. ayeti.

        وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى نَحْنُ أَبْنَاء اللّهِ وَأَحِبَّاؤُهُ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُم بِذُنُوبِكُم بَلْ أَنتُم بَشَرٌ مِّمَّنْ خَلَقَ يَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ

        Yani:

        Yahudiler ve Hıristiyanlar "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O'nun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah'a aittir. Sonunda dönüş de ancak O'nadır.

        Geçen ayetlerde Hıristiyanların Hz. İsa için insanüstü bir konum tanıdığı ve o hazreti Allah düzeyinde saydıklarını anlattık. Bu ayet ise şöyle buyurmakta: Onlar sadece kendi peygamberlerini başka peygamberlerden üstün görmekle yetinmeyip, hatta kendilerini de diğer dinlerin izleyenlerinden üstün görüyor ve kendilerini Allah'ın evlatları ve dostu zannederek ilahi azab ve cezadan muaf tutulduklarını ileri sürüyor.

        İşin ilginç tarafı, Yahudilerin de böyle bir yanlış düşünceye sahip olmaları ve sadece kendilerinin kurtuluş ve saadete ereceklerini düşünmeleridir. Kuran-ı Kerim bu tür aşırı taleplere karşı şöyle buyurmakta: Hz. İsa da diğerleri gibi bir insandı ve onu izleyen sizler de başkaları gibisiniz ve hiç kimsenin başkasına üstünlüğü yoktur ve üstünlük ancak takva ve salih amele göredir ve kıyamet gününde de ancak salih amel ve iman sizi kurtarabilir.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Irkçılık, hatta din ve iman adı altında olsa bile caiz değildir.

        2 - Dini kibir, semavi dinlerin izleyenlerini tehdit eden tehlikelerden biridir. Dindarlık konusunda kendimizi başkalarından üstün sanarak yersiz gurura kapılmamaya dikkat edelim.

        3 - Cennet ve cehennemin paylaşımı bizim elimizde değil ki kendimizi cennetlik ve başkalarını cehennemlik sayalım. Bunu belirleyen hikmet ve maslahat sahibi Allah'tır.

        Şimdi,Maide suresinin 19. ayetini dinliyoruz.

        يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلَى فَتْرَةٍ مِّنَ الرُّسُلِ أَن تَقُولُواْ مَا جَاءنَا مِن بَشِيرٍ وَلاَ نَذِيرٍ فَقَدْ جَاءكُم بَشِيرٌ وَنَذِيرٌ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

        Yani:
        Ey ehl-i kitap! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada size elçimiz geldi. Gerçekleri size açıklıyor ki (kıyamette): "Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi" demeyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkiyle kadirdir.

        Tarihi belgelere göre İslam Peygamberi miladi 570 yılında doğdu ve 610 yılında peygamberliğe seçildi, yani Hz. İsa ile Hz. Muhammed'in bi'seti arasında yaklaşık 600 yıl ara vardı. Bu dönemde hiç bir peygamber gönderilmedi, lakin yeryüzü hüccetten yoksun değildi ve sürekli din tebliğcileri Allah'ın dinini halka beyan ediyordu. Bu ayet kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlara hitaben şöyle buyurmakta: Allah, İslam peygamberini sizlere gönderdi ve bundan önceki peygamberlerin geçmişini bilen sizlerin ona daha çabuk iman etmesi ve onun dinini benimsemesi gerekiyordu.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Peygamberlerin bi'seti, insanlara bilmiyordum veya anlamıyordum gibi mazeretlerin kapısını kapatmak içindir.

        2 - Peygamberlerin risaleti, iyiliklere ve iyiliklerin mükâfatına müjde vermek ve kötülükler ve kötülüklerin cezaları hakkında uyarıda bulunmaktır.

        Şimdi,Maide suresinin 20. ayetini dinliyoruz.

        وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ اذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ جَعَلَ فِيكُمْ أَنبِيَاء وَجَعَلَكُم مُّلُوكًا وَآتَاكُم مَّا لَمْ يُؤْتِ أَحَدًا مِّن الْعَالَمِينَ

        Yani:

        Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah'ın size (lütfettiği) nimetini hatırlayın; zira O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Alemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.


        Bu ayetten sonra yüce Allah Hz. Musa'nın İsrailoğulları ile diyaloglarını beyan ediyor ki başında Allah'ın bu kavme sunduğu özel nimetlerini anarak başlıyor. Bu nimetlerden biri Hz. Yusuf ve Hz. Süleyman gibi peygamberlerin bu kavmin arasından bi'seti ve iktidar olması ve İsrail oğullarına izzet ve şevket kazandırmasıdır. Lakin onlar bu nimetlere nankörlük ederek sonunda Firavun'un sultası altına girdiler ve hepsi onun için köle olarak çalışmak zorunda kaldılar.

        Hz. Musa geçmişteki parlak günleri hatırlatarak kavmini daha fazla çaba harcamaya ve böylece eksi gücüne kavuşmaya ve tembellikten kurtulmaya davet ediyor.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Nübüvvet, iktidar ve özgürlük, kıymeti bilinmesi gereken en büyük ilahi nimetlerdir.

        2 - Tarihten ibret almak gerekir. İsrailoğulları yüce Allah'ın onca nimetine rağmen ve hem de iktidar olduktan sonra zillete ve esarete düştüler.

        Şimdi,Maide suresinin 21 ve 22. ayetlerini dinliyoruz.

        يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الأَرْضَ المُقَدَّسَةَ الَّتِي كَتَبَ اللّهُ لَكُمْ وَلاَ تَرْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِكُمْ فَتَنقَلِبُوا خَاسِرِينَ (*) قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّ فِيهَا قَوْمًا جَبَّارِينَ وَإِنَّا لَن نَّدْخُلَهَا حَتَّىَ يَخْرُجُواْ مِنْهَا فَإِن يَخْرُجُواْ مِنْهَا فَإِنَّا دَاخِلُونَ

        Yani:
        Ey kavmim ! Allah'ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.

        Onlar şu cevabı verdiler: Yâ Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.

        Hz. Musa, israiloğullarından cihat ve çaba ile Şam ve Beyt'ul Mukaddes yörelerine girmelerini ve oradaki zorba hükümdarlara karşı direnmelerini istedi, lakin yıllarca Firavun'un sultası altında yaşayan İsrailoğulları öylesine korkak olmuştu ki biz bunu yapacak halimiz yok, eğer onlar kendileri kutsal topraklardan çekilir ve bize teslim ederse o zaman oraya gireriz şeklinde karşılık verdiler.

        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - İlahi dinlerin mensupları kutsal mekanları zalimlerin elinden kurtarması gerekir.

        2 - Düşmanla mücadelede yenilgi etkeni, kendimizi hor ve zayıf görmektir ve peygamberler bu hisle mücadele etmiştir.

        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234273-nura-giden-yol--161

        Yorum


          Ynt: Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 162 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          Maide suresinin 23. ayeti.

          قَالَ رَجُلاَنِ مِنَ الَّذِينَ يَخَافُونَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُواْ عَلَيْهِمُ الْبَابَ فَإِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَإِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّهِ فَتَوَكَّلُواْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

          Yani:
          Korkanların içinden Allah'ın kendilerine lütufda bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler iseniz ancak Allah'a güvenin.

          Geçen bölümde Hz. Musa'nın İsrailoğullarından zalimlerle mücadele etmelerini ve kentlerini kurtarmalarını istediğini, fakat İsrailoğullarının cihat ve mücadeleye yanaşmadığını ve kente ancak zalimlerin kendileri çıkarsa gireceklerini söylediğini anlattık.

          Bu ayet şöyle devam etmekte: Yahudi kavminden iki kişi halka şöyle dedi: Neden düşmandan korkuyorsunuz. Allah'tan korkun ve O'na tevekkül edin. Bu kapıdan kente girin ve birden düşmanın başına yıkılın ve emin olun ki zafer sizin olacaktır, tabi imanınızda sadık olur ve Allah'tan gafil olmazsanız.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Allah'tan korkan, başkalarından korkmaz. Allah'a iman, güç, izzet ve azamet kaynağıdır.

          2 - Eğer biz harekete geçersek, ilahi zafer nazil olur. Hareketsiz yardım beklemek yersizdir.

          3 - Çaba olmaksızın Allah'a tevekkül etmek anlamsızdır. Hem cesaret gereklidir, hem de takva ve tevekkül.

          Şimdi,Maide suresinin 24. ayetini dinliyoruz.

          قَالُواْ يَا مُوسَى إِنَّا لَن نَّدْخُلَهَا أَبَدًا مَّا دَامُواْ فِيهَا فَاذْهَبْ أَنتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلا إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ

          Yani:

          "Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız" dediler.

          Hz. Musa'nın davet ve Yahudi kavminin büyüklerinin tahrik ve teşviklerine karşın İsrail oğulları yine mücadeleye yanaşmadı ve büyük bir küstahlık sergileyerek Hz. Musa'ya şu karşılığı verdi: Neden biz savaşa gidelim. Sen git ki Rabbin seninle ve kesinlikle kazanırsın. Kenti ele geçirdiğinde biz de gelir kente gireriz.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - İsrailoğulları, edepsizlik, refah taleplik, tembellik ve aşağılığın sembolüydü. Onlar gibi olmamaya özen göstermeliyiz.

          2 - Toplumun salih ve ilahi liderlerine karşın insanların yükümlülükleri kaldırılmaz. Hiç kimse başkası var diye yükümlülüğünden kurtulamaz.

          Şimdi,Maide suresinin 25. ayetini dinliyoruz.

          قَالَ رَبِّ إِنِّي لا أَمْلِكُ إِلاَّ نَفْسِي وَأَخِي فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ

          Yani:
          Musa: "Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır" dedi.

          Tarih ne tuhaf olaylara sahne oluyor. Bir zamanlar Hz. Musa'nın kıyamı ile Firavun'un pençesinden kurtulan ve bağımsız bir kimlik kazanan İsrailoğulları bugün kendi kentine girmek için bir tek adım bile atmak istemiyor ve Allah resulünün her şeyi hazırlayarak onları kente davet etmesini bekliyor.

          İşte burada Hz. Musa, İsrailoğullarını lanetledi ve Allah'tan fasıkları ve kötüleri cezalandırmasını istedi, çünkü artık onların ıslah olmasından umudunu kesmişti ve bu azabdan kurtulmak için onlarla kendilerinin arasını ayırmasını istedi.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Peygamberler görevlerini yerine getirmekte kusur işlemez, esas insanlar saadete ermek için çaba ve cihat yapmaya yanaşmamıştır.

          2 - Peygamberlerin görevi Allah'ın hükümlerini tebliğ etmektir, halkı uygulamaya zorlamak değil.

          Şimdi,Maide suresinin 26. ayetini dinliyoruz.

          قَالَ فَإِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ أَرْبَعِينَ سَنَةً يَتِيهُونَ فِي الأَرْضِ فَلاَ تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ

          Yani:
          Allah, "Öyleyse orası (arz-ı mukaddes) onlara kırk yıl yasaklanmıştır; (bu müddet içinde) yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen, yoldan çıkmış toplum için üzülme" dedi.

          Yüce Allah itaatsizleri ve mazeret üretmeleri yüzünden İsrailoğullarını 40 yıl boyunca Sina çölünde avare etti ve onları kutsal toprakların nimetlerinden mahrum bıraktı. Bu ilahi azabın macerası, Tevrat'ta da geçiyor. Tarihi rivayetlere göre İsrailoğulları Sina çölünde 40 yıl avare olduktan sonra yine de kente girmek için saldırmak zorunda kaldılar ve ilk tembelliğin sonucu 40 yıl avare olmaktan başka bir şey olmadı.
          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Düşmana karşı zafiyet göstermek ve savaş ve cihattan kaçmanın sonucu, bereketlerden mahrum kalıp avare olmaktır.

          2 - Cihat cephesinden kaçanlar, toplumun her türlü imkânlarından da mahrum bırakılmalıdır.

          3 - Evliyalar hatta kötülerin cezalandırılmasına bile tahammül edemez ve onlara yürek yakar, lakin suçluyu cezalandırmak, toplumun sağlığını korumak için gereklidir.

          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234274-nura-giden-yol--162

          Yorum


            Ynt: Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 163 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            Maide suresinin 27. ayeti.

            وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ

            Yani:
            Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), "Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de "Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder" dedi.

            İslami rivayetlerde ve yeni Tevrat'ta belirtildiği üzere Hz. Adem'in Habil ve Kabil adında iki erkek evladı vardı. Habil besiciydi ve kabil çiftçi.

            Habil kurban kesmek üzere en iyi koyununu getirirken Kabil Allah katına yakınlaşmak için ziraatının en kötü ürününü infak etti. Bu yüzden Habil'in kurbanı kabul edilirken Kabil'in adağı kabul görmedi. Bu durum vahiy yolu ile Hz. Adem'e veya bir başka yoldan onlara bildirildi.

            Kıskanç ve gönlü kara biri olan Kabil, kendini düzeltmek ve geçmişini telafi etmek yerine kardeşini reddetmeye ve kıskanmaya başladı ve işi öylesine ilerletti ki onu öldürmeye karar verdi. Ancak pak ve gönlü aydın olan Habil kardeşine şöyle karşılık verdi: Bizim amellerimizin

            Allah tarafından kabul edilip edilmemesi sebepsiz ve hesapsız değildir ve sen boş yere beni kıskanıyorsun. Allah ancak ihlâs ve pak niyetle yapılan amelleri kabul eder. Allah ancak sağlıklı yapılan amelleri kabul eder, yoksa o amelin hiç bir değeri yoktur.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Geçmişlerin tarihi, geleceklerin yolunu aydınlatan en iyi ışıktır. Önemli tarihi olaylar sürekli anlatılmalı ki yeni kuşaklara ibret olsun.

            2 - Sadece iyi amel yeterli değil, o amelin arkasında iyi niyet de olmalıdır.

            3 - Kıskançlık, kardeş kardeşi öldürme aşamasına kadar ilerleyebilir. Nitekim Hz. Yusuf macerasında da kardeşler şeytana uydular.

            Şimdi,Maide suresinin 28 ve 29. ayetlerini dinliyoruz.

            لَئِن بَسَطتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَاْ بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لَأَقْتُلَكَ إِنِّي أَخَافُ اللّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ (*) إِنِّي أُرِيدُ أَن تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ وَذَلِكَ جَزَاء الظَّالِمِينَ

            Yani:
            "Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."

            "Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur."

            Kabil gibi kıskanç ve cani bir kardeşe karşı Habil her hangi bir eylemde bulunmak yerine şöyle diyor: Gerçi beni öldürmek istediğini biliyorum, lakin senden önce davranıp bir şey yapmayacağım, çünkü ben kıyamet gününde ilahi adalet mahkemesinden korkarım ve cinayetten önce kısas yapmanın caiz olmadığını bilirim. Kuşkusuz zalimlere karşı kendini savunmak farzdır, lakin biri günah işleyecek diye önceden onu cezalandıramayız. Çünkü belki o günah işlenmeyebilir. Tabi suçu önlemek için suç aletlerini ortadan kaldırmak mümkün.

            Her halükarda Habil şöyle der: Ben bu işte senden önce davranmam, ama eğer sen böyle yapar ve beni öldürürsen bil ki cehennem ehli olacaksın ve ben kıyamet gününde hakkımı alacağım. Ancak senin defterinde benim hesabıma yazdıracağın hiç bir salih amel olmadığından o zaman benim günahlarımın yükünü de üstlenerek kat kat cezalandırılacaksın.

            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.


            1 - Kıskanç ve inatçı insanlarla konuşurken sakin konuşmalı ve onların kin duygusunu alevlendirmekten kaçınmalıyız.

            2 - Önemli olan şey, Allah korkusundan günah işlememektir, zayıf ve güçsüz olduğumuz için değil, Habil Allah'tan korktuğu için kardeşini öldürmeyeceğini söyledi.

            3 - Allah korkusu insanları günahtan sakındıran en önemli etkendir.

            Şimdi,Maide suresinin 30 ve 31. ayetlerini dinliyoruz.

            فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ (*) فَبَعَثَ اللّهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِي الأَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارِي سَوْءةَ أَخِيهِ قَالَ يَا وَيْلَتَا أَعَجَزْتُ أَنْ أَكُونَ مِثْلَ هَـذَا الْغُرَابِ فَأُوَارِيَ سَوْءةَ أَخِي فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ

            Yani:
            Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: bu yüzden de kaybedenlerden oldu.

            Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Katil kardeş) "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim" dedi ve ettiğine yananlardan oldu.


            Habil'in nasihatlerine karşın sonunda Kabil nefsine mağlup düştü ve elini masum kardeşinin kanına buladı, fakat çok çabuk bu yaptığından pişman oldu, ama artık pişmanlığın faydası yoktu ve kardeşi geri gelmeyecekti. Bu yüzden Kabil kardeşinin cesedi ile ne yapacağını bilmeden şaşkınlık içinde kaldı. Ancak yüce Allah bir kargayı gönderdi ve karga yeri kazmakla Kabil'e kardeşinin cesedini defnetmesi gerektiğini öğretti.

            Böylece yer yüzünde ilk cinayet işlendi ve Ademoğulları arasında kin ve kıskançlık tohumu serpilmiş oldu, öyle ki bu duygular günümüzde de bir çok kişinin canını alıyor ve toplumda sorunlara neden oluyor.

            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Hak ve batılın savaşı, insanoğlunun yeryüzündeki ömrü kadar eskidir ve insanın ilk ölümü şehadetle başlamıştır.

            2 - Bazen hayvanlar ilahi memurlardır ve bazı konularda insanlara ders verir ve insanlar bazı bilgilerini onlara borçludur.

            3 - Yüce Allah'ın isteği üzerine ölüler defnedilmelidir, mumya yapmak veya yakmak caiz değildir.

            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234275-nura-giden-yol--163

            Yorum


              Ynt: Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 164 )


              Bismillahirrahmânirrahîm

              Maide suresinin 32. ayeti.

              مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا وَلَقَدْ جَاء تْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ

              Yani:

              İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları'na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur

              Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler.


              Geçen bölümde Hz. Adem'in oğullarının macerasını anlattık ve dedik ki Kabil, kıskançlık yüzünden kardeşi Habil'i öldürdü ve bir karganın yardımı ile onu toprağa verdi ve yaptığından büyük pişmanlık duydu. Yüce Allah bu ayette şöyle buyurmakta:

              Bu olayın ardından biz bir insanı öldürmenin tüm insanları öldürmeye bedel olduğunu kararlaştırdık, nitekim bir insanı kurtarmak tüm insanları helak olmaktan kurtarmak gibidir.

              Kuran-ı Kerim bu ayette önemli bir sosyal konuya temas ederken şöyle buyurmakta: İnsani toplum tek bir vücuttur ve toplumun bireyleri bu vücudun parçalarıdır. Bir üyeye gelen zarar, diğer üyeleri de etkiler. Öte yandan elini günahsız birinin kanına bulayan bir kimse, diğer masum insanları da öldürmeye yatkın olur. O bir katildir ve artık onun için günahsız insanların hiç bir farkı yoktur.

              Yaratılış düzenine göre Habil'in öldürülmesi beşeri toplumun büyük bir soyunun yok olmasına sebeptir.

              Öte yandan Kuran-ı Kerim insanların canının korunmasına verdiği onca öneme karşın iki durumda insanları öldürmenin caiz olduğunu belirmiştir. Bunlardan biri katil insandır ki kısas edilmesi gerekir ve diğeri, fesat ve kötülük işleyen kimsedir ki gerçi kimseyi öldürmemiştir lakin toplumun düzenini bozmaktadır ve bu yüzden bu tür insanların yeryüzünden silinmesi gerekir.

              İslami rivayetlerde insanların öldürülmesi veya diriltilmesine onların karanlığa sapmaları veya hidayete ermeleri örnek verilmektedir. Kim birini saptırırsa sanki bir toplumu saptırmıştır ve kim birini hidayete erdirirse bir toplumu hidayete erdirmiş olur.

              Ayetin sonunda İsrail oğullarının yasaları çiğnemelerine değinerek şöyle devam ediyor: Gerçi onlara bir çok peygamber gönderdik ve hak sözünü onlara ilettik, lakin onlardan bazıları ilahi sınırları aştılar.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - İnsanların kaderi tarih boyunca bir birine bağlı olmuştur. Beşeriyet tarihi bir birine bağlı bir zincirin halkaları gibidir ki bir halkanın kırılması bu bütünlüğü bozar ve birçoklarının helak olmasına sebep olur.

              2 - Bir işin değeri, niyetine ve amacına bağlıdır. Bir insanı haksız yere öldürmek, toplumu öldürmek gibidir, lakin bir katili kısas için öldürmek, topluma yeni bir hayat kazandırmaktır.

              3 - Görevleri hekimler ve hemşireler gibi insanların hayatını kurtarmak olan insanlar bu işlerinin değerini bilmeli, çünkü bir hastayı kurtarmak bir toplumu helak olmaktan kurtarmak gibidir.

              Şimdi,Maide suresinin 33 ve 34. ayetlerini dinliyoruz.

              إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا أَن يُقَتَّلُواْ أَوْ يُصَلَّبُواْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ (*) إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ مِن قَبْلِ أَن تَقْدِرُواْ عَلَيْهِمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

              Yani:
              Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvalığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.

              Ancak, siz kendilerini yenip ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna; biliniz ki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.


              Bu ayetler şöyle buyurmakta: Eğer birileri bu hürmeti korumazsa, kendi canına da saygı göstermemek gerekir ve en ağır şekilde cezalandırılmalı ki başkalarına ibret olsun. Bu ayetler 4 çeşit cezayı anlatıyor: Öldürmek, asmak, el ayağı kesmek ve sürgün etmek.

              Kuşkusuz bu cezalar eşit düzeyde değil ve hâkim suça orantılı olarak birini seçer ve uygular.

              Yüce Allah bu ayetlerde insanları ölümle tehdit etmenin Allah'a ve resulüne karşı savaşla bir tutuyor ve suçlu insanları Allah ve resulüne karşı geldikleri konusunda uyarıyor.

              Ayetin sonunda şöyle buyurmakta: Tabi bunlar dünyevi cezalardır ve uhrevi cezaları ortadan kaldırmaz ve onları büyük bir azab beklemektedir, tabi tevbe ederse durum değişir ve yüce Allah kendi hakkından geçer, ancak halkın hakkını eda etmek gerekir ve Allah kul hakkını bağışlamaz, tabi mazlum kimse bizzat bağışlayabilir.

              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Toplumu ıslah etmek için hem irşad ve vaaz etmek hem mahkeme ve kesin tavır gereklidir.

              2 - Toplumun huzurunu kaçıranlar bir nevi toplumda bulunmaktan uzaklaştırılmalıdır.

              3 - İslam'ın ceza kanunu uygulamak için İslami hükümet kurmak gerekir.

              Şimdi, Maide suresinin 35. ayetini dinliyoruz.

              يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

              Yani:

              Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.


              Cinayet, tehdit asayişi bozmak gibi bazı günahların ağır cezasını ifade eden geçen ayetin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Kargaşa dolu bu dünyada kurtuluş için iyi şey gereklidir. Bunlardan biri takva ve nefsini kontrol etmek ki günah işlemeyi önler ve bunun yanında

              Allah'ın insanlara sunduğu Kuran-ı Kerim ve peygamberin ve ehli beyt ve evliyaların siyeri gibi araçlardan yardım almaktır. Tüm bunlar yüce Allah katına yakınlaşmaya sebep olur, nitekim takva da günahtan uzaklaştırır.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Kurtuluşa ermek için her türlü kötülükten uzaklaşırken paklık ve iyiliklere yaklaşmak gerekir.

              2 - Takva ve tevekkül, saadet sebebidir. Eğer diğer şartlar da hazır olursa bunlar insanları maksada ulaştırır.

              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234276-nura-giden-yol--164

              Yorum


                Ynt: Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 165 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                Maide suresinin 36 ve 37. ayetleri.

                إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ أَنَّ لَهُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُواْ بِهِ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (*) يُرِيدُونَ أَن يَخْرُجُواْ مِنَ النَّارِ وَمَا هُم بِخَارِجِينَ مِنْهَا وَلَهُمْ عَذَابٌ مُّقِيمٌ

                Yani:

                Şüphe yok ki kâfir olanlar, yeryüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler onlardan asla kabul edilmez; onlar için acı bir azap vardır.

                Ateşten çıkmak isterler, fakat onlar oradan çıkacak değillerdir. Onlar için devamlı bir azap vardır.


                Müminleri iyilik ve takva ve cihada davet eden geçen ayetlerin devamında bu ayetler şöyle buyurmakta: Ey müminler, kâfirlerin malı ve serveti gözünüzde büyük gözükmesin ve sizleri umutsuzluğa sürüklemesin, çünkü tüm bu cilveler ve haşmet, fani dünya ile ilgilidir ve kıyamet gününde güç ve servet işe yaramaz. Sadece yeryüzündeki tüm servetler değil hatta bunun iki katı bile insanları cehennem ateşinden kurtarmaya yetmez.

                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - İlahi adalet mahkemesinde cehennemden kurtuluş için hiç bir fidye kabul edilmez.

                2 - İnsanların saadet etkeni iç etkenlidir, dış etkenli değil. İman ve amel saadet sebebidir, mal ve servet değil.

                3 - Dünyada küfür üzerinde ısrar edenler kıyamette azabını da çekmelidir.

                Şimdi,Maide suresinin 38. ayetini dinliyoruz.

                وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُواْ أَيْدِيَهُمَا جَزَاء بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

                Yani:
                Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.

                Bu ayet özel şartlar altında hırsızlığın hükmünü açıklıyor. Bu durumda hırsız gizlice halkın malını çalıyor ve genellikle bu işi eli ile yaptığından, halkın malına ihanet eden el değersiz olmaktadır. Bu yüzden yüce Allah bu ayette şöyle buyurmakta: Kim hırsızlık ederse, ister kadın ister erkek, elini kesin ki bu onun kendi amelinin cezasıdır, Allah'ın zulmü değil. Hekim olan Allah toplumun güvenliği için böylesine ağır bir ceza belirlemiştir.

                Kuşkusuz her hırsızın eli kesilmez ve çalınan malın değeri en az bir gram altın değerinde olmalı ve hırsız bu malı zorda kaldığı için çalmamış olmalı ve yine fıkhi hükümlerde eli kesmekten maksadın sadece dört parmağın kesilmesi olduğu ve elin bilekten kesilmesi olmadığı ifade edilir.

                Tabi bazı aydınlar bu hükmü şiddet dolu ve insanlık dışı bir hüküm olarak yorumlamakta, ama gerçekte bu hüküm toplumun güvenliğini korumak için tamamen insani bir hükümdür ve deneyimler bu hükmü yerine getiren toplumlarda hırsızlık oranının büyük ölçüde azaldığını göstermektedir.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - İslam'ın ceza kanunlarında suçlunun cezalandırılmasının yanı sıra başkalarının da ibret alması gerekir ve bu yüzden verilen cezalar genellikle kamu alanlarında ve halkın görebileceği yerlerde uygulanır.

                2 - İslam'da mülkiyet hakkı ve sosyal güvenliğe çok önem verilir ve kim bu iki hakkı çiğnerse en sert biçimde cezalandırılır.

                3 - İslam birey dini değil, toplumun da dinidir ve toplumu ıslah etmek için bir takım programları vardır.

                Şimdi,Maide suresinin 39 ve 40. ayetlerini dinliyoruz.

                فَمَن تَابَ مِن بَعْدِ ظُلْمِهِ وَأَصْلَحَ فَإِنَّ اللّهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ (*) أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

                Yani:
                Kim (bu) haksız davranışından sonra tevbe eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

                Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.


                Geçen ayette hırsızlığın cezası anlatıldı. Lakin ilahi rahmet kapıları her zaman açıktır ve Allah'ın rahmeti gazabından önce gelir. Bu yüzden bu ayetler şöyle buyurmaktadır: Eğer biri işlediği suçtan pişman olur ve tevbe eder ve geçmişini telafi ederse Allah da onu affeder.

                Kuşkusuz gerçek tevbe mahkemede suçu ispatlanmadan önce gerçekleşen tevbedir, yoksa kendini ağır bir ceza ile karşı karşıya gören suçlunun tevbe ettiğini iddia etmesi asla kabul edilemez. Eğer biri hırsızlık yapmış ve bu işten pişman olup tevbe ederek malı iade etmişse tevbesi kabul edilir ve yüce Allah onu bağışlar.

                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Tevbe sadece iç pişmanlık değil, geçmişi telafi etmekle birlikte olmalıdır.

                2 - Eğer insan tevbe eder ve hatadan geri dönerse Allah da onu affeder.

                3 - Ceza ve bağışlamak, her ikisi Allah'ın elindedir ve Allah'ın kulları hakkında eli kolu bağlı değildir. Lakin Allah adalete göre suçluyu

                cezalandırır ve tevbekar insanın tevbesini kabul eder.

                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234277-nura-giden-yol--165

                Yorum


                  Ynt: Nura Giden Yol

                  paylaşım için Allah razı olsun

                  Yorum


                    Ynt: Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 166 )

                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    Şimdi Maide suresinin 41 ve 42. ayetleri.

                    يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ لاَ يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذِينَ قَالُواْ آمَنَّا بِأَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِن قُلُوبُهُمْ وَمِنَ الَّذِينَ هِادُواْ سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ آخَرِينَ لَمْ يَأْتُوكَ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِن بَعْدِ مَوَاضِعِهِ يَقُولُونَ إِنْ أُوتِيتُمْ هَـذَا فَخُذُوهُ وَإِن لَّمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواْ وَمَن يُرِدِ اللّهُ فِتْنَتَهُ فَلَن تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّهِ شَيْئًا أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللّهُ أَن يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ (*) سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ فَإِن جَآؤُوكَ فَاحْكُم بَيْنَهُم أَوْ أَعْرِضْ عَنْهُمْ وَإِن تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَن يَضُرُّوكَ شَيْئًا وَإِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُم بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ

                    Yani:
                    Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyle "inandık" diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa (fitneye) düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.

                    Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever.


                    Tarihi rivayetlere göre bu ayetler Medine Yahudileri ile ilgili olarak nazil olmuştur. Olay şöyle gelişiyor: Yahudi büyüklerinden biri zina suçu işler ve Yahudi inancına göre bu suçu işleyen kimsenin cezası taşlanmak olduğu için Yahudiler bu hükümden kaçmak için şöyle derler:

                    Birilerini İslam peygamberinin yanına gönderelim ve bu suçun İslam'da nasıl bir hükmü olduğunu araştıralım, belki İslam'ın hükmü daha kolaydır. Ancak Allah resulü de aynı hükmü gündeme getirir ve onlar hükmü kabul etmek istemez. O sırada bu ayet nazil olur ve Allah resulüne şöyle hitap eder: Eğer Yahudiler Allah'ın hükmünü kabul etmiyorsa sen üzülme çünkü onların yöntemi tarih boyunca peygamberleri tekzip ve taalimini tahrif etmek olmuştur. Bunlar hakkı kabul etmek için senin yanına gelmedi ki iman etmemelerinden üzülesin. Onlar gerçekte kendi amaçlarına ulaşmak için sana geldiler, lakin sen de onların isteklerinin aksine hüküm verince seni bırakıp gittiler. Fakat zannetmesinler ki Allah hükmünden de kaçabilirler. Allah hem dünyada hem ahirette onlara en ağır cezayı verecek ve hepsini rezil rüsva edecektir. Çünkü onların gönlü pak değil ve batınları kirlenmiştir.

                    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - İman kalpten kabullenmekle olur, sözle değil.

                    2 - Allah'ın emirlerine teslim olmalıyız, Allah bizim isteklerimize teslim olması değil.

