Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #46
    Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 43 )

    Bismillahirrahmânirrahîm

    Şimdi Bakara suresinin 148. ayeti

    وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيهَا فَاسْتَبِقُواْ الْخَيْرَاتِ أَيْنَ مَا تَكُونُواْ يَأْتِ بِكُمُ اللّهُ جَمِيعًا إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

    Yani:

    Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

    Daha önceki bölümlerde anlatıldığı üzere kıblenin yönü önemli değildir, çünkü tarih boyunca çeşitli kavimlerin farklı kıbleleri olmuştur.
    Önemli olan esas şey, Allah'ın emirlerine karşı teslim olmaktır. O zaman dinin temelini oluşturmayan beyhude konular hakkında tartışmamak gerekir. Yüce Allah katında esas olan şey iyi ameldir ve bu durumda başkalarını geride bırakmak gerekir ve tartışmak yerine amel meydanına adım atmak gerekir.

    Yarışmak, eskiden beri insanların ilgi duyduğu alanlardan biridir. İnsanlar bazen spor dallarında yarışma düzenler, bazen de bilimsel konularda. Ancak Kuran-ı Kerim yarışmak için herhangi bir konu belirlemeksizin bireylere ve topluma hayır vesile olmak için yarışın ve bu yarışta başkalarını geride bırakmaya çalışın diyor. Ancak bu yarışmanın Allah için olması açısından ne yaparsanız yapın kıyamet gününü de unutmayın ve o gün için çalışın, çünkü esas mükâfat oradadır.

    Şimdi, Bakara suresinin 149 ve 150. ayetlerini dinliyoruz.


    وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِنَّهُ لَلْحَقُّ مِن رَّبِّكَ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (*) وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ إِلاَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنْهُمْ فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي وَلأُتِمَّ نِعْمَتِي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ


    Yani:

    Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden sana gelen gerçektir. (Biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.

    (Evet Resûlüm ! ) Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından haksızlık edenler (kuru inatçılar) müstesna, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.


    Bu iki ayet bir kez daha İslam peygamberi ve müslümanları Mekke yönünü kıble edinme konusunda uyarıyor ki bunun da çeşitli sebepleri olabilir.

    İlkin birçok müslüman için yahudilerin alay konusu olmaktan korkmaları yüzünden kıblenin değiştiği hükmünü kabul etmek zordu. Bu yüzden bu ayet, yahudilerden değil, esas Allah'tan korkun ve O'nun hükmüne karşı zayıf davranmayın şeklinde buyuruyor.

    İkincisi kitap ehli olanlar kendi kitaplarında İslam peygamberinin iki kıbleye doğru namaz kıldığını okumuştu. O zaman eğer bu işaret gerçekleşmeseydi onlar bu peygamberin semavi kitapta belirtilen işaretten yoksun olduğunu ileri sürecekti.

    Üçüncüsü, önceki ayetler, bir kentte sakin iken namaz kılmakla ilgiliydi ve bu ayet, yolculuk esnasında namazın Mescid-i Haram'a doğru kılınmasını belirtiyor. Her halükarda İslam ümmetinin bağımsızlığı büyük bir ilahi nimettir ki her türlü şartlar altında korunmalıdır.

    Şimdi, Bakara suresinin 151. ayetini dinliyoruz

    كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ
    Yani:

    Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik. Yüce Allah bir önceki ayette kıble yönünün değiştirilmesini Müslümanlara nimetini tamamlama şeklinde açıklarken bu ayette şöyle buyurmakta:

    Rabbiniz size başka büyük nimetler de sundu ki en önemlisi peygamberin varlığıdır, öyle bir Peygamber ki hem insanların öğretmeniydi ve onlara ilahi ahkâmı öğretiyordu, hem de yüreği insanların ıslahı uğruna yanan bir eğiticiydi.

    İnsanların ruhunun tezkiyesi için zemin oluşturan ilahi ayetlerin tilaveti ve ardından ahkâm ve hikmet ve doğru görüşü öğretmek, ilahi peygamberlerin insanların hidayeti için yaptıkları en önemli görevlerdir. Peygamberler sadece halkın ahlaki ve inanç rehberleri değil, aynı zamanda toplumun ilmi ve fikri düşüncelerini gelişmesini de kaygı ediyordu. Ancak peygamberler ancak Allah'a iman ve inanç sayesinde olan ilimleri yaygınlaştırıyor ve Allah'a karşı olanlarla karşı çıkıyordu.

    Şimdi, Bakara suresinin 152. ayetini dinliyoruz

    فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ
    Yani:

    Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!
    Eğer yüce Allah bizlere bunca büyük bir nimet sunduysa o zaman akıl ve fıtrat hem veli nimetimize teveccüh etmemizi ve neyimiz varsa O'ndan olduğuna inanmamızı, hem de O'nun sunduğu nimetleri rızasını kazanacak yolda kullanmamızı hükmeder.

    Eğer insan Allah'ı unutursa, tüm iyiliklerin kaynağını da unutmuş olur ve doğal olarak yüce Allah da böyle bir kimseyi unutur ve kendi haline bırakır. Allah'ı anmak demek sadece dille ifade etmek değildir. Gerçek anmak, insan bir günahla karşılaşınca o günahtan yüce Allah rızası için uzaklaşmasıdır. Nitekim şükretmekten maksat da dille şükretmek değil, gerçek şükürdür ve insan her nimeti kendi yerinde kullanması ve yaratıldığı amaç uğrunda yararlanması gerekir.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Pek fazla yararı olmayan çeşitli dinler arasında ihtilaf konularını gündeme getirmek yerine, hayır amelleri yaymaya ve bu konuda başkalarını geride bırakmaya çalışmalıyız.

    2 - Müslümanlar düşmanlara bahane oluşturacak her türlü amelden uzak durmalı ve düşmanların üstünlüğüne izin vermemelidir.

    3 - Kıble yönü değişmesi hem Müslümanların iç vahdetine sebep oldu hem de başkalarının sultacılığına karşı koymakta işe yaradı.

    4 - Peygamberler insanları eğiten ve onların fikri ve cismi huzuru için çalışan birer iyi öğretmen gibidir.

    Yorum


      #47
      Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 44 )

      Bismillahirrahmânirrahîm

      Şimdi [color=purple]Bakara suresinin 153. ayeti

      يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ

      Yani:

      Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.

      İnsanoğlu yaşamı boyunca birçok sorun ve sıkıntı ile karşılaşır ve eğer bunlarla mücadele edebilecek gücü olmazsa, yenilgiyi kabul etmek zorundadır. Ancak mümin insanlar bu tür sorun ve sıkıntılara karşı iki eksene dayanır ki bunlardan biri sabır ve direniş ve diğeri ise namaz ve yüce Allah'ta tevekkül etmektir. Yani mümin insan hem kendi iç gücüne hem de yüce Allah'ın sonsuz gücüne tevekkül eder ve yüce Allah da sabırlı ve namaz kılan kullarına yardım etmeyi ve her yerde onların yanında olmayı vaadetmiştir ki bu da insanların zorluklara karşı direnmesinin en büyük dayanağıdır.

      Şimdi, Bakara suresinin 154. ayetini dinliyoruz.

      وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِن لاَّ تَشْعُرُونَ

      Yani:

      Allah yolunda öldürülenlere "ölüler"" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.

      Sabır ve direnişten söz eden bir önceki ayetin devamında bu ayet, bir çok mali ve fedakarlık gerektiren Allah yolunda cihat ve şehadetten söz etmektedir.

      Kimi cahil veya kasıtlı insanlar sadece savaş ve savunma alanlarına katılmamakla yetinmeyip hatta başkalarını da bu durumdan sakındırma peşindedir ve bu kutsal çabaların hiç bir yararı olmadığın empoze etmeye çalışmaktadır. Bu zümre Allah yolunda şehit düşenler için üzüldüklerini belirterek yazık olduğunu ifade etmeye çalışır.

      Bedir savaşında Müslümanlardan 14 kişi şehit düştüğünde bazıları bu cesur kahramanları ölü şeklinde hitap edince bu ayet nazil oldu ve onları bu batıl düşünceden men etti. Çünkü şehitler ölmüyor ve bizim aklımızın ermediği farklı bir yaşam boyutuna taşınıyorlar.

      Şimdi, Bakara suresinin 155. ayetini dinliyoruz

      وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ

      Yani:

      Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri müjdele !

      Sınamak, kesin ilahi sünnetlerden biridir ve tüm insanları kapsamaktadır. Ancak tüm insanların sınama biçimi aynı değil, herkes yüce Allah'ın kendisine sunduğu imkânlar ve yetenekler dâhilinde Allah tarafından sınava tabi tutulur. Kimileri için mali ve ekonomik sıkıntılar sınav aracı iken, kimileri için de canlarının tehlikeye düşmesi ve savaş ve cihat arenasına katılmak için ne denli hazırlıklı oluşu sınavdır.

      Kuşkusuz yüce Allah'ın sınavları bizleri tanımak için değildir, zira O, bizi bizden daha iyi bilir. Bu sınavların amacı bizlerin kendi kendimizi tanımamız ve iç yeteneklerimizi keşfetmemiz ve ilahi ceza veya mükâfat kazanmamız için gereken zemini hazırlamamız içindir.

