Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 253 )

    Bismillahirrahmânirrahîm

    A’raf suresinin 128. ayeti:

    قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اسْتَعِينُوا بِاللّهِ وَاصْبِرُواْ إِنَّ الأَرْضَ لِلّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ

    Musa kavmine dedi ki: "Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç (Allah'tan korkup günahtan) sakınanlarındır."

    Geçen bölümde Hz. Musa’nın sihirbazları yenmesinin ardından Firavun’un Hz. Musa’nın izleyenlerini işkence etmek ve öldürmekle hem sayılarını azaltmayı hem de başkalarında o hazrete yönelme isteğini yok etmeyi hedeflediğini anlattık. Bu yüzden Firavun, İsrailoğullarının gençlerini öldürmeyi ve kadınlarını da esir almayı emretti. Gerçekte Firavun bu hareketi ile Hz. Musa’nın kavmini bu tür zorluklara karşı sabır ve direnişe davet ediyor. Kuran-ı Kerim bu konuda şöyle buyurmakta: Ey insanlar, yer yüzü Allah’ındır ve mutlak hakimi O’dur. Eğer siz Firavun’a karşı direnir ve onunla mücadele ederseniz, eğer Allah yolunda kıyam edersiniz, sonunda zafer sizindir, tabi eğer takva yolunda ilerlerseniz.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 – Zalim hükümdara karşı zafer elde etmek için üç etken gereklidir: Sabır ve deriniş, Allah’a tevekkül etmek, takva.

    2 – Takva ehli olanların hem bu dünyada akıbeti iyidir, hem ahirette ki ebedi cennete girerler.

    Şimdi,A’raf suresinin 129. ayeti:

    قَالُواْ أُوذِينَا مِن قَبْلِ أَن تَأْتِينَا وَمِن بَعْدِ مَا جِئْتَنَا قَالَ عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الأَرْضِ فَيَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ

    Onlar da, sen bize (peygamber olarak) gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi, dediler. (Musa), "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hâkim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar" dedi.

    İsrailoğulları Hz. Musa’nın kıyamı ve sihirbazlara galip gelmesinin ardından Firavun’un sultasından kurtulup refaha kavuşmayı umuyordu, fakat böyle olmadı ve tam tersine Firavun yandaşlarının şiddet uygulamaları daha da arttı, öyle ki Hz. Musa’ya şöyle dediler: Senin kıyamın faydasızdı. Bizler hem sen gelmeden önce hem senden sonra taciz oluyoruz. Hz. Musa onlara şöyle karşılık verdi: Düşmana karşı zafer bir gecede ve zorluklara katlanmadan elde edilemez. Eğer direnir ve mücadele ederseniz Allah da düşmanlarınızı helak eder ve sizler başa geçersiniz. Tabi eğer iktidarın başına geçseniz bile bu, hür olduğunuz ve her istediğinizi yapmanız anlamına gelmez, çünkü Allah sizi gözetleyecektir ki Firavun gibi insanlara zulmetmeyin ve adaletli davranın.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 – Refah peşinde olmak ve refah düşkünlüğü, ilahi dinlerin izleyenlerini amacına ulaşmaktan alıkoyan afettir. Dindarlık zordur ve refah peşinde olanlar din taalimine katlanamaz.

    2 – Güç ve hâkimiyet, ilahi sınav arenasıdır, bireysel ve grup çıkarları uğruna her istediğini yapmak değil.

    A’raf suresinin 130 ve 131. ayetleri:

    وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَونَ بِالسِّنِينَ وَنَقْصٍ مِّن الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

    فَإِذَا جَاءتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُواْ لَنَا هَذِهِ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُواْ بِمُوسَى وَمَن مَّعَهُ أَلا إِنَّمَا طَائِرُهُمْ عِندَ اللّهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ

    Andolsun ki, biz de Firavun'a uyanları ders alsınlar diye yıllarca kuraklık ve mahsul kıtlığı ile cezalandırdık.

    Onlara bir iyilik (bolluk) gelince, "Bu bizim hakkımızdır" derler; eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı. Bilesiniz ki, onlara gelen uğursuzluk Allah katındandır, fakat onların çoğu bunu bilmezler.


    Yüce Allah bu ayetlerde şöyle buyurmakta: Sadece İsrailoğulları zorlukların altında ve Firavun yandaşları sürekli refah içindedir diye bir şey yoktur. Biz onları da kıtlık ve kuraklıkla karşı karşıya bıraktık ki bu durumların onların elinde olmadığını ve onların yeryüzünde tanrı olmadıklarını anlasın. Lakin onlar uyanmak yerine bu işlerden Hz. Musa’yı ve mensuplarını sorumlu tuttular, öyle ki başlarına ne gelirse, İsrailoğullarının şom olduğunu ve nerede olurlarsa olsunlar bu şomluğu ve bedbahtlığı beraberinde götürdüklerini söylediler.

    Firavun’un kavmi öylesine bencildi ki kendilerini tüm iyiliklerin kaynağı görüyordu ve bunun onların liyakatinden kaynaklandığını ileri sürüyordu. Yüce Allah onlara şöyle karşılık vermekte: Ne İsrailoğulları tüm kötülüklerin kaynağı ne de Firavun kavmi tüm iyiliklerin kaynağıdır. Her şey Allah’ın elindedir, fakat onlar bunu anlamaz.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 – Allah’ın iradesin tüm doğal etkenlere hâkimdir. Her şeyi doğadan görmeyelim, nitekim kıtlık ve kuraklık da ilahi ceza ve bir uyarı olabilir.

    2 – Hayatın iyi kötü olaylarını yorumlamakta hataya düşmeyelim ve kötü olaylar için dış etkenler arayarak suçu başkalarına yüklemeyelim, nitekim bu kötülüklerin kaynağı bizzat kendimiz olabiliriz.



    Yorum


      Ynt: Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 254 )

      Bismillahirrahmânirrahîm

      A’raf suresinin 132. ayeti:

      وَقَالُواْ مَهْمَا تَأْتِنَا بِهِ مِن آيَةٍ لِّتَسْحَرَنَا بِهَا فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ

      Ve dediler ki: "Bizi sihirlemek için ne mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz."

      Bu ve buna benzer ayetler Kuran-ı Kerim’de kâfirlerin küfürlerinin hakkı ve hakikati tanımamaktan değil, kibir ve inatçılıklarından kaynaklandığını gösterir. Yani birçok insan hakkı anlar, fakat boyun eğmek istemez. Bu ayette kâfirler Hz. Musa’ya şöyle diyor: Emin ol ki hangi delili getirirsen getir, biz sana iman etmeyiz, yani iman etme niyetinde değiliz. Oysa hak ve hakikat peşinde olan insanlar şöyle der: Eğer inandırıcı bir delil getirirsen biz kabul eder ve iman ederiz. Nitekim Firavun sarayındaki sihirbazlar işlerinde usta ve inatçı olmadıkları için Hz. Musa’nın yaptıklarının sihir ve büyü olmadığını anlayınca hemen iman ettiler, lakin sihirde uzman olmayan Firavun’un çevresindekiler sihirbazların sözlerine inanmadı ve yine Musa’yı sihirbaz olmakla suçladı.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 – İlahi peygamberlere sihirbazlık ve büyücülük iftirası atmak, tarih boyunca var olan bir iftiradır. Ancak peygamberler pes etmedi ve görevini sürdürdü.

      2 – Kibir ve inatçılık gibi ruh hastalıkları hakka karşı teslim olmayı engeller.

      Şimdi,A’raf suresinin 133. ayeti:

      فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُّفَصَّلاَتٍ فَاسْتَكْبَرُواْ وَكَانُواْ قَوْمًا مُّجْرِمِينَ

      Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular.

      Kafirlerin inatçı davranışları yüzünden ilahi azab geldi ve yaşamlarını temin eden tarlaları sel gibi yağan yağmurla yok oldu ve bir çok yörede ürün elde edilemedi. Bazı bölgelere çekirgeler saldırdı ve ürünü yok etti. Kâfirlerin içtiği su kan rengine bulandı ve yaşam şartları zorlaştı. Tüm bu afetler kâfirlerin suç ve günah işlemeleri ve istikbar huyundan kaynaklanıyordu. Tevrat’ın bazı bölümlerinde Kuran-ı Kerim’de ifade edilen bu durumlar anlatılmıştır.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 – Hayvanlar, ilahi görevlilerdir ve bazen rahmet görevlisidir, örneğin İslam peygamberini düşmanların saldırısından koruyan örümcek gibi ve bazen de azab görevlileridir, tarlalara saldıran çekirgeler gibi.

      2 – Günah ve kibir, hakkı inkâr etmek ve karşı çıkmak için zemin oluşturur.

      Şimdi,A’raf suresinin 134 ve 135. ayetleri:

      وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُواْ يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِندَكَ لَئِن كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنِي إِسْرَآئِيلَ

      فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَى أَجَلٍ هُم بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ

      Azap üzerlerine çökünce, "Ey Musa! Sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et; eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve muhakkak İsrailoğullarını seninle göndereceğiz" dediler.

      Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca hemen sözlerinden dönüverdiler.


