Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 172 )

    Bismillahirrahmânirrahîm

    Maide suresinin 64. ayeti.

    وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّهِ مَغْلُولَةٌ غُلَّتْ أَيْدِيهِمْ وَلُعِنُواْ بِمَا قَالُواْ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ يُنفِقُ كَيْفَ يَشَاء وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم مَّا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا وَأَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ كُلَّمَا أَوْقَدُواْ نَارًا لِّلْحَرْبِ أَطْفَأَهَا اللّهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ

    Yani:
    Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.

    Geçen bölümde Yahudi toplumunun ailevi, ahlaki ve iktisadi konulardaki bazı fesatlarını anlattık. Bu ayet ise onların Allah hakkındaki bir başka batıl ve yanlış inancına değinirken şöyle buyurmakta: Yahudiler yaratılışın başında Allah'ın eli açık olduğunu ve bu yüzden herkese istediğini verdiğini, ancak zamanla eli kolu bağlandığını ve insanoğlunun iradesinin Allah'ın isteklerine galip geldiğini zannederdi. Bu yanlış inanç öylesine onların arasında yaygınlaştı ki mağdurlara yardım ve infakla ilgili ayetler nazil olduğunda bunu Allah'ın eli kolu bağlı olduğuna bir delil olarak algıladılar ve dediler ki eğer Allah gücü yetseydi onlara kendinden bağışta bulunur ve böylece bizlerden yoksullara yardım etmemizi istemeye hacet kalmazdı dediler.
    Bu ayet Yahudilerin küfür dolu bu sözlerine şöyle karşılık vermekte:

    Allah'ın eli hiç bir zaman bağlı olmadı ve bağlı da olmayacaktır. O istediği herkese istediği kadar bağışlar ve infakta bulunur. İnfak ve yardımda bulunma emri, Allah'ın eli kolu bağlı olduğunun anlamında değil, gerçekte müminlerin imanlarında ne denli sadık olduklarının işareti ve ilahi dini kabul etmenin şartıdır.

    Ayet şöyle devam etmekte: Bu batıl inanç yahudilerin arasında kin ve düşmanlığın yayılmasına sebep oldu ve hatta İslam dini mensuplarına karşı galip gelme ve savaş başlatmalarına yol açtı. Oysa yahudilerin asr-ı saadette İslam aleyhinde başlattığı her savaşı yüce Allah Müslümanların lehine sonlandırdı ve onların Hayber savaşındaki yenilgisi bunun en iyi örneğidir.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Allah'ı her türlü kusurdan arındırmak, iman şartıdır. Yahudiler Allah'a inanıyor, lakin O'nu kıskanç ve cimri görüyordu ve Kuran-ı Kerim şiddetle bu inançla mücadele etti.

    2 - Fitne ve savaş çıkarmak, yahudilerin özelliklerindendi, lakin Allah'ın iradesi sayesinde asla galip gelemediler. Tabi bu ilahi yardım ve destek ancak müslümanların Kuran-ı Kerim ve İslam peygamberinin sünnetinin dışına çıkmadığı sürece devam edecektir.

    ŞimdiMaide suresinin 65 ve 66. ayetlerini dinliyoruz.

    وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْكِتَابِ آمَنُواْ وَاتَّقَوْاْ لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلأدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّعِيمِ (*) وَلَوْ أَنَّهُمْ أَقَامُواْ التَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ وَمَا أُنزِلَ إِلَيهِم مِّن رَّبِّهِمْ لأكَلُواْ مِن فَوْقِهِمْ وَمِن تَحْتِ أَرْجُلِهِم مِّنْهُمْ أُمَّةٌ مُّقْتَصِدَةٌ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ سَاء مَا يَعْمَلُونَ

    Yani:
    Eğer ehl-i kitap iman edip (kötülüklerden) sakınsalardı, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örter ve onları nimeti bol cennetlere sokardık.

    Eğer ehl-i kitap iman edip (kötülüklerden) sakınsalardı, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örter ve onları nimeti bol cennetlere sokardık.
    Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur'an'ı) doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yaşarlardı). - Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisatlı, mutedil) bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür!
    Kitap ehli olanların bazı yanlış ve haksız düşünce ve amellerine değinen ayetlerin devamında bu ayetler şöyle buyurmakta: Allah'a giden yol asla kapalı değildir ve eğer onlar tevbe eder ve çirkin amel ve davranışlarından el çekerse Allah da onları bağışlayacaktır ve geleceklerini de güvence altına alacaktır. Onlar da bu dünyada her türlü ilahi nimetlerden yararlanır ve ahirette de cennet nimetlerinden faydalanır.

    Ayetlerin sonunda bir başka noktaya temas olunmakta ve şöyle buyrulmaktadır: Tabi kitap ehli olanların arasında da her türlü ifrat ve tefritten uzak duran ve doğru yolu izleyen mümin insanlar vardır, lakin bunların sayısı seyrektir ve çoğunluğu yanlış yollarının üzerinde ısrar etmektedir.

    Gerçi bu ayetler Yahudiler ve Hıristiyanlarla ilgiliydi, lakin açık olan şu ki bu tür tehlikeler müslümanları da tehdit etmekte ve eğer onlar da aynı yolu izleyecek olursa benzer afetler ve cezalarla karşılaşacaktır. Nitekim eğer doğru yolda devam ederlerse hem ilahi yardımdan hem de ilahi nimetlerden yararlanırlar.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Takva olmaksızın iman işe yaramaz. Takva, imanın sıhhatini güvence altına alır.

    2 - Yüce Allah günahları affetmenin yanı sıra günahkar insanlara rahmet kapılarını da açar.

    3 - Allah'a iman ve salih amel, hem dünyevi hem uhrevi saadete sebep olur.

    4 - Sadece semavi kitapları tilavet etmek yeterli değil, hükümlerini hayatımızda yerine getirmek ve uygulamak gerekir.

    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234284-nura-giden-yol--172

    Yorum


      Ynt: Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 173 )

      Bismillahirrahmânirrahîm

      Maide suresinin 67. ayeti.

      يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ

      Yani:
      Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.

      Bu ayetin, onu daha önceki ve sonraki ayetlerden farklı kılan ve bu yüzden bağımsız bir ayet olarak gündeme getiren bir takım özellikleri söz konusudur. İlk özellik, ayetin Ey Resul-ü Ekrem şeklinde peygambere hitap etmesidir ki bu tarz bir hitap etme, Kuran-ı Kerim'de sadece iki kez kullanılmış ve her ikisi de Maide suresinde yer almaktadır.

      İkinci özellik, peygamberin, tüm risaletine eşdeğer olan bir konuyu tebliğ etmekle görevlendirilmesidir, öyle ki eğer İslam peygamberi bu konuyu insanlara tebliğ etmezse sanki ilahi risaletini yerine getirmemiş olur.

      Üçüncü özellik, tebliğ edilmesi gereken bu konu yüce Allah katındaki onca önemine karşın, öyle bir konudur ki Allah resulü onu tebliğ etmekten ve halkın bunu kabul etmemesinden ve inkar etmesinden korkmaktadır.

      Ayetin sonunda bu önemli konuya inat yüzünden küfür besleyenler uyarılırken şöyle buyrulmakta: Bu tür insanlar özel ilahi hidayetten mahrum kalacaktır.

      Şimdi İslam peygamberinin hiç bir korkuya kapılmadan insanlara söylemekle görevlendirilen ve ona muhalefet edilmesinden çekinmemesi emredilen bu önemli konu nedir?

      Bu ayetin İslam peygamberinin mübarek ömrünün son yılında nazil olduğuna bakıldığında kuşkusuz bu konu, namaz, oruç, hac, cihat veya diğer dini vecibelerle ilgili olamaz, çünkü tüm bunlar geçmiş yıllarda zamanla ifade edilmiştir. Gerçekten hangi önemli konudur ki İslam peygamberinin mübarek ömrünün son günlerinde yüce Allah böylesine üzerinde ısrar ediyor ve Allah resulü de münafıklarından bu konuda muhalefet etmesi veya sabote etmesinden endişe ediyor?

      Gerçekte sadece peygamberin halefi ve İslam ve müslümanların geleceği bunca önem arz edebilir. Bu yüzden ehlisünnetin Fahr-ı Razi gibi büyük müfessirleri bu konuyu söz konusu ayetin bir ihtimali olarak kabul ediyor ve bunun ilgili tarihi rivayetleri kendi tefsirlerinde naklediyor. Bu arada Kuran-ı Kerim ayetlerini ehli beytin tefsirleri çerçevesinde tefsir edilmesini kabul eden Şiilere göre bu ayet, Ali Bin Ebutalib'in, Allah resulünün son hac ziyaretinden dönüşte Kadir-i Hum adında bir mekanda Müslümanlara beyan ettiği hilafeti ile ilgilidir.

      İslam peygamberi o sırada yüksek bir yere çıkarak vefatının yakın olduğunu belirterek 23 yıllık risaleti boyunca en sadık sahabesi yani Ali Bin Ebutalib'i kendi halefi ilan etti ve şöyle buyurdu: Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. Allah resulü şöyle devam etti:

      Kim burada hazırsa bu haberi burada olmayanlara duyursun.

      İslam peygamberinin sözlerinin sonunda o mekanda hazır bulunan sahabenin büyükleri ve diğer müminler bu büyük görev için Ali Bin Ebutalib'i kutladı ve onu peygamberden sonra kendi velileri hitap etti.

      Kimileri bu sözleri şöyle yorumluyor: İslam peygamberinin Ali'nin velayetinden amacı, onun sevgisi ve dostluğudur, liderliği değil.

      Kuşkusuz hiç bir müslüman İslam peygamberinin Ali'ye yönelik sevgisi hakkında kuşku duymuyordu ki Allah resulü bunu o büyük kalabalıkta üstelik yaşamının son günlerinde gündeme getirsin ve sahabe de bunu Ali Bin Ebutalib için büyük bir başarı saysın.