      İnsanları sabır, kanaat, takva ve fedakârlık gibi birçok sıfatı, sorunlarla karşı karşıya gelince ortaya çıkar ve insan ruhunun gelişmesine vesile olur.

      Şimdi, Bakara suresinin 156. ayetini dinliyoruz

      الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ

      Yani:

      O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler.

      Bir önceki ayette sabırlı olanları müjdelemenin ardından bu ayet kimlerin sabırlı insanlar olduğunu açıklığa kavuşturuyor: Gerçek sabır, musibetlere ve sıkıntılara karşı kendini kaybetmeyen ve Allah'tan umudunu kesmeyen ve kendisinin varlığı ve yokluğunu Allah'tan bilen kimsedir. Üstelik Allah rahmet ve hikmetle hükmedendir. Böyle bir kimsenin güzünde her şey güzeldir ve dünyaya karşı iyimserdir.

      Gerçekte dünya sürekli kalınacak bir yer veya bir dinlenme mekânı değildir ki insanlar sadece istirahat etmeyi veya eğlenmeyi düşünsün. Dünya, sınav arenasıdır ve zorluklar da sınav araçları sayılır. Sıkıntılar Allah'ın sevgisizliği işareti değil, sadece bizleri harekete ve çaba sarf etmeye teşvik etmek içindir.

      Ancak insanlar musibetlere karşı bir kaç gruba ayrılır. Kimileri az sabırlıdır ve sürekli inler. Kimileri musibetlere karşı sabırlıdır ve küfür nitelikli sözler sarf etme yerine Allah'a sığınır. Kimileri de sabretmenin yanı sıra şükreder, çünkü onlar musibetleri ruhun gelişmesinin vesilesi olarak görür.

      Şimdi, Bakara suresinin 157. ayetini dinliyoruz

      أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ

      Yani:

      İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.


      Bu ayet sabırlı insanların mükâfatını bereketlerin nazil oluşu şeklinde açıklıyor ki bu da onlar her türlü sapkınlıktan ve hatadan korur ve onlara gerçek hidayeti nasip eder.

      Gerçi varlık âleminde tüm varlıklar ilahi rahmetten yararlanır, lakin bu nimet ve rahmetler özeldir ve sabredenlere özgü olup kesin hidayeti beraberinde getirecektir.

      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Namaz kılmak bir yük değil, musibetlere karşı sabretme aracıdır. Bu yüzden yüce Allah sabır için namaz kılmaya vurgu yapmaktadır. Namaz insanları sonsuz ilahi güçle bütünleştirir.

      2 - Gerçi tüm insanlar öldükten sonra ruhun yaşamı sayılan berzahta yaşaması gerekir, lakin şehitler diğer ölülerden farklı ve özel bir hayattan faydalanır.

      3 - İlahi sınavlarda ancak sabredenler kazanır ve başkaları için de kaçış yolu yoktur ve ilahi sınav kaçınılmazdır.

      4 - Sabrın kökü, Allah'a ve kıyamet gününe imandır ve insanlara zorluklara karşı direnmeyi kolaylaştırır.

      5 - Sabır ve direniş bu dünyada insanları saadete kavuştururken öbür dünyada da manevi mükâfatları söz konusudur.

      Yorum


        #48
        Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 45 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Şimdi Bakara suresinin 158. ayeti.

        إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِن شَعَآئِرِ اللّهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ أَن يَطَّوَّفَ بِهِمَا وَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَإِنَّ اللّهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ

        Yani:

        Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.

        Aslı, Hz. İbrahim dönemine ait olan hac merasimi zamanla cahil ve putperest insanlar tarafından hurafe ile karıştırıldı. İslam dini bu büyük ibadeti ilke olarak korurken onu ıslah etti. Hac merasimlerinden biri de Safa ile Merve arasındaki gidip gelmektir. Safa ve Merve, Mescid-i Haram yakınında yer alan iki dağın adıdır.

        Lakin putperestler bu iki dağın üzerinde putlar yerleştirmiş ve iki dağ arasında gidip gelmeleri sırasında putlara da tavaf ediyordu.

        Müslümanlar hac merasimini yerine getirmek istediklerinde bu yüzden bu ameli yapmaktan sakınıyordu ve geçmişte dağların üzerinde duran putlar yüzünde bu ameli yerine getirmemeleri gerektiğini düşünüyordu. Ancak yüce Allah bu ayette bu iki dağın ilahi güç simgesi ve hac merasiminin temelini atan Hz. İbrahim'in anısı olduğunu belirtti ve cahil insanların bu amele şirk koştukları için müslümanlar tarafından terk edilmemesi gerektiğini, bilakis bu ameli yerine getirerek sapkınları uzaklaştırmaları gerektiğini buyurdu.

        Hz. İbrahim eşi ve çocuğu ile birlikte ilahi görevi yerine getirmek için Mekke diyarına geldiğinde onları bu kurak çöle teslim ederek geri gitti. İsmail'in annesi su peşinde iki dağın arasında koşuyordu. O sırada yüce Allah bebeğin parmakları altından bir pınar fışkırttı ki daha sonra bu pınara Zemzem adı verildi. O tarihten sonra yüce Allah'ın buyruğu üzerine Allah evini ziyaret eden herkesin Hacer'in Safa ile Merve dağları arasındaki koşuşturmasının anısına bu iki dağın arasında gidip gelmesi ve böylece bu fedakâr annenin anısına saygı göstermesi gerekiyor.

        Gerçekte bu ameli yerine getirmek bizlere insanların teşekkür etmelerini beklememizi, çünkü yüce Allah'ın bizlerin iyi amellerimizden haberdar olduğunu gösteriyor.

        Şimdi, Bakara suresinin 159. ayetini dinliyoruz.

        إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَـئِكَ يَلعَنُهُمُ اللّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ

        Yani:

        İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.

        Bu ayet, İslam peygamberinin işaretlerini bildikleri halde bu işaretleri inkâr eden ve o hazretin ve diğer ilahi peygamberlerin hidayet ve saadete ulaştırma çabalarını heba eden Yahudi ve Hıristiyan bilginler hakkındadır.

        Hakkı gizlemek eğer cahil insanlarca yapılırsa pek ağır bir ceza almaz, lakin böyle bir amelin bir ümmetin önde gelen bilginleri tarafından yapılırsa insanlar, peygamberler ve Allah hakkında en büyük zulüm sayılır ve bu yüzden daimi bir laneti beraberinde getirir.

        Bu ayet açık bir şekilde pak insanlarla dostluğun yanı sıra özellikle insanların sapmasına neden olan kötülerden nefret etmek ve bunu lanetle ifade etmek gerektiğini vurguluyor.

        Şimdi, Bakara suresinin 160. ayetini dinliyoruz

        إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ وَأَصْلَحُواْ وَبَيَّنُواْ فَأُوْلَـئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

        Yani:

        Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.

        İslam dininde çıkmaz yoktur ve yüce Allah umut ve dönüş kapılarını sürekli açık tutar, öyle ki hatta en günahkâr insanlar bile Allah'ın rahmetinden umudunu kesmesin.

        Kuşkusuz her günahın tevbesi işlenen günahın ağırlığı ile orantılıdır ki zararlarını telafi edebilsin. Bu yüzden hakikati gizlemenin tevbesi o hakikati halka beyan etmek ve onları sapkınlıktan kurtarmaktır.

        Şimdi, Bakara suresinin 161 ve 162. ayetlerini dinliyoruz

        ) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ (*) خَالِدِينَ فِيهَا لاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ

        Yani:

        (Ayetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir.

        Onlar ebediyen lânet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır.

        Bir önceki ayette hakikati gizleyenlerin, gizledikleri hakikati insanlara beyan ettiklerin takdirde Allah'ın rahmetinden yararlanabilecekleri ifade edildi. Bu ayetler bir kez daha uyarıda bulunuyor ve kâfirlerin bunu yapmadığı takdirde Allah'ın, meleklerin ve insanların laneti ile karşılaşacaklarını belirtiyor. Çünkü tevbe ancak ölüm anı gelmeden önce geçerlidir, yoksa ölüm işaretleri gelince artık tevbe etmenin faydası yoktur. Nitekim Firavun da suda boğulmadan önce tevbe etti, ama faydası olmadı. Bu yüzden peygamberlerin ve evliyaların bir duası da ölürken müslüman ölmektir, çünkü kâfir olarak ölmenin hiç bir
        ilacı yoktur.

        Allah'ın rahmetinden mahrum kalmak, gerçekleri gizleyenlerin hem bu dünyada ve hem ahirette alacakları cezadır ve tüm beşeri vicdanlar hakikatleri gizleyenleri lanetler.

        İlahi cezalar adalet ve hikmet temeline dayandığından ve zulüm ve intikam gibi duygulardan uzak olduğundan, kim bilinçli olarak gerçekleri gizleyecek olursa kendisine ne mühlet verilir ne de cezasında indirim yapılır, çünkü bu amelin olumsuz etkisi ne azalır ne de gecikir.

        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Camiler ve diğer kutsal mekanlar cahil insanlarca hurafeye bulaşırsa bu tür mekanları kendi haline bırakmamak gerekir. Esas yapılması gereken iş, buralarda bulunup pak olmayan insanları tasviye etmek ve doğru ibadet biçimini ihya etmektir.