      Firavun kavminin başına nazil olan afetler ve belalar yüzünden onlar bunların doğal bir şey olmadığını ve bertaraf edilmesi için Hz. Musa’ya başvurması gerektiğini anladı. Bu yüzden o hazrete gelerek belaların bertaraf edilmesi için dua etmesini istediler ve Hz. Musa’yı duaya teşvik etmek için bu musibetler bertaraf olursa iman edeceklerini ve İsrailoğullarını taciz etmekten el çekeceklerini ve onları kendi haline bırakacaklarını söylediler. Hz. Musa da başta onlara bu azabların bir süre daha devam edeceğini söyleyerek bu azabların ilahi ceza olduğunu anlamalarını ve tesadüfî olmadığını bilmelerini sağladı. Ardından Hz. Musa dua etti ve musibetler bertaraf oldu, lakin onlar bunun Hz. Musa ve Allah’ının işi olduğunu öğrendikleri halde yine iman etmediler.

      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

      1 – Belaların ve azabın bertaraf edilmesi için evliyalara tevessül etmek etkilidir. Kâfirler Hz. Musa’dan onları kurtarmak için dua etmesini istediler.

      2 – Yaşamın acı tatlı olayları tesadüfî değil, belli bir düzene tabidir ve bu düzen Kuran-ı Kerim’de beyan edilmiştir.

      3 – İnsanları tağutların sultasından kurtarmak, peygamberlerin risaletlerinden biridir.

      Yorum


        Ynt: Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 255 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        A’raf suresinin 136. ayeti:

        فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَكَانُواْ عَنْهَا غَافِلِينَ

        Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk.

        Geçen bölümlerde Hz. Musa’nın çeşitli mucizelerine karşın Firavun ve çevresindekilerin onun hak sözünü kabul etmek istemediğini ve sürekli onu tehdit ettiğini anlattık. Bu ayet şöyle buyurmakta: Sonunda inatçılıkları yüzünden bu dünyada cezalandırıldılar ve Nil ırmağını geçerken hepsi sularda boğuldu. Oysa Hz. Musa ve izleyenleri yüce Allah’ın emri ile ırmağın ortasında açılan bir yoldan rahatlıkla geçtiler.

        Evet, kâfirlerden ilahi intikamın alınması, onları cezalandırmaktan başka bir şey değildir. Çünkü kin, tüm beşeri intikamların kaynağıdır ve Allah için söz konusu olamaz.

        Ayet şöyle devam etmekte: Bu durum onların hakikatlere karşı tekziplerinin cezasıydı.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 – Allah hem merhametlidir, hem intikam alandır. O’nun rahmeti gazabından gafil olmasına sebep olamaz.

        2 – İnsanların ve kavimlerin kaderi kendi elindedir. Küfür ve zulmün sonu helak olmaktır.

        Şimdi,A’raf suresinin 137. ayeti:

        وَأَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذِينَ كَانُواْ يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الأَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنَى عَلَى بَنِي إِسْرَآئِيلَ بِمَا صَبَرُواْ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُواْ يَعْرِشُون


        Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik.

        Firavun ve kavminin cezasının ardından sabreden ve Hz. Musa’yı izleyen İsrailoğullarının mükâfatı konusunda bu ayet şöyle buyurmakta: Onlara imarlı ve yem yeşil ve bereketli olan Filistin ve Şam diyarını verdik ve onları bu toprakların varisleri ve hükümdarı yaptık. Bu kavim bundan önce Firavun’ların sultası altında sürekli pasif insanlar sayılıyor ve aşağılanıyordu, lakin Nil ırmağını geçerek Filistin topraklarına girdikten sonra güç kazandılar ve iktidar oldular. Ayet şöyle devam etmekte: Sadece Firavun ve adamlarını suda boğmakla kalmadık, onların saraylarını ve bahçelerini de yıktık.

        Gerçi Firavun’un hâkimiyetin altında bulunan topraklar çok genişti, Kuran-ı Kerim şöyle buyurmakta: Onların yaşadığı diyarın doğusunu ve batısını İsrailoğullarına devrettik.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 – Peygamberlerin hükümeti, mustekbirlerin değil, mustazafların hükümetidir. Peygamberlerin tealimi sayesinde mustazaflar mustekbirlerin sultasından kurtulur ve kendileri iktidar olur.

        2 – Allah’ın kesin vaadi gereği, müminler sabrettikleri takdirde zafere kavuşur.

        Şimdi,A’raf suresinin 138 ila 140. ayetleri:

        وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَآئِيلَ الْبَحْرَ فَأَتَوْاْ عَلَى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلَى أَصْنَامٍ لَّهُمْ قَالُواْ يَا مُوسَى اجْعَل لَّنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ

        قَالَ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِيكُمْ إِلَهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ

        İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap! dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi.

        Şüphesiz bunların içinde bulundukları (din) yıkılmıştır, yapmakta oldukları da bâtıldır.

        Musa dedi ki: Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım?


        Yüce Allah’ın merhameti ile İsrailoğullarını Firavun’un sultasından kurtardığını ve onları Şam yöresinde iktidar yaptığını anlattık. Ancak bu kavim Hz. Musa’nın onlar için oluşturduğu açık ortamda fikri değişimlere uğradı. Örneğin onlar putperest olan ve putlara tapan bir kavimle tanıştı ve bu yüzden İsrailoğullarının cahil insanları Hz. Musa’dan onlara taştan veya ağaçtan mabutlar yapmasını, böylece onlar da bu putperest kavim gibi günlük veya haftalık ibadetler yapmalarına ve kurban kesmelerine imkan sağlamasını istedi.

        İşte bu noktada Hz. Musa bu nasıl yersiz istek ve talep diye isyan ediyor ve onlara şöyle diyor: Acaba bu kadar çabuk mu yegâne Allah’ı unuttunuz ve bir kaç taş heykeli görerek onlara hayran oldunuz? Yoksa tüm bunların fani olduğunu bilmez misiniz? Acaba size bunca zafer veren Allah’ı unuttunuz mu ki başka tanrılara yöneldiniz? Bu ne cahilce bir istek?

        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 – Fasık ve sapkın ortamlar insanları etkiler. İmanımızda şüpheye kapılmadan bu tür ortamlardan ve kültürlerden uzak durmalıyız.

        2 – Bazen cahil dostlar akıllı düşmandan daha tehlikelidir.





        Yorum


          Ynt: Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 256 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          A’raf suresinin 141. ayeti:

          وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِم بِآيَةٍ قَالُواْ لَوْلاَ اجْتَبَيْتَهَا قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يِوحَى إِلَيَّ مِن رَّبِّي هَذَا بَصَآئِرُ مِن رَّبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

          Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun'un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.

          Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun'un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.

          Bu ayet İsrailoğullarına şöyle buyurmakta: Acaba bu kadar çabuk mu Hz. Musa’nın Rabbini unuttunuz ve bir kaç taştan ve ağaçtan putu görmekle taştan bir tanrı peşine düştünüz? Acaba unuttunuz mu ki Musa’nın Rabbi sizi Firavunluların pençesinden kurtardı ve size güç ve izzet kazandırdı? Acaba Firavun’un sizin erkeklerinize ve kadınlarınıza nasıl davrandığınızı unuttunuz mu? Hani sizin erkeklerinizi çeşitli bahanelerle öldürüyordu, böylece kimsenin ona karşı çıkmasını engelliyordu veya kadınlarınızı köle yapıyordu?

          Ayet şöyle devam etmekte: Gerçi tüm bu kötülükler Firavun tarafındandı, lakin Allah da kimin direneceği ve kimin teslim olacağını ortaya çıkarmak için sizi sınıyordu.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 – İlahi nimetlerden gafil olmak, toplumu saptırır. Semavi liderler sürekli Allah’ın nimetlerini sayarak insanları küfür ve şirkten uzak tutmaya çalışır.

          2 – Yaşamın acı tatlı olayları birer sınavdır, nitekim açılışlar ve refah da ilahi sınav zeminlerini oluşturur.

          Şimdi,
          A’raf suresinin 142. ayeti:


          وَوَاعَدْنَا مُوسَى ثَلاَثِينَ لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً وَقَالَ مُوسَى لأَخِيهِ هَارُونَ اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ وَلاَ تَتَّبِعْ سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَ

          (Bana ibadet etmesi için) Musa'ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilâve ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu. Musa, kardeşi Harun'a dedi ki: Kavmimin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma.

          Hz. Musa’nın ilk planı, yüce Allah’ın emri üzerine İsrailoğullarını Firavun’un sultasından kurtarmaktı ki bu işi tüm tehlikeleri ve zorluklarına karşın başarı ile tamamladı. Lakin doğal olarak özellikle Firavun gibi bir zalimin sultası altından kurtulan bir kavmin bireysel, ailevi ve sosyal düzeni için belli bir yazılı kanun gerekiyordu. Bu yüzden Allah Hz. Musa’ya Tevrat’ı teslim almak için kavminden ayrılması ve 40 gece için Tur dağına çıkmasını ve bu süre için kardeşi Harun’u kendi halefi olarak belirlemesini emretti.

          Kuran-ı Kerim’in bu süreyi 40 gece şeklinde tabir etmesinin sebebi belki de gece vaktinin Allah ile münacat ve özel ilahi lütuftan yararlanmak için en iyi zaman olması yüzündendir.