      Her halükarda bu ayetin nazil oluşu ve özellikleri Allah resulünün görevinin sadece bir sevgi ve dostluk ifadesini belirtmekten çok daha önemli olduğunu gösteriyor. Gerçekte bu konu, İslam ümmeti ile ilgili ve üstelik en önemli konusu, yani İslami toplumu Allah resulünün vefatından yönetmek ve liderlik etmekle ilgilidir.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Eğer İslam ümmetinin liderliği Allah'ın belirlediği salih insanların elinde olmasa, dinin temeli tehlikededir.

      2 - İslam peygamberinin korktuğu şey, dış düşmanların tehlikesi değil, içerideki fitnelerin ve komploların tehlikesidir.

      Şimdi,Maide suresinin 68. ayetini dinliyoruz.

      قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلَى شَيْءٍ حَتَّىَ تُقِيمُواْ التَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم مَّا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا فَلاَ تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

      Yani:
      "Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyle uygulamadıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kâfirler topluluğuna üzülme.

      İçeriği yine aynı surenin 66. ayetine benzeyen bu ayet bir kez daha kitap ehli olanların İslam dini ve resulüne karşı tutumunu beyan ediyor ve İslam peygamberine onlara şu şekilde hitap etmesini buyuruyor: Sadece Musa ve İsa gibi peygamberleri izlediğinizi iddia etmek yeterli değil, gerçek iman, ilahi tealimi yaşamın tüm boyutlarında uygulamaktar.

      Peygamberlerin biseti tarih boyunca süren ilahi bir sünnet olduğundan daha sonraki peygamberlerin karşısında durmak ve onlara iman etmemek bir nevi ırkçılık ve dini bağnazlıktır ve insanların gelişmesini engellerken hakka karşı çıkmasına yol açar. Bu yüzden yüce Allah bu ayette bir kez daha tüm semavi kitaplara inanmaya ve hepsine iman etmeye vurgu yapar ve bir kez daha peygamberine şöyle buyurur: Kitap ehli olanlardan bir çoğu Kuran-ı Kerim' kabul etmek istemez ve bu düşünce ve muhalefet onların küfre sapmasına neden olur ve onlar bilinçli olarak bu yolu seçtiklerinden, onların küfre sapmış olmalarına üzülme, çünkü onların hesabı Allah iledir.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Sadece iman iddiasında bulunmak yeterli değil, amel de gereklidir. Ameli olmayan kimsenin imanı da olmaz.

      2 - İnsanların yüce Allah katındaki değeri onların dini hükümlere bağlılık derecesine göre değişir. Toplumda da böyle olmalı ve insanların konumu dine bağlılıkla belirlenmelidir.

      3 - Haksız yere bağnazlık yapmayalım. Hem başkalarının inancına saygı duyun hem de kendi inancınızı ifade edin.

      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234285-nura-giden-yol--173

      Yorum


        Ynt: Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 174 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Maide suresinin 69. ayetine kulak veriyoruz.

        إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالصَّابِؤُونَ وَالنَّصَارَى مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وعَمِلَ صَالِحًا فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ

        Yani:
        İman edenler ile yahudiler, sâbiîler ve hıristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.

        Geçen bölümde semavi dinlerin izleyenleri ancak kendi kitaplarının hükümlerine uydukları ve toplumlarını ona göre kurdukları takdirde yüce Allah katında değer kazanabileceklerini beyan ettik. Bu ayet şöyle buyurmakta: Hiç bir ilahi dinin izleyenleri başkalarından üstün değildir.

        Müslümanlar, yahudiler. Hıristiyanlar ve Sabiiler, hatta nüfus fazlalığı veya daha eski olmak, hiç biri üstünlük kriteri değildir. Yüce Allah katında ancak inanç bakamından Allah'a ve ahirete iman eden ve salih amellerde bulunanlar değerlidir.

        Kuşkusuz her semavi dinin izleyenleri daha sonra gelen peygambere iman etmeleri ve onun getirdiği yeni şeriate uyması gerekir. Aksi takdirde yeni peygamberlerin biseti beyhude bir iş olacaktır. Öte yandan son Peygamber, Hz. Muhammed (sav) olduğundan dolaysıyla Allah'a gerçek imanı gereği o hazrete iman etmektir.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 -Tüm semavi dinlerde saadetin kriteri, iman ve salih ameldir, boş iddialar değil.

        2 - İnsanlar ancak Allah'a ve ahirete iman etmekle gerçek huzura kavuşur.

        Şimdi,Maide suresinin 70. ayetini dinliyoruz.

        لَقَدْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَأَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ رُسُلاً كُلَّمَا جَاءهُمْ رَسُولٌ بِمَا لاَ تَهْوَى أَنْفُسُهُمْ فَرِيقًا كَذَّبُواْ وَفَرِيقًا يَقْتُلُونَ

        Yani:

        Andolsun ki İsrailoğullarının sağlam sözünü aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin arzu etmediğini (ilâhî hükümleri) getirdi ise bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.


        Hz. Musa, İsrailoğullarını Firavun'un sultasından kurtardıktan sonra yüce Allah tarafından onlardan ilahi emirlere itaat etmeleri için söz almakla görevlendirildi ve onlar da kabul etti. Lakin Kuran-ı Kerim'in diğer ayetlerinde belirtildiği üzere İsrailoğulları hiç bir zaman sözlerini tutmadı ve ilahi ahkâmı çiğnemekle kalmayıp hatta Allah'ın peygamberlerini onların istek ve heveslerine aykırı hükümler getirdiği için tekzip ettiler ve hatta öldürdüler. Bu ayet müslümanları İslam peygamberinin kendisinden sonraki vasileri hakkındaki tavsiyelerini unutmamaları ve surenin başından beri iki kez hatırlatılan Kadir misakına sadık kalmaları konusunda uyarıyor.
        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Peygamberlerin risaletinin kafirlerce tekzip veya inkar edilmesi, akıl ve mantığa dayalı değildir. Bu muhalefetin kökü, insanları hür olmak ve hevesine göre davranmak istemesine uzanır. Oysa ilahi dinler insanların içgüdülerini kontrol eder ve ruhsal yönlerinin gelişmesine vesile olur.

        2 - Fasık toplumlarda pak ve salih insanlar ya tekzip olurlar ya da öldürülürler.

        Şimdi,Maide suresinin 71. ayetini dinliyoruz.

        وَحَسِبُواْ أَلاَّ تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُواْ وَصَمُّواْ ثُمَّ تَابَ اللّهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُواْ وَصَمُّواْ كَثِيرٌ مِّنْهُمْ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ

        Yani:
        Bir belâ olmayacak zannettiler de kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Sonra içlerinden çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını görmektedir.

        Geçen bölümlerde anlatıldığı üzere yahudi kavmi kendini üstün Irk ve Allah katına daha yakın bir kavim olarak zannediyor ve bu yüzden ilahi sınavla sınanmadığını ve eğer her türlü günah işlerse cezalandırılmayacağını veya cezanın süresi çok kısa olacağını düşünüyordu. Bu yersiz kibir ve bencillik onların aklını çalmış ve hakikatleri görmelerine ve ilahi ceza veya mükafatın ilahi sünnet olduğunu ve hiç kimsenin bundan müstesna olmadığını öğrenmelerine izin vermiyordu. Kuşkusuz yüce Allah'ın rahmeti sonsuzdur ve insanları bir kez hata yapmaları yüzünden kendi rahmetinden mahrum bırakmaz, bu yüzden yüce Allah Yahudilerin tevbelerini çok kez kabul etti, lakin onlardan bazıları ilahi ayetleri gözardı etmeye devam etti ve doğal olarak ilahi rahmetten yararlanmaya mahal bırakmadı.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Yersiz kanaatler ve kibir, insanları hakikatleri öğrenmekten mahrum bırakır.

        2 - Gerçi insanlar Allah'ı inkar edebilir ve O'nun varlığını kabul etmeyebilir, lakin yüce Allah her zaman insanları görmektedir.

        http://www.velayet.com/index.php?action=post;topic=19373.175;num_replies= 181

        Yorum


          Ynt: Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 175 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          Maide suresinin 72. ayetine kulak veriyoruz.

          ) لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ وَقَالَ الْمَسِيحُ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اعْبُدُواْ اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ إِنَّهُ مَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّهُ عَلَيهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوَاهُ النَّارُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ

          Yani:
          Andolsun ki "Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesîh'tir" diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesîh "Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur" demişti.

          Geçen bir kaç bölümde Kuran-ı Kerim yahudi kavminin fikri ve ilmi sapkınlıklarına değinerek onlara geçmişini hatırlattı ve böylece inattan vaz geçerek hakkı kabul etmelerini istedi.
          Bu ayet ve bundan sonraki ayetler Hıristiyanlara şöyle buyurmakta: Sizler nasıl Allah'ın resulü olan İsa'yı Allah seviyesine çıkarır ve onu Rab bilirsiniz? Acaba İsa'nın kendisi mi böyle bir iddiada bulundu, yoksa sizler kendi dininizi yahudi inancına karşı büyütmek için mi böyle bir iddiada bulundunuz?

          Kuran-ı Kerim daha sonra böyle bir inancın tehlikesine değinerek şöyle devam etmekte: Sizin Hz. İsa hakkındaki bu abartmanız, imanınızın üstünlüğüne sebep olmadığı gibi, şirke sapmanıza ve tevhidden uzaklaşmanıza sebep olur. Sizler bu iddia ile Allah katına yaklaşmadığınız gibi Allah'a şirk koştuğunuz için O'ndan uzaklaşırsınız ve dünyadaki bu uzaklaşma ahirette de ilahi rahmet cennetinden uzaklaşmanıza ve cehennem ateşine düşmenize ve hiç kimsenin katlanamadığı azabla cezalandırılmanıza sebep olur ve bu durumda sizleri hiç bir şey kurtaramaz.