        2 - İlahi mucizelerin belirdiği Safa ve Merve gibi mekanlara saygı duymalı ve geçmişteki pak insanların çabalarının anısı canlı tutulmalıdır.

        3 - Hakikati gizlemek, hatta hakikati gizleyen kimsenin vicdanı tarafından lanetlenen bir günahtır. Çünkü yüce Allah herkesin fıtratında hakikat taleplik ruhunu yerleştirmiştir.

        4 - Yüce Allah bir yandan tevbe kapısını açık bırakırken öbür yandan da hatakar insanlara kendisinin tevbeleri kabul eden olduğunu buyurmuştur.

        5 - İşin sonunda önemli olan mesele, insanın müslüman veya kâfir olarak ölmüş olmasıdır. Tabi bu da bizim bir ömür yaşamımızın ürünüdür.

        Yorum


          #49
          Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 46 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          Şimdi Bakara suresinin 163 ve 164. ayetleri.

          وَإِلَـهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ (*)
          إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنزَلَ اللّهُ مِنَ السَّمَاء مِن مَّاء فَأَحْيَا بِهِ الأرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخِّرِ بَيْنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ


          Yani:

          İlâhınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.

          Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok deliller vardır.


          Yüce Allah'ın yegâne olduğunun en iyi delili, doğanın bulutları, rüzgar, yağmur ve toprak gibi unsurları arasındaki uyumdur. Bu uyum zemini çeşitli canlıların gelişmesi ve yaşamı için hazırlar.

          Bu uyumlu düzen bir yandan yüce yaratanın yegâne olduğunu ve öbür yandan O'nun ilim ve kudretinin sonsuzluğunu yansıtır.
          Genelde dünyanın birçok beyti olan uzun ve güzel bir şiir gibidir, fakat bu Beyitlerin hepsi aynı kafiyeden olup sonuçta zevkli bir şair tarafından dillendirildiğini yansıtır.

          Bu ayetler yüce Allah'ın azametinin izlerinden 6 konuya değinmektedir ki biz de bunu kısaca anlatmak istiyoruz.
          İlkin, yaratılışın temeli yeryüzü ve semalardır ki biz burada yaşıyoruz ve tüm azametine karşın yer küremiz, güneş sisteminin sadece bir gezegeni iken güneş sistemi de Samanyolu galaksisinde yer alan milyonlarca güneş sistemlerinden biridir.

          İkincisi, yer küre güneşin etrafında dönerek gece ve gündüzün, ayrıca dört mevsimin ortaya çıkmasına vesile olur.

          Üçüncüsü, onca yük ve insanları taşıyan büyük gemilerin suda batmadığı gibi rüzgârın tesiri ile uzun yollar kat etmesidir.

          Dördüncüsü, yüce Allah'ın gönderdiği ve yer yüzünden çeşitli bitkilerin ve canlıların yaşamlarını sürdürmesine vesile olan yağmurun pak bir su oluşu ve havayı ferahlatmasıdır.

          Beşincisi, rüzgârın esmesi gemilerin hareket etmesini sağlamanın yanı sıra bitkilerde döllenmeye, bulutların hareket etmesini ve kentlerde kirli hava ile sağlıklı havanın yer değiştirmesine vesile olur.

          Altıncısı, onca suyu taşıyan bulutların yer çekimine karşın gök yüzü ile yer yüzü arasında asılı kalması ve rüzgârın gücü ile bir yerden bir başka yere tanışmasıdır.

          Kuşkusuz bu işaretlerden ancak düşünenler yararlanarak yüce Allah'ın azametine vakıf olabilir.

          Şimdi, Bakara suresinin 165. ayetini dinliyoruz.


          وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ

          Yani:

          İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.

          Gerçi varlıktaki her şey ister denizler, ister gökler, ister yeryüzü, ister canlılar ve cansızlar, hepsi Allah'ın yegâne oluşuna şahadet getirmekte, lakin bu işaretleri düşünmeyenler sadece görecek şeyleri görür ve onlara taparlar. Kimileri yıldızlara büyük güç biçer ve kendi yaşamının bu güçten etkilendiğini ileri sürerek yıldızlara tapar. Kimileri bazı hayvanları kutsal sayar ve örneğin inek gibi bir hayvana tapar. Kimileri de kendi elleri ile bir put yapar ve onun karşısında ibadet etmeye ve tüm aşk ve sevgisini taştan veya ahşaptan yapılan putuna sunar. Bazıları ise bazı insanları tanrı gibi görür ve hatta onun yolunda kurban olmaya hazırdır.

          Allah aşkı yerine gönülleri dolduran tüm bu boş aşklar insanları içi boş tanrılara tapmaya yöneltir. Oysa Allah'a iman etme şartı, insanın tüm sevgisini O'na vermesidir ve bu da ancak tanım ve marifetle olur ve müşriklerin putlara taptığı gibi cehalet, hurafe, taklit veya heves gibi duygularla olmaz.

          Kuşkusuz Allah'tan başkasına tapanlar, eğer kıyamet gününü görseydi tüm güçlerin yüce Allah'ın elinde olduğunu ve kendilerinin ne denli yanlış bir yol seçtiğini anlamış olurdu.

          Şimdi, Bakara suresinin 166. ayetini dinliyoruz

          إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُواْ مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُواْ وَرَأَوُاْ الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الأَسْبَابُ

          Yani:

          İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.

          Bu ayet insanlara akıllı olmaları ve liderlerinin kim olduğunu bilmeleri için uyarıyor. Yani kimi izliyoruz, kime sevgi besliyoruz, kime aşk duygusu geliştiriyoruz, ona bakmalıyız. Birine aşk beslemeliyiz ki bizi kendisi için ve bu dünyadaki amaçlarına ulaşmak için istemesin. Çünkü bu zümre kıyamet gününde sizden nefret ettiklerini bile ifade ederler.

          Liderimizi seçerken dikkatli olmalıyız, çünkü kıyamet gününde kaderimiz onların kaderi ile düğümlenmiştir ve o gün herkes kendi sevdiği ve saydığı lideri ile birlikte mahşur olacaktır.

          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Doğayı tanımak, Allah'ı tanımanın bir yoludur. Zira doğa, yüce Allah'ın ilim, hikmet ve gücünün tecelli ettiği yerdir.

          2 - Allah sevgisinin yerini alacak herkes ve her şey, Allah'a karşı şirk koşmanın simgesidir.

          3 - İman işareti, Allah'a aşırı sevgi ve aşk beslemektir ki O'nun emirlerine uymakla kendini gösterir.

          4 - Kıyamet gününde sahte aşklar ve hayal üzerine kurulan sevgiler kin ve nefrete dönüşür.

          5 - İlahi olmayan Tağuti liderler kıyamet gününde hiç bir gücü olmadığı gibi öylesine vefasızdır ki izleyenlerinden nefret ettiklerini bile söylerler.

          Yorum


            #50
            Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 47 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            Şimdi Bakara suresinin 167. ayeti.

            وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُواْ لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُواْ مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمُ اللّهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُم بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ


            Yani:

            (Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.

            Geçen bölümde suçluların Allah'ın cezası ile karşılaştıklarında liderlerin kendilerini izleyenlerden uzaklaştığını anlattık. Zira heves ve arzu üzerine oluşan sevgi kıyamet gününde kin ve nefrete dönüşür. Bu ayet ise şöyle buyurmakta:

            Cehennem ehli olanlar yüce Allah'tan bir kez daha dünyaya dönmeyi ve liderlerinden nefret ettiklerini belirtmelerini isterler, çünkü daha önce yaptıkları işlerden hasret ve pişmanlık duymaktadırlar. Lakin artık ne hasret ne hüzün, hiç bir faydası yoktur ve dönüş için hiç bir yol bulunmamaktadır.

            Cebre inananlara karşı bu ayet insanların dünyada öz iradeye sahip olduğunu belirtmekte, zira hasret ve pişmanlık, daha önce yapabileceğimiz bir işi yanlış yolu seçerek ve kendi irademizle bozarak duyduğumuz hislerdir.

            Şimdi, Bakara suresinin 168. ayetini dinliyoruz.

            يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُواْ مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّباً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ

            Yani:

            Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.

            Yemek ve içmek, içgüdüsel bir duygu ve yiyeceğe duyduğumuz ihtiyaç da tüm insanların temel gereksinimlerinden biridir. Ancak birçok alanda olduğu gibi bu alanda da ifrat ve tefritler söz konusudur ve bazıları hiç bir kanun ve kritere uymaksızın her bulduğunu yemek veya içmek ister, bunun akıl ve şeriat açısından doğru olup olmadığına veya meşru yoldan elde edilip edilmediğine asla bakmaz.
            Bunlar sadece heveslerine göre karınlarını doldurma peşindedir. Bu zümreye karşı bir başka kesim vardır ki hiç bir haklı gerekçe olmaksızın hatta akıl ve şeriatin mübah gördüğü her şeyi yemez veya içmez ve kendince nefsi ile mücadele eder.

            İslam dini geniş kapsamlı bir dindir ve bu çerçevede yemek ve içmek için de kendine göre kuralları vardır ve vücuda yararlı olanları helal saymış ve zararlı olanları haram kılmıştır.

            Bu ayet ise şöyle buyurmakta:

            Yüce Allah'ın yeryüzünde sizler için yarattığı şeylerden helal ve pak olanları yeyin ve yersiz yere helal veya haram yapmayın ki bu şeytanın sizleri saptırma planıdır. Nitekim şeytan Adem ve Havva'yı yasak ağacın meyvesini yemeleri konusunda kandırdı. Öte yandan şarap gibi haram şeyleri yemek kadar helal olmayanları yememek sakıncalıdır.

            Şimdi, Bakara suresinin 169. ayetini dinliyoruz

            إِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ وَالْفَحْشَاء وَأَن تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

            Yani:

            O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.

            Bir önceki ayet şeytanın düşman olduğunu belirtirken bu ayet şöyle devam ediyor:

            Düşmanın sizlere düşmanlığının işareti, sizi sürekli kötülüğe ve çirkinliğe davet etmesidir ki sonucu bedbahtlık ve mutsuzluktan başka bir şey olamaz. Kuşkusuz şeytan, bizlerin iradesini elimizden alacak kadar bize musallat değildir. Şeytanın bize günah işlemeyi
            emretmesinden maksat bizi vesvese etmesidir ki insandaki iman gücü zayıf olduğu kadar bu vesvese de etkili olur. Şeytan hem günaha davet eder, hem de bu günahın işlenmesinin haklı olduğunu ispatlamak için yol gösterir. Allah'a iftira atmak, bu yollardan biridir, şöyle ki insan yanlış bir işi cehalet veya hurafe yüzünden yapar ve daha sonra bunun yapılmasını Allah emretti gibi iftirada bulunur.

            Şimdi, Bakara suresinin 170. ayetini dinliyoruz

            وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللّهُ قَالُواْ بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ

            Yani:

            Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?

            Geçmişlerin sünnet ve kültürlerini korumak bir değerdir, tabi bu kültürün ilahi vahiye uygun olması gerekir. Yoksa geçmişlerin hurafeye dayalı geleneklerin sırf etnik bağnazlıklar yüzünden korumak, şeytanın insan üzerindeki nüfuzunun işaretidir, geçmişlerimizi körü körüne taklit etmektir. İnsanın ilahi emirler yerine, geçmişlerinin yanlış geleneklerini sürdürmesi yanlıştır ve İslam dini bu yanlış anlayışı men etmiştir.

            Şimdi, Bakara suresinin 171. ayetini dinliyoruz

            وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لاَ يَسْمَعُ إِلاَّ دُعَاء وَنِدَاء صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ

            Yani:

            (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.

            Bir önceki ayet kâfirlerin, atalarının hurafelerini ilahi vahiye göre şekillenmediği halde körü körüne taklit ettiği belirtti. Bu ayet ise şöyle devam etmekte:

            Kâfirlerin kendileri de hakikati öğrenmek için çaba harcamıyorlar ve gözlerini ve kulaklarını hakka karşı kapatmış ve böylece bir şey görmek veya duymak istemiyorlar. Onlar, çoban tehlikeden korkuttuğu, lakin gürültüden başka bir şey duymayan koyun sürüsü gibidirler. Onlar hayvanlar gibi gözü kulağı olan, lakin aklı olup düşünmeyen ve bu yüzden hakikati görmeyip geçmişlerinin yanlış geleneklerine yönelen ve onların her dediğini kabul eden varlıklardır.

            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - İnsan hayvan değildir ki karnının tutsağı olsun. İnsanlar ilahi ahkâm çerçevesinde helal ve pâk yiyeceklerden beslenmelidir.

            2 - Kim insanları kötülüğe ve çirkinliğe davet ederse şeytandır, hatta insan kılığında olsa bile.

            3 - Geçmişlerimizin geleneğini izlemek ancak ilim ve akla uygun olduğu takdirde doğrudur, yoksa hurafelerin bir kuşaktan bir başka kuşağa intikal etmesi irtica ve çöküşten başka bir getirisi olamaz.

            4 - İnsanoğlunun değeri akıl ve düşüncesine bağlıdır, yoksa hayvanların da gözü kulağı vardır.

            Yorum


              #51
              Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 48 )

              Bismillahirrahmânirrahîm


              Şimdi Bakara suresinin 172. ayeti.

              يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُلُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُواْ لِلّهِ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

              Yani:

              Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin.

              Dünya bir bahçe gibidir ve pak ve salih insanlar bu bahçenin çiçekleridir. Allah'ın nimetleri de bahçivanın çiçeklerinin gelişmesi için çiçeklere verdiği su misalidir. Fakat ne var ki bu süreçte yaban otları da bu nimetten yararlanır. Yüce Allah mümin kullarına nimetlerden yararlanmalarını ve gereksiz yere kendilerine bir şey haram etmemelerini buyurmakta. Çünkü bu nimetler gerçekte insanlar için yaratılmıştır.

              Kuşkusuz ilahi rızıklar karnı doyurmak ve lezzet peşinde olmak için değildir, çünkü ilahi bahçenin meyvesi salih ameldir. O zaman nimetleri en iyi yolda sarf etmek gerekir ki gerçek şükür de budur.

              Şimdi, Bakara suresinin 173. ayetini dinliyoruz.

              إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللّهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

              Yani:

              Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir.

              Kuran-ı Kerim ne zaman insanları bir işten men etmek isterse ilkin o işin helal ve caiz yollarını beyan eder ve ardından haram konuları gündeme getirir.

              İnsanları pak ve helal yiyeceklere tavsiye eden bir öneki ayetin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Her şey sizin için helaldir ve Rabbiniz ancak bazı şeyleri, cisminiz ve ruhunuza zarar verdiği için sizlere haram etmiştir. Kan, ölü ve domuz eti, onların dış kötülüğü için sizlere haram kılındı. Ancak putperestlerin putları karşısında kestikleri hayvanların haram kılınmasının sebebi onların iç kötülüğü, yani şirki yansıttığı içindir.

              İslam dini geniş kapsamlı ve aynı zamanda işleri kolaylaştıran bir inanç olduğu için hiç bir aşamada çıkmazı söz konusu değildir ve insanlar için belirlediği yükümlülükleri acil durumlarda kaldırmıştır ve bu da yüce Allah'ın inayet ve rahmetinin işaretidir. O zaman zaruret yasasını kötüye kullanmamak gerekir.

              Şimdi, Bakara suresinin 174. ayetini dinliyoruz

              إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلَ اللّهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلاً أُولَـئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلاَّ النَّارَ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

              Yani:

              Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi (âhir zaman Peygamberinin vasıflarını) gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.

              Bir önceki ayet domuz ve ölü eti gibi bazı haram yiyecekleri beyan etti. Bu ayet ise genel bir kuralı şöyle ifade ediyor:
              Eğer insan bir parayı günah ve haram yollardan elde ederse o para ile hazırladığı her türlü yiyecek, hatta helal yiyeceklerden olsa bile ateş yemiş gibi olar ve kendine acı ve elem satın alır. Haram paralardan biri susma payıdır ki hakikati gizlemeye karşılık alınır. Nitekim bazı Yahudi ve Hıristiyan bilginler böyle yaptılar. Onlar İslam peygamberinin işaretlerini İncil ve Tevrat'ta gördükleri ve o hazreti tanıdıkları halde bu gerçeği halka bildirmedi ve bu yüzden kıyamet gününde ilahi rahmetten kendilerini mahrum bıraktı.

              Şimdi, Bakara suresinin 175 ve 176. ayetlerini dinliyoruz

              أُولَـئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُاْ الضَّلاَلَةَ بِالْهُدَى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِ فَمَآ أَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ (*) ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُواْ فِي الْكِتَابِ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ


              Yani:

              Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!

              O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.

              Bu iki ayet, fasık bilginlerin yaptığı gerçekleri gizlemenin sonucunu ifade ediyor ki o da, hidayet nurunu kaybetmek ve karanlığa saplanmaktır.

              İlim tek başına saadete neden olmaz, hatta bazen bir kuşağın ve insan soyunun sapmasına yol açar. Nitekim fasık bilginler kendileri hidayete ermediği gibi tarih boyunca insanların sapmasına neden olur ve doğal olarak bu tür bilginlerin cezası sadece kendilerinin sapkınlığı ile sınırlı değildir, çünkü onlar birçok insanın sapmasına neden olmuş ve bu yüzden tüm bu sapkınlıkların cezasını çekmeleri geberir ve bu ceza çok ağırdır.

              176. ayet hakikati gizlemenin kaynağını hak ile mücadelede görmektedir. Hakkı bilen, lakin kabul etmeyenler ona karşı mücadele ederler ve türlü yollara başvurarak insanlarda kuşku duygusu yaratırlar.

              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - İslam dini yiyeceklere özen gösterir ve helal ve haram konusunda çok kez uyarılarda bulunmuştur.

              2 - Allah'a ilgi göstermek sadece dua ve ibadet sırasında değil, yiyecek konusunda da geçerlidir. Bu yüzden Allah adı zikredilmeden kesilen hayvanın etini yemek, caiz değildir.

