Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #91
    : Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 85 )

    Bismillahirrahmânirrahîm
    Al-i İmran suresinin 61. ayeti.

    فَمَنْ حَآجَّكَ فِيهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْاْ نَدْعُ أَبْنَاءنَا وَأَبْنَاءكُمْ وَنِسَاءنَا وَنِسَاءكُمْ وَأَنفُسَنَا وأَنفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل لَّعْنَةُ اللّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ


    Yani:

    Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.

    Tarihte şöyle okumaktayız: Hicretin 10. yılında İslam peygamberi (sav) İslam'ın tebliği için bir grup müslümanı Yemen'in Necran yöresine gönderir. Bunun ardından Necran Hıristiyanları da bilginlerinden bir heyeti İslam peygamberi ile görüşmek üzere Medine'ye yollar. Bu heyet Hz. İsa'nın doğumu konusunda İslam peygamberi ile tartışır ve hakkı kabul etmek istemez. Ta ki İslam peygamberi yüce Allah'ın emri üzerine mübaheleye hazırlanır ve Hıristiyan bilginlere şöyle der: Sizler kendi eşleriniz, evlatlarınız ve yakınlarınızdan bir grubu getirin, biz de getirelim, ardından bir noktada toplanıp Allah'a dua edelim ve Rabbimizden hangi grup batıl ise onları kendi rahmetinden uzaklaştırmasını ve azabını onlara nazil etmesini dileyelim.

    Bu öneriyi duyan Necran Hıristiyanları İslam peygamberinden istişarede bulunmak üzere mühlet ister. Hıristiyanların büyüğü şöyle der: Öneriyi kabul edin, lakin eğer İslam peygamberinin kalabalık bir topluluk yerine sadece az sayıda çok sevdiği yakınları ile mübahele için gelecek olursa bu işten vazgeçin ve bir şekilde uzlaşın.

    Belirlenen gün geldi ve Hıristiyanlar, İslam peygamberinin sadece dört kişiyi beraberinde getirdiğini gördüler. Bunlar kızı Fatıma, damadı Ali Bin Ebutalib ve iki torunu Hasan ve Hüseyin'di. Hıristiyanların büyüğü şöyle der: Ben öyle simalar görüyorum ki eğer dua edecek olurlarsa bir dağı yerinden koparır ve eğer bizi lanetleyecek olurlarsa bizden bir kişi bile sağ kalmaz.

    Böylece Hıristiyanlar mübaheleden vazgeçerler.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Sorunun cevabını delil ve mantıkla vermek gerekir, lakin inat ve hakla savaşmanın cevabı ilahi lanetten başka bir şey olamaz. Bu yüzden mazeret peşinde olanlar ilahi cezayı beklemelidirler.

    2 - Eğer Allah'ın dinine inanıyorsak, sağlam durmalıyız, çünkü düşmanlar batıl oldukları için geri adım atacaktır.

    3 - Ehli Beyt fertlerinin duası de İslam peygamberi gibi kabul edilir. İslam peygamberi bu ameli ile Hasan ve Hüseyin'i kendi evlatları ve Ali
    Bin Ebutalib'i de kendi nefsi şeklinde tanıtmıştır.

    4 - Gaybdan yardım istemek, normal yeteneklerin kullanılmasından sonra gelir. İslam peygamberi ilkin tebliğ etti, ardından mübaheleyi gündeme getirdi.

    Şimdi, Al-i İmran suresinin 62 ve 63. ayetlerini dinliyoruz.

    إِنَّ هَـذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّ وَمَا مِنْ إِلَـهٍ إِلاَّ اللّهُ وَإِنَّ اللّهَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (*) فَإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِالْمُفْسِدِينَ

    Yani:

    Şüphesiz bu (İsa hakkında söylenenler), doğru haberlerdir. Allah'tan başka ilâh yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.
    Eğer yine yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, bozguncuları hakkıyla bilendir.