          Bu konu Tevrat’ın Huruc babında da vurgulanmış ve Hz. Musa’nın 40 gece Tur dağında kaldığı beyan edilmiştir.

          İslam peygamberi de 40 gün için eşinden ve ailesinden ayrılarak Hıra mağarasına yerleşti ta ki özel ilahi lütuftan yararlandı. Şimdi Hz. Musa 40 günlük bir süre için kavminden ayrılırken kendi yerine bir halef belirlemesini kabul edilirken İslam peygamberinin kendisinden sonraki yıllar için hiç bir şey düşünmemiş olmasını ve hiç kimseyi belirlememiş olmasını ve bunu halka devretmiş olmasını kabul etmek mümkün değildir. Allah resulü hatta Tebuk savaşına giderken Hz. Ali’yi kendi yerine Medine’de bıraktı ve şöyle buyurdu: Ey Ali, sen benim için Harun’un Musa’ya olduğu gibisin. O zaman ben yokken Medine’de halefim ol ta ki ben geri döneyim.

          Hz. Musa da Tur dağına çıkarken kardeşi Harun’a müfsitlerin iktidarın başına geçmemesine dikkat etmesini ve onların yolunu izlememesini tavsiye eder. Ancak bu tavsiyeye karşın tarihin de şahadet getirdiği gibi İsrailoğulları Harun’u bırakır ve Sameri adında bir adamın peşinden gider. Heykeltıraş olan Sameri Hz. Musa’nın yokluğundan faydalanır ve altından bir buzağı yaparak insanları bu heykele tapmaya yönlendirir.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 – Büyük sorumlulukların desteği, gece vakti ibaretlerdir. Toplumda bulunmak insanları bireysel manevi halvetlerden mahrum bırakmamalı.

          2 – Toplum ilahi lidersiz olamaz. Eğer Musa Tur dağına gidiyorsa, yerine Harun halefi olarak görev yapmalıdır.

          3 – Peygamberlerin ve evliyaların esas görevi toplumu ıslah etmek ve fesat ve kötülüklerden arındırmaktır.


          Yorum


            Ynt: Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 257 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            A’raf suresinin 143. ayeti:

            وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ

            Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca "Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!" dedi. (Rabbi): "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.

            Geçen bölümde yüce Allah’ın Tevrat’ı Hz. Musa’ya vermek için resulünü 40 günlük bir buluşma için Tur dağına davet ettiğini anlattık. Bu ayet şöyle buyurmakta: Musa buluşma yerine geldi ve Allah onunla konuştu. İsrailoğullarının Hz. Musa’dan bir talebi Allah’ı kendi gözleri ile görmekti. Bu yüzden Hz. Musa kavminin bu talebini gündeme getirdi ve şöyle dedi: Ey Rabbim eğer mümkünse kendini bana göster ki seni kendi gözlerimle göreyim ve kavmine seni gördüğümü söyleyeyim. Lakin şöyle karşılık geldi: Ey Musa, hatta sen bile bizi göremezsin, çünkü ben görünen değilim, fakat benim güç ve azametimi görebilirsin. O zaman şu dağa bak ki nasıl benim irademle dağılıyor.

            Bu olayın azameti öylesine büyüktü ki Hz. Musa bayıldı ve yere yığıldı. Ayıldıktan sonra Hz. Musa şöyle dedi: Ey Rabbim, ben senin gücün ve azametine şahadet getiren ilk insanım ve senden böylesine yersiz bir talepte bulunduğum için özür dilerim. Sen gözle görünmeyecek kadar paksın.

            İmam Ali (sa) da acaba Allah’ı gördün mü ki ona böyle ibadet ediyorsun? şeklinde soru soran birine şöyle buyurdu: Ben görmediğim Allah’a ibadet etmem, ama gözümle değil, gönlümle görürüm. Yine imam Ali (sa) bir başka yerde şöyle buyurur: Hiç bir şey görmem, illa ki ondan önce ve sonra Allah’ı görmüş olayım.

            Kuran-ı Kerim de Enam suresinin 103. ayetinde gözlerin O’nu idrak edemediğini, ancak O’nun gözleri idrak ettiğini buyurur.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 – Allah’ı tanımak için O’nun varlık âlemindeki güç ve azametini idrak etmek gerekir.

            2 – Allah hakkında her türlü yersiz istekte bulunmanın tevbesi vardır ve Allah hakkında her türlü batıl kuruntudan uzak durmak gerekir.

            Şimdi,A’raf suresinin 144 ve 145. ayetleri:

            قَالَ يَا مُوسَى إِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالاَتِي وَبِكَلاَمِي فَخُذْ مَا آتَيْتُكَ وَكُن مِّنَ الشَّاكِرِينَ

            وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الأَلْوَاحِ مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْعِظَةً وَتَفْصِيلاً لِّكُلِّ شَيْءٍ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُواْ بِأَحْسَنِهَا سَأُرِيكُمْ دَارَ الْفَاسِقِينَ

            (Allah) Ey Musa! dedi, ben risaletlerimle (sana verdiğim görevlerle) ve sözlerimle seni insanların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.

            Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Musa için levhalarda yazdık. (Ve dedik ki): Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim.


            Hz. Musa 40 gün Tur dağında kaldığı süre içerisinde yüce Allah Tevrat’ı taş levhaların üzerinde Hz. Musa’ya nazil etti ve Musa’dan bu ahkâma sıkı sıkıya sarılmasını ve kavmini bu hükümlere uymaya davet etmesini istedi.

            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 – Tağut düzeni yıkılıp dini hükümet kurulduktan sonra ilahi ahkâm uygulanması gerekir.

            2 – Semavi kitabın nazil olması şükür gerektirir ve nimetlere karşı şükretmek, ilahi emirdir, bir tavsiye veya ahlaki kural değil.

            Şimdi, A’raf suresinin 146. ayeti:

            سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِن يَرَوْاْ كُلَّ آيَةٍ لاَّ يُؤْمِنُواْ بِهَا وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الرُّشْدِ لاَ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَكَانُواْ عَنْهَا غَافِلِينَ

            Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.

            Yüce Allah’ın hükümlerine uymayı emreden geçen ayetin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Allah’ın hükümlerine karşı teslim olmayan ve kibirli davrananlar hakkı kabul etmek istemez, gerçi hak ayetlerini görürler ve hakkaniyet yolunu anlamalarına karşın gelişme ve kemal peşinde değiller ve haktan kaçmak için her türlü yola saparlar.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 – Kibir ve istikbar, ilahi ayetlerin tekzibi ve Allah’a küfür beslemenin kaynağıdır.

            2 – Allah’a karşı kibir beslemek, ilahi hidayetten mahrum kalmaya sebep olur ve Allah sebepsiz yere hiç kimseden lütfunu esirgemez.



            Yorum


              Ynt: Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 258 )

              Bismillahirrahmânirrahîm

              A’raf suresinin 147. ayeti:

              وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَلِقَاء الآخِرَةِ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلاَّ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

              Halbuki âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yapmakta oldukları amellerden başka bir şey için mi cezalandırılırlar!

              İnsani saiklerden uzak fasık düşüncelerle yapılan iyiliklerin değeri olmadığı gibi sonuçta ceza da getirir. Örneğin riya ve gösteriş yapılan işler gibi. Bazen de bu amel o kadar zararlı ve tehlikelidir ki diğer iyi amellerin de tesirini yok eder. Örneğin insan sorunlara katlanmadığı gibi ömrünü heba etmesi gibi.

              Bu ayet ise şöyle buyurmakta: İlahi ayetleri ve kıyamet gününü tekzip edenler gerçekte işlerini dünyevi saiklerle gerçekleştirir ve ahirette eli boş kalır. Evet, insanların ameli bir birini etkiler ve bir amelin bir başka amel yüzünden yok olması, kaçınılmazdır ve ilahi adaletle çelişmez.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 – Kıyamet günü büyük bir hakikati inkâr etmek, insanların iyi amellerini bu dünya ile sınırlı yapar ve tesirini yok eder.

              2 – Kıyamet gününde ceza veya mükâfat, amele göredir. Tabi amellerin etkisi kıyamete uzanmalıdır.

              Şimdi,A’raf suresinin 148. ayetini dinliyoruz.

              وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسَى مِن بَعْدِهِ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلاً جَسَدًا لَّهُ خُوَارٌ أَلَمْ يَرَوْاْ أَنَّهُ لاَ يُكَلِّمُهُمْ وَلاَ يَهْدِيهِمْ سَبِيلاً اتَّخَذُوهُ وَكَانُواْ ظَالِمِينَ

              (Tûr'a giden) Musa'nın arkasından kavmi, ziynet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular.

              Geçen bölümlerde Hz. Musa’nın yüce Allah’ın emri üzerine Tevrat’ı almak için Tur dağına çıktığını ve burada kalma süresinin on gün uzatıldığını ve böylece 40 gün orada kaldığını anlattık. İsrailoğulları yıllarca Mısır’da buzağı şeklinde putlar görmüştü ve Nil ırmağından geçtikten sonra putperest bir kavme rastlamıştı. Bu yüzden onlar Hz. Musa’dan putlara benzer bir Rab yapmasını istedi. Hz. Musa bu yanlış yaklaşıma karşı koydu ve bunun cehaletten kaynaklandığını belirtti. Fakat Hz. Musa’nın Tur dağındaki ikameti on gün uzayınca orada öldüğü spekülasyonu yayıldı. O sırada Sameri adından bir şahıs komplo kurdu. Sanatçı ama sapkın olan Sameri, İsrailoğullarının bu isteğini suistifade ederek halkın altınlarını topladı ve altından bir buzağı yaparak halkı bu heykele tapmaya davet etti. Sameri bazı özel numaralar yaparak heykelden inek sesi çıkmasını sağlamıştı ve bu yüzden onun daveti daha çok kabul gördü.

              Kuran-ı Kerim bu durumu reddederken şöyle buyurmakta: Gerçi altın heykel güzeldir ve sesi de insanların ilgisini çeker, fakat acaba bu hayvan insanları hidayete erdirme gücüne sahip midir, yoksa sadece anlamsız bir ses mi çıkarıyor? Acaba Musa’nın sözlerini bırakmak ve bir hayvanın sesine ilgi duymak kendinize zulüm olmaz mı?

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 – Toplumda ilahi liderlerin yokluğu, halkın sapkınlığına sebep olur.

              2 – Sapkınlar halkı saptırmak için sanat ve ziynet gibi şeylerden yararlanır. Şatafatlı propagandalar ve sapkınların tantanalı reklamları bizi kandırmasın.

              Şimdi,A’raf suresinin 149. ayeti:

              وَلَمَّا سُقِطَ فَي أَيْدِيهِمْ وَرَأَوْاْ أَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواْ قَالُواْ لَئِن لَّمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ

              Pişman olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce dediler ki: Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa mutlaka ziyana uğrayanlardan olacağız!

              Hz. Musa’nın Tur dağından geri dönmesi ve irşat ve tavsiyeleri ile İsrailoğulları yaptıklarından pişman oldu ve tevbe etti ve Allah’tan bağışlanmalarını talep etti. Tabi Hz. Musa, halkı irşad etmenin yanı sıra bu buzağının aciz olduğunu göstermek için onu param parça etti ve ateşe verdi ve külünü da hiç bir iz kalmaması için deniz döktü. Bu durum heykelin halk arasındaki değerini kaybetmesine sebep oldu ve sapkınlar bir heykele tapmakla saptıklarını anladı ve geçmişini telafi etmeye çalıştı.

              Evet, küfür ve şirk simgelerini yok etmek ilahi peygamberlerin görevidir, nitekim İslam peygamberi de Mekke fethi sırasında müşrikleri bağışladı, lakin putlarını kırdı ve yok etti.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 – Sadece irşad etmek ve vaaz etmek yeterli değil, toplumun sapkınlığına yol açan araçları da yok etmek gerekir.

              2 – İnsanların gerçek hüsranı, ilahi rahmet ve mağfiretten uzaklaşmaktır.

              Yorum


                Ynt: Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 259 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                A’raf suresinin 150. Ayeti:

                وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي مِن بَعْدِيَ أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ وَأَلْقَى الألْوَاحَ وَأَخَذَ بِرَأْسِ أَخِيهِ يَجُرُّهُ إِلَيْهِ قَالَ ابْنَ أُمَّ إِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونِي وَكَادُواْ يَقْتُلُونَنِي فَلاَ تُشْمِتْ بِيَ الأعْدَاء وَلاَ تَجْعَلْنِي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

                Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin (Harun'un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): "Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!" dedi.

                Geçen bölümlerde Hz. Musa’nın ilahi vahiy kitabını teslim almak için 30 günlüğüne Tur dağına çıktığını ve bu süreye on gün eklendiğini anlattık. Bu durum Hz. Musa’nın bu dünyadan ayrıldığı spekülasyonlarına yol açtığını ve Sameri’nin yaptığı buzağıya tapma zeminini oluşturduğunu anladık. Ayet şöyle buyurmakta: Hz. Musa Tur dağından döndükten sonra hem kavmine hem kardeşi Harun’a sert davrandı. Hz. Musa kavmine şöyle dedi: Ben yokken benim için kötü bir ümmet oldunuz, çünkü Allah neden beni Tur dağına çağırdığını görmek için sabretmediniz ve kardeşim Harun yerine Sameri’nin peşinden gittiniz. Hz. Musa kardeşine de sert konuştu ve kendisi yokken kavmini yönetemediği için onu serzeniş etti. Ancak Harun şöyle karşılık verdi: Onlar beni bıraktı ve ne dediysem kabul etmedi ve hatta beni öldürmek istedi, o zaman ben suçsuzum ve beni bu kavimle bir tutma.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 – Toplumun sapkınlıkları karşısında dini gayret göstermeli ve öfkemizi beyan etmeliyiz. Nitekim imam Humeyni (ra) çağımızda şeytan ayetleri adlı küfür kitabının yazarı Salman Rüşdü’ye böyle davrandı.

                2 – Sapkınlıklara karşı mevki veya akrabalık bağlarını gözetlememeli, bilakis sert tepki vermeli ve yetkililerden hesap sormalıyız.

                3 – İnkılapçı ve reformcu bir toplumun afeti, halkın geçmişine dönme eğilimidir ve toplum liderleri bu durumla mücadele etmesi gerekir.

                Şimdi, A’raf suresinin 151. Ayeti:

                قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلأَخِي وَأَدْخِلْنَا فِي رَحْمَتِكَ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

                (Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi.

                Hz. Musa öfkesi yatıştığında kardeşi Harun’u halkın karşısında serzeniş ettiği için Allah’tan af diledi ve kardeşi de müsamahakar davranmış olabileceğini düşünerek onun için de af diledi, çünkü af dilemek, ilahi rahmetin anahtarıdır. O, ilahi rahmet pınarıdır ve bu rahmetten yararlanma yolu, tevbe etmektir.

                Şimdi,A’raf suresinin 152. Ayeti:

                إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ

                Buzağıyı (tanrı) edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.

                Gerçi Hz. Musa Tur dağından döndükten sonra halkını serzeniş etti, lakin bazıları buzağıya tapmaya devem etti ve bu huyundan vazgeçmedi. Yüce Allah bu ayette şöyle buyurmakta: Onlar bu dünyada ilahi azabla cezalandırılır ve zillete düşer, çünkü hakkı gördükleri halde tekzip etmiştir.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 – Evliyaların gazabı ilahi azabı getirir. Önceki ayetlerde Hz. Musa’nın gazabından söz edildi ve bu ayette Allah’ın gazabı gündeme geldi.

                2 – İlahi liderleri bırakmak ve sahtekar liderleri izlemek, bu dünyada zillete sebep olur.

                Şimdi,A’raf suresinin 153. Ayeti:

                وَالَّذِينَ عَمِلُواْ السَّيِّئَاتِ ثُمَّ تَابُواْ مِن بَعْدِهَا وَآمَنُواْ إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ

                Kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip de iman edenlere gelince, şüphesiz ki o tevbe ve imandan sonra, Rabbin elbette bağışlayan ve esirgeyendir.

                Bu ayet, başta buzağıya tapan ancak Hz. Musa’nın uyarılarının ardından yaptıklarından pişmanlık duyanlarla ilgilidir. Yüce Allah bu kesime şöyle buyurmakta: Eğer tevbe eder ve şirki bırakır ve yeniden iman edenlerden olursanız Allah tevbelerinizi kabul eder ve rahmetinden yararlandırır.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 – Tevbenin yolu açıktır ve hiç bir zaman kısıtlaması söz konusu değildir.

                2 – İlahi rahmet ve mağfiretten umudumuzu kesmeyelim, çünkü Allah hatta büyük günahları da affedendir.

                3 – Allah günahkarları affetmenin yanı sıra rahmetini de esirgemez.

                Yorum


                  Ynt: Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 260 )

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  A’raf suresinin 154. ayeti:

                  وَلَمَّا سَكَتَ عَن مُّوسَى الْغَضَبُ أَخَذَ الأَلْوَاحَ وَفِي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلَّذِينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ

                  Musa'nın öfkesi dinince levhaları aldı. Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet (haberi) vardı.

                  Geçen bölümde Hz. Musa Tur dağından döndükten sonra halkının buzağıya taptıklarını görünce öfkelendiğini ve bu yüzden Tevrat levhalarını bir kenara attığını ve kavmini serzeniş ettiğini anlattık. Bu ayet şöyle buyurmakta: Hz. Musa sakinleştikten sonra Tevrat’a döndü, onu aldı ve kavmine yöneldi ve içindeki hükümleri beyan etti. Çünkü Tevrat da diğer semavi kitaplar gibi hidayet ve rahmet kaynağıdır, tabi ancak Allah’a iman eden ve O’na muhalefet etmekten sakınanlar bu hidayet ve rahmetten yararlanır.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 – Allah korkusu, rahmet kapılarını açar ve Allah’tan başka hiç kimse korkmaya layık değildir.

                  Şimdi,A’raf suresinin 155. ayeti:

                  وَاخْتَارَ مُوسَى قَوْمَهُ سَبْعِينَ رَجُلاً لِّمِيقَاتِنَا فَلَمَّا أَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ أَهْلَكْتَهُم مِّن قَبْلُ وَإِيَّايَ أَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَاء مِنَّا إِنْ هِيَ إِلاَّ فِتْنَتُكَ تُضِلُّ بِهَا مَن تَشَاء وَتَهْدِي مَن تَشَاء أَنتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الْغَافِرِينَ

                  Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Musa dedi ki: "Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin! (Hz. Musa'nın, kavmini temsilen seçip Allah'ın huzuruna getirdiği kimseler, Allah ile kendi arasındaki konuşmayı işitince, onunla yetinmediler ve: ""Ey Musa, Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız"" dediler. Bunun üzerine orada şiddetli bir deprem oldu ve bayılıp düştüler. Hz. Musa, Allah'a yalvardı da bu afet kaldırıldı.)

                  Hz. Musa’nın gerçekleştirdiği tüm mucizelere karşın İsrailoğullarının çoğu Allah’ı kendi gözleri ile görmek ve O’nun sesini duymak istiyordu. Bu yüzden Hz. Musa onların arasından 70 kişiyi seçti ve Tur dağına getirdi ve geçen sefer yaptığı gibi Allah’ın Tur dağında tecelli etmesini ve kelamını duyurmasını istedi. Lakin İsrailoğulları Allah’ın sesini duyunca Musa’dan Allah’tan kendisini göstermesini istemesini talep ettiler. O sırada dağda ağır bir sarsıntı yaşandı ve hepsi korkudan öldü. Bu durum Hz. Musa’yı kaygılandırdı, çünkü kavminden beraberinde götürdüğü önde gelenlerden 70 kişinin hepsi ölmüştü. Bu yüzden yüce Allah’ın emri ile hepsi tekrar dirildi ve kavmine geri döndüler.

                  Gerçekte Yahudilerin yersiz talebi üzerine vuku bulan bu hadise bir nevi ilahi sınavdı ki bazlarının hidayete ermesine ve bazılarının sapmasına neden oluyordu.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 – Peygamberler halka karşı dış görünüşe ve karinelere göre davranır, ilim ve gaybi bilgilere göre değil, bu yüzden Hz. Musa’nın seçtikleri insanlar liyakatsiz kimselerdendi.

                  2 – Acı olaylar ve afetler, insanları ayırt etmek için ilahi sınavdır.

                  Şimdi,A’raf suresinin 156. Ayeti:

                  وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاء وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
                  Bize, bu dünyada da iyilik yaz ahirette de. Şüphesiz biz sana döndük." Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.

                  Bu ayet geçen ayetin devamında Hz. Musa’nın duasını beyan ediyor ki Allah’tan dünyada ve ahirette iyilik talebinde bulunuyor. Allah da Hz. Musa’nın günahkârları ve bahane peşinde olanları affetmesi ile ilgili talebine karşı şöyle buyurmakta: Benim rahmetim geniştir ve her şeyi kapsar. Lakin benim rahmetimden yararlanmanın şartı, imam ve takva ve mağdurların durumu ile ilgilenmektir ve eğer böyle olmazsa, kendilerini benim rahmetimden mahrum bırakmış olur ve benim azabımla cezalandırılır.

                  Rivayetlere göre bu ayet nazil olduğunda "şeytan da o zaman ben de ilahi rahmetten yararlanabilirim, çünkü Allah rahmetim herşeyi kapsar demiştir" şeklinde konuştuğu anlatılır. Oysa bu geniş rahmetten yararlanmanın şartı iman ve takvadır ki ne şeytan ne de onu izleyenler bu şartlara sahip değildir.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 – Dua etmeyi peygamberlerden öğrenmeliyiz. Onlar hem dünyada ve hem ahirette hayır için dua ederdi ve birini ötekine feda etmezdi.

                  2 – Allah’ın rahmeti gazabına galip gelir. Bu yüzden hatta günahkâr insanlar tevbe ettiklerinde azabdan kurtulur ve ilahi rahmetten yararlanı

                  Yorum


                    Ynt: Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 261 )

                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    A’raf suresinin 157. ayeti:

                    الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

                    Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

                    Geçen bölümde Hz. Musa’nın yersiz mazeretler ileri sürerek ilahi gazaba uğrayan kavminden bazı insanlar için dua ettiğini ve Allah’tan onlara rahmet ve mağfiret dilediğini anlattık. Allah da bu talebe şöyle karşılık verdi: Benim rahmetim her şeyi kapsar, lakin ancak pak insanlar bundan yararlanır.

                    Bu ayet şöyle buyurmakta: Yahudilerden ve İslam Peygamberi dönemindeki kitap ehli olanlardan da ancak son Peygamberi izleyenler ilahi rahmetten yararlanır. Son peygamberin işaretleri İncil ve Tevrat’ta anlatılmıştır. O, iyiliklere davet eden ve kötülüklerden sakındıran peygamberdir. O insanların elini kolunu bir zincir gibi bağlayan hurafe ve batıl inançları da men eder ve insanları bu zincirden kurtarır. Bu peygamber Hicaz yarımadasında medeniyetten uzak bir yerde zuhur eder ve diğer insanlar gibi ders almamış ve okuma yazma bilmez, fakat en iyi sözleri insanlara beyan eder ve insanları en iyi yola davet eder ve bu da onun ilahi peygamber olduğuna en iyi delildir.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 – Geçmiş peygamberler de İslam peygamberinin geleceğini müjdelemiş ve onun adını ve yazılı olarak Tevrat ve İncil’de ifade etmiştir.

                    2 – Yanlış inançlar ve hurafeler insanları esir alan bir zincir gibidir ve peygamberler bu zinciri kırmak için gönderilmiştir.

                    3 – Sadece ilahi peygambere iman etmek yeterli değil, onlara saygı duymak ve desteklemek gerekir.

                    Şimdi,A’raf suresinin 158. ayeti:

                    قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

                    De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah`a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.

                    Bu ayet de İslam peygamberinin evrenselliğine vurgu yaparken şöyle buyurmakta: O hazret tüm insanlar için gönderilmiştir ve sadece Arap ırkına veya özel bir kavime özgü değildir. O da kendinden önceki peygamberler gibi varlığı yaratan ve yöneten ve hayat ve memat O’nun elinde olan Allah tarafından gönderilmiştir ve o herkesten daha çok Allah’a iman etmektedir, o zaman insanların hidayete ve kurtuluşa ermeleri de ondan ve onun sözündendir.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 – İslam dini geldikten sonra tüm semavi dinlerin izleyenleri son ilahi mesaja iman etmeleri ve tealimine amel etmeleri gerekir.

                    2 – Kuran-ı Kerim’i izlemek, peygamberin sünneti ve siyerini izlemenin yanında hidayete erme vesilesidir. Sünnet ve ıtret olmadan Kuran-ı Kerim hidayete sebep olamaz.

                    Şimdi,A’raf suresinin 159. ayeti:

                    وَمِن قَوْمِ مُوسَى أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ


                    Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır.


                    Bu ayette Kuran-ı Kerim bazı İsrailoğullarını diğerleri gibi olmayıp hak ve adalet ehli oldukları ve insanları da hakka davet ettikleri için takdir ediyor. Bunlar Hz. Musa döneminde yaşayan ve inatçılık yerine o hazretin emirlerine teslim olan ve İslam Peygamberi döneminde de Allah resulünün davetine lebbeyk diyen ve iman eden kimselerdir.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 – Muhaliflere karşı insaflı davranmalı ve iyiliklerini göz ardı etmemeliyiz. Kuran-ı Kerim İsrailoğullarının hem iyi hem kötü insanlarını anlatıyor.

                    2 – İnsanları hak ve adalete davet etmek yeterli değil, kendimiz de bizzat hak ve adalet ehli olmalıyız.

                    Yorum


                      Ynt: Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 262 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm

                      A’raf suresinin 160. Ayeti:


                      وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا أُمَمًا وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى إِذِ اسْتَسْقَاهُ قَوْمُهُ أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَّشْرَبَهُمْ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَأَنزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ


                      Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde oniki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa'ya, "Asanı taşa vur!" diye vahyettik. Derhal ondan on iki pınar fışkırdı. Her kabile içeceği yeri belledi. Sonra üzerlerine bulutla gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik. (Onlara dedik ki) "Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yeyin. "Ama onlar (emirlerimizi dinlememekle) bize değil kendilerine zulmediyorlardı.

                      İsrail sözcüğü, İbranice Allah’ın kulu anlamına gelir ve bu kuldan maksat, Hz. Yakub’dur. Bu yüzden İsrailoğulları derken Hz. Yakub’un 12 evladı kastedilir ki her biri İsrailoğullarında 12 kabilenin başı olmuştur. Yüce Allah bu ayette şöyle buyurmakta: Hz. Musa’nın kavmine getirdiği bir mucize, asası ile Nil ırmağına vurması ve suyun kenara çekilmesi ile İsrailoğullarına karşı kıyıya geçme imkanını sağlamasıydı ve yine aynı asa ile dağa vurdu ve İsrailoğullarının Kabile sayısı kadar 12 pınardan su akmaya başladı. Nitekim İsrailoğullarının 40 yıl çölde yaşadıkları dönemde bulutlar defalarca onların başının üzerinde yer aldı ki onları sıcaktan korusun ve bölgeye helal kuşlar inerdi ki yiyecekleri karşılansın. Ama maalesef bunca nimet ve mucizeye karşın İsrailoğullarından birçokları nankörlük etti ve Hz. Musa’nın değerini anlamadı ve ona itaatsizlik etti. Ayet şöyle devam etmekte: Bu insanlar zannetmesin ki Allah’a itaatsizlik etmekle O’na zarar verebilirler veya O’ndan bir şey eksiltirler, onlar bu yaptıkları ile kendilerine zarar verir ve ziyankarlardan olurlar.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 – İnsanların gruplara ayrılması, vahdeti korumak kaydıyla zararı yoktur, hatta işlerin kolaylaşması için bazen zaruridir.

                      2 – Sorunlardan kurtulmak için peygamberlere tevessül etmek tevhidle çelişki arz etmez, hatta icabet edilmeye daha yakın olur.

                      3 – Allah helal yiyecekleri insanlara kolaylıkla sundu ve daha sonra haram peşinden gitmemelerini istedi. Helal işler haram olanlardan çok daha kolaydır, o zaman neden itaatsizlik edelim?

                      Şimdi,A’raf suresinin 161 ve 162. Ayetleri:

                      وَإِذْ قِيلَ لَهُمُ اسْكُنُواْ هَذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُواْ مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُواْ حِطَّةٌ وَادْخُلُواْ الْبَابَ سُجَّدًا نَّغْفِرْ لَكُمْ خَطِيئَاتِكُمْ سَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ

                      فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنْهُمْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِّنَ السَّمَاء بِمَا كَانُواْ يَظْلِمُونَ

                      Onlara denildi ki : Şu şehirde (Kudüs'te) yerleşin, ondan (nimetlerinden) dilediğiniz gibi yeyin, "bağışlanmak istiyoruz" deyin ve kapıdan eğilerek girin ki hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanlara ileride ihsanımızı daha da artıracağız.

                      Fakat onlardan zalim olanlar, sözü, kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. Biz de zulmetmelerinden ötürü üzerlerine gökten bir azap gönderdik.


                      Uzun süren çöl yaşamının ardından İsrailoğulları Beytulmukaddes’e girip oraya yerleşme hakkı kazandı, lakin onlardan kente girerken onca itaatsizlik ve Hz. Musa’ya eziyet ettikleri için tevbe etmeleri ve Allah’tan af dilemeleri ve alını yer koyarak Allah’a karşı boyun eğmeleri istendi ki böylece günahkârların affedilmesi ve günahkâr olmayanların mükâfatlarının artmasına vesile olsun. Lakin bu inatçı kavim, ilahi emri alaya aldılar ve af dilemek yerine başka sözcükleri kullandılar ve alay ettiler. Bu yüzden Kuran-ı Kerim onlara ilahi azab geldiğini ve tüm bu zulümlerin kaynağının onların Allah’ın emri ile alay etmeleri olduğunu buyuruyor.

                      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 – Tevbe ve af dilemek, insanlar için maddi nimetlerden yararlanmak için de zemin hazırlar.

                      2 – Allah insanların tüm maddi ihtiyaçlarını karşılamıştır, lakin insanların günahları azab için zemin oluşturur ve ancak tevbe ile nimetleri yeniden geri almak ve onlardan yararlanmak mümkün olur.

                      3 – Cami gibi kutsal mekânlara girmenin adabı vardır ve buna uyulması gerekir.

                      4 – Sadece Hz. Musa döneminden sonra değil, hatta o hazretin yaşadığı çağda da Tevrat bir takım tahriflere uğramıştır.

                      Yorum


                        Ynt: Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 263 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        A’raf suresinin 163. Ayeti:

                        واَسْأَلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِ إِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ إِذْ تَأْتِيهِمْ حِيتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً وَيَوْمَ لاَ يَسْبِتُونَ لاَ تَأْتِيهِمْ كَذَلِكَ نَبْلُوهُم بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ

                        Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.

                        Yahudilerin bir hükmü de Cumartesi gününün tatil günü olmasıydı. Bu günde Yahudilerin yüce Allah’ın emri üzerine işten el çekmesi ve ibadet ve kişisel işleri ile uğraşması gerekirdi. Bu kanun günümüzde de Yahudiler arasında saygı görmektedir. Lakin sahillerde yaşayan bir grup Yahudi Cumartesi günleri balık avlamaktan el çektiklerinde balıkların kıyıya yaklaştığını, fakat diğer günler böyle olmadığını ve balık avlamak için denize açılıp derinlerden avlanmak zorunda kaldıklarını gördüler. Bu kavim hem Allah’ın hükmüne uymak hem da kıyıya yanaşan balıklardan yararlanmak için bir hile düşündüler ve deniz kıyısında havuzlar yaptılar. Cumartesi günü kıyıya yanaşan balıklar bu havuzlara düşüyor ve böylece denize geri dönemiyordu ve ertesi gün Yahudiler havuzdaki balıkları topluyordu.

                        Kuran-ı Kerim ilahi hükümlere karşı bu tür yaklaşımı da kanuna tecavüz şeklinde değerlendirerek şöyle diyor: Balıkların kıyıya yanaşıp yanaşmaması Allah’ın bu kavmi sınamak için bir emriydi ki onlar Allah’ın emrine mi yoksa bir kaç balık avlamaya mı önem veriyor, ortaya çıksın.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 – Günahın çirkinliği hile ile bertaraf edilemez, hatta bu tür günahların tehlikesini arttırır. Çünkü günahı işleyen bunu anlamaz ve tevbe etmeye de kalkışmaz.

                        2 – Dünyanın cilveleri hatta helal olanları bazen sınamak için kullanılır ve insanlar bazen Allah rızası için helal şeylerden de vaz geçmesi gerekir. Balık avlamak helal bir iştir, lakin Yahudilerin Cumartesi günü balık avlamaması gerekiyordu.

                        Şimdi, A’raf suresinin 164. Ayeti:

                        وَإِذَ قَالَتْ أُمَّةٌ مِّنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًا اللّهُ مُهْلِكُهُمْ أَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا قَالُواْ مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

                        İçlerinden bir topluluk: "Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).

                        Kuran-ı Kerim İsrailoğullarını üç gruba ayırıyor: Bir grup kanunları çiğneyen, bir grup nasihat edenler ve bir grup da duyarsızlar.

                        Bu ayet şöyle buyurmakta: Duyarsızlar nasihat edenlere şöyle diyordu: Boşuna kendinizi yormayın sizin sözleriniz bu günahkâr insanları etkilemez ve onların hesabı Allah iledir ki eğer isterse azab nazil eder veya helak eder. Fakat nasihat edenler şöyle diyordu. Evvela bizim sözümüz etkisiz değil ve belki bazıları bu nasihatlerle günahtan el çeker veya en azından az günah işler ve ikincisi eğer dinlemezlerse bile en azından biz Allah’a karşı sorumluluğumuzu yerine getirmiş olur ve münkiri men etmiş oluruz.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 – Bazı insanlar ne nasihat eder ne da başkalarının nasihatine katlanır ve günahkârlara itiraz etmek yerine nasihat edenlere itiraz eder.

                        2 – Münkiri men etmek farzdır, hatta etkisi olmayacağını düşünsek bile. Biz sadece memuruz, sonucunu güvenceye almaktan sorumlu değiliz.

                        Şimdi,A’raf suresinin 165 ve 166. Ayetleri:

                        فَلَمَّا نَسُواْ مَا ذُكِّرُواْ بِهِ أَنجَيْنَا الَّذِينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوءِ وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُواْ بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُواْ يَفْسُقُونَ

                        فَلَمَّا عَتَوْاْ عَن مَّا نُهُواْ عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُواْ قِرَدَةً خَاسِئِينَ

                        Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.

                        Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: Aşağılık maymunlar olun! dedik.


                        Geçen ayette İsrailoğullarının günahkârlar, nasihat edenler ve duyarsızlar olmak üzere üç grup olduğunu anlattık. Bu ayetler şöyle buyurmakta: Bu üç gruptan sadece nasihat edenler kurtuldu ve duyarsız davrananlar günahkarlara nazil olan azaba ortak oldular. Üstelik bu azab çok ağırdı öyle ki bazıları maymunlara dönüştüler.

                        Bu bağlamda rivayetlere göre bu kavim sadece dış görünüş bakımından maymunlara dönüştüler ve bir kaç günden daha fazla yaşayamadılar ve soyları yok olup gitti.

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 – Münkiri men etmek, başkalarını hidayete erdirmese bile, en azından insanı ilahi azabdan korur.

                        2 – Kendimize nasihat yolunu kapatmak, ilahi azab yolunu açmak anlamına gelir.

                        3 – Zalimlere karşı susmak, insanları onların cezasına ortak eder.

                        4 – Allah’ın emri üzerine hayvanlara dönüşenlerin yüzleri de değişir. Allah’ın dini ile oynayanlar oyuncu bir hayvan olan maymuna dönüşür.

                        Yorum


                          Ynt: Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 264 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          A’raf suresinin 167. ayeti:

                          وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَن يَسُومُهُمْ سُوءَ الْعَذَابِ إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ

                          Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara en kötü eziyeti yapacak kimseler göndereceğini ilân etti. Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir. Ve O çok bağışlayan, pek esirgeyendir.

                          Geçen bölümlerde İsrailoğullarından bir grubun Allah’ın Cumartesi günü tatil günü olduğu ve bu günde başka işlerle uğraşılması ile ilgili hükmünü ayaklar altına aldığını ve bir nevi hilekarlık yaparak Cumartesi günleri balık avladıklarını ve bu insanların ağır ilahi ceza ile cezalandırıldığını ve maymuna dönüştüklerini anlattık.

                          Bu ayet şöyle buyurmakta: Allah’ın hükmü ile alay eden veya bu hükümlerle oyun oynayanlar bu dünyada Allah tarafından ağır bir şekilde cezalandırılır ve öyle bir ortam yaratır ki onlar sürekli zorluk içinde yaşasın. Tabi bu tür insanlar tevbe eder ve Allah’a geri dönerse, ilahi rahmet kapıları açılır ve hepsi bağışlanır.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 – Yahudi kavminin zalimlerini kıyamet gününde çok ağır cezalar beklemektedir.

                          2 – Ceza korkusu ile birlikte ilahi rahmete umut bağlamak, insanların gelişmesine katkı sağlar.

                          Şimdi,A’raf suresinin 168. ayeti:

                          وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الأَرْضِ أُمَمًا مِّنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذَلِكَ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّئَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

                          Onları (yahudileri) gurup gurup yeryüzüne dağıttık. Onlardan iyi kimseler vardır, yine onlardan bundan aşağıda olanları da vardır. (Kötülüklerinden) belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik.

                          Geçen ayette yahudi kavminin kıyamet gününde zilletini anlattıktan sonra bu ayet şöyle buyurmakta: Onlar bir bütün ümmet değildir ve sürekli dağınık olmuş ve asla bağımsız bir ülke ve devletleri olmamıştır. Kuşkusuz tüm yahudilerin salih olmayan insanlar olduğunu söylemek doğru değildir ve onların arasında da dürüst insanlar vardır. Fakat bu kavmin çoğunluğu inatçı olduğundan tarih boyunca sürekli zillet içinde yaşamıştır. Ayet şöyle devam etmekte: İlahi sünnet insanları sınamak içindir. Yahudi kavmi de bu durumdan müstesna değildi ve sürekli iyilikler ve kötülüklerle sınandı ki uyansın ve geçmişinden vaz geçsin.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 – Muhaliflere karşı insaflı olmalı ve kötülüklerinin yanı sıra iyiliklerini de anlatmalıyız.

                          2 – İlahi sınavların bir tesiri de, insanların uyanması ve tevbe ederek geri dönmesidir.

                          Şimdi,A’raf suresinin 169. ayeti:

                          فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُواْ الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هَذَا الأدْنَى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَا وَإِن يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مُّثْلُهُ يَأْخُذُوهُ أَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِم مِّيثَاقُ الْكِتَابِ أَن لاَّ يِقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقَّ وَدَرَسُواْ مَا فِيهِ وَالدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ

                          Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitap'ta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitap'takini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâla aklınız ermiyor mu?

                          Kuran-ı Kerim bu ayetlerde Yahudi kavminin tarihini anlatırken şöyle buyurmakta: Hz. Musa ve diğer İsrailoğulları peygamberleri çağında yaşayan, o peygamberleri gören ve sözlerini dinleyenler, maalesef inat ve alaycı tavırları yüzünden ilahi peygamberler ve semavi kitapların kıymetini bilemediler ve ağır cezalarla cezalandırıldılar. Onlardan sonra gelen kuşak da gerçek semavi kitap onların elinde ve içeriğini biliyorlar, lakin yine de dünyayı ahirete tercih ettiler ve mal ve servet onların gözünü kör etti, öyle ki kendilerini üstün ırk olarak görmeye başladılar ve şöyle dediler: Gerçi biz bu dünya için çalışıyor ve ahiret için bir şey yapmıyoruz, lakin Allah kıyamet gününde bize bağışlar ve cennete gönderir.

                          Yüce Allah bu ayette şöyle buyurmakta: Bunlar ne boş laflar ki Allah’a atıfta bulunuyorsunuz? Siz Tevrat’ı okumuş ve böyle olmadığını biliyorsunuz, neden takvalı olmuyor ve yaptıklarınızı düşünmüyorsunuz?

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 – Dünyaya ve dünya malına tapmak, dindarlığın afetidir ve insanı ahiretten gafil eder.

                          2 – İyi amelde bulunmadan ilahi rahmeti beklemek, yersiz bir beklentidir.

                          Yorum


                            Ynt: Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 265 )

                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun değerli dinleyiciler. Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz.

                            A’raf suresinin 170. Ayeti:

                            وَالَّذِينَ يُمَسَّكُونَ بِالْكِتَابِ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ إِنَّا لاَ نُضِيعُ أَجْرَ الْمُصْلِحِينَ

                            Kitab'a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz.

                            Hatırlanacağı üzere geçen bölümde Kuran-ı Kerim semavi kitap ehli olan, lakin maddi çıkarlar uğruna bu yolu bırakılanları eleştirmişti. Bu ayet ilahi kitaba sarılan ve özellikle namaz ve ibadetlerine önem verenleri takdirle karşılıyor.

                            Gerçi namaz semavi kitapların tavsiyesidir, lakin ayrı olarak zikredilmiştir çünkü namaz tüm semavi dinlerde özel ve yüce bir konuma sahiptir ve İslam peygamberinden bir rivayete göre namaz dinin en temel erkânıdır.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 – Sadece semavi kitapları okumak yeterli değil, aynı zamanda ona amel etmek gerekir ki kurtuluşa ve saadete vesile olsun.

                            2 – Birey ve toplumun gerçek ıslahı, din taalimine uymaya bağlıdır ve ilahi tealimi göz önünde bulunduran ama ıslah iddiasında bulunanlar hiç bir yere varamaz.

                            Şimdi,A’raf suresinin 171. Ayeti:

                            وَإِذ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَأَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّواْ أَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْ خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُواْ مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

                            Bir zamanlar dağı İsrailoğullarının üzerine gölge gibi kaldırdık da üstlerine düşecek sandılar. "Size verdiğimi (Kitab'ı) kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın ki korunasınız" dedik.

                            Araf suresinde İsrailoğulları ile ilgili son ayet olan bu ayet, yine Hz. Musa döneminde vuku bulan bir başka mucizeyi hatırlatıyor ve şöyle buyuruyor: Hz. Musa Tur dağından geri dönderek İsrailoğullarına Tevrat'ın levhalarını getirdiğinde İsrailoğulları o hazrete karşı geldi ve ilahi emiri kabul etmedi. Bu yüzden yüce Allah onları cezalandırmak için Tur dağını yerinden kopardı ve İsrailoğullarının başına dikti. Onlar da dehşete kapılarak secde ettiler ve itaat edeceklerine dair söz verdiler. Lakin yine da onlardan bir grup dinden döndü.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 – Allah bazen insanları gaflet uykusundan uyandırmak için gücünü gösterir.

                            2 – Semavi kitapları ciddiye almalı ve tealimine uymalıyız.

                            3 – İlahi tealimi öğrenmek yeterli değil, sürekli hatırlamalı ve unutmamalıyız.

                            Şimdi, A’raf suresinin 172 ila 174. ayetlerini dinliyoruz.

                            وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ

                            أَوْ تَقُولُواْ إِنَّمَا أَشْرَكَ آبَاؤُنَا مِن قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِّن بَعْدِهِمْ أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ

                            وَكَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

                            Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

                            Yahut "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?" dememeniz için (böyle yaptık).

                            Belki inkârdan dönerler diye âyetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.


                            Bu ayetler insanların malik ve tedbirli bir Rabbe olan ihtiyacının insanların zatında yer alan bir istek olduğunu ifade ediyor. ayet yüce Allah’ın insanlardan Rabbaniyeti hakkında insan soyundan itiraf aldığını ve herkesin onlar Rab olduğuna itiraf ettiğini işaret ediyor. kuşkusuz kıyamet gününde Allah insanlardan aldığı bu sözü soracaktır.

                            Gerçi Kuran-ı Kerim’de bu sözün nasıl alındığı hakkında her hangi bir açıklama bulunmuyor, lakin müfessirler çeşitli görüşleri gündeme getiriyor. Örneğin kimileri bu sözleşmeyi fıtrat sözleşmesi olarak biliyor ve evlatların ana karnında şekillenirken yüce Allah’ın tevhid ve hak fıtratını onların içine yerleştirdiğini ve bu ilahi sırrın tüm insanlarda var olduğunu belirtiyor. Bu yüzden herkes Allah’ı kendi gönlünde buluyor ve O’na yöneliyor. Bu ilahi sözleşme tüm insanlara bir hüccettir ki kıyamet gününde demesin biz müşrik atalarımızı izledik ve bundan başka çaremiz yoktu veya gafildik ve Allah’ı tanımıyorduk.

                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 – Allah taleplik fıtri bir durumdur ve tüm insanların içinde var olan bir duygudur ve bu yüzden insanların tarih boyunca değişime uğraması veya teknolojinin gelişmesi ile yok olamaz.

                            2 – Atalarımıza saygı, hak yolundan sapmaya vesile olmamalı. Geçmişlerimizin batıl inanç ve düşüncesini izlemek haklı gösterilemez.

                            Yorum


                              Ynt: Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 266 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm

                              A’raf suresinin 175. ayeti:

                              وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِيَ آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ

                              Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.

                              Bu ayet İsrailoğullarından Bel’am Baura adında bir bilginin öyküsüne işaret ediyor ki müminlerin en ön saflarında ve Hz. Musa’nın en yakın arkadaşlarındandı, ancak şeytan onu vesvese etti ve Firavun sarayına cezboldu. Firavun sarayının şatafatlı yaşamı ve sarayının azameti öylesin onu hayran etmişti ki sonunda Hz. Musa ve izleyenlerine karşı kıyam etti ve akıbeti hayır olmadı. Bu bilginin macerası Tevrat’ta ifade edilmiştir.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 – Dünya hırsı hatta din alimlerini de tehdit eder ve Bel’am gibi insanların kaderi bizler için birer ibret aynası olmalıdır.

                              2 – Geçmişimizle gurura kapılmamalıyız, çünkü çöküş tehlikesi her an pusudadır ve yükseldikçe düşme tehlikesi bir o kadar artar.

                              3 – Allah’tan uzaklaşan, şeytana yem olur. Dünya hırsı din âlimlerini de şeytanın tutsağı der.

                              Şimdi,A’raf suresinin 176. ayeti:

                              وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ذَّلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

                              Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.

                              Bu ayette yüce Allah şöyle buyurmakta: Biz onu yükseltmek istedik, ama o kendini yere yapıştırmış ve sadece heveslerini tatmin etme peşindeydi. Bizim ona hazırladığımız yücelme ve kemale erme araçları hazırdı, ama o yükselmek ve yukarıya doğru ilerlemek istemiyordu ve maddi ve dünyevi işlerden kopamadı ve bu yüzden şeytanın tuzağına düştü ve böylece kazandıkları her şeyi kaybetti.

                              Gafil insanları hayvanlara benzeten Kuran-ı Kerim, dünya peşinden giden bilginleri de sürekli dilleri dışarıda olup nefes alan bir köpeğe benzetir ki sanki hırsı hiç bitmezcesine mal ve mevki peşinde koşar ve kibirden kaynaklanan bir hırsı vardır. İslam peygamberi şöyle buyurur:

                              İlim ve bilgisi artan lakin hidayeti artmayan kimsenin artan ilmi, Allah’tan uzaklaşmasına sebep olur.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 – İlahi ayetleri öğrenmek, insanların derece ve mevkilerinin yükselmesine sebep olur, tabi dünya taleplik hırsı ile birleşmezse.

                              2 – Eğer dindar alimler dünya peşinden gitmeye başlarsa, hatta ilahi ayetleri tekzip etme ve küfre sapmaları imkanı söz konusu olabilir.

                              3 – Geçmişlerimizin tarihi, geleceğimiz için ibret kaynağı olmalıdır. Onların öykülerini basite almayalım.

                              Şimdi,A’raf suresinin 177 ve 178. ayetleri:

                              سَاء مَثَلاً الْقَوْمُ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَأَنفُسَهُمْ كَانُواْ يَظْلِمُونَ

                              مَن يَهْدِ اللّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي وَمَن يُضْلِلْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

                              Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür!

                              Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır.


                              Kuran-ı Kerim Bel’am Baura’nın öyküsünü anlattıktan sonra temel bir ilkeye temas ederek şöyle buyurmakta: ilahi ayetleri tekzip edenlerin akıbeti kötüdür ve tabi Allah’ın dinine bir darbe indirdiklerini zannetmesinler. Onlar gerçekte kendilerine zulmetmiş olur ve ilahi rahmetten uzaklaşırlar. Çünkü hakkı tekzip edenler ilahi hidayetten yoksun kalır ve bu onlar için en büyük hüsrandır. Gerçi hidayete ermek veya karanlığa sapmak Allah’ın elindedir, lakin hiç bir şey hesapsız kitapsız değildir, çünkü Allah hekim ve rahimdir ve insan zemini kendi elleri ile oluşturmadıkça, Allah onu lütuf veya gazabı kapsamına almaz.

                              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 – En büyük zulüm kendi nefsimize zulümdür ki hakkı inkar etmek ve heves peşinden gitmekle olur.

                              2 – Bizim iman veya küfrümüz Allah’ı etkilemez, O her şeyden bağımsızdır ve herkes O’na muhtaçtır.

                              3 – İlim tek başına kurtuluşa sebep olmaz, insan ameli ile de ilahi hidayet ve lütuf için zemin oluşturmalı.


                              Yorum


                                Ynt: Nura Giden Yol

                                Nura giden yol ( 267 )

                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                A’raf suresinin 179. Ayeti:

                                وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

                                Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.

                                İnsanların yaratılışındaki esas gaye, onun gelişmesi ve kemale ermesidir ve bunun için tüm araç ve gereçler ona sunulmuştur. Göz kulak ve akıl, hakikatleri tanıma ve idrak etme araçlarıdır, fakat bu araçlara sahip olan, ama kullanmayan veya kötü ve yanlış yolda kullananlar ilahi yoldan sapmış olur ve bu yüzden cehennem cezasına çarptırılır.

                                Genelde hayvanlar da bu tür araçlara daha kısıtlı ölçekte sahiptir ve eğer insanlar Allah vergisi bu güçlü araçları uygun biçimde kullanmazsa hayvanlardan farkı kalmaz ve hatta onlardan daha alçak olur, çünkü kendini gaflete ve habersizliğe vurmuş ve hakkı kabul etmek istememiştir. Bu ayete göre hakkı tanımak için de insanların araçları vardır ve insanlar hakkı idrak etmek için bir o kadar sorumludur ve eğer bu yolda müsamahakâr davranırsa cehennemde sapkın insanlarla birlikte olur.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 – Tüm insanların iman etmelerini beklememek gerekir, çünkü Allah insanlara irade vermiş ve birçoklarının yanlış yolu seçmeleri ve cehenneme girmeleri mümkündür.

                                2 – İnsanlığın kriteri, şuur ve hakikati idrak etmektir, yoksa insanın hayvandan farkı olmaz.

                                Şimdi,A’raf suresinin 180. Ayeti:

                                وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

                                En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.

                                Tüm iyi ve güzel sıfatlar Allah’a mahsustur çünkü O tüm kemal ve güzelliklerin kaynağıdır, bu yüzden O’nun için kullanılan adlar en iyi ve en güzel adlar olmalı ve ilahi adların kudsiyetini korumalıdır. Nitekim Kuran-ı Kerim’in diğer ayetlerinde nefsin tezkiyesi ve ilahi adların kutsallığına vurgu yapılmıştır. Kuran-ı Kerim bizden sadece Allah’a şirk koşmamamızı istemekle kalmıyor, aynı zamanda Allah’ın adının yanında başkalarının adını gündeme getirmememizi istiyor ve bu bağlamda da Allah’a şirk koşmamamızı emrediyor.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 – Tüm iyilikler ve güzellikler Allah’ındır ve iyiliklere kavuşmak için O’na doğru hareket etmek gerekir.

                                2 – İslam dini güzel adlara özen göstermiş ve din önderleri güzel ve anlamlı adların kullanılmasına vurgu yapmıştır.

                                Şimdi,A’raf suresinin 181 ila 183. ayetlerini dinliyoruz.

                                وَمِمَّنْ خَلَقْنَا أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ

                                وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لاَ يَعْلَمُونَ

                                وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ

                                Yarattıklarımızdan, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir millet bulunur.

                                Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helâke götüreceğiz.

                                Onlara mühlet veririm; (ama) benim cezam çetindir.


                                Bu ayetler insanların iki grup olduğunu söylüyor. Bir grup sadece kendileri hidayete ermiş olmakla kalmıyor ve başkalarını da hidayete erdirmeyi düşünüyor ve hak ve adalete göre çalışıyor ve bu açıdan başkalarına örnek oluşturuyor. Bu gruba karşı bir başka grup vardır ki hakkı kabul etmek ve ona göre amelde bulunmak yerine hakkı tekzip ve inkar eder ve Allah’a tapmak yerine kendi nefsine tapar. Yüce Allah bu kesime karşı şöyle buyurmakta: Onlara bu dünyada mühlet veriyoruz ki istediklerini yapsınlar, lakin zannetmesinler ki bu mühlet onların yararınadır, çünkü onlar bu fırsatı değerlendirmek yerine sürekli günahlarını arttırıyor ve her gün haktan daha da uzaklaşıyor. Allah’ın bu dünyada verdiği cezalardan biri tedrici cezadır ki cezayı alan kimse bu cezayı pek anlamaz ama yavaş yavaş her tarafını sarar. Nitekim Kuran-ı Kerim şöyle buyurmakta: Onlar anlayamayacakları şekilde Allah ceza verecektir.

                                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 – Sözle başkalarını hidayete erdirmeye çalışmak yeterli değil, pratikte de amellerimizin başkalarına örnek oluşturacak şekilde davranmalıyız.

                                2 – Eğer günah işledikten sonra ceza görmediysek sevinmemeliyiz, belki de cezalandırılmış ama fark etmemiş olabilirz. O zaman hemen tevbe etmeye yönelmek gerekir.

                                3 – Allah tevbe fırsatını tüm kullarına sunmuştur, lakin ancak müminler bu fırsattan yararlanır ve sapkınlar ilahi mühleti ilahi güçten kaçtıkları şeklinde değerlendirir.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X