              3 - Haram yoldan elde edilen para ile en helal yiyecek hazırlansa bile, karnımıza giren bir ateş parçası gibidir.

              4 - Gerçi yüce Allah bu dünyada Hz. Musa gibi peygamberlerle doğrudan konuşmuştur, lakin kıyamet gününde tüm pak insanlar yüce Allah ile konuşabilir.

              5 - Dini satmak, hatta tüm dünya malına karşılık olsa bile, ziyandır

              6 - Bazı insanların iman etmemesinin sebebi hakkı tanımamak değil, hakka karşı çıkmak içindir ve hakkı bildikleri halde kabul etmek istemezler.

              Yorum


                #52
                Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 49 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz. Şimdi Bakara suresinin 177. ayeti.

                لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَـكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَـئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

                Yani:

                İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!

                Kuran-ı Kerim'in en kapsamlı ayeti olan bu ayet, İslam açısından ahlak, amel ve inanca göre iyilik ilkelerinin en önemlilerini beyan etmektedir. Nitekim Allah resulünden nakledilmiştir ki buyuruyor: Kim bu ayeti uygularsa imanı tamdır.

                Daha önceki ayetlerde ifade edildiği gibi Yahudiler kıble yönünün değiştirilmesi konusunda büyük bir yaygara kopardı ve bunu önemli bir meseleymiş gibi göstermeye çalıştı. Bu ayet onlara bir başka şekilde şöyle cevap veriyor:

                Zannetmeyin ki Allah'ın dini sadece kıble konusu ile sınırlı ki tüm düşüncenizi ona harcıyorsunuz. İlahi dinler üç temel bölümden oluşur ve gerçek salih, dinin tüm bu bölümlerini dikkate alan kimsedir.

                Dinin bir bölümü inanç meselesi ile ilgilidir ki insanların Allah'a, meleklere, semavi kitaplara ve peygamberlere gönülden iman etmesi gerekir ve kuşkusuz bu tür bir iman ibadet ve namaz ve mağdurlara infak ve zekât şeklinde yardım etmekle birlikte olması gerekir ki bu da dinin bir başka bölümüdür. Fakat sadece yüce Allah ve Allah'ın kulları ile irtibat kurmak yeterli değildir. Bu irtibatı doğru ve kalıcı bir şekilde korumak, sabır ve vefakârlık ve ilahi ve insani ahitlere sadık kalmak gibi ahlaki ilkeler uymaya bağlıdır.

                Bu ayet iyilik yapan müminin hem üzerine farz olan infakı yani zekâtını ödeyen ve hem de farz olmayan infaklarda bulunan kimse olduğunu ve bazıları gibi bir yoksula yardım ettiği zaman farz olan infakından sakınan kimse veya zekâtını ödedikten sonra mağdurlara karşı duyarsız olanlar gibi olmayan kimse olduğunu beyan etmektedir.

                Şimdi, Bakara suresinin 178. ayetini dinliyoruz.

                يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلَى الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالأُنثَى بِالأُنثَى فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ أَخِيهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَأَدَاء إِلَيْهِ بِإِحْسَانٍ ذَلِكَ تَخْفِيفٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَرَحْمَةٌ فَمَنِ اعْتَدَى بَعْدَ ذَلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ أَلِيمٌ

                Yani:

                Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

                İslam dini geniş kapsamlı bir dindir, öyle ki insanlar için sadece bireysel boyutta değil, aynı zamanda beşeri toplumlarda gereken düzen ve güvenlik sağlanması için bir takım özel kanunlar da belirlemiştir.

                Her toplumda arada bir vuku bulan olaylardan biri, adam öldürmektir. İslam dini toplumda güvensizliği körükleyen bu durumu önlemek için kısas kanununu getirmiştir. Bu kanuna göre kasıtlı adam öldürme durumunda katil de ölüme mahkûm edilir ki maktulun kanı heba olmuş olmasın, aynı zamanda başkaları da diğer insanların canına kıymaya cesaretinde bulunmasın.

                Tabi kısas cezasında adalet uygulanmalıdır. Bu yüzden katil ve maktulun eşit olması ilkesine göre erkeğe karşı erkek ve kadına karşı kadın kısasa mahkûm edilir. Eğer katil ve maktul aynı cinsten değilse diyet farkı ödenmesi gerekir.

                Bu kanunun önemi şöyledir ki cahiliye döneminde yaşayan Araplar ne zaman kabilelerinden biri öldürülürse, o bir kişi için karşı kabilenin tümünü öldürmeye kalkışırdı ve böylece uzun süren savaşlar meydana gelirdi.

                Ancak adalet ve denge temelinde kurulan İslam bir yandan bir kişinin öldürülmesine karşılık ancak bir kişinin kısas edilmesine izin veriyor, öte yandan maktulun yakınlarına diyet karşılığı katili kısas etme hakkından vaz geçme hakkı tanıyor. Tabi diyet alırken de insaflı olmak ve diyeti ödemek isteyenleri aciz bırakmamak gerekir. Nitekim katil de diyeti ödemekte gecikmemeli ve her iki taraf iyi bir yol izlemelidir.

                Şimdi, Bakara suresinin 179. ayetini dinliyoruz

                وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاْ أُولِيْ الأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

                Yani:

                Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.

                Maalesef kendilerini düşünce sahibi sanan bazı kimseler kısas kanununu eleştirdikleri ve katili öldürmekle maktulun yeniden canlanmayacağını belirttikleri görülmektedir. Bu zümre kısas ile bir başka insanın da öldürüldüğünü ve yeni bir cinayet işlendiğini ileri sürmekte. Kuran-ı Kerim günümüzde de insan hakları maskesi altında gündeme getirilen bu eleştirilere cevap verirken önemli bir noktaya temas ederek şöyle buyuruyor: Beşeri toplumların bekası adalet ve güvenlik olmadan imkânsızdır ve bu iki meseleyi temin etmek için katilin kısas edilmesi şarttır. Nitekim bir insanın sağlığını korumak için çürüyen bir uzvu varsa kesilmesi gerekir.

                Kısas esas itibarı ile kişisel bir intikam olmaktan ziyade toplumun güvenliğini korumak içindir.

                Günümüzde acaba hangi ülkelerde suç ve cinayet oranı yüksektir? Kısas kanunun uygulandığı ülkeler mi, yoksa kendini insan hakları savunucusu sanan ve kısası cinayet sayan ülkeler mi?

                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Allah'a iman etmek, mağdurlara yardım etmeden ve insanların haklarına saygı duymadan mümkün değil.

                2 - Allah yolunda malını infak etmek, imanda sadakat işaretidir.

                3 - İman gereği yoksulluk, acılar ve savaş gibi durumlara karşı sabırlı olmak lazım. Yoksa refah ve huzur ve güvenlik içinde iman, imanda güçlü olma anlamına gelmez.

                4 - İslam dini kısas kanununu bazı kanunlarda olduğu gibi katilin tek cezalandırma yolu görmediği gibi affı da en iyi yol görmemektedir. İslam kısas hükmünün yanında affetme ve diyet almayı da önermektedir.

                Yorum


                  #53
                  Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 50 )

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  Şimdi Bakara suresinin 180. ayeti.

                  كُتِبَ عَلَيْكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ إِن تَرَكَ خَيْرًا الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالأقْرَبِينَ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ


                  Yani:

                  Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.

                  Hepimiz bir gün bu dünyaya gelmiş, bir gün de bu dünyadan gideceğiz. Geldiğimiz gün elimiz boş geldiğimiz gibi giderken de eli boş gideceğiz.

                  Giderken ev, araba, para, fabrika, neyimiz varsa bırakıp gideceğiz ve İslam yasalarına göre kim vefat ederse malının üçte ikisi çocukları, eşi veya diğer mirasçıları arasında paylaşılır ve bunun için vasiyet etmeye hacet yoktur. Fakat herkes malının üçte biri için hangi yolda harcanması konusunda vasiyette bulunabilir. Bu ayet bu konuda şöyle buyurmakta:

                  Muttaki insanlar ölmeden önce ebeveynleri ve yakınlarını düşünmeli ve onlar için vasiyet etmelidir. Çünkü eş ve çocuklar doğal olarak malın üçte ikisini miras olarak paylaşırlar. Tabi vasiyet makul olması gerekir ve yersiz sevgi veya kişisel kin ve intikam duygusu ile bir malı birine bağışlayıp veya birini mahrum bırakmamak gerekir.

                  Vasiyet bir nevi uzak geleceği düşünüp eksikleri gidermek içindir, öyle ki ölen insan için ölümünden yıllar sonra da sevap yazılır.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Ana babanın, evlatlar üzerinde büyük hakkı vardır ve onlara şükranlarımızı sunma işareti olarak mirasın dışında malımızın bir kısmını onlara bağışlamalıyız.

                  Şimdi, Bakara suresinin 181. ayetini dinliyoruz.

                  فَمَن بَدَّلَهُ بَعْدَمَا سَمِعَهُ فَإِنَّمَا إِثْمُهُ عَلَى الَّذِينَ يُبَدِّلُونَهُ إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

                  Yani:

                  Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenleredir. Şüphesiz Allah (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir.

                  Bazen çocuklar veya akrabalar vasiyeti duydukları veya bildikleri halde bazı sebeplerden ötürü vasiyeti değiştirirler. Örneğin bir paranın birine verilmesi vasiyet edilmiştir, ama başkasına verilir. Kuran-ı Kerim bu konuda şöyle buyurmakta:
                  Bu durumlarda vasiyet eden iyi bir mükâfata kavuşur, parayı alanın da bir suçu yoktur. Çünkü burada sadece vasiyeti bilinçli olarak değiştiren kimse günah işlemiştir. Zira mülkiyet hakkı ölümden sonra da saygı duyulması gereken bir konudur ve hiç kimse ölünün malını haksız yere harcayamaz, hatta ölen kimsenin evladı olsa bile.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Vasiyete uygun olarak hareket etmek gerekir ve bu yolda her türlü değişiklik ihanettir ve yüce Allah bu ihanetin bilincindedir.

                  Şimdi, Bakara suresinin 182. ayetini dinliyoruz.

                  فَمَنْ خَافَ مِن مُّوصٍ جَنَفًا أَوْ إِثْمًا فَأَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلاَ إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

                  Yani:

                  Her kim, vasiyet edenin haksızlığa yahut günaha meyletmesinden endişe eder de (alâkalıların) aralarını bulursa kendisine günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayan hem de esirgeyendir.

                  Geçen ayette kim bilinçli olarak vasiyeti değiştirirse günah işlediğini belirttik. Lakin bazen vasiyette bulunan kimse haksız bir vasiyette bulunmuş ve aile içinde fitneye sebep olmuş veya malının üçte birinden fazlası hakkına vasiyette bulunmuş veya yaptığı vasiyetin günaha yol açacağı tespit edilmiştir. Tüm bu durumlarda vasiyeti maslahata uygun biçimde değiştirmek ve vasiyetten yararlananların lehinde düzeltmek mümkün.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - İslam dininde çıkmaz yoktur ve ne zaman daha önemli bir durum söz konusu olursa o duruma uymak gerekir. Vasiyete uymak önemlidir, lakin fitneyi önlemek daha önemlidir.

                  2 - Yalan söylemek haramdır, lakin bazen zalimin elinden kurtulmak için farz olur.

                  Yorum


                    #54
                    Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 51 )

                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    Şimdi Bakara suresinin 183. ayeti

                    يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ


                    Yani:

                    Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.

                    Yüce Allah'ın emirlerinden biri oruç tutmaktır ve bu durum İslam dinine özgü değil ve İslam'dan önceki dinlerde de geçerlidir. Oruç, görünmez bir ibadettir. Eğer bizim namaz ve hac ibadetimizi insanlar görebiliyorsa, oruç ibadetimizi göremezler ve bu ibadette riyakârlık yapma ihtimali de azdır.

                    Oruç insanların iradesini güçlendirir. Bir gün boyunca ve bir ay süresince meşru lezzetlerden ve yiyeceklerden kendini mahrum bırakan kimse kendini başkalarının malı ve namusuna karşı da kontrol edebilir.

                    Oruç insani ve dini duyguları tahrik ve takviye eder. Bir ay açlık hissini tadan kimse, aç insanların neler hissettiğini anlar ve onları düşünmeye başları. Oruç ayrıca günahı terk etmeyi zemin oluşturur. Birçok günahın kaynağı yemek hırsı ve şehvetten kaynaklanır. Oruç bu iki kaynağı kontrol altına alarak fesadın azalması ve takvanın artmasına sebep olur.

                    Kuşkusuz su ve yiyeceği terk etmek, orucun zahiridir. Pak ve salih insanlar bunun yanında batına da ilgi gösterir ve günahtan sakınır.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - İman işaretlerinden biri oruç tutmaktır. Oruç insanlarda takva ruhunu geliştirir.

                    2 - Allah'ın emirlerine uymak bizim yararımızadır, yoksa yüce Allah'ın bizlerin orucuna ihtiyacı yoktur.

                    Şimdi,

                    Bakara suresinin 184. ayetini dinliyoruz.

                    أَيَّامًا مَّعْدُودَاتٍ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ وَأَن تَصُومُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ


                    Yani:

                    Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

                    Yüce Allah'ın emirleri zor değildir ve herkes gücü yettiğince bu emirleri yerine getirmesi gerekir. Nitekim oruç da sadece Ramazan ayında farz kılınmıştır. Eğer bu ayda birileri hasta veya yolcu olursa bu ayın yerine başka aylarda oruç tutması gerekir ve eğer genel anlamda oruç tutmaya gücü yetmiyorsa orucun dayattığı açlığın yerine aç insanları hatırlamalı ve oruç tutamadığı her günün yerine bir yoksulu doyurmalıdır.

                    Kuşkusuz bir gün orucun yerine bir kişiden fazla insanları doyurmak elbette ki daha iyidir. Nitekim orucun değerini ve tesirini bilen insanlar asla oruç tutmaktan muaf olmayı ve yerine aç bir insanı doyurmayı arzu etmezler.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - İslam dini geniş kapsamlı bir dindir ve her türlü şartlara ve yeteneklere uygun yasaları vardır. Nitekim hasta ve yolcu insanların oruç hükmü sağlıklı insanlardan farklıdır.

                    Şimdi, Bakara suresinin 185. ayetini dinliyoruz.

                    شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

                    Yani:

                    Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.

                    Bundan önceki ayetler orucu ve oruçla ilgili bazı hükümleri anlattı. Bu ayet ise orucun Ramazan ayında tutulması gerektiğini ifade ediyor. Ramazan ayı oruç ayı olmaktan önce Kuran-ı Kerim'in nazil olduğu aydır ve genelde bu ayın değeri ve şerefi de Kuran-ı Kerim'dendir ki kadir gecesinde nazil olmuştur. Ayların adları arasında ise sadece Ramazan ayı Kuran-ı Kerim'de zikredilmiştir ve yakma anlamına gelir. Sanki bu ayda tüm günahlar yakılıyor.

                    İslam dini kolay bir dindir ve temeli de kolaylıklara dayanır. Bu yüzden Ramazan ayında oruç tutmak kendileri için zor veya imkânsız olan kimseler yılın diğer günlerinde 30 gün oruç tutabilirler ve eğer temelden oruç tutamıyorsa yerine keffare ödeyebilirler. Nitekim namaz konusunda da abdest alamayan kimse teyemmüm edebilir ve eğer ayakta duramıyorsa oturarak ve hatta uzanarak namazını kılabilir. O zaman insanlar, görevlerin yerine getirilmesinde bunca kolaylık sağlayan yüce Allah'a şükretmeleri gerekir.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Ramazan ayında oruç tutmakla ruhumuzu günahlardan arındırmalı ve Kuran-ı Kerim'in gönüllerimize nüfuz etmesi için zemin oluşturmalıyız.

                    Şimdi, Bakara suresinin 186. ayetini dinliyoruz.

                    وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

                    Yani:

                    Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.

                    Adamın biri İslam peygamberinden sorar: Acaba Allah bize yakın mıdır ki O'na sessizce dua edelim, yoksa uzak mıdır ki O'na yüksek sesle seslenelim? İşte o sırada bu ayet nazil oldu ve Allah'ın tasavvur edilenden çok daha insanlara yakın olduğu ifade edildi. Nitekim Kaf suresinin 16. ayetinde biz size boynunuzdaki damardan daha yakınız şeklinde buyurmuştur.

                    Dua etmenin belli bir zaman veya mekânı yoktur ve insanlar istedikleri zaman ve istedikleri yerde dua edebilir. Ancak Ramazan, tevbe ve dua ayı olduğundan bu yüzden dua ayeti oruç ve ramazan ayetleri arasında yer almaktadır. Bu kısa ayette yüce Allah yedi kez kendi pak zatına ve yedi kez de kullarına işaret etmektedir ki kendisi ile kulları arasındaki irtibatın sürekliliğini vurgulasın.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Yüce Allah bizim dualarımızı duyar ve hacetlerimizi yerine getirir. O zaman biz de O'na seslenelim ve sadece O'nun emirlerin uyalım ki saadete erenlerden olalım.

                    Yorum


                      #55
                      Nura Giden Yol

                      [quote author=mazlumiyet link=topic=19373.msg119338#msg119338 date=1298936233]
                      Nura giden yol ( 51 )

                      1 - Yüce Allah bizim dualarımızı duyar ve hacetlerimizi yerine getirir. O zaman biz de O'na seslenelim ve sadece O'nun emirlerin uyalım ki saadete erenlerden olalım.

                      [/quote]

                      Hayli faydalı bir paylaşım. Cezakallahu hayran kesiran

                      Yorum


                        #56
                        Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 52 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        Şimdi Bakara suresinin 187. ayeti

                        أُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ إِلَى نِسَآئِكُمْ هُنَّ لِبَاسٌ لَّكُمْ وَأَنتُمْ لِبَاسٌ لَّهُنَّ عَلِمَ اللّهُ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَخْتانُونَ أَنفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنكُمْ فَالآنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُواْ مَا كَتَبَ اللّهُ لَكُمْ وَكُلُواْ وَاشْرَبُواْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الأَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الأَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ ثُمَّ أَتِمُّواْ الصِّيَامَ إِلَى الَّليْلِ وَلاَ تُبَاشِرُوهُنَّ وَأَنتُمْ عَاكِفُونَ فِي الْمَسَاجِدِ تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فَلاَ تَقْرَبُوهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ


                        Yani:

                        Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.