    Mübahele olayının ardından yüce Allah, resulüne şöyle buyurmakta:

    Mesih hakkında sana nazil ettiklerimiz onun gerçek yaşamıydı ve Allah'tan başka hiç kimse buna tam olarak vakıf değildir ve Mesih'in Allah'ın oğlu olduğu sözü bir yalandan ibarettir. Çünkü yaratan birdir ve O'ndan başka mabut yoktur. O zaman hakkı kabul etmekten kaçınanlar şunu bilmelidir ki Allah onların işinden haberdardır ve cezalarını verecektir.

    Genelde insanlar arasında yaygın olan öyküler için iki durum söz konusudur. Bu öyküler ya efsane ve romandır ve gerçeği yansıtmaz ve sadece bir yazarın hayal ürünüdür, ya da geçmişlerimizin tarihine göre yazılmış, lakin hem doğru hem yalan yönleri vardır ve içine bazen hurafe veya abartma karışmıştır. Ancak Kuran-ı Kerim öyküleri evvela gerçektir, hayat ürünü değil ve ikincisi de haktır ve hiç bir eksiği olmaksızın sadece hakikatleri beyan etmek içindir.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Kuran-ı Kerim olmasaydı, Hz. İsa ve birçok geçmiş Peygamber ve kavmin gerçek yüzü aydınlanmayacaktı.

    2 - Hakka karşı çıkmak veya inat etmek, insanı ve toplumu fesada sürükleyen fesadın örneğidir.

    3 - Eğer tüm amellerimizin Allah tarafından gözetildiğini dikkate alacak olursak, yaptıklarımıza dikkat ederiz.

    Şimdi, Al-i İmran suresinin 64. ayetini dinliyoruz.

    قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ

    Yani:

    (Resûlüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz Müslümanlarız! deyiniz.

    Kuran-ı Kerim geçen ayetler Hıristiyanları ilkin delil ve mantığa göre İslam'ı benimsemeye davet etti, ancak kabul etmeyince onları mübaheleye çağırdı, fakat hristiyanlar mübaheleden kaçtı. Bu ayette yüce Allah, resulüne şöyle buyurmakta:

    Onlara de ki eğer İslam'ı kabul etmek istemiyorlarsa hiç olmazsa ortak inanç ve düşünceler üzerinde birlik olalım ve küfür ve şirke karşı birleşelim, gerçi siz teslis ve üçlü Rablere inanıyorsunuz ve bu inancınızın tevhit inancı ile bir çelişki içinde olmadığını düşünüyorsunuz ve bu yüzden tesliste vahdete inanıyorsunuz, o zaman gelen tevhid üzerine ortak bir ilke olarak vahdet kuralım ve bunu, sonucu şirk olan yanlış tefsirlerden arındıralım.

    Bazı Hıristiyan alimler Allah'ın helal veya haram saydığı şeyleri kendilerince değiştiriyordu. Oysa bu iş ancak Allah'a mahsustur. Bu yüzden Kuran-ı Kerim şöyle buyurmakta: Bu tür kimseleri izlemeyin, onlar kendilerini kanun vazetmede Allah'ın ortağı sanıyorlar.

    Ayetin sonunda Müslümanlara şöyle buyurmakta: Eğer sizler kitap ehli olanları vahdete çağırır, lakin onlar kabul etmezlerse, izlediğiniz yolda sarsılmayın ve kesin bir tavırla biz sadece Allah'a teslim oluruz ve sizin sırt çevirmeniz bizi asla etkilemez.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Kuran-ı Kerim bizleri müşriklere karşı kitap ehli olanlarla vahdete davet ediyor. O zaman müslümanlar arasında her türlü tefrika ve
    ihtilafa sebep olacak her iş Kuran-ı Kerim ve İslam'a aykırıdır.

    2 - Tüm insanlar kardeştir ve hiç kimsenin Allah'ın izni olmadıkça başkalarına hükmedemez.

    3 - Müslümanlar ehli kitap olanları İslam'a davet etmekte öncü olmalı ve eğer bu yolda tüm amaçlarına ulaşmazlarsa bazı amaçlara ulaşmak için çabalarından vazgeçmemelidir.