          İşin ilginç tarafı hatta çağımızda var olan İncil'lerde bile hiç bir ayette Hz. İsa böyle bir iddiada bulunmamış ve hatta Merkes İncil'inde bizim Rabbimiz birdir şeklinde bir ifade yer almıştır.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Amel ve imanda kusur kabul edilmediği gibi ilahi liderler hakkında abartma yapmak da caiz değil ve bir nevi küfür ve şirktir, hatta bunu iddia eden, iman iddiasında bulunsa bile.

          2 - Hiç kimse, hatta Hz. İsa cehennem ehli olanları ilahi azabdan kurtaramaz. Hz. İsa'nın sizi kurtarmak için kendini feda edeceğini asla düşünmeyin.

          Şimdi,Maide suresinin 73 ve 74. ayetlerini dinliyoruz.

          لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ ثَالِثُ ثَلاَثَةٍ وَمَا مِنْ إِلَـهٍ إِلاَّ إِلَـهٌ وَاحِدٌ وَإِن لَّمْ يَنتَهُواْ عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (*) أَفَلاَ يَتُوبُونَ إِلَى اللّهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

          Yani:
          Andolsun "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diye geldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap isabet edecektir.

          Hâla Allah'a tevbe edip O'ndan bağışlanmayı dilemeyecekler mi? Allah çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir.


          Geçen ayette Hıristiyanların Hz. İsa'ya beşer olmanın ötesinde Allah seviyesine kadar yücelttiğini anlattık. Bu ayet Hıristiyanların yüce Allah hakkındaki inançlarına değinerek O'nu esas konumundan daha düşük bir seviyeye indirdiklerini ve kendisini üç Rabden biri olarak tanıdıklarını beyan ediyor. Oysa uluhiyet, Allah'ın yaratıcılığından ayrı olamaz ve eğer yaratan yegane ise o zaman mabut da birdir.

          Ayetin devamında teslis gibi sapkın düşüncelerin üzerinde ısrar edenler uyarılırken şöyle buyuruluyor: Kendi inançlarını düzeltmeyenleri ağır ilahi ceza beklemektedir. Eğer tevbe eder ve Allah'a yönelirlerse, kuşkusuz ilahi rahmetten yararlanır ve kurtulmuş olurlar.

          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Kuran-ı Kerim geçmiş peygamberleri ve dinlerini reddetmek yerine onları kabul etmenin yanı sıra kitaplarının tahriflerden arındırılmasına çaba harcar.

          2 - Küfür sadece Allah'ı inkar etmek değildir. Allah'a ortak koşmak da bir nevi küfür sayılır.

          3 - Yüce Allah hem geçmişi bağışlar hem geleceği rahmeti ile temin eder, tabi günahlardan tevbe etmek kaydıyla.

          Şimdi,Maide suresinin 75. ayetini dinliyoruz.

          مَّا الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ وَأُمُّهُ صِدِّيقَةٌ كَانَا يَأْكُلاَنِ الطَّعَامَ انظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الآيَاتِ ثُمَّ انظُرْ أَنَّى يُؤْفَكُونَ

          Yani:
          [color=teal]Meryem oğlu Mesîh ancak bir resûldür. Ondan önce de (birçok) resûller gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır.

          Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.

          Geçen ayetlerde Hıristiyanların Hz. İsa ve Allah hakkındaki inançları beyan edildikten sonra bu ayette Kuran-ı Kerim Hz.

          İsa'nın Allah'ın oğlu olmadığına dair üç delil sunmakta. Evvela İsa bir anneden doğmuştur, oysa Allah doğmaz. İkincisi, Hz. İsa'dan önce de Hz. Adem gibi ne anası ne de babası olan peygamberler vardır ki hiç biri Rab sayılmamıştır. Üçüncüsü, hatta İsa'nın doğumdan sonra Rab olduğunu var sayarsak, o zaman neden o ve annesi diğer insanlar gibi ömürlerinin sonuna kadar yemek yerdi ve bir başka tabir ile yemeğe ihtiyacı vardı. Bu nasıl bir Rabdir ki muhtaçtır ve siz Hıristiyanlar onu Rab olarak kabul etmişsiniz?

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Bazı imtiyazlara sahip olmak, Rablik işareti değildir. Hatta peygamberlerin mucizeleri onların Rab olduğu anlamına gelmez.

          2 - Doğru söylemek ve doğruluk, yüce Allah'ın nezdinde en önemli değerlerdir. Allah Hz. Meryem'i bu sıfatı ile takdir etmiştir.

          3 - Hem Hz. Meryem, hem oğlu Hz. İsa tüm erdemliklerine karşın beşerdir.


          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234287-nura-giden-yol--175

          Yorum


            Ynt: Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 176 )


            Bismillahirrahmânirrahîm

            Maide suresinin 76. ayetine kulak veriyoruz.

            قُلْ أَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلاَ نَفْعًا وَاللّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

            Yani:

            De ki: Allah'ı bırakıp da sizin için fayda ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah'tır.

            Hatırlanacağı üzere geçen bölümde Hıristiyanların Hz. İsa'nın Rab olduğuna inandıklarını anlattık. Bu ayet aynı konuya şöyle devam etmekte: Nasıl Mesih'e taparsınız, oysa o size yarar veya zarar verebilecek hiç bir şeyin maliki değildir.

            Bir peygamberin Allah'ın izni olmaksızın diğer insanların yaşamında hiç bir rolü olamayacağına bakıldığında diğer insanlar veya eşyalar için mesele gayet açıktır ve hiç bir insan veya eşya, tapılmaya layık değildir.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Şirk yolunun batıl olduğu biraz düşünmek ve akıl ve fıtrata baş vurmakla ortaya çıkar. Bu yüzden yüce Allah insanlara, sizin yaşamınızda hiç bir etkisi olmayan şeylerin tapılmaya layık olup olmadığını sorar.

            2 - Allah'tan başka diğer tüm varlıklar çözümlemek bir kenara, insanların ihtiyaçlarını görmek ve duymak ve öğrenmekten acizdir.

            Şimdi,Maide suresinin 77. ayetini dinliyoruz.

            قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلاَ تَتَّبِعُواْ أَهْوَاء قَوْمٍ قَدْ ضَلُّواْ مِن قَبْلُ وَأَضَلُّواْ كَثِيرًا وَضَلُّواْ عَن سَوَاء السَّبِيلِ

            Yani:

            De ki: Ey Kitap ehli! Dininizde haksız yere haddi aşmayın. Daha önceden sapan, birçoklarını saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma uymayın.


            Kitap ehli olanların kendi peygamberleri hakkında abartılı sözlerine değinen ayetlerin devamında bu ayet bir kez daha onları din hakkında her türlü abartmadan kaçınmalarını emrederken şöyle buyurmakta: İlahi peygamberlerin kemalatını sayarken abartmayın ve onlara haksız özellikler tanımayın.

            Beşeriyet tarihi ifrat ve tefritlerle doludur. Kimileri peygamberleri normal bir insanın düzeyinden daha aşağı indirerek onları mecnun ve akılsız tanımlarken kimileri de onları beşer olmanın ötesine ve Rablik mertebesine kadar yüceltmiştir.

            Oysa peygamberler de diğer insanlar gibidir ve sadece pak ve ihlaslı oldukları için ilahi vahiy onlara nazil olmuştur.

            Ayetin devamında Yahudilerin ve Hıristiyanların bu tür abartmaları müşriklerin maddi ve doğadaki eşyalara bir nevi Rabbaniyet tanıyan inançlarına benzetiliyor.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Dinin temeli ılımlı ve dengeli olmak üzerine kurulmuştur. Dini şahsiyetler hakkında her türlü abartma, dinin temeli ile bağdaşmaz.

            Şimdi,Maide suresinin 78 ve 79. ayetlerini dinliyoruz.

            لُعِنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى لِسَانِ دَاوُودَ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ (*) كَانُواْ لاَ يَتَنَاهَوْنَ عَن مُّنكَرٍ فَعَلُوهُ لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَفْعَلُونَ

            Yani:
            İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır.

            Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür!

            Gerçi peygamberler ilahi rahmet ve hidayetin vesilesidir, lakin ırkçı veya milliyetçi olamazlar ve bu yüzden kendi kavimlerinin çirkinliklerine karşı hiç bir zaman susmamış insanlardır.

            Tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız: İsrailoğulları Cumartesi günü tatili ile ilgili hükmü çiğnediklerinde Hz. Davud tarafından lanetlendiler. Yine bu kavmin büyükleri Hz. İsa'dan semavi maide talebinde bulunduklarında o hazret dua etti ve semavi maide nazil oldu, lakin onlardan bir grup bu ilahi mucizeyi kabul etmedi ve bu yüzden Hz. İsa'nın lanetine uğradı.

            Ayetlerin devamında sosyal ilişkilerde önemli bir noktaya temas ederek şöyle buyurmakta: Sadece günahkârlar günah işlemiyor, iyiler de suskunlukları ile onlara günah işlemeleri için gereken ortamı hazırlıyor ve onları Allah'a itaatsizlik etmekten sakındırmıyordu.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Peygamberler sevgi abideleri olmanın yanı sıra bazen de lanetleri söz konusudur ve ilahi emirlere uymayanlarla asla uzlaşmazlar.

            2 - Tecavüz ve kanunları çiğnemek, İsrailoğullarının tarih boyunca yaşamının bir parçası olmuştur.

            3 - Sadece günahkarlar değil, suskunlukları ile günahkarlara günah ortamı oluşturan da ilahi ceza ile cezalandırılır.

            4 - Münkirlerden men etmek, her müminin görevidir.

            Şimdi,Maide suresinin 80. ayetini dinliyoruz.

            تَرَى كَثِيرًا مِّنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ أَنفُسُهُمْ أَن سَخِطَ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ

            Yani:
            Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (ahiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür: Allah onlara gazab etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar!

            İsrailoğullarının tarihinin devamında bu ayet İslam peygamberine şöyle buyurmakta: Onlar sadece İslam'dan önce değil, İslam döneminde de, Müslümanlarla dostluk yerine kâfirlere yanaşır ve onları tercih ederler ve bu da ilahi azaba ve lanete uğramalarının bir başka sebebidir.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Kâfirlerin velayetini benimsemek, her ne şekilde ve hangi ölçülerde olursa olsun, ilaha gazaba yol açar.

            2 - Kıyamet günü, insanların bu dünyadaki amellerinin ürünüdür ve cehennem, insanların kendi elleri ile yaktığı ateştir.

            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234288-nura-giden-yol--176

            Yorum


              Ynt: Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 177 )

              Bismillahirrahmânirrahîm

              Maide suresinin 81. ayeti.

              وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِالله والنَّبِيِّ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ أَوْلِيَاء وَلَـكِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ

              Yani:
              Eğer onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.

              Geçen bölümde bir çok yahudinin kafirlerle dostluğu tercih ettiğini ve bu yüzden ilahi azaba uğradıklarını anlattık. Bu ayet konuya şöyle devam etmekte: Kafirlerin dostluğunu ve velayetini kabul etmek, Yahudilerin gerçekten Allah'a, peygamberine ve kitabına iman etmediklerini gösteriyor, yoksa nasıl olur da Allah'a iman ile kafirlerin dostluğu bir arada yürütülebilir?

              Bu ayet Yahudi kavmini eleştirirken şöyle buyurmakta: Onlar sadece İslam Peygamberi ve semavi kitabı Kuran-ı Kerim değil, hatta kendi peygamberlerine ve semavi kitabı Tevrat'a bile gerçekten iman etmiyor ve kendi inançlarının tealimine uymuyor.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Kâfirlerin sultasından kurtulmak ve gerçek bağımsızlığa kavuşmanın yolu Allah ve semavi kitaplara iman etmektir.

              2 - Sultaya boyun eğmek ve kâfirlerle uzlaşmak, dinsizlik ve fısk işaretidir.

              Şimdi,Maide suresinin 82. ayetini dinliyoruz.

              لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُواْ وَلَتَجِدَنَّ أَقْرَبَهُمْ مَّوَدَّةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ قَالُوَاْ إِنَّا نَصَارَى ذَلِكَ بِأَنَّ مِنْهُمْ قِسِّيسِينَ وَرُهْبَانًا وَأَنَّهُمْ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ

              Yani:
              İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın.

              Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da "Biz hıristiyanlarız" diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve râhipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.


              Tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız: Bisetin 5. yılında İslam peygamberinin emri üzerine bir grup müslüman, Mekke müşriklerinin tacizlerinden korunmak için Habeşistan diyarına göç eder.

              Habeşistan kralı Neccaşi Hıristiyan'dı, lakin yine de müslümanları çok sıcak karşılar ve onları Mekke müşriklerine teslim etmez.

              Neccaşi sarayında bulunan rahipler, göçmen Müslümanların başında bulunan Cafer Bin Ebutalib'in tilavet ettiği Meryem suresinin ayetlerini duyunca hep birlikte göz yaşı döktüler ve onlar da müslümanları desteklediler.

              Ancak Allah resulünün Medine'ye hicret etmesinin ardından başta Müslümanlarla barış anlaşması imzalayan Medine Yahudileri daha sonra anlaşmayı bozar ve Müslümanlara karşı komplolarda müşriklerle işbirliği yapar, öyle ki Ahzab savaşını başlatırlar.

              Bu yüzden Kuran-ı Kerim bu ayette bu iki farklı yaklaşımı mukayese ederek İslam Peygamberi ve Müslümanlara şöyle buyurmakta:

              Hıristiyanlar sizlere daha yakındır, çünkü onların arasında hak karşısında teslim olan abidler ve alimler vardır, fakat Yahudiler sizi desteklemediği gibi bir de müşriklerle bir olup size karşı komplo kurarlar.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Yahudilerin Müslümanlara karşı düşmanlarının kökü çok derindir. Eğer bu gün Siyonistler Filistin topraklarını işgal ediyor ve oradaki müslümanları avare ediyorsa, asr-i saadette de müslümanları Medine'den atmak istediler, lakin başarılı olamadılar.

              2 - Alimlerin ve abidlerin milletlerin ve kavimlerin sosyal davranışlarının yönlendirilmesinde etkili kesimlerdir. Onların salih olması toplumun salih olması ve fasık olması toplumun fasık olmasına yol açar.

              3 - İslam'da yersiz bağnazlık yoktur ve diğer dinlerin izleyenlerine karşı insaflıdır. Nitekim yüce Allah bir sonraki ayette Hıristiyan alim ve Abideleri takdir eder.

              Şimdi,Maide suresinin 83. ayetini dinliyoruz.

              وَإِذَا سَمِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَى الرَّسُولِ تَرَى أَعْيُنَهُمْ تَفِيضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُواْ مِنَ الْحَقِّ يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ

              Yani:
              Resûle indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki:

              "Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz."


              Geçen ayette Hıristiyan rahiplerin Meryem suresini duyunca göz yaşı döktüklerini anlattık. Müslümanlar Habeşistan'dan döndüklerin bir grup Hıristiyan Allah resulünü ziyaret etmek için Mekke'ye geldiler ve Yasin suresini duyunca gözleri yaşlarla doldu.

              Kuran-ı Kerim bu ayetlerde Hıristiyanların hak sözü duyunca hemen anlamalarını takdir ediyor ve bunun Kurani maarifleri sunmak için iyi bir zemin olarak görüyor.

              Kuşkusuz marifet ve tanımla birlikte olan göz yaşı değerlidir, yoksa sırf duygusal ve geçici bir durumdan ötürü dökülen göz yaşlarının hiç bir yararı olamaz. Bu ayet insanların hakikat peşinde olduğunu ve pak ruh sahibi olanların hakikati hemen tanıdığını ve sevincinden göz yaşı döktüğünü beyan ediyor.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - İnsanların kemale ermeleri marifet ve sevgi ile birliktedir, öyle ki hem gönül kabullenmeli, hem akıl anlayarak ikna olmalıdır.

              2 - Gönül hazırlıklı olursa insan yüz yıllık yolu bir günde kat eder. Nice müslümanlar asr-ı saadette İslam Peygamberi ile birlikte yaşadı, lakin hakikati idrak edemedi ve imanları sözle sınırlı kaldı, ama bazı Hıristiyanlar Allah kelamını duyunca öylesine değişti ki yüce Allah onları takdir etti.

              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234289-nura-giden-yol--177

              Yorum


                Ynt: Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 178 )


                Bismillahirrahmânirrahîm

                Maide suresinin 84 ila 86. ayetleri.

                وَمَا لَنَا لاَ نُؤْمِنُ بِاللّهِ وَمَا جَاءنَا مِنَ الْحَقِّ وَنَطْمَعُ أَن يُدْخِلَنَا رَبَّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِحِينَ (*) فَأَثَابَهُمُ اللّهُ بِمَا قَالُواْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ جَزَاء الْمُحْسِنِينَ (*) وَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَكَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ

                Yani:

                "Rabbimizin bizi iyiler arasına katmasını umup dururken niçin Allah'a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim?"

                Söyledikleri (bu) sözden dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi. İyi hareket edenlerin mükâfatı işte budur.

                İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince işte onlar cehennemliklerdir.


                Geçen bölümlerde bazı Hıristiyanların Meryem suresini duyunca göz yaşı döktüklerini ve Kuran-ı Kerim'in hakkaniyetine şahadet getirdiklerini anlattık. Bu ayet geçen ayetlerin devamında şöyle buyurmakta: Onlar öylesine Kuran-ı Kerim'e hayran oldu ki kendi kendilerine şöyle dediler: Neden biz bu hak kelama ki Allah'ın kelamıdır, iman etmeyelim? Yoksa bizler de salih insanlarla birlikte cennete girmek istemiyor muyuz?

                Yüce Allah bu ayetlerde böyle bir düşüncenin mükâfatının ebedi cennet olduğunu buyurmakta ve iyiler ve pak insanlardan başka hiç kimsenin bu mekâna giremeyeceğini ifade etmektedir.

                Ayetin devamında da tabi bazılarının bu hakikati kabul etmek istemediğini ve bu yüzden cehenneme gideceklerini buyurmaktadır.

                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - İnsan hakkı tanıdıktan sonra reddetmesi için hiç bir mazereti kabul edilemez.

                2 - Allah'ın varlığına inanmak, vahye inanmaktan ayrı değildir. İnsanları hidayete erdirmeyi düşünmeyen bir Allah'ın varlığını kabul etmek anlamsızdır.

                3 - Kendine dönmek ve vicdanından sormak, hakikati idrak etme ve kemale ermenin yoludur ve yüce Allah bu tür kimseleri takdir eder.

                Şimdi,Maide suresinin 87. ayetini dinliyoruz.

                يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحَرِّمُواْ طَيِّبَاتِ مَا أَحَلَّ اللّهُ لَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ

                Yani:
                Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.

                Tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız: Bir gün Allah resulü insanlara kıyamet gününde olup bitenler hakkında konuşuyordu.

                Bazıları bu sözleri duyunca öylesine duygulandı ki ağlamaya başladı ve bundan böyle iyi yiyecekler yememeye ve refah içinde yaşamamaya karar verdi. Bunlar geceleri ibadet etmeye ve gündüzleri oruç tutmaya ve evlilik konusunda da eşlerinden uzak durmaya karar verdi ve hatta bu konuda yemin edenler de oldu.

                Bu haberi duyan Allah resulü insanları camide topladı ve şöyle buyurdu: İslam dini inziva ve ruhbanlık dini değildir. Ben bile Allah resulü olduğum halde evimden ve ailemden ayrılmadım, onlarla birlikte yemek yer ve eşlerimle yaşarım. Bilin ki kim benim yöntemimim dışına çıkarsa müslüman değildir.

                Bu ayet yaşamda dengeli olmaya işaret ederken şöyle buyurmakta: Yüce Allah'ın sizlere haram kıldığı ve yapılmasını caiz görmediği konularda olduğu gibi bazı şeyleri da helal saymıştır ki bunları haram saymak caiz değildir. Mümin insan Allah'ın emirlerine karşı teslimdir ve ilahi kanunların dışına çıkmaz ve ne önde ve ne geride hareket eder. İnsanların helalleri kendilerine haram etmeleri, ilahi kanunların dışına çıkmaktır ve bu tarz davranış iman ruhu ile bağdaşmaz.
                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Yüce Allah helal yiyecek ve içecekleri ve lezzetleri müminler için sunmuştur. O zaman onları terk etmek bir nevi ilahi lütuf ve nimetlere saygısızlık etmektir.

                2 - İslam, fıtrat dinidir ve pak şeyleri terk etmek fıtrata uymaz.

                3 - İslam'da ifrat ve tefrit yasaktır ve her ikisi ilahi sınırı aşmaktır. Helalleri haram yapmak ve haramlar helal saymak caiz değildir.

                Bu durum ancak Allah'ın elindedir, beşerin değil.

                4 - Gerçi kendimizi helal şeylerden mahrum bırakmamalıyız, lakin helallerden yararlanmakta da israf caiz değildir.

                Şimdi,Maide suresinin 88. ayetini dinliyoruz.

                وَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلاَلاً طَيِّبًا وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ أَنتُم بِهِ مُؤْمِنُونَ

                Yani:

                Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun.


                İnsanları dünyevi helal şeyleri terk etmekten men eden geçen ayetin devamında bu ayet helal şeyleri kullanmaya emrederken şöyle buyurmakta: Sizler bu imkanlardan yararlanmakla yükümlüsünüz, lakin burada önemli olan şey, bu süreçte takva ve adalete göre davranmanız ve nasıl kullanacağınızdır.

                Kuran-ı Kerim diğer ayetlerde yiyin, için, lakin israf etmeyin veya yiyin ve iyi amellerde bulunun, yiyin ve başkalarına da yedirin şeklinde buyuruyor.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Dünyevi imkânlardan yararlanmak, imanla çelişmediği gibi, imanın gereğidir, ilahi nimetlerden yararlanmaktır.

                2 - Takva, dünyayı bırakmak değil, dünyadan ahiret için doğru yararlanmaktır.

                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234290-nura-giden-yol--178

                Yorum


                  Ynt: Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 179 )

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  Maide suresinin 89. ayeti.

                  لاَ يُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَـكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا عَقَّدتُّمُ الأَيْمَانَ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاَثَةِ أَيَّامٍ ذَلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ وَاحْفَظُواْ أَيْمَانَكُمْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

                  Yani:

                  Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamıyan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size âyetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!

                  Geçen bölümde bazı Müslümanların Allah resulünün kıyamet günü ile ilgili sözlerini duyunca çok duygulandığını ve yemekten içmekten vazgeçtiğini ve eşlerinden uzaklaştığını ve bunun için yemin bile ettiğini anlattık ve dedik ki Allah resulü onları bu işten sakındırdı ve onlara İslam dininin ruhbanlık olmadığını buyurdu.
                  Bu sözlerin ardından söz konusu müslümanlar ettikleri yeminin ne olacağını sorunca bu ayet nazil oldu ve onlara hitaben şöyle buyurdu: Uygunsuz bir mesele için yemin ettiğinizden bu yemin geçerli değildir ve yüce Allah bu yeminlerinizden ötürü sizden hesap sormaz. Lakin bilin ki yersiz yemin etmeyin, çünkü onu yerine getirmek zorunda kalacaksınız ve yemini kırmak, haram olmakla birlikte keffareti vardır.

                  İslam dininin bir özelliği, dini konularda hata işleyenleri toplumun mağdurları ile ilgilenme şeklinde cezalandırmasıdır. Nitekim eğer bir müslüman oruç tutamıyorsa, aç insanları doyurması gerekir. Burada da eğer bir müslüman yeminini kıracak olursa, yoksullara yiyecek ve giyecek dağıtması veya bir esiri serbest bırakması gerekir.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Yüce Allah'ın yeminde hata yapan insanları affettiği gibi bizler de hatakar insanları bağışlamalıyız.

                  2 - İslam'ın kanunları, hatta ceza konusunda yoksullukla mücadele doğrultusundadır.

                  3 - Mali cezalar insanların mali durumuna uygun olmalı ve ceza alan kimsenin seçme hakkı olmalıdır.

                  4 - Allah'ın kutsal adına saygı duymalı ve üzerinde yemin etmemeli, aksi takdirde mutlaka uygulamalıyız, yoksa keffaret ödemek zorunda kalırız.

                  Şimdi,Maide suresinin 90. ayetini dinliyoruz.

                  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِّنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

                  Yani:
                  Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.

                  slam dini, putperestlik, kumar ve şarap içmenin yaygın olduğu bir ortamda zuhur etti. Kuran-ı Kerim bu dönemden ilk cahiliye olarak söz eder. Günümüzde de kumar ve şarap dünyada yaygındır ve putperestlik farklı biçimlerde sürmektedir. Lakin iman şartı, şeytani simgelerden uzak durmaktır. İslam dininde akılsızca davranışlara yol açan her iş yasaktır. Şarap aklı bozar ve kumar, çaba harcamadan servet elde etme girişimidir ve bu yüzden İslam dininden şiddetle men edilmiştir.

                  Araplar şiir ve şarabı çok sevdiğinden ve birden yasaklanmasını benimsemeye hazır olmadığından İslam dininin şarapla ilgili hükümleri zamanla gelişti ve dört merhalede nazil oldu. Nitekim bu ayette şarap için insanlar putperestlerle bir tutuluyor.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Şarap gibi içeceklerin haram kılınmasının felsefesi onların kötü olmasıdır ve bu kötülük hem maddi ve hem manevi açıdan geçerlidir.
                  2 - İman gereği, şeytani işlerden uzak durmaktır. İbadet tek başına yeterli değil, heves ve şehvetleri de kontrol altına almak gerekir.
                  3 - İslam'ın tüm tealimi, insanları saadete ve kurtuluşa erdirmektir. Gerçi bu taalimlerden bazılarının uygulanması bize zor gelebilir, lakin gereklidir.

                  Şimdi,Maide suresinin 91. ayetini dinliyoruz.

                  يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَن ذِكْرِ اللّهِ وَعَنِ الصَّلاَةِ فَهَلْ أَنتُم مُّنتَهُونَ

                  Yani:
                  Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?

                  Bu ayet şarap ve kumarla ilgili olarak şöyle buyurmakta: Şeytan bu iki durumdan yararlanarak hem sizin toplumun diğer bireyleri ile ilişkilerini bozar ve kin ve düşmanlıkları körükler, hem de sizin Allah ile ilişkinizi keser ve namazı ve Allah zikrini unutturur.

                  Gerçi şarabın birçok fiziksel ve ruhsal hastalıklara sebep olduğu bilinmektedir, lakin Kuran-ı Kerim bu içeceği haram kılmanın felsefi boyutuna ağırlık vermekte ve hem sosyal ve hem manevi zararlarına vurgu yapmaktadır.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Halk arasında kin ve düşmanlığı körükleyen herkes, şeytandır, hatta insan kılığında görünse bile.

                  2 - Namaz Allah'ı anmanın en büyük simgesidir ve bizi bu durumdan gafil eden her şey, şeytan işidir ve ondan kaçınmak gerekir.

                  http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234291-nura-giden-yol--179

                  Yorum


                    Ynt: Nura Giden Yol

                    Allah razı olsunkardeşim elinize sağlık . Okuyanların sevaplarından aynen size de yazılıyor inşaAllah..

                    Yorum


                      Ynt: Nura Giden Yol

                      Allah siz kardeslerimden razi olsun, sagolun hocam

                      Yorum


                        Ynt: Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 180 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        Maide suresinin 92. ayetine kulak veriyoruz.

                        وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَاحْذَرُواْ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاَغُ الْمُبِينُ

                        Yani
                        Allah'a itaat edin, Resûle de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Resulümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir.

                        Geçen bölümde anlatılan ayetlerde yüce Allah'ın kumar ve şarapla ilgili bazı hükümleri beyan edildi. Bu ayet ise şöyle buyurmakta:

                        İlahi emirlere itaat edin, çünkü kendi yararınızadır ve bu tür amellerin kötü akıbetinden sakının. Zannetmeyin ki Allah'ın hükümlerine sırt çevirmekle Allah'a veya peygamberine bir zarar gelir. Peygamberin görevi Allah'ın risaletini tebliğ etmektir.

                        Bu emirleri yerine getirmeniz ne ona bir yararı olur, ne de zararı.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Peygamberlerin görevi risaleti tebliği etmekti, insanları zorlamak veya hakkı kabul etmeyi dayatmak değil. Peygamberler insanları bilgilendirmekle görevliydi, doğru yolu seçmek insanın kendi elindedir.

                        2 - Allah'a itaat etmek, peygamberine itaat etmekte tecelli bulur. Bu yüzden Kuran-ı Kerim'de ifade edilen emirlerin yanı sıra sünnet şeklinde bize ulaşan peygamberin emirlerine de uymak gerekir.

                        Şimdi,Maide suresinin 93. ayetini dinliyoruz.

                        لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُواْ إِذَا مَا اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ ثُمَّ اتَّقَواْ وَّأَحْسَنُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

                        Yani:
                        İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkiyle sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkiyle sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkiyle sakınıp yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. (Önemli olan inandıktan sonra iman ve iyi amelde sebattır). Allah iyi ve güzel yapanları sever

                        Rivayetlerde belirtildiği üzere, şarabın haram olduğunu beyan eden ayetler nazil olduktan sonra bu ayetler nazil olmadan önce şarap içen bazı müslümanlar bu konuda sorular sormaya başladı. O sırada bu ayet nazil oldu ve onlara şöyle buyurdu:

                        Bu hüküm nazil olmadan önce yaşananların cezası yoktur, tabi bundan böyle şarap içmemek ve onun yerine takva peşinden gitmek ve iyi amellerde bulunmak ve bu yolda sürekli çalışmak kaydıyla.

                        Bu ayette takva ve iman sözcükleri üç kez tekrarlanırken bu iki konunun yaşamın çeşitli alanlarındaki yeri ve önemini yansıtmaktadır. Gönülden iman etmek ve takvalı olmak insanların dünya ahiret saadetini güvence altına alır.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Başkalarına ihsan etmek, yüksek iman işaretidir ve insanların yüce Allah katındaki değerini arttırır.

                        2 - İman tek başına yeterli değil, salih amel de gereklidir.

                        3 - Arada bir iman etmenin faydası yoktur. Ancak sürekli iman ve tüm alanlarda iman etmek, saadet sebebi olabilir.

                        Şimdi,Maide suresinin 94. ayetini dinliyoruz.

                        يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّهُ بِشَيْءٍ مِّنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُ أَيْدِيكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّهُ مَن يَخَافُهُ بِالْغَيْبِ فَمَنِ اعْتَدَى بَعْدَ ذَلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ أَلِيمٌ

                        Yani:
                        Ey iman edenler! Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avlanma ile (onu yasak ederek) dener ki gizlide (kimsenin görmediği yerde, gerçekten) kendisinden kimin korktuğu ortaya çıksın. Kim bundan sonra sınırı aşarsa onun için acı bir azap vardır.

                        Bu ve bundan sonraki ayetler hac hükümleri ve hac için Mekke'ye gelen insanlarla ilgilidir.

                        Hac mevsiminde hacılar ihramdayken avlanamaz. İşin ilginç tarafı hac mevsiminde bazen avın insanlara çok yaklaşması, öyle ki onları avlamanın çok kolay olmasıdır, lakin bu bir ilahi sınavdır ki kimlerin Allah'ın emirlerine teslim olduklarını ve kimlerin kendi nefislerinin esiri olduklarını ortaya koyar.

                        Kuran-ı Kerim'de ilahi sınavlara başka örnekler de vardır ki en önemlisi Hz. Adem ve Hz. Havva'nın cennetteki sınavlarıdır ki maalesef bu sınavda başarısız olur ve yasak meyveden yer ve cennetten kovulurlar.

                        Kuşkusuz yüce Allah bizim amellerimizden haberdardır ve bu sınavları O'nun bizi tanıması için değil, daha çok yeteneklerimiz ve kabiliyetlerimizi ortaya çıkarmak içindir, böylece bizler kendi kendimizi daha iyi tanır ve fazla iddiada bulunmayız. Öte yandan bu sınavların sonucuna göre yüce Allah bizi cezalandırır veya mükâfat verir. Çünkü ceza ve mükâfat, kendi amellerimizin karşılığıdır,
                        Allah'ın ameli değil. Nitekim bizler de bir çok sanatçı diye ona ödül vermeyiz ve ancak bizim için bir şey yaparsa ona mükâfat

                        veririz.
                        Her halükarda müminler Allah'a itaat ettiklerini ileri sürer, fakat bu iddia sınav gündeme gelmedikçe ispatlanmaz. Eğer Allah bir emir verir ve biz kendi isteğimize aykırı olduğu halde onu kabul edersek işte o zaman Allah'ın emirlerine itaat ettiğimiz anlaşılır.

                        Sadece şarap gibi haramlardan uzak durmak yeterli değil, bazen gerektiğinde helal şeylerden de vazgeçip Allah'a karşı tam teslimiyet içinde olduğumuzu ispat etmemiz gerekir.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Sınav, kesin ilahi sünnetlerden biridir ve tüm insanlar ve özellikle iman iddiasında bulunan müminlere uygulanır.

                        2 - Takva ve iman kriteri, gönülden korkmaktır, Allah'tan görece olarak korkmak bir şeyi ifade etmez.

                        3 - Hac sırasında birçok helal, haram kılınır ve böylece insanların teslimiyet ruhu geliştirilir ve ayrıca sınava tabi tutulur.

                        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234292-nura-giden-yol--180

                        Yorum


                          Ynt: Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 181 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          Maide suresinin 95. ayeti:

                          يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْتُلُواْ الصَّيْدَ وَأَنتُمْ حُرُمٌ وَمَن قَتَلَهُ مِنكُم مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاء مِّثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ أَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكِينَ أَو عَدْلُ ذَلِكَ صِيَامًا لِّيَذُوقَ وَبَالَ أَمْرِهِ عَفَا اللّهُ عَمَّا سَلَف وَمَنْ عَادَ فَيَنتَقِمُ اللّهُ مِنْهُ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ

                          Yani:
                          Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir keffârettir, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır.

                          Geçen bölümde yüce Allah'ın hac ziyaretine gidenlere bir takım hükümler belirlediğini ve onları sınadığını, örneğin ihramdayken avlanmayı yasakladığını anlattık. Bu ayet bu ilahi hükme vurgu yaparken kasıtlı olarak avlanan ve bu hükme karşı çıkanların hükmünü beyan ediyor ki buna göre böyle birinin cezası, ava benzer bir kurban kesmesi, üstelik bunu Allah'ın evinin yanında yapması ve böylece yoksulların kurban etinden yararlanmasıdır ve eğer hatalı olan kimsenin kurban kesmeye imkanı yoksa etin yerine yoksullara diğer yiyeceklerden dağıtmalı ve en az 60 yoksul insanı duyurmalıdır ve eğer maddi açıdan buna da gücü yetmiyorsa o zaman en az 60 gün oruç tutmalı ki aç insanların çektiği sıkıntıyı anlasın ve gerçekte işlediği çirkin amelin cezasını çeksin.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - İhram sırasında sadece insanlar değil, hayvanlar da zarar görmemeli ve güvenlik gerçek anlamda sağlanmalıdır.

                          2 - Yanlış amelden daha kötüsü, onu bilinçli yapmaktır ki bu da cezayı şiddetlendirir.

                          3 - İslam'ın ceza kanunlarında genellikle maddi cezalar yoksullara yardım içindir, oysa beşeri kanunlarda maddi cezalar devletlere ödenir.

                          Şimdi,Maide suresinin 96. ayetini dinliyoruz.

                          أُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًا وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

                          Yani:
                          Hem size hem de yolculara fayda olmak üzere (faydalanmanız için) deniz avı yapmak ve onu yemek size helâl kılındı. İhramlı olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı. Huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun.

                          Geçen ayette çölde yaşayan hayvanları avlamanın yasak olduğu belirtilirken bu ayet şöyle devam etmekte: Tabi yüce Allah denizde yaşayan hayvanları avlamayı helal kıldı ki tüm yollar size kapalı olmasın ve böylece bazı yiyeceklerden yararlanın.

                          Genelde yüce Allah'ın bu tür emirleri insanların takvasını ölçmek için bir nevi sınavdır ve böylece insanların ne derecede Allah'a karşı teslim oldukları veya kendi nefisleri ve heveslerine düşkün oldukları ortaya çıkar.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Deniz ürünleri sadece sahillerde yaşayan insanlara özgü değildir ve tüm insanlar bu ürünlerden yararlanabilir.

                          2 - Av ancak beslenmek için olursa caizdir, eğlence için değil ki avcı bir hayvanı öldürmekten zevk alsın.

                          3 - Kıyamet gününü ve ilahi mahkemeyi unutmamak insanları günahtan ve itaatsizlikten sakındırır.

                          Şimdi,Maide suresinin 97. ayetini dinliyoruz.

                          جَعَلَ اللّهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِّلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلاَئِدَ ذَلِكَ لِتَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَأَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

                          Yani:
                          Allah, Kâbe'yi, o saygıya lâyık evi, haram ayı, hac kurbanını ve (kurbanın boynuna asılan) gerdanlıkları (maddi ve manevi yönlerden) insanların belini doğrultmaya sebep kıldı. Bu da Allah'ın, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bildiğini ve Allah'ın her şeyi bilici olduğunu (sizin de anlayıp) bilmeniz içindir.

                          Bu ayet Hac amellerinin ekseni yani Kabe'ye temas ederken bu mekanın konumu hakkında şöyle buyurmakta: Allah bu evi güvenlik, ibadet, vahdet ve marifet merkezi yaptı, çünkü tüm bunlar toplumun gelişmesine vesile olur ve Kabe, hürmeti sürekli korunması gereken bir mekandır, özellikle haram aylarda yer alan hac mevsimi sırasında burada her türlü savaş ve kan akıtmak haram ve yasaktır. Sadece bu mekân ve bu zaman değil, hatta hac için kurban olarak belirlenen ve hatta belirlenmeyen hayvanlar da saygındır, çünkü hac merasimi ve hacı adaylarının bir araya gelmesi buna bağlıdır.

                          Müslümanların milyonlar halinde hac sırasında ve üstelik haram aylarda her türlü gösteriş ve sürtüşmeden uzak bir şekilde Allah evinin hariminde bir araya gelmesi, İslam'ın imtiyazlarından sayılır ve hac programlarının düzeni, bu merasimin ilahi sonsuz ilimden kaynaklandığını gösterir, çünkü hiç bir beşeri ilim bu denli güzel ve kapsamlı bir organizasyonu gerçekleştiremez.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Bazı mekânlar ve zamanlar İslam açısından kutsaldır ve onlara saygı göstermek toplumun istikrar ve huzuruna sebep olur.