                    3 - Düşmanlar küfür ve nifaklarında acelecidir. O zaman neden müslümanlar kendi hak yolunda gevşeklik eder?

                    4 - Faiz ve haram yemek, yahudi kavminin özelliği olmuştur.

                    5 - İslam'da hükmetmenin temeli adaleti uygulamaktır. Dost, düşman, fakir, zengin İslam'da hiç bir farkı yoktur. Bu yüzden şahsi eğilimler veya dış tehditlerin yargılarımızda etkili olmaması gerekir.

                    Şimdi,Maide suresinin 43. ayetini dinliyoruz.

                    وَكَيْفَ يُحَكِّمُونَكَ وَعِندَهُمُ التَّوْرَاةُ فِيهَا حُكْمُ اللّهِ ثُمَّ يَتَوَلَّوْنَ مِن بَعْدِ ذَلِكَ وَمَا أُوْلَـئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ

                    Yani:
                    İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir.

                    Geçen ayette anlatıldığı üzere bazı Yahudiler Tevrat'ın hükmünden kaçmak için Allah resulünün nezdine geldiler, lakin İslam'ın hükmünü kabul etmediler. Bu yüzden İslam peygamberi tüm Yahudilerin onayladığı Suriye adında Yahudi kavminin önde gelenlerinden birinin peşinden gönderir ve ona şu mesajı iletir: Tevrat'ı Musa'ya nazil eden Allah'a andolsun, acaba bu durumda sizin Tevrat'ta taşlanma cezası var mıdır? Söz konusu yahudi bilgin evet cevabını verir. Bunun üzerine İslam peygamberi şöyle buyurur: O zaman neden bu hükmü yerine getirmekten kaçıyorsunuz? Yahudi bilgin şöyle karşılık verir: Biz bu hükmü sıradan insanlar için uygulardık, lakin eşraf hakkında uygulamazdık, ta ki bu günah zenginler arasında yaygınlaştı ve bu yüzden sıradan insanlar da bizi sorgulamaya başladı ve bu yüzden biz kendimizden daha hafif hükümler getirdik, şöyle ki kim bir yılda zina suçu işlerse, kırk darbe kırbaç cezası veriyoruz ve onu sokaklarda teşhir ediyoruz. Allah resulü şu cevabı verir: Ey Rabbim, sen şahit ol ki ben yahudi inancında unutulan bu hükmü ihya ettim.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Kuran-ı Kerim açısından Tevrat'ın tümü tahrif edilmiş değil, bazı ilahi ayetler hala bu kitapta yer almaktadır.

                    2 - İlahi ahkâma itaatsizlik etmek, imansızlık veya iman zafiyetinin işaretidir. Çünkü gerçek imanın işareti, Allah'ın kanunlarına karşı tam teslim olmaktır.

                    3 - Müslümanların ehli kitapla uzlaşı içinde yaşamaları, bazen onların yargı için İslam peygamberine baş vuracak kadar ilerlemişti

                    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234278-nura-giden-yol--166

                    Yorum


                      Ynt: Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 167 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm

                      Maide suresinin 44. ayeti.

                      إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُواْ لِلَّذِينَ هَادُواْ وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُواْ مِن كِتَابِ اللّهِ وَكَانُواْ عَلَيْهِ شُهَدَاء فَلاَ تَخْشَوُاْ النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلاً وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

                      Yani:
                      Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun.

                      Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.


                      Hatırlanacağı üzere geçen bölümde bazı Yahudilerin Tevrat hükmünden kaçmak için İslam peygamberine baş vurduklarını ve böylece işledikleri suç için daha kolay bir hüküm beklediklerini ancak Allah resulünün da Tevrat'a uygun olan aynı hükmü verdiğini anlattık. Bu ayetin devamında aynı konuyla ilgili olarak şöyle buyrulmakta:

                      Sedece peygamberler değil, ilahi kitap ve ahkâmını korumakla yükümlü olan Yahudi bilginler de Hz. Musa'dan sonra Tevrat'a göre hükmetmeleri gerekiyor ve insanların karşı çıkması veya kişisel çıkarları uğruna ilahi ahkâmı gizlemek veya tahrif etmeleri yanlıştır ve bu bin nevi Allah'a yönelik küfür sayılır.

                      Bu ayet din âlimlerinin semavi emirleri korumak ve insanların yersiz nefsani isteklerine karşı direnmek yolundaki büyük sorumluluklarını beyan ederken onları her türlü sapkınlık ve hurafe ile mücadeleye davet etmektedir.
                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Din âlimlerinin hükümdarların çalışmalarını tam olarak gözetlemeli ve inançlarını korumak yolunda hiç bir şeyden korkmamalı veya kişisel çıkarları gözetlememelidir.

                      2 - Semavi kanunlar varken beşeri kanunlara yönelmek, esas yoldan sapmaktır.

                      Şimdi,Maide suresinin 45. ayetini dinliyoruz.

                      وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالأَنفَ بِالأَنفِ وَالأُذُنَ بِالأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ فَمَن تَصَدَّقَ بِهِ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَّهُ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

                      Yani:
                      Tevrat'ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.

                      Yahudi âlimlerin uymadıkları bir başka hüküm de, kısas hükmüydü ki bir takım ayrımcılıklarla beraber uygulanırdı. Bir başka tabir ile bu hüküm bazıları için uygulanır, bazıları için uygulanmazdı.
                      Kuran-ı Kerim İslam dininde de gündemde olan kısas hükmüne değinerek bu hükmün Tevrat'ta da zikredildiğini ve her türlü irili ufaklı yaralamanın bile kısası söz konusu olduğunu ve hiç kimsenin bu konuda başkasından üstünlüğünün söz konusu olmadığını ve bu hükümden başka her türlü hükmü kabul edenlerin gerçekte hem kendilerine hem topluma zulmetmiş olacağını belirtiyor.

                      Kuşkusuz başkalarının suçunu affetmek, iyi bir ameldir ve bu yüzden Kuran-ı Kerim kim kendi hakkından vazgeçerse başkalarının suçunu affettiği kadar yüce Allah'ın da onun günahlarının cezalarını hafifleteceğini buyuruyor.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Tüm insanlar ilahi kanunlara karşı eşittir, ister gazi ister fakir, ister beyaz ister siyah, ister âlim ister cahil, fark etmez.

                      2 - Kısas kanunu İslam'a özgü değildir ve Hz. Musa döneminde de bu hüküm vardı ve halen devam etmektedir.

                      3 - Sadaka sadece mali infak değildir. Başkalarının hatasını ve suçunu affetmek de bir nevi sadakadır.

                      4 - İslam dini suçun cezasının uygulanmasının kesinliğini, rahmet ve sevgi ile birleştirmiştir.

                      5 - Para cezası veya hapis tek başına cinayetleri önleyemez. Kısas, toplumun güvenliğinin güvencesidir.

                      Şimdi,Maide suresinin 46 ve 47. ayetlerini dinliyoruz.

                      وَقَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِعَيسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرَاةِ وَآتَيْنَاهُ الإِنجِيلَ فِيهِ هُدًى وَنُورٌ وَمُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرَاةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ (*) وَلْيَحْكُمْ أَهْلُ الإِنجِيلِ بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فِيهِ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

                      Yani:
                      Kendinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nûr bulunmak, önündeki Tevrat'ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik.

                      İncil'e inananlar, Allah'ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.


                      Tevrat'taki ilahi hükümleri beyan eden ve Yahudiler buna göre hareket etmelerini tavsiye eden geçen ayetlerin devamında bu ayetler Hıristiyanlara hitaben şöyle buyurmakta: İncil de Allah'ın kitabıdır ve hidayet ve aydınlanma kaynağı sayılır ve Tevrat'ta gelen hükümleri onaylamaktadır. Nitekim Hz. İsa da Tevrat'ta beyan edilen işaretlere uymakta ve Allah tarafından sizin için gönderilmiş olmaktadır.

                      O zaman siz de İncil'de beyan edilenlere sadık kalın ve Allah'a itaatsizlik etmeyin, çünkü aksi takdirde fasıklardan olursunuz.

                      Kuşkusuz burada Kuran-ı Kerim'in işaret ettiği Tevrat ve İncil, tahrif edilmemiş örnekleridir ki bu özelliklere sahiptir ve onlara amel etmenin gereği, son peygamberi ve semavi kitabı Kuran-ı Kerim'i kabul etmektir, yoksa tahrif edilen Tevrat ve İncil'e uymak doğru olmaz ve ona göre hareket edilse bile kabul edilemez.

                      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Tüm semavi kitaplar insanları pak olmaya ve takvaya davet eder, çünkü ancak pak insanlar hidayete erebilir.

                      2 - Tüm semavi kitaplar ve ilahi peygamberler aynı yönde ve istikamettedir ve bir birini onaylar ve aralarında hiç bir çelişki yoktur.

                      3 - Semavi kitaplar tilavet etmek için değil, onlara uymak içindir, üstelik hem bireysel, hem aile, hem de sosyal düzeyde.

                      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234279-nura-giden-yol--167

                      Yorum


                        Ynt: Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 168 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        Maide suresinin 48. ayeti.

                        وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءكَ مِنَ الْحَقِّ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَـكِن لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَآ آتَاكُم فَاسْتَبِقُوا الخَيْرَاتِ إِلَى الله مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

                        Yani:

                        Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir.

                        Geçen bölümde yüce Allah'ın insanları hidayete erdirmek için tarih boyunca peygamberler ve şeriatler gönderdiğini anlattık. Lakin maalesef bazı ilahi hükümler tahrif edilmiş veya gizlenmiş ve yerine hurafeler insanların ürünü olan hükümler gelmiştir.

                        Bu ayet Kuran-ı Kerim'in yüce konumuna işaret ederken şöyle buyurmakta: Kuran-ı Kerim aynı zamanda geçmiş semavi kitapları onaylarken onların koruyucusudur ve geçmiş peygamberlerin inançlarına vurgu yaparken onları tam olarak korumaya özen göstermekte ve onları daha da mükemmel hale getirmektedir.

                        Ayetin devamında neden yüce Allah'ın tüm tarih ve tüm insanlar için bir tek din ve şeriat belirlemediği ve böylece ihtilafların yaşanmasını önlemediği sorusuna şöyle karşılık vermekte:

                        Yüce Allah tüm insanları tek bir ümmet ve tek dinin izleyenleri yapabilirdi, lakin bu durum insanoğlunun tedrici evrim kanunu ve tarih boyunca gelişme kanunu ile çelişirdi. Çünkü insanların fikri gelişmesine uygun olarak bazı hakikatler yavaş yavaş insanlara açıklanması ve yaşamları için daha mükemmel yollar sunulması gerekirdi. Bu durum bir okulun çeşitli sınıfları gibidir, şöyle ki öğrencinin gelişmesi ile birlikte bir üst sınıfa geçer ve öğrendiği konuların seviyesi de ona göre yükselir ve daha üst düzeydeki öğretmenlerce eğitilir.

                        Ayetin sonunda şöyle buyurmakta: Şeriatte bu ihtilaf, yaratılıştaki insanlar arasında var olan ihtilaf gibi ilahi sınav ve beşeri yeteneklerin ortaya çıkması içindir ve asla sürtüşme ve çatışmaya sebep olmaması gerekir. Bu süreçte herkes kendi imkanları dahilinde iyilik yapmakta başkalarını sollaması gerekir ve şunu bilmelidir ki Allah her şeyden haberdardır ve hiç bir şey Allah'tan gizlenemez.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Kuran-ı Kerim kendinden önceki semavi kitapların üstündedir ve hem onları onaylar, hem de mükemmelleştirir.

                        2 - Toplumun liderlerini tehdit eden tehlikelerden biri, insanların gönlünü kazanmak ve onların gayri meşru taleplerini izlemek için ilahi hakikatleri göz ardı etmeleridir.

                        3 - İlahi sınavlardan biri de, tarih boyunca nazil olan dinlerin farklı oluşudur, böylece kimin hak peşinde olduğu ve kimin inat ettiği ortaya çıkar.
                        Şimdi,Maide suresinin 49 ve 50. ayetlerini dinliyoruz.

                        وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ أَن يُصِيبَهُم بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ (*) أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ

                        Yani:
                        (Sana şu talîmatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına belâ etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.

                        Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?


                        Tarihi rivayetlere göre bir gün yahudi kavminin büyükleri İslam peygamberinin huzuruna gelir ve şöyle der: Biz yahudi kavminin bilginleri ve büyükleri, eğer sana iman edersek, diğer yahudiler de sana iman edecektir, lakin bizim iman etme şartımız şu ki ihtilaflarda bizim lehimize hükmetmelisin.

                        Bu ayet Allah resulünün yahudi kavminin büyüklerinin komplolarından haberdar ederken böyle bir pazarlıktan sakınmasını emrediyor.

                        Ayetinden devamında insanların yaşamında günah tehlikesi hatırlatılırken şöyle buyurmakta: Günah işlemenin sonunda insanın kalbi öylesine taş kesilir ki hakkı anlar, lakin kendi çıkarları uğruna kabul etmek istemez ve daha da kötüsü hakkı kendi çıkarları ile değişir ve ancak kendi yararına olan sözleri kabul edere.

                        Ayet ayrıca önemli bir noktaya temas ederek şöyle devam ediyor: Eğer yaşam kanununun peşinde iseniz, Allah'tan başka daha iyi kanun yazan birini bilir misiniz? O tüm sırları bilendir, hiç bir hatası yoktur ve hiç bir güçten korkmaz ve sizin malınıza göz dikmez. O zaman neden Allah'ın emrine itaat etmiyor ve heveslerden ve hurafelerden kaynaklanan kanunların peşinden gidiyorsunuz?

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - İnsanlar ne zaman hak yörüngesinden uzaklaşırsa, cahillik yörüngesine yerleşir, hatta görünürde alim ve yüksek eğitimli olsa bile, çünkü gerçek ilmin işareti, hak ve hakikati anlamak ve kabul etmektir.

                        2 - Gerçek imanın işareti, semavi kanunların kabul etmektir. Beşeri kanunlara göz dikenler, kendi imanlarından kuşku duymalıdır.

                        3 - Düşmanın kültürel saldırısı konusunda uyanık olmalıyız. Düşman türlü komplolarla müminleri ve İslami toplumların liderlerini kandırmak ve böylece onları uzlaştırarak müslüman gençleri kendilerine çekmek için çaba harcar.

                        4 - Kafirlerin inat etmesi ve iman etmemelerinin sebebi fesat ve günahtır, yoksa İslam dininde hiç bir kusur yoktur.

                        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234280-nura-giden-yol--168

                        Yorum


                          Ynt: Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 169 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          Maide suresinin 51. ayeti.

                          يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ

                          Yani:
                          Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.

                          Kuran-ı Kerim'in başından beri İslami toplumun sosyal ve siyasi meseleleri ile ilgili birçok ayetle tanıştık ki bu da İslam'ın ne denli geniş kapsamlı ve mükemmel bir din olduğunu ve insanların dünya ahiret saadetini düşündüğünü gösterir.

                          Bu ayette yüce Allah insanların yaşamında önemli bir ilkeye işaret ederken şöyle buyurmakta: Müminler yaşamlarında kâfirlere dayanmamalı ve yaşamlarını onlara emanet etmemeli, çünkü gerçi onlar size sevgi beslediklerini söyler, lakin gerçekte böyle değildir ve onlar ancak kendi dindaşlarını sever.

                          Ayet şöyle devam etmekte: Kâfirlerin velayetini kabul etmek her ne ölçüde olursa olsun sizleri de onlardan yapar ve insanlarda küfür ve nifak duygusunu geliştirir ki bu de insanların kendilerine ve toplumlarına yapabilecekleri en büyük zulümdür.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - İslam ülkelerinin dış politikasında kafirlerin Müslümanlara musallat olmasını sağlayacak her türlü ilişki kesinlikle yasaktır.

                          2 - Kâfirlerin velayetini kabullenmek, insanları ilahi velayet ve hidayet çizgisinden uzaklaştırır.

                          3 - İslam dini kâfirlerle barış ve sefa içinde yaşamayı emretmiştir. Asıl yasak olan sultaya boyun eğmektir.

                          Şimdi,Maide suresinin 52 ve 53. ayetlerini dinliyoruz.

                          فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشَى أَن تُصِيبَنَا دَآئِرَةٌ فَعَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْرٍ مِّنْ عِندِهِ فَيُصْبِحُواْ عَلَى مَا أَسَرُّواْ فِي أَنْفُسِهِمْ نَادِمِينَ (*) وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُواْ أَهَـؤُلاء الَّذِينَ أَقْسَمُواْ بِاللّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ إِنَّهُمْ لَمَعَكُمْ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَأَصْبَحُواْ خَاسِرِينَ

                          Yani:
                          Kalplerinde hastalık bulunanların: "Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih, yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır.

                          (O zaman) iman edenler: "Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin edenler?" diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de kaybedenlerden olmuşlardır.


                          Yüce Allah'ın kâfirlerin sultası ile sonuçlanacak her türlü ilişkiyi men etmesine karşın yine de bir takım imanı zayıf olan ve münafık insanlar, kâfirlerin dostluğunu kazanmak için ön ayak olur ve bu konuda adeta bir biri ile yarışır. Kuran-ı Kerim bu konuda şöyle buyurmakta: İslam dini zafere kavuştuğunda ve yüce Allah müminleri gaybi yardımları ile onurlandırdığında kâfirlerin zaferinden korkan ve onlara gönül bağlayanlar bu yaptıklarından pişmanlık duyar ve içlerinde gizledikleri nifak ortaya çıkarak rezil rüsva olmalarına sebep olur. İşte o gündür ki müminler şaşkınlık içinde şöyle der: Sözde iman eden ve iddiaları için ne ağır ve koyu yeminler eden bunlar, nasıl bu gün her şeyini kaybetmiş ve tüm amelleri heba olmuştur?

                          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Kâfirlere karşı dostluk duygusu beslemek ve onların rızasını ve desteğini kazanmaya çalışmak, nifak ve imansızlık işaretleridir.

                          2 - İman zafiyeti, süper güçlerden korkmak ve onlara teslim olmak etkenidir.

                          3 - Siyasi izzet, iktisadi güç ve askeri zafer, hepsi Allah'ın elinde ve müminlerin imanlarında sadık olmalarına endekslidir.

                          4 - Nifakın sonu, pişmanlık ve rezil rüsva olmaktır.

                          Şimdi,Maide suresinin 54. ayetini dinliyoruz.

                          يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

                          Yani:
                          Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.

                          Müminleri kâfirlerin her türlü sultasından sakındıran geçen ayetlerin devamında bu ayet şu uyarıda bulunuyor: Dikkat edin bu durum sizin dinden çıkmanıza ve küfre ve irtidada sapmanıza yol açmasın. Ancak şunu da bilin ki eğer onların tehlikesinden korunmak veya onların yardımından yararlanmak için kafirlere yönelecek olursanız, Allah'ın dini yok olmaz ve nice insanlar vardır ki Allah'a iman öylesine onları sarmıştır ki dini savunmak için Allah yolunda cihat eder ve hiç bir şeyden korkmazlar.

                          Yüce Allah bu tür müminleri şöyle vasfediyor: Onlar düşmana karşı kesin tavırlı ve sert olmalarına karşın çok alçak gönüllü ve huşu ve huzu içinde insanlardır.

                          Rivayetlere göre bu ayet nazil olduğu sırada Allah resulü, Salman Farsi'nin omzuna vurdu ve şöyle buyurdu: Allah'ın vasfettiği bu kesim, senin vatandaşların ve Fars kavmidir.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - İrtidad ve dinden dönmek, her mümin insanı tehdit eden bir tehlikedir ve bu yüzden dikkatli olmak gerekir.

                          2 - İrtidad, Allah'a ve dinine karşı sevgisizlik ve marifetsizlikten kaynaklanır. Derin tanıma dayanmayan bir inanç sürekli tehlike altındadır.

                          3 - Yüce Allah'ın bize ve yardımlarımıza ihtiyacı yoktur ve sürekli O'nun dinini koruyacak müminler vardır.

                          4 - Bir Müslüman'ın bir başka Müslüman'a karşı davranışı yumuşak ve sevgi üzerinedir ve düşmanlara karşı şiddet ve sertlik temeline göre davranır. O zaman ne yumuşak olmak ne de sert olmak mutlak değildir.

                          5 - Allah'ın fazileti sadece mal ve mevkide özetlenmez. Allah sevgisi, O'nun yolunda cihat yapmak ve dini savunmak da ilahi fazilet ve lütfun işaretidir.

                          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234281-nura-giden-yol--169

                          Yorum


                            Ynt: Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 170 )


                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            Maide suresinin 55 ve 56. ayetlerine kulak veriyoruz.

                            إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ (*) وَمَن يَتَوَلَّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ

                            Yani:
                            Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.

                            Kim Allah'ı, Resûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır.


                            Tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız: Bir gün yoksul bir adam camiye gelir ve insanlardan yardım talebinde bulunur, ancak hiç kimse ona yardım etmez. O sırada Hz. Ali (sa) namazda rüku sırasında yüzüğünü yoksul adama bağışlar. İşte Hz. Ali'nin (sa) bu güzel amelinin medhinde bu ayet Allah resulüne nazil olur.

                            İslam peygamberinin sahabelerinden Ammar Yaser şöyle der: Bu olayın ve nazil olan ayetin ardından Allah resulü şöyle buyurdu:
                            Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.

                            Kuşkusuz bu ayette veli sözcüğü velayet anlamına gelir, sevgi ve dostluk değil, çünkü dostluk tüm Müslümanlarla ilgilidir, sadece namaz kılan ve rüku halindeyken infak edenlerle değil. Bunun dışında ayetin işaret ettiği şahıs, Ali Bin Ebutalib'dir, çünkü bu olay ancak onun başından geçmiştir ve eğer iman edenler şeklinde çoğul olarak kullanılmışsa bu, sadece saygı göstermek ve önemini vurgulamak içindir.

                            Nitekim Kuran-ı Kerim'in diğer bazı ayetlerinde de bir kelime çoğul olarak kullanılmış, lakin amacı bir kişi olmuştur.

                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - İslam, hem beraat hem velayet dinidir. Bu ayetten önceki ayetler kafirlerin velayetine boyun eğmeyi men ederken bu ayet Allah'ın, resulünün ve has müminlerin velayetine vurgu yapmaktadır.

                            2 - İman, namaz ve zekât ehli olmayanların müminlerin üzerinde hiç bir velayet ve hükümet hakkı olamaz.

                            3 - Mağdurlarla ilgilenmek için hatta namaz bile mani değildir. Nitekim bu ayette namaz ve zekât bir biri ile bütünleşmiştir.

                            4 - Toplumun yoksullarına karşı duyarsız olanlar İslami toplumun hükümdarı olamazlar.

                            Şimdi,Maide suresinin 57 ve 58. ayetlerini dinliyoruz.

                            يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ (*) وَإِذَا نَادَيْتُمْ إِلَى الصَّلاَةِ اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًا ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْقِلُونَ

                            Yani:
                            Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah'tan korkun; eğer müminler iseniz.

                            Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranış, onların düşünemeyen bir toplum olmalarındandır.


                            Bu ayetler müminleri ve özellikle imanı zayıf olan ve çabucak kâfirlerin ve kitap ehli olanların hayranı olan ve onlarla velayet ilişkisi kurmaya çalışan müminleri muhatap almaktadır. Bu ayetler büyük bir vurgu ile onları bu durumdan men ederken şöyle buyurmakta;

                            Kafirler sizlerin fikir ve inancınızı temelden kabul etmezken ve sizin dininiz ve dininizin temeli olan namazınızla alay ederken nasıl onları izlersiniz? Bir başka ifade ile onlar mantık ve delil üzerine size karşı davranmıyor ve sadece akılsızlıkları yüzünden sizin dininizle alay ediyor.

                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - İman şartı, dini gurur sahibi olmak ve alay eden cahillerden uzak durmaktır.

                            2 - Korku veya çıkar yüzünden kâfirlerle dostluk peşinde olmayalım. Sadece Allah'tan korkun ve O'nun cezasından sakının.

                            3 - Kâfirler müminlerin cemaat namazından ürktüğü için alay ederler, o zaman cemaat namazına önem verelim.

                            4 - Alay etmek, akılsızlık işaretidir. Akıllı insanların yöntemi mantıklı ve delillere göre davranmaktır.

                            Şimdi,Maide suresinin 59. ayetini dinliyoruz.

                            قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنقِمُونَ مِنَّا إِلاَّ أَنْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلُ وَأَنَّ أَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ

                            Yani:
                            (Onlara) şöyle de: Ey kitap ehli! Yalnızca Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz?

                            Oysa çoğunuz yoldan çıkmış kimselersiniz.

                            Bu ayet İslam peygamberi ve müminlere hitaben şöyle buyurmakta: Kâfirlerin alay etmelerine karşı onlara şöyle cevap verin Acaba imanımız yüzünden mi bize ve inancımıza böyle davranıyorsunuz? Oysa biz hem Kuran-ı Kerim'e, hem Tevrat ve İncil'e inanıyoruz, fakat sizler hatta kendi kitabınıza bile bağlı değil ve itaatsizlik ediyorsunuz.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Muhaliflerle bile sakin bir şekilde tartışmak gerekir. Onların suçu ve hatasını soru şeklinde gündeme getirmeli ve doğrudan tahrik etmekten kaçınmalı ve adalet ve insafa göre davranmalıyız.

                            2 - Kendi dinimizin hakkaniyeti konusunda şüpheye düşmeyelim, çünkü kâfirlerin düşmanlığı temel ve mantıktan yoksundur.

                            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234282-nura-giden-yol--170

                            Yorum


                              Ynt: Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 171 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm

                              Maide suresinin 60. ayetine kulak veriyoruz.

                              قُلْ هَلْ أُنَبِّئُكُم بِشَرٍّ مِّن ذَلِكَ مَثُوبَةً عِندَ اللّهِ مَن لَّعَنَهُ اللّهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَازِيرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَ أُوْلَـئِكَ شَرٌّ مَّكَاناً وَأَضَلُّ عَن سَوَاء السَّبِيلِ

                              Yani:

                              De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah'ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.

                              Geçen bölümde bazı kitap ehli olanların putperest müşriklerle Müslümanlardan daha iyi bir ilişkisi olduğunu ve hatta müminlerle namaz ve ibadet halindeyken ayet ettiğini anlattık.

                              Bu ayet ise şöyle buyurmakta: Müslümanların din ve inancı ile alay eden ve hatta tacizde bulunanlar neden geçmişlerinin ayıp mazisini ve

                              Allah'ın emirlerine karşı gelip alay ettikleri için ilahi azapla cezalandırıldıklarını ve yüzleri maymuna ve domuz benzediğini hatırlayarak ibret almazlar?

                              Kuşkusuz İsrail oğulları kendi peygamberlerinin çağında domuz veya maymun gibi değillerdi, ancak Yahudi kavmi kendini bir bütün ve özel mezhebi kimliği olan bir kavim olarak gördüğü ve geçmişi ile övündüğü için Kuran-ı Kerim yersiz kibirlerini kırarak rezil rüsva olmaları için onlara hitap ediyor.

                              Gerçekte ilahi lanet ve gazabdan maksat, günahkar insanların ilahi lütuf ve rahmetten mahrum edilmeleri ve amelleri yüzünden cezalandırılmalarıdır ki bu ceza da onların suçuna uygundur ve doğal olarak bu tür insanlar hak yolundan sapar ve isyankar hükümdarların emirlerine uyar.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - İnsani kerametten uzaklaşmak ve hayvanlara benzemek, ilahi cezalardan biridir.

                              2 - İlahi azaba uğrayanların gerçek müminlerin arasında hiç bir yeri olmamalıdır.

                              Şimdi,Maide suresinin 61 ve 62. ayetlerini dinliyoruz.

                              وَإِذَا جَآؤُوكُمْ قَالُوَاْ آمَنَّا وَقَد دَّخَلُواْ بِالْكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُواْ بِهِ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا كَانُواْ يَكْتُمُونَ (*) وَتَرَى كَثِيرًا مِّنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

                              Yani:
                              Yanınıza inkârla girip yine inkârla çıktıkları halde size geldiklerinde "inandık" derler. Allah gizlediklerini daha iyi bilmektedir.
                              Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür!


                              Kitap ehli olanların müminlere karşı davranışlarını beyan eden geçen ayetlerin devamında bu ayet ise şöyle buyurmakta: "Bu çirkin davranışlarına karşın bir de iman iddiasında bulunuyor ve kendilerini mümin sanıyorlar. Oysa onlar hiç bir zaman iman etmedi ve gönülleri sürekli inkâr ve küfürle doldu. Onlar küfür ruhu ile müminlerin arasına katıldı ve aynı şekilde aralarından çıktı ve gerçi bu durumlarını gizlemeye çalıştı, lakin Allah onların her halini bilen ve küfürlerine, günah işlemelerine, haram yemelerine ve zulüm ve tecavüzde bulunmalarına en iyi şahittir. Çünkü bunlar imana aykırıdır. Kuşkusuz Kuran-ı Kerim tüm kitap ehli olanları ve Yahudileri bu tür fesatlarla suçlamaz ve onların büyük çoğunluğunun böyle olduğunu buyurur, çünkü bazı kitap ehli olanların iman ve salih amel ehli oldukları kesindir.
                              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Sadece sözde iman beyanında bulunmak yeterli değil, salih amel de gerekir.

                              2 - Ahlaki, sosyal ve iktisadi fesadın yayılması dini toplumları çöküşe sürükler. Bu fesatların kaynağı şehvet, servet ve güç hırsıdır.

                              3 - İslami toplumun özelliği, iyiliklerde yarışmaktır ve küfür ve nifak toplumunun özelliği kötülük ve fesatta öne geçmektir.

                              4 - Günahtan daha kötüsü günaha tezahür etmek, günaha alışmak ve günahta boğulmaktır.

                              Şimdi,Maide suresinin 63. ayetini dinliyoruz.

                              لَوْلاَ يَنْهَاهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ عَن قَوْلِهِمُ الإِثْمَ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ

                              Yani:
                              Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! İşledikleri (fiiller) ne kötüdür!

                              Bu ayet toplumun din adamları ve bilginlerinin büyük sorumluluğuna değinirken şöyle buyurmakta: Eğer insanlar hatakar ve günahkâr ise neden bunu bilen ve anlayanlar günahkârları uyarmıyor veya en azından sözlü olarak münkirden men etmiyor? Sadece günahtan uzak durmak yeterli değil, günahkâr insanları da günahtan alıkoymak gerekir, yoksa günaha karşı susmak bir nevi günaha karşı razı olmaktır ve insanın cezalandırılmasına sebep olur.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Günaha karşı susmak veya duyarsızlık kabul edilemez. Bu durum günahın yaygınlaşmasına ve günahkâr kimsenin cesaret kazanmasına neden olur.

                              2 - Emri bilmaruf ve nehyi anilmünkerin sorumlusu en başta din alimleridir.

                              3 - Bilimin değeri onu beyan etmek ve cehaleti önlemesindedir.

                              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234283-nura-giden-yol--171

                              Yorum


                                Ynt: Nura Giden Yol

                                Doğru yolu bulasınız diye Musa'ya kitab'ı ve hak ile batılı ayıran hükümleri verdik.
                                beğenmemiş olacak ki;değiştirmiş...sonra da Kur'anı azimüşşanı göndermiş...arada İncil de var...atlamamak lazım...geröçi hırıstiyanlar İncilin ALLAH tarafından gönderilen bir kitap olduğunu iddia etmezler;Hz.İsa'ya vahyedilen şeylerin İsa tarafından somutlaştırıldığına inanırlar ama...
                                biz Müslümanlar olarak böyle bir kitabın varlığını ille de iddia ederiz...

                                Sayın üyemiz forum kuralları gereği biraz daha dikkatli olmanızı tavsiye ederim.



                                Forum kuralları 13 nolu madde

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X