    Yorum


      #92
      : Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 86 )

      Bismillahirrahmânirrahîm

      Al-i İmran suresinin 65 ve 66. ayetleri.

      يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَآجُّونَ فِي إِبْرَاهِيمَ وَمَا أُنزِلَتِ التَّورَاةُ وَالإنجِيلُ إِلاَّ مِن بَعْدِهِ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ (*) هَاأَنتُمْ هَؤُلاء حَاجَجْتُمْ فِيمَا لَكُم بِهِ عِلمٌ فَلِمَ تُحَآجُّونَ فِيمَا لَيْسَ لَكُم بِهِ عِلْمٌ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ


      Yani:

      Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz?

      İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa ki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.

      Tarih boyunca semavi dinlerin mensupları arasında sürekli hakkaniyet meselesi üzerine sürtüşme yaşanmıştır ve tüm peygamberlerin tek bir Allah tarafından gönderilmiş olmasına ve kitapları bir biri ile uyum içinde olmalarına karşın maalesef bir takım dini ve etnik bağnazlıklar yüzünden bazı mümin insanlar, başkalarını mantık ve delil ile Allah'ın dinine davet etmek yerine boş ve önemsiz konular üzerine bir biri ile savaşmıştır.

      Hz. İsa gönderildikten sonra Hz. Musa'yı izleyenler yeni Peygamberi izlemeleri gerekiyordu. Lakin onlar kibir ve bağnazlıkları yüzünden bu durumu kabul etmedi ve hatta Hz. Musa'dan önce peygamber olarak gönderilen Hz. İbrahim'in onların dinini izlediğini ileri sürdüler. Oysa bu söz tarihi gerçekler açısından asla kabul edilemez. Bu yüzden bu ayet Hıristiyanlara ve Yahudilere hitaben şöyle buyurmakta: Bu tür dini ihtilafların kaynağı, sizlerin inatçılığınız ve bağnazlığınızdır. Çünkü sizler doğumu ve yaşamını gördüğünüz Hz. İsa hakkında tartıştınız. Şimdi de hakkında hiç bir şey bilmediğiniz Hz. İbrahim'in dini hakkında tartışıp görüş bildiriyorsunuz ve onu kendi dininizin izleyeni sayıyorsunuz. Böylesine açık konular üzerinde anlaşamayan sizler, neden hakkında hiç bir şey bilmediğiniz konuların üzerinde tartışıyorsunuz?

      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Dinin hakkaniyeti delil ve mantıkla ispatlanmalı, bir şahsiyetin bu dine mensup olduğunu ileri sürmek veya bir dinin bir başka dinden önce geldiğini gündeme getirmekle değil.

      2 - Ancak hak ve hakikatin aydınlanması için yapılan tartışmalar değerlidir, yoksa tefrika ve ihtilaf sebebi olan tartışmaların hiç bir değeri yoktur.

      Şimdi, Al-i İmran suresinin 67 ve 68. ayetlerini dinliyoruz.

      مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (*) إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَـذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَاللّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ

      Yani:

      İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.

      İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur.

      Önceki ayetlerin devamında bu ayet, Hz. İbrahim'in hak ve hakikat peşinde olan ve her türlü şirk ve putperestlikten uzak duran ve sadece hakka teslim olan biri olduğunu anlatıyor ve böylece Hz. Musa ve Hz. İsa'nın izleyenlerine dini bağnazlıklar yerine hakikat peşinde olmalarını ve sadece hakka teslim olmalarını buyuruyor. Ayet bu kesimin aralarındaki ihtilafın kaynağının Allah'a tapmak değil, bencillikleri olduğunu, bu durumun yüce Allah'a şirk koşmanın en doruk noktası olduğunu söyleyerek şöyle devam ediyor: Eğer sizler kendinizi İbrahim'e yakınlaştırıp ona duyulan sevgiden yararlanarak kendi inancınızı yaygınlaştırmak istiyorsanız, bilin ki söz ve iddia ile dindarlık olmaz. Hz. İbrahim'e en yakın olanlar, onun yolunu izleyen ve pratikte bunu ispat edenlerdir. Nitekim İslam Peygamberi ve sahabesi böyle idi ve İbrahim'i kendilerinin inancını izleyen biri olarak görmek yerine kendilerini o hazretin izleyenleri biliyordu.

      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Fikri ve dini bağlar, etnik ve akrabalık bağlarından önce gelir. Aynı görüşü paylaşan insanlar, akraba olup da hemfikir olmayan insanlardan bir birine daha yakındır.

      2 - Önder ve liderin bizlerle aynı ırktan olması gerekmez. İman'ın temeli inançtır, ırka veya dil değil.
      Nitekim İslam Peygamberi Fars kökenli olan Salman hakkında, Salman bizdendir, şeklinde buyurmuştur.

      Şimdi, Al-i İmran suresinin 69 ila 71. ayetlerini dinliyoruz.

      وَدَّت طَّآئِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْ وَمَا يُضِلُّونَ إِلاَّ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ (*) يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ (*) يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ

      Yani:

      Ehl-i kitaptan bir kısmı istediler ki, ne yapıp edip sizi saptırabilsinler. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar.

      Ey Ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz?

      Ey ehl-i kitap! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?

      Bu ayetler din ve hak sözün düşmanlarını ifşa ederken şöyle buyurmakta: Kendilerini kitap ehli ve Allah'ın kulu bilen bir grup, siz müslümanları da kendi inancına çekmek ve kendileri gibi saptırmak istiyor. Onlar İslam peygamberinin işaretlerini Tevrat ve İncil'de okudukları ve ona iman etmeleri gerektiğini bildikleri halde bağnazlık ve cehaletleri yüzünden kendi batıl yollarına devam etmenin yanı sıra, bildikleri hakikatleri de gizlemek veya farklı bir şekilde gündeme getirmek sureti ile başkalarını da batıl yola saptırmaya çalışıyor.

      Bu yüzden bu ayetler diğer dinlerin izleyenleri ile ilişkilerinde onlara yönelmemeleri ve onların müslümanları saptırma planları konusunda uyanık olmaları için Müslümanlara uyarı niteliğindedir.

      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Düşmanları ve onların komplolarını tanımak, muhtemel zararlardan korunmak için gereklidir. Uyanık olmalı ve genç Müslümanların düşmana yönelmelerine izin vermemeliyiz.

      2 - Başkalarını saptırmaya çalışanlar, en başta kendileri sapkındır, çünkü hile, nifak ve kinin sapkınlıktan başka sonucu olamaz.

      3 - Mümin insan sürekli hakkı batıldan ayırt etmelidir, böylece düşmanlar onu kandırıp amaçlarına ulaşamaz.

      Yorum


        #93
        : Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 87 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Al-i İmran suresinin 72. ayeti.

        وَقَالَت طَّآئِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ آمِنُواْ بِالَّذِيَ أُنزِلَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُواْ آخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ


        Yani:

        Ehl-i kitaptan bir gurup şöyle dedi: "Müminlere indirilmiş olana sabahleyin (görünüşte) inanıp akşamleyin inkâr edin. Belki onlar (böylece dinlerinden) dönerler.

        Geçen bölümde kafirlerin, Müslümanların imanını etkilemek için türlü tuzaklar kurduğunu anlattık, ki en önemlisi hakkı batıl ile karıştırmaktı. Bu ayet düşmanların bir başka komplosunu ifşa ederken şöyle buyurmakta: Küfür elebaşları ellerinin altında çalışanlara kendilerini görece olarak İslam Peygamberi (sav) ve Kuran-ı Kerim'e inananlar şeklinde tanıtmalarını ve böylece müslümanların arasına sızmalarını, fakat bir süre sonra İslam'dan el çekip müminlere biz yanlış yapmışız ve kendi dinimiz sizinkinden daha iyimiş ve bu yüzden kendi dinimize dönüyoruz, demelerini emrediyor. Doğal olarak bu durum müslümanların inancını zayıflatacak ve İslam'ın hakkaniyeti konusunda kuşkuya düşürecektir. Öte yandan diğer kafirler de müslüman olmak için hiç bir gerekçe bulamayacaktır.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Bir müslüman sade ve saf olmamalı, bilakis uyanık olup kafir münafıkların hilelerine aldanmamalıdır.

        2 - Düşmanlar sadece müslümanların kafir olması peşinde değil, aynı zamanda bu amacına ulaşmak için sürekli plan yapmaktadır. Bu yüzden müslümanlar düşmanların kültürel saldırılarına karşı hazırlıklı olması gerekir.

        Şimdi, Al-i İmran suresinin 73 ve 74. ayetlerini dinliyoruz.

        وَلاَ تُؤْمِنُواْ إِلاَّ لِمَن تَبِعَ دِينَكُمْ قُلْ إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللّهِ أَن يُؤْتَى أَحَدٌ مِّثْلَ مَا أُوتِيتُمْ أَوْ يُحَآجُّوكُمْ عِندَ رَبِّكُمْ قُلْ إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ (*) يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ

        Yani:

        Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın. " (Resûlüm!) De ki: Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Yine (onlar, kendi aralarında şöyle dediler "Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine, yahut Rabbinizin huzurunda onların size karşı deliller getireceklerine de (inanmayın)." De ki: Lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir.

        Rahmetini dilediğine ayırır. Allah üstün lütuf sahibidir.

        Geçen ayette yahudi kavminin önde gelen büyüklerinin müslümanların imanını zayıflatmak için plan yaptığını ve ilkin İslam peygamberine iman ettiklerini söylediklerini ve ardından yeniden kafir olduklarını anlattık. Bu ayet komploların şöyle sürdüğünü buyurmakta: onlar bir birine bu plan tamamen gizli olmalı ve kendimizden başka hiç kimseye, hatta müşriklere güvenmemeliyiz, diyordu. Çünkü sırlarının ifşa olmasından korkuyorlardı. Ancak yüce Allah bu ayetlerde onları rüsva ederken peygamberine şöyle buyurmakta: Onlara de ki hidayet ancak Allah tarafındandır ve hiç bir ırkın veya kavmin tekelinde değil. Bu tür komplolar ilahi hidayete ermiş olanları hiç etkilemez, o zaman boşuna çaba harcamayın.

        Ayetin devamında yahudilerin önde gelen büyüklerinin kendi kavimlerine söyledikleri sözlerine yer veriyor: Zannetmeyin hiç kimse size nasip olan semavi kitap ve onurları elde edecek veya kıyamet gününde Allah katında sizinle tartışıp size galip gelecek, çünkü siz dünyanın en üstün kavmisiniz ve nübüvvet ve üstün zeka sadece sizindir.

        Bu boş laflara karşı yüce Allah şöyle cevap vermekte: Tüm rızıklar ve nimetler, ister nübüvvet ister akıl, hepsi Allah tarafındandır ve O, kimi layık görürse bu nimetleri ona sunar. O'nun bağışlama gücü geniştir ve tüm yetenekleri ve liyakatleri bilir. O zaman neden boşuna bağnazlık yapıyor ve Allah'ı sadece kendinize ait görüyorsunuz?

        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Yüce Allah'ın lüftu belli bir grubun tekelinde değildir ve kim liyakati olursa bu lütuftan yararlanır.

        2 - Kitap ehli olanların büyükleri kendi izleyenlerinin İslam'a yönelmesinden kaygılıdır ve bu yüzden sürekli bu konuyu önlemek için planlar yaparlar.

        Şimdi, Al-i İmran suresinin 75 ve 76. ayetlerini dinliyoruz.

        وَمِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ إِن تَأْمَنْهُ بِقِنطَارٍ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ وَمِنْهُم مَّنْ إِن تَأْمَنْهُ بِدِينَارٍ لاَّ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ إِلاَّ مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَآئِمًا ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الأُمِّيِّينَ سَبِيلٌ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ (*) بَلَى مَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ وَاتَّقَى فَإِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ

        Yani:
        Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, "Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur" demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.
        Hayır! (Gerçek onların dediği değil.) Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten sakınırsa, bