Ynt: Nura Giden Yol
Nura giden yol ( 268 )
Bismillahirrahmânirrahîm
A’raf suresinin 184. ayeti:
أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُواْ مَا بِصَاحِبِهِم مِّن جِنَّةٍ إِنْ هُوَ إِلاَّ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (Muhammed'de) delilik yoktur? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.
Geçen bölümde insanların peygamberlerin davetinin karşısında iki kesime ayrıldığını anlattık. Bir kesim paklık ve dürüstlükleri ile ilahi elçilerin sözlerini benimsediğini ve iman ettiğini, diğer kesimin ise inatçılık ve inkar yüzünden hakkı kabul etmediğini ve küfre saptığını anlattık. Bu ayet ise şöyle buyurmakta: Onlar küfür ve inkarlarını haklı göstermek için İslam peygamberinin cinlerin tesiri altında kaldığını ve bir nevi delirdiğini ve bu yüzden bu sözleri sarf ettiğini söylediler. Acaba şunu düşünmediler mi ki peygamberlikten önceki 40 yılda kendisinden hiç bir delilik ve anormal davranış görmediler?
Yoksa onunla 40 yıl birlikte yaşamadılar mı? Bu sürede ondan paklık ve iyilik ve dürüstlükten başka ne gördüler?
İşin tuhaf yanı, delilik iftirası kafirlerin peygamberlere tarih boyunca attığı iftira çeşitlerinden biri olmuştur ve İslam peygamberine özgü değildir. Sanki kafirlerce geleceği düşünmek ve nefsini kontrol etmek bir nevi delilikti.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Kafirlerin yöntemi mantık ve delile dayalı değil, iftira ve küstahlığa dayalıdır. Onlar dinin hakikatlerini reddetmek için hiç bir gerekçeleri yoktur ve bu yüzden mantıksız davranışlara yönelirler.
2 – İşin sonu ile ilgili korku ve uyarılar net ve açık olmalı, gizli veya örtülü değil.
Şimdi,A’raf suresinin 185. ayeti:
أَوَلَمْ يَنظُرُواْ فِي مَلَكُوتِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّهُ مِن شَيْءٍ وَأَنْ عَسَى أَن يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ أَجَلُهُمْ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ
Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar?
Yüce Allah’ın muhalifleri peygamberin söz ve davranışları üzerinde düşünmeye davet eden geçen ayetin devamında bu ayet yine kafirleri göklerin ve yerin ve varlıktaki diğer mahlukların üzerinde düşünmeye davet ederken şöyle buyurmakta: Bu büyük varlığın gerçek hakimi ve maliki kimdir? Acaba yegane Allah’tan başkası olabilir mi? Maddi dünyada gönül eğlendiren ve heveslerinizin peşinden giden sizler, acaba ölümünüzün yaklaştığını ve bu dünyadan ayrılmanız gerektiğinizi düşünmez misiniz? O zaman neden hala hakkı inkar eder ve kabul etmek istemezsiniz? Neden başkalarının batıl sözünün peşinden gidersiniz, ama peygamberin hak sözünü kabul etmezsiniz?
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Varlığa bakış derin ve düşünceye dayalı olmalı, yüzeysel ve geçici değil. Doğa, Allah’ın işaretidir. Onu iyi tanımalı ve azametine vakıf olmalıyız.
2 – Ölümden gafil olmak birçok fikri ve pratik sapkınlıkların etkenidir. Nitekim ölümü anmak insanları hakkı kabul etmeye ve inatçılık ve bağnazlıklardan uzak durmaya zemin oluşturur.
Şimdi,A’raf suresinin 186. ayetini dinliyoruz.
مَن يُضْلِلِ اللّهُ فَلاَ هَادِيَ لَهُ وَيَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakır.
Bu ayet, kafirlerin acı sonu hakkında şöyle buyurmakta: Yersiz bağnazlık ve körü körüne taklitler yüzünden Allah onları kendi haline bırakır ve ilahi hidayetten mahrum olurlar. Doğal olarak ilahi doğru yoldan uzaklaşmak, insanların sapmasına sebep olur ve sonucu yaşamda şaşkın ve batıl olmaktır. Sapkın insan her gün bir yola sapar ve amacına ulaşmadığı için bir başka yola yönelik ve bu yolların çokluğu bu kez amaçlarda tefrikaya sebep olur.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Hidayet vesilesi olan semavi peygamberler ve kitaplara karşı yanlış tutum, ilahi azaba sebep olur ki en önemlisi kendi halimize bırakılmamızdır.