                          2 - Cami ve mezbaha ki her biri ibadet ve geçim simgesidir, din ve dünyanın güvencesidir ve yüce Allah hac sırasında her ikisini yan yana getirmiştir.

                          http://www.velayet.com/index.php?action=post;topic=19373.175;num_replies= 190

                          Yorum


                            Ynt: Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 182 )


                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            Maide suresinin 98 ve 99. ayetleri:

                            اعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ وَأَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ (*) مَّا عَلَى الرَّسُولِ إِلاَّ الْبَلاَغُ وَاللّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ

                            Yani:

                            Biliniz ki Allah'ın cezalandırması çetindir ve yine Allah'ın bağışlaması ve esirgemesi sınırsızdır.

                            Resûle düşen (vazife), ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir.


                            Bazı insanlar Allah resulünün hac merasimi ve diğer dini konularla ilgili beyan ettiği hükümlerin İslam Peygamberi tarafından belirlendiğini ve istediği gibi ceza ve mükâfat belirlediğini zannediyordu. Bu ayetler bu kuruntulara şöyle cevap vermekte:

                            Evvela peygamber, bu hükümleri Allah tarafından tebliğ etmekle görevlidir ve kendinden bir şey artırmaz veya eksiltmez.

                            İkincisi ceza ve mükâfat ancak Allah'ın elindedir ve peygamberin bu konuda hiç bir rolü yoktur. Yüce Allah kim görevini yerine getirirse mükâfatlandırır ve kim emirlerine karşı çıkarsa ceza verir. Dolaysıyla bu cezalar ve mükâfatlar Allah tarafındandır ve peygamberin görevi sadece tebliğ etmektir. Bunun dışında peygamberi insanların iman etmesinde kimseyi zorlamaz, çünkü iman, bir iç meseledir ve kimin gönülden iman ettiğini ve kimin gönlünde küfür yattığını sadece Allah bilir.

                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Mümin insan sürekli hataları konusunda korku ve Allah'ın rahmet ve mağfireti konusunda umut içinde olmalıdır.

                            2 - Peygamberin görevi dini tebliğ etmektir, insanları dini benimsemeye zorlamak değil.

                            3 - Allah açık gizli her şeyi bilir, o zaman riya ve nifak ve gösterişin hiç bir yararı yoktur.

                            Şimdi,Maide suresinin 100. ayetini dinliyoruz.

                            قُل لاَّ يَسْتَوِي الْخَبِيثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ أَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَبِيثِ فَاتَّقُواْ اللّهَ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

                            Yani:
                            De ki: Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir; pis ve kötünün çokluğu tuhafına gitse (yahut hoşuna gitse) de (bu böyledir). Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah'tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz.

                            Bazı mümin insanların iman ve inancının zayıflamasına neden olan durumlardan biri, tarih boyunca kâfirlerin sayıca çokluğu ve müminlerin azlığıdır. Bu ayet İslam peygamberine hitaben şöyle buyurmakta: Hakkaniyetin kriteri çokluk değildir.

                            Eğer bir toplumda çoğunluk Allah ve peygamberlerin dininin tersine giderse o inancın hakkaniyeti yok olmaz. Hak, ancak Allah tarafından olan ve insan aklının iyi olduğunu idrak eden şeydir. Bu yüzden yüce Allah ayetin sonunda akıllı insanlara hitaben şöyle buyurmakta:
                            Eğer saadete ermek istiyorsanız, Allah'ı ve O'ndan gelen her şeyi gözetlemeli ve hakla batıl arasında kriter olarak kullanmalısınız.

                            Çünkü hiç bir zaman çirkinlikle güzellik, iyilikle kötülük bir olmaz. Gerçi bir toplumun çoğunluğu çirkin amellere yönelebilir, fakat acaba o zaman o çirkinliklerin çirkinliği bertaraf mı olur? Bir odada beş kişi olduğunu düşünün. Dört kişi sigara içmek ister ama bir tek kişi istemez ve temiz havadan yararlanmak ister. Bu durumda hangi taraf haklıdır? Acaba bir kişi azınlıkta diye odadan çıkması ve geriye kalan dört kişi çoğunlukta diye odada kalıp sigara mı içmesi gerekir?

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Çoğunluk hakkaniyet işareti değildir. Bu yüzden rüsva olmak istemiyorsan çoğunluk gibi ol diyenleri mantığı yanlış ve Kuran-ı Kerim'e aykırıdır.

                            2 - Tüm insanların aklı vardır, lakin birçokları akla uygun davranmaz ve yaşadığı ortamın geleneklerine göre davranır, fakat davranışları çoğunluğun davranışına uygun olduğu halde doğru değildir.

                            3 - Saadet ve kurtuluş için aklın yanı sıra iman ve takva de gereklidir ki insanlar ilahi kriterlere göre hakla batılı ayırt ederek doğru karar verebilsin.

                            Şimdi,Maide suresinin 101 ve 102. ayetlerini dinliyoruz.

                            ) يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَسْأَلُواْ عَنْ أَشْيَاء إِن تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْ وَإِن تَسْأَلُواْ عَنْهَا حِينَ يُنَزَّلُ الْقُرْآنُ تُبْدَ لَكُمْ عَفَا اللّهُ عَنْهَا وَاللّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ (*) قَدْ سَأَلَهَا قَوْمٌ مِّن قَبْلِكُمْ ثُمَّ أَصْبَحُواْ بِهَا كَافِرِينَ

                            Yani:
                            Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur'an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. (Açıklanmadığına göre) Allah onları affetmiştir. (Siz sorup da başınıza iş çıkarmayın). Allah çok bağışlayıcıdır, aceleci değildir.

                            Sizden önce de bir toplum onları sormuş, sonra da bunları inkâr eder olmuştu.


                            Gerçi sormak, bilimin anahtarı demişler, ama bazen bazı sorular yararlı olmadığı gibi toplumda bir takım sıkıntılara da sebep olur.

                            Örneğin eğer savaşmakta olan bir devletten ne kadar buğday stokun var diye sorarsanız hem ekmeğin kıtlığına sebep olur hem de düşmanın baskısının artmasına yardımcı olursunuz. Dini konularda da Allah resulü gerektiği ölçüde insanlara açıklamada bulunurken bazen gündeme gelen sorular toplumda bir takım sorunlara yol açardı. Bunun dışında genellik ard arda gelen sorular, görevden kaçmak için bir çıkış yolu bulmak içindir, görevi iyi yerine getirmek için değil. Nitekim Hz. Musa döneminde İsrailoğulları bir buzağıyı kesmekle görevlendirildiler, ama bu iş onlar için zor olduğundan buzağının rengi, yaşı ve diğer özeliklerini sordular, ama tüm bu soruların cevabı verilince bu kez bunca özelliği bir yerde taşıyan hayvanı bulmak mesele oldu..

                            Rivayetlere göre bir gün Allah resulü insanlarla hac konusunda konuşuyordu. Biri sordu: Acaba her yıl farz mıdır, yoksa ömür boyunca bir kez mi? Allah resulü cevap vermedi. Adam sorusunu bir kaç kez daha sorunca Allah resulü şöyle buyurdu:

                            neden bu kadar ısrar ediyorsun. Eğer her yıl farz olsaydı ben kendim söylerdim.

                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Her şeyi bilmek ne gereklidir, ne de yararlı. Yararlı bilgilerin peşinden gitmeliyiz. Sorun yaratacak meselelerin peşinden gitmemiz gerekmez.

                            2 - insanları bazı hükümlerle yükümlü kılmamak, ilahi affın bir parçasıdır. Nitekim insanların algılama kapasiteleri olmayan konuları beyan etmek, inkâr ve küfre sebep olabilir.

                            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234294-nura-giden-yol--182

                            Yorum


                              Ynt: Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 183 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm

                              Maide suresinin 103. ayeti:

                              مَا جَعَلَ اللّهُ مِن بَحِيرَةٍ وَلاَ سَآئِبَةٍ وَلاَ وَصِيلَةٍ وَلاَ حَامٍ وَلَـكِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَأَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ

                              Yani:
                              Allah bahîra, sâibe, vasîle ve hâm diye bir şey (meşru) kılmamıştır. Fakat kâfirler, yalan yere Allah'a iftira etmektedirler ve onların çoğunun da kafaları çalışmaz.

                              Arap tarihinde belirtildiği üzere, müşrikler bazı hayvanların etini yemeyi haram biliyor ve bunun Allah'ın hükmü olduğunu ileri sürüyordu. Günümüzde de Hindistan gibi bazı ülkelerde burada yaşayan insanların ineğe karşı görüşlerini bilmekteyiz. Hindular ineğin kutsal olduğunu ve bu hayvana her türlü zarar vermenin haram olduğunu savunmaktadır.

                              Bazı hayvanların etinin haram olduğu tüm ilahi dinlerde gündemdedir, lakin haram veya helal yapmak insanların elinde değildir ki herkes istediği gibi hüküm versin. Tüm hayvanlar ve varlıklar Allah'ın mahlûklarıdır ve bu konuda ancak yüce Allah yetki sahibidir.

                              Genel olarak doğada yer alan her şeyi, ister bitki ister hayvan olsun, kullanmak caiz ve helaldir, tabi ilahi dinlerde haram oldukları ispatlanan durumlar hariç. Kuşkusuz bazen bu sürece bir takım hurafeler katılmıştır ki bunu bertaraf etmek ve ilahi ahkâmı hurafeden arındırmak, ilahi dinlerin büyüklerinin görevidir.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Eğer sosyal kural ve kanunlar ilahi ahkâma aykırı ile bu bir nevi bidattir ve küfür ve akılsızlığın işareti sayılır. Kâfirler sadece Allah'ı inkâr etmez, aynı zamanda hurafeleri de yaygınlaştırır.