                        İslam dininin ilk günlerinde oruç ahkâmı daha da zordu ve Ramazan gecelerinde ve gündüzlerinde eşle birleşme yasağının yanı sıra yeme ve içme ancak gece uykusundan önce mubahtı. Ancak bazı müslümanlar bu ilahi sınavı başaramadı ve Ramazan gecelerinde bu kısıtlamalara uyamadı ve Kuran-ı Kerimin tabiri ile kendilerine ihanet ettiler. Yüce Allah bu ayeti nazil ederek Ramazan ayında yemek ve içmek ve eşle birleşmeyi helal kıldı ki müslümanlar itaatsizlik etmiş olmasın ve bundan önceki günahlarını da bağışladı.

                        Kuşkusuz duyduğunuz gibi Ramazan gecelerinde eş ile birleşme, ancak camilerden uzak durulduğu zaman caizdir.

                        Bu ayet ayrıca izdivaç konusunda da güzel bir tabir kullanmakta ve şöyle buyurmakta: Eşler bir biri için elbise gibidir ve elbiseler bir yandan insanların kusurunu kapatırken öbür yandan da süsleme aracıdır. Eşlerden her biri ötekini sapmaktan korurken aynı zamanda onun süsü ve huzur kaynağı olur. Eğer elbise insan vücudunu ısıtıyorsa, eş de aile ocağını ısıtır ve ortak yaşamı soğuktan korur ve bu süreçte kadın erkek ifa ettikleri rolde eşittir.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - İslam dininin özelliklerinden biri ahkâmda kolaylık sağlamaktır ve ne zaman bir hüküm sıkıntı ve zorluğa sebep olmuşsa yüce Allah o hükmü hafifletmiştir.

                        2 - Allah'a itaatsizlik ve günah işlemek, kendine ihanet ve zulümdür, çünkü zararı Allah'a değil, kendimize gelmektedir.

                        3 - İslam dini ruhbanlık ve lezzetlerden uzak durma dini değildir. Bu din ibadet ile birlikte meşru zevkleri caiz görmüştür ve bu da İslam'ın çok geniş kapsamlı oluşundandır.

                        4 - Yüce Allah cinsel içgüdülerimizi tatmin etmek için meşru yolları belirlemişken artık günah işlemeye gerek yoktur.

                        5 - Günaha yaklaşmakla içine düşmek birdir. Bu yüzden yüce Allah bizleri günah işlemekten sakındırmak yerine günaha yaklaşmaktan sakındırır.

                        6 - Tüm ilahi hükümler, ister oruç ister evlilik, hepsi takvalı bir ruha kavuşmak içindir.

                        Şimdi, Bakara suresinin 188. ayetini dinliyoruz.

                        وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُواْ بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُواْ فَرِيقًا مِّنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالإِثْمِ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ

                        Yani:

                        Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hâkimlere (idarecilere veya mahkeme hâkimlerine) vermeyin.

                        Bu ayet toplumun ekonomik yapısında adaletsizlik ve güvensizliğe yol açan iki büyük günaha temas ediyor ve müslümanları şiddetle bu günahlardan sakındırıyor.

                        Bunlardan biri başkalarının malını haksız olarak ele geçirmek ve diğeri halkın malına el koymak için yargıca rüşvet vermektir ki Kuran-ı Kerim her iki işin batıl olduğunu buyuruyor.

                        Bu işler hem akıl gereği ve hem de şeriat bakımından haram ve günahtır. Kuşkusuz bazıları rüşveti haklı göstermek için adını hediye olarak değiştiriyor. Nitekim tarihte belirtildiği üzere bir gün bir şahıs imam Ali'nin (sa) evine helva getirir ki belki o hazret mahkemede onun lehine karar versin, ancak imam Ali (sa) şöyle karşılık verir: Allah'a yemin olsun eğer bana bir karıncanın ağzından haksız yere bir arpa kabuğunu almam için yedi iklimi bağışlayacak olurlarsa yine bu işi yapmam.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - İslam dininde mülkiyet hakkına saygı duyulur ve başkalarının malına el koymak caiz değildir.

                        2 - Mülkiyet hakkı doğru ve helal yollardan elde edilmeli, haksız yollardan değil. Hatta yargıcın haksız hükmü, mülkiyet hakkını meşru kılmaz.

                        3 - Rüşvet vermek ve almak haramdır, hangi adın altında olursa olsun.

                        Şimdi, Bakara suresinin 189. ayetini dinliyoruz.

                        وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُواْ بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُواْ فَرِيقًا مِّنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالإِثْمِ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ

                        Yani:

                        Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış, korunan (ve ölçülü giden) kimsenin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah'tan korkun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.

                        İslam dininin bir özelliği de ahkâmını doğal ölçeklere göre hazırlamış olmasıdır. Örneğin namaz vakitleri güneşin doğuşu ve batışı veya gün ortası olmasına göre belirlenmiştir veya Ramazan ayının gelmesi veya hac mevsiminin başlamasında esas kriter ayın konumudur ki doğal bir takvimdir.

                        Günümüzde insanlar yaşamları için takvime muhtaçtır. O zaman yeni ay hilali hem takvim kaynağı ve insanların dünyevi işlerinin gereksinimi, hem de ibadet işlerini ayarlamak için bir araçtır.

                        Bu ayetin işaret ettiği bir başka konu, İslam öncesi müşriklerin hurafelere dayanarak yaptığı bir ameldir, o da şöyle ki ihram giysilerini yaşamın tün adetlerini terk etme anlamında algılıyorlardı. Bu yüzden ihram giydiklerinde normal yoldan kendi evlerine girmiyor ve iyi bir amel yaptıklarını düşünüyordu. Kuran-ı Kerim bu hurafeye şöyle cevap veriyor:

                        Bunlar hurafedir ki siz ibadet içerikli bir amele dâhil etmişsiniz. Eğer iyilik peşinde iseniz takvalı olun ve her işi kendi yolundan yapmaya çalışın. Nitekim hac mevsiminin yaklaştığını bilmek için ay hilalinden yararlanır. Allah'ın emirlerini doğru yerine getirmek için dini liderleri dinleyin. Onlar hakkı batıldan ayırt etmekte bilgilidir ve kişisel heveslerinizden sakının ki kurtuluş ve saadet bundadır.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - İnsanlar yaşamlarını zamana göre ayarlamalıdır, nitekim yüce Allah da ibadet konusunda böyle buyurmuştur.

                        2 - İyi amel, akıl ve şeriatın hükmettiği ve takvaya uygun olan ameldir. Hurafelere dayalı geçmişlerimizin amelleri iyi amel olamaz.

                        Yorum


                          #57
                          Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 53 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          Şimdi Bakara suresinin 190. ayeti.


                          وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبِّ الْمُعْتَدِينَ


                          Yani:

                          Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.

                          Düşmana karşı kendini savunmak insanların en temel haklarından biri sayılır, lakin Kuran-ı Kerim her türlü tecavüze karşı savunmayı emrederken şöyle buyurmakta: Düşmanı İslam'a davet etmeden önce silaha sarılmayın ve savaşı başlatan taraf olmayın. Savaş sırasında size taraf olmayan kadınlara, çocuklara ve yaşlılara karşı insan gibi davranın.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Cihat Allah yolunda ve Allah için olmalı, başka ülkeleri fethetmek veya etnik ve dini ihtilaflar için değil.

                          2 - Hatta savaşta bile adalete uymak ve ilahi sınırları aşmamak gerekir.

                          Şimdi, Bakara suresinin 191 ve 192. ayetlerini dinliyoruz.

                          وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ تُقَاتِلُوهُمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذَلِكَ جَزَاء الْكَافِرِينَ (*) فَإِنِ انتَهَوْاْ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ


                          Yani:

                          Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir.

                          Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse, (şunu iyi bilin ki) Allah gafûr ve rahîmdir.

                          Bu ayetler Müslümanlara Mekke müşriklerine karşı misilleme yapmasını emrediyor. Çünkü onlar müslümanları kendi diyarından avare etti, türlü işkenceler yaptı, öyle ki Kuran-ı Kerim tabiri ile öldürmekten beterdi.
                          Kuşkusuz yüce Allah Mescid-i Haram'ın hürmetini korumak için bu mekânda savaş izni vermiyor, tabi müşrikler bu kutsal mekânda savaşı başlatmaları durumunda mesele değişiyor, çünkü kendini savunmak her yerde şarttır.

                          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 -İslam'a darbe indirmek için her fırsattan yararlananlarla mücadele edin ve size karşı fitne ve komplo kurmalarına izin vermeyin.

                          2 - Gerçi Allah evi saygın ve kutsaldır, ancak Müslümanların kanına saygı göstermek daha çok zaruridir.

                          3 - Misilleme, İslam'ın önemli bir ilkesi olarak din düşmanları için geçerlidir.

                          Şimdi, Bakara suresinin 193. ayetini dinliyoruz.

                          وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ لِلّهِ فَإِنِ انتَهَواْ فَلاَ عُدْوَانَ إِلاَّ عَلَى الظَّالِمِينَ

                          Yani:

                          Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.

                          İslam dininde savaş ve cihadın amacı başka ülkeleri fethetmek, ırkçılık veya savaş ganimeti elde etmek değil, amaç zulüm ve tecavüzü yok etmek ve küfür, şirk ve hurafeye mahal bırakmamaktır. Böylece adalet sağlanacak ve insanların Allah dinine doğru yönelmeleri için gerekli ortam hazırlanacaktır.

                          Dolaysıyla müslümanlar ancak din ile mücadele eden ve müslümanları taciz edenlere karşı cihat yapar ve eğer bu işlerinden el çekecek olurlarsa, müslümanlar savaş başlatmaz ve hiç kimse İslam'dan farklı inanca sahip olduğu için saldırıya uğramaz.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Allah'ın dinini yer yüzünde egemen kılmak için batıl inançları yaygınlaştıran zalim hükümdarlarla mücadele ve cihat yapmak gerekir.

                          2 - Tevbe kapısı hiç kimseye ve hiç bir koşul altında kapalı değildir. Hatta kâfir düşman savaşın ortasında düşüncesini ve amelini değiştirecek olursa yüce Allah onları affeder.

                          Şimdi, Bakara suresinin 194. ayetini dinliyoruz.

                          الشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌ فَمَنِ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُواْ عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى عَلَيْكُمْ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ

                          Yani:

                          Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah muttakîlerle beraberdir.

                          İslam dininde yılın dört ayında savaşmak haramdır. Bu aylar Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Müşrikler Allah'ın bu hükmünden yararlanarak haram aylarda Müslümanlara saldırıp onları gafil avlamak istedi. Kâfirler, Müslümanların bu aylarda savaşmaya hakkı olmadığını biliyordu, oysa müslümanın kanının saygınlığının bu ayların saygınlığından daha önemli olduğunu ve kim bu saygınlığa karşı çıkarsa kısas yapılması ve misillemeye maruz kalması gerektiğini bilmiyordu.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Düşmanlar sürekli pusudadır, o zaman fırsatlardan yararlanmasına izin vermemeliyiz.

                          2 - Sosyal anlaşmalar ancak karşı taraf da saygı gösterdikçe geçerlidir.

                          3 - Hatta düşmana karşı adaletli olmalı ve sınırları aşmamalıyız.

                          Şimdi, Bakara suresinin 195. ayetini dinliyoruz.

                          ) وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

                          Yani

                          Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.

                          Bundan önceki ayetler cihat ve misilleme emri veriyordu. Ancak açıktır ki bir savaş mali destek olmadan ve mücahitlerin cephedeki ve ailelerinin ihtiyaçları karşılanmadan olmaz ve eğer müslümanlar Allah yolunda canından ve malından fedakârlık yapmazsa tabi ki yenilir ve helak olurlar.

                          Barış sırasında eğer toplumun zengin kesimleri mağdurların elinden tutmaz ve humus ve zekât ödemez ve infakta bulunmaz ise, doğal olarak toplumda sınıflar arasında uçurumlar derinleşir. Bu yüzden başkalarına ihsan ve infakta bulunmak servetin kısmen dağılmasını sağlar ve gerçekte servetin korunmasına vesile olur. Nitekim imam Ali (sa) malınızı zekât ödeyerek koruyun şeklinde buyurmuştur.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Cimrilik ve servet biriktirme hırsı egemen olduğu yerde toplum helak olma tehlikesi ile karşı karşıya kalır.

                          2 - İnsanların nefsine zarar veren ve bir neve helak olmaya yol açan her şey haramdır.

                          Yorum


                            #58
                            Nura Giden Yol

                            [quote author=Mezar link=topic=19373.msg119345#msg119345 date=1298974604]
                            [quote author=mazlumiyet link=topic=19373.msg119338#msg119338 date=1298936233]
                            Nura giden yol ( 51 )

                            1 - Yüce Allah bizim dualarımızı duyar ve hacetlerimizi yerine getirir. O zaman biz de O'na seslenelim ve sadece O'nun emirlerin uyalım ki saadete erenlerden olalım.

                            [/quote]

                            Hayli faydalı bir paylaşım. Cezakallahu hayran kesiran
                            [/quote]

                            Allah razı olsun. Hakkıyla istifadeyi ve amel etmeyin nasip etsin...

                            Yorum


                              #59
                              Nura Giden Yol

                              Takip ediyoruz emeğinize sağlık

                              Yorum


                                #60
                                Nura Giden Yol

                                Nura giden yol ( 54 )

                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                Şimdi Bakara suresinin 196. ayeti.


                                وَأَتِمُّواْ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّهِ فَإِنْ أُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ وَلاَ تَحْلِقُواْ رُؤُوسَكُمْ حَتَّى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضاً أَوْ بِهِ أَذًى مِّن رَّأْسِهِ فَفِدْيَةٌ مِّن صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ فَإِذَا أَمِنتُمْ فَمَن تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ذَلِكَ لِمَن لَّمْ يَكُنْ أَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ


                                Yani:

                                Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın vereceği ceza ağırdır.

                                Bilindiği üzere hac merasiminin temelini atan Hz. İbrahim'dir ve bu merasim o hazretten sonra Araplar arasında yaygınlaştı. İslam dini de bu ibadeti onaylamış ve her müslüman için farz kılmıştır. Şöyle ki mali gücü yeterli olan her müslüman bir kez hacca gitmelidir. Lakin umre, ancak Mekke'ye girenlere farz olur ve Allah evini tavaf etmek gibi bir takım sade amelleri yerine getirerek namaz kılması gerekir.

                                Hac ve umre buyruğunun ardından bazı insanlar bu ibadi yolculuk sırasında sıkıntıya düşmesi muhtemel olduğundan bu ayet bazı hükümleri anlatıyor ve böylece yüce Allah'ın insanlardan gücünün ötesinde bir şey beklemediğini beyan etmek istiyor.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - İslam dininde çıkmaz yoktur ve şartlara göre uygun hükümler verilir. Hac merasimine devam etmekten mazur olan kimse, onun yerine
                                oruç tutabilir, sadaka verebilir veya kurban kesebilir.

                                Şimdi, Bakara suresinin 197. ayetini dinliyoruz.

                                الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ الْحَجَّ فَلاَ رَفَثَ وَلاَ فُسُوقَ وَلاَ جِدَالَ فِي الْحَجِّ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَتَزَوَّدُواْ فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى وَاتَّقُونِ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ

                                Yani:

                                Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramını giyerse), hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yasaktır onun için. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.

                                Hac merasimi her yıl bir kez ve o da belli bir dönemde gerçekleşir ve hac ziyaretine giden kimse ta baştan bu manevi yolculuk için pak olmalı ve iyi amellerin yanı sıra günahlardan sakınmalıdır.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Mekke, güvenlik ve vahdet ve ibadet mekânıdır. Bu yüzden hac döneminde bu ortam her türlü sürtüşmeden veya günah işlemekten veya cinsel lezzetlerden arındırmalıdır.

                                Şimdi, Bakara suresinin 198 ve 199. ayetlerini dinliyoruz.

                                لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَبْتَغُواْ فَضْلاً مِّن رَّبِّكُمْ فَإِذَا أَفَضْتُم مِّنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُواْ اللّهَ عِندَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدَاكُمْ وَإِن كُنتُم مِّن قَبْلِهِ لَمِنَ الضَّآلِّينَ (*) ثُمَّ أَفِيضُواْ مِنْ حَيْثُ أَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

                                Yani:

                                (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur. Arafat'tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin ve O'nu size gösterdiği şekilde anın. Şüphesiz siz daha önce yanlış gidenlerden idiniz.

                                Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden siz de akın. Allah'tan mağfiret isteyin. Çünkü Allah affedici ve esirgeyicidir.

                                Daha önceki ayetlerde hac sırasında müslümanların güvenliği ve vahdetini tehlikeye düşürecek işler yasaklanmıştı. Bu ayet cahiliye Arapların hac sırasında her türlü muamele ve alışverişi yasaklayan batıl inançlarına karşın şöyle buyurmakta: Alışveriş ve ticaret yapmak, bu merasimin azamet ve haşmetli bir şekilde yapılmasının gereği iken sadece caiz değil, aynı zamanda gereklidir.

                                Bu ayet daha sonra hac merasiminin bir başka hükmüne temas ederken Arafat'tan Maş'er'e doğru yola çıkılması hakkında şöyle buyuruyor:

                                Evvela bu yolda sürekli Allah'ı anmalısınız ki sizi nasıl sapkınlıktan kurtardı ve hidayete erdirdi. İkincisi birlikte hareket edin ve kendinize ayrıcalık tanımayın.

                                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - İslam dini geniş kapsamlı bir dindir ve hac gibi ibadetlerin yanında maddi yaşam ve geçim meselesine de ilgi gösterir.

                                2 - Yolculuklarda maddi nimetlerden yararlanalım, lakin Allah'tan gafil olmayalım.

                                3 - Hac sırasında insanların ayrıcalıkları bir kenara bırakılır ve bütün hacı adayları tek kıyafette ve hep birlikte merasimi sonlandırır.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X