2 – İnsanlar dünyada uçurumun kenarındadır ve sürekli Allah’ın onların elini tutmasına ve düşmelerini önlemesine muhtaçtır. Allah münkirlerin elini bırakır ve onları düşerken kendi haline bırakır.
Şimdi,A’raf suresinin 187. ayeti
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي لاَ يُجَلِّيهَا لِوَقْتِهَا إِلاَّ هُوَ ثَقُلَتْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لاَ تَأْتِيكُمْ إِلاَّ بَغْتَةً يَسْأَلُونَكَ كَأَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللّهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler.
Kafirlerin peygambere karşı gündeme getirerek onu cevap vermekte aciz bırakmaya çalıştığı sorulardan biri de kıyamet gününün ne zaman vuku bulacağı sorusuydu. Oysa önemli olan ve peygamberin haber verdiği konu, kıyametin gerçeğidir ve ne zaman vuku bulacağı önemli değildir. Nitekim varlığın başlangıcı ile ilgili de esaslı bir soru söz konusudur ve o da alemi kimin yarattığı sorusudur. Fakat yaratılışın kesin olarak ne zaman başladığı önemli değildir. Bunun dışında bu sorunun cevabını ispat etmek veya reddetmek için hiç bir yol yoktur. Eğer Peygamber kıyamet on bin yıl sonra başlayacak deseydi bunun tersini kim ispat edebilecekti?
Kuran-ı Kerim bu ayette iki önemli noktaya vurgu yapmakta. İlkin, kıyamet gününün aniden geleceği ve beşerin bu olayın vuku bulacağı zamanı tahmin etme gücünden yoksun olmasıdır ve doğal olarak ne zaman vuku bulacağını bilemediği bir olayı önleyemez. İkincisi varlığın başlangıcı ve sonu ile ilgili ilimlerin Allah’a mahsus olmasıdır ve başkaları, hatta peygamberler bunu bilmemektedir.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Sürekli kıyamet günü ve ilahi mahkemeye çıkmaya hazırlıklı olmalıyız, çünkü ne zaman vuku bulacağı bilinmez.
2 – Bilmediklerim konular hakkında bilmiyoruz demekten çekinmemeliyiz, nitekim Allah resulü de bilmedikleri konular hakkında bunu açıkça beyan ediyordu.
Nura giden yol ( 268 )
Bismillahirrahmânirrahîm
A’raf suresinin 184. ayeti:
أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُواْ مَا بِصَاحِبِهِم مِّن جِنَّةٍ إِنْ هُوَ إِلاَّ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (Muhammed'de) delilik yoktur? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.
Geçen bölümde insanların peygamberlerin davetinin karşısında iki kesime ayrıldığını anlattık. Bir kesim paklık ve dürüstlükleri ile ilahi elçilerin sözlerini benimsediğini ve iman ettiğini, diğer kesimin ise inatçılık ve inkar yüzünden hakkı kabul etmediğini ve küfre saptığını anlattık. Bu ayet ise şöyle buyurmakta: Onlar küfür ve inkarlarını haklı göstermek için İslam peygamberinin cinlerin tesiri altında kaldığını ve bir nevi delirdiğini ve bu yüzden bu sözleri sarf ettiğini söylediler. Acaba şunu düşünmediler mi ki peygamberlikten önceki 40 yılda kendisinden hiç bir delilik ve anormal davranış görmediler?
Yoksa onunla 40 yıl birlikte yaşamadılar mı? Bu sürede ondan paklık ve iyilik ve dürüstlükten başka ne gördüler?
İşin tuhaf yanı, delilik iftirası kafirlerin peygamberlere tarih boyunca attığı iftira çeşitlerinden biri olmuştur ve İslam peygamberine özgü değildir. Sanki kafirlerce geleceği düşünmek ve nefsini kontrol etmek bir nevi delilikti.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Kafirlerin yöntemi mantık ve delile dayalı değil, iftira ve küstahlığa dayalıdır. Onlar dinin hakikatlerini reddetmek için hiç bir gerekçeleri yoktur ve bu yüzden mantıksız davranışlara yönelirler.
2 – İşin sonu ile ilgili korku ve uyarılar net ve açık olmalı, gizli veya örtülü değil.
Şimdi,A’raf suresinin 185. ayeti:
أَوَلَمْ يَنظُرُواْ فِي مَلَكُوتِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّهُ مِن شَيْءٍ وَأَنْ عَسَى أَن يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ أَجَلُهُمْ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ
Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar?