                              2 - Hayvanları kendi başına bırakmak caiz değildir, insanlar da öyle.

                              Şimdi, Maide suresinin 104. ayetini dinliyoruz.

                              وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ إِلَى مَا أَنزَلَ اللّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ قَالُواْ حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ شَيْئًا وَلاَ يَهْتَدُونَ

                              Yani:
                              Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resûl'e gelin" denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter" derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?

                              Geçen ayetlerin devamında bu ayetten şu anlaşılıyor: Ne zaman hurafe ve bidat ehli olan müşriklere bu alışkanlığınızdan vazgeçin ve Allah'ın ve peygamberinin hükmüne itaat edin denildiyse onlar yaptıklarına mantıklı bir gerekçe göstermek yerine atalarımız da böyle yapıyordu, biz de böyle yapıyoruz, şeklinde cevap verirdi. Kuran-ı Kerim bu mantıksızlığa şöyle cevap veriyor:

                              Acaba geçmişere ait olan her gelenek doğru mudur ki onu izliyorsunuz? Nice akılsız ve mantıksız işler vardır ki geçmişleriniz yapmıştır, ama hiç bir akıl ve mantık onu teyit etmemektedir.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Asil olan ilahi kültür ve geleneklerdir, geçmişlerin ve atalarımızın gelenek ve görenekleri değil.

                              2 - Ne gelenekçilik ne de modernite asıldır. Asıl olan ilim ve hidayete ermektir. Körü körüne taklit etmek, akılsızlık işaretidir.

                              Şimdi,Maide suresinin 105. ayetini dinliyoruz.

                              يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُم مَّن ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

                              Yani:
                              Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.

                              Müşrikleri her türlü hurafeden ve geçmişlerini taklit etmekten sakındıran ayetlerin devamında bu ayet, müminlere hitaben şöyle buyurmakta: Gerçi sizin göreviniz iyiye emretmek ve kötülükleri men etmektir lakin eğer irşat etmeniz etkili olmazsa üzülmeyin ve en azından kendi dininiz koruyun ki bu durumda Allah da sizleri onların şerrinden ve kötü amellerinden koruyacak ve onların ve sizin amellerinizin hesabını kıyamet gününde soracaktır. Bunun dışında mümin bir insan en başta kendini yetiştirmeli ki başkalarını etkileyebilsin ve başkalarından etkilenmesin. Bu yüzden bu ayetin esas tavsiyesinin kendi kendini yetiştirmek ve iman ve maneviyatınızı güçlendirmeye vurgu yapmak olduğu söylenebilir.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Nefsani hevesleri kontrol etmek her müminin ilk görevidir. Nefsimize karşı koyabilmeli ve başkalarının yersiz isteklerine karşı direnebilmeliyiz.

                              2 - Başkalarının günah işlemesi, bizim günah işlememizi haklı gösteremez. Hatta fasık bir toplumda yaşıyorsak kendimizi korumalıyız.

                              3 - Kıyamet gününde herkes kendi amelinin sorumlusudur ve hiç kimse başkalarının günahından sorumlu tutulmaz.

                              4 - Maad ve kıyamet mahkemesini unutmamak, insanları kendine ve topluma karşı sorumluluk hissini geliştirir.

                              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234295-nura-giden-yol--183

                              Yorum


                                Ynt: Nura Giden Yol

                                Nura giden yol ( 184 )

                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                Maide suresinin 106. ayeti:

                                يِا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ حِينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ أَوْ آخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ إِنْ أَنتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الأَرْضِ فَأَصَابَتْكُم مُّصِيبَةُ الْمَوْتِ تَحْبِسُونَهُمَا مِن بَعْدِ الصَّلاَةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّهِ إِنِ ارْتَبْتُمْ لاَ نَشْتَرِي بِهِ ثَمَنًا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَلاَ نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّهِ إِنَّا إِذًا لَّمِنَ الآثِمِينَ

                                Yani:

                                Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin.

                                Yahut seferde iken başınıza ölüm musibeti gelmişse sizden olmayan, başka iki kişi (şahit olsun). Eğer şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan sonra alıkor, "Bu vasiyet karşılığında hiçbir şeyi satın almayacağız, akraba (menfaatine) de olsa; Allah (için yaptığımız) şahitliği gizlemiyeceğiz, (aksini yaparsak) bu takdirde biz elbette günahkârlardan oluruz" diye Allah üzerine yemin ettirirsiniz.


                                İslami kanunlara göre dünyadan ayrılan bir kimsenin malının üçte ikisi zorunlu olarak ve belli kurallar çerçevesinde eş, çocuk ve ebeveynler gibi varisleri arasında paylaşılır ve ölen kimse ancak geride bıraktığı malın üçte biri üzerinde vasiyet etme hakkına sahiptir. Fakat ölümden sonra varisler tüm malı talep ettiklerinden bu yüzden İslam dini herkesin kendisi için bir vasi belirlemesi ve bu vasiye veya vasiyetnamesi için iki adil şahit belirlemesini tavsiye etmekte, böylece ölümden sonra varisler arasında ihtilaf yaşanmasını önlemektedir. Bu ayette vasiyet için şahit tutmak öylesine önemlidir ki şöyle buyurmakta: Hatta eğer yolculukta iseniz ve mümin insanlara ulaşamıyorsanız, beraberinizdeki yolculardan iki kişiyi seçim o onlardan hakkı hatta akrabalık pahasına satmayacakları ve hakkı gizlemeyecekleri veya çiğnemeyecekleri üzerine yemin etmelerini isteyin. Her halükarda vasiyet ve hükümleri fıkıh kitaplarında detaylı olarak yer almakta ve kimsenin hakkının çiğnenmemesi için ona göre hareket etmek gerekir.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Hepsi kul hakkı olan varislerin hakkını korumaya özen göstermeliyiz ki bunun bir yolu da vasiyete iki adil şahit belirlemektir.

                                2 - İnsanların haktan sapmalarının bir etkeni de para hırsı ve akrabalık bağlarıdır. Bu sapmayı Allah adına kutsal bir mekânda yemin etmek önleyebilir.

                                Şimdi,Maide suresinin 107. ayetini dinliyoruz.

                                فَإِنْ عُثِرَ عَلَى أَنَّهُمَا اسْتَحَقَّا إِثْمًا فَآخَرَانِ يِقُومَانُ مَقَامَهُمَا مِنَ الَّذِينَ اسْتَحَقَّ عَلَيْهِمُ الأَوْلَيَانِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّهِ لَشَهَادَتُنَا أَحَقُّ مِن شَهَادَتِهِمَا وَمَا اعْتَدَيْنَا إِنَّا إِذًا لَّمِنَ الظَّالِمِينَ
                                Yani:
                                Bu şahitlerin (sonradan yalan söyleyerek) bir günah kazandıkları anlaşılırsa, (şahitlerin) haklarına tecavüz ettiği ölüye daha yakın olan (mirasçılardan) iki kişi onların yerini alır ve "Andolsun ki bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir ve biz (kimsenin hakkına) tecavüz etmedik, aksi takdirde biz, elbette zalimlerden oluruz" diye Allah'a yemin ederler.

                                Geçen ayette vasiyeti güvenceye almak için iki şahidin gerekli olduğunu anlattık. Bu ayet ise şöyle buyurmakta: Eğer iki şahidin hakikati gizlediği veya ihanet ettiği ve yalan yemin ettiği anlaşılırsa ölen kimsenin ve bu şahadetin onların zarara uğramaları ile sonuçlanan varislerden iki kişi, ölen kimsenin malından ve vasiyetinden haberdar iseler, yemin edebilirler, çünkü onların şahadeti hakka daha yakındır ve bu hakkı çiğnemek istemezler. Bu durumda bu iki kişinin şahadeti esas alınır ve önceki şahadet geçersiz olur.
                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Başkalarının söz ve yeminini, aksini ispat edecek delil bulunmadıkça kabul etmeliyiz ve fazla meraklanmaya ve kurcalamaya hacet yoktur. Bu ayette de bu durum vurgulanmaktadır.

                                2 - Yalan şahadet de bir nevi zulüm ve başkalarının hakkını çiğnemektir, hatta yalan şahadeti yerine getirene maddi açıdan bir kazanç sağlamasa bile.

                                Şimdi,Maide suresinin 108. ayetini dinliyoruz.

                                ذَلِكَ أَدْنَى أَن يَأْتُواْ بِالشَّهَادَةِ عَلَى وَجْهِهَا أَوْ يَخَافُواْ أَن تُرَدَّ أَيْمَانٌ بَعْدَ أَيْمَانِهِمْ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاسْمَعُواْ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ

                                Yani:
                                Bu (usul), şahitliği gerektiği şekilde yapmaya, yahut yeminlerinden sonra, yeminlerin (mirasçılar tarafından) reddedilmesinden korkmalarına (çekinmelerine çare olarak) daha uygundur. Allah'tan korkun ve (O'nu) dinleyin.

                                Allah, yoldan çıkmışlar topluluğuna rehberlik etmez.


                                Vasiyete nasıl şahit tutmayı anlatan ayetlerin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Tüm bu tavsiyeler ve titizlikler, şahadetin doğru biçimde yerine getirilmesi ve kimsenin hakkının çiğnenmemesi içindir. Bu emirlere uymak ve onları yerine getirmek sizin yararınızadır ve esasen ilahi takva demek, bu tür tavsiyelere ve emirlere uymak demektir.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Yemin töreni genellikle özel bir merasim çerçevesinde gerçekleşirken insanların haklarının korunması için değerli bir harekettir.

                                2 - Rezil rüsva olmaktan korkmak, günahtan sakındıran bir etkendir ve buna vurgu yapmak gerekir.

                                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234296-nura-giden-yol--184

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X