Yüce Allah’ın muhalifleri peygamberin söz ve davranışları üzerinde düşünmeye davet eden geçen ayetin devamında bu ayet yine kafirleri göklerin ve yerin ve varlıktaki diğer mahlukların üzerinde düşünmeye davet ederken şöyle buyurmakta: Bu büyük varlığın gerçek hakimi ve maliki kimdir? Acaba yegane Allah’tan başkası olabilir mi? Maddi dünyada gönül eğlendiren ve heveslerinizin peşinden giden sizler, acaba ölümünüzün yaklaştığını ve bu dünyadan ayrılmanız gerektiğinizi düşünmez misiniz? O zaman neden hala hakkı inkar eder ve kabul etmek istemezsiniz? Neden başkalarının batıl sözünün peşinden gidersiniz, ama peygamberin hak sözünü kabul etmezsiniz?
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Varlığa bakış derin ve düşünceye dayalı olmalı, yüzeysel ve geçici değil. Doğa, Allah’ın işaretidir. Onu iyi tanımalı ve azametine vakıf olmalıyız.
2 – Ölümden gafil olmak birçok fikri ve pratik sapkınlıkların etkenidir. Nitekim ölümü anmak insanları hakkı kabul etmeye ve inatçılık ve bağnazlıklardan uzak durmaya zemin oluşturur.
Şimdi,A’raf suresinin 186. ayetini dinliyoruz.
مَن يُضْلِلِ اللّهُ فَلاَ هَادِيَ لَهُ وَيَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakır.
Bu ayet, kafirlerin acı sonu hakkında şöyle buyurmakta: Yersiz bağnazlık ve körü körüne taklitler yüzünden Allah onları kendi haline bırakır ve ilahi hidayetten mahrum olurlar. Doğal olarak ilahi doğru yoldan uzaklaşmak, insanların sapmasına sebep olur ve sonucu yaşamda şaşkın ve batıl olmaktır. Sapkın insan her gün bir yola sapar ve amacına ulaşmadığı için bir başka yola yönelik ve bu yolların çokluğu bu kez amaçlarda tefrikaya sebep olur.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Hidayet vesilesi olan semavi peygamberler ve kitaplara karşı yanlış tutum, ilahi azaba sebep olur ki en önemlisi kendi halimize bırakılmamızdır.
2 – İnsanlar dünyada uçurumun kenarındadır ve sürekli Allah’ın onların elini tutmasına ve düşmelerini önlemesine muhtaçtır. Allah münkirlerin elini bırakır ve onları düşerken kendi haline bırakır.
Şimdi,A’raf suresinin 187. ayeti
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي لاَ يُجَلِّيهَا لِوَقْتِهَا إِلاَّ هُوَ ثَقُلَتْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لاَ تَأْتِيكُمْ إِلاَّ بَغْتَةً يَسْأَلُونَكَ كَأَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللّهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler.
Kafirlerin peygambere karşı gündeme getirerek onu cevap vermekte aciz bırakmaya çalıştığı sorulardan biri de kıyamet gününün ne zaman vuku bulacağı sorusuydu. Oysa önemli olan ve peygamberin haber verdiği konu, kıyametin gerçeğidir ve ne zaman vuku bulacağı önemli değildir. Nitekim varlığın başlangıcı ile ilgili de esaslı bir soru söz konusudur ve o da alemi kimin yarattığı sorusudur. Fakat yaratılışın kesin olarak ne zaman başladığı önemli değildir. Bunun dışında bu sorunun cevabını ispat etmek veya reddetmek için hiç bir yol yoktur. Eğer Peygamber kıyamet on bin yıl sonra başlayacak deseydi bunun tersini kim ispat edebilecekti?
Kuran-ı Kerim bu ayette iki önemli noktaya vurgu yapmakta. İlkin, kıyamet gününün aniden geleceği ve beşerin bu olayın vuku bulacağı zamanı tahmin etme gücünden yoksun olmasıdır ve doğal olarak ne zaman vuku bulacağını bilemediği bir olayı önleyemez. İkincisi varlığın başlangıcı ve sonu ile ilgili ilimlerin Allah’a mahsus olmasıdır ve başkaları, hatta peygamberler bunu bilmemektedir.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Sürekli kıyamet günü ve ilahi mahkemeye çıkmaya hazırlıklı olmalıyız, çünkü ne zaman vuku bulacağı bilinmez.
2 – Bilmediklerim konular hakkında bilmiyoruz demekten çekinmemeliyiz, nitekim Allah resulü de bilmedikleri konular hakkında bunu açıkça beyan ediyordu.
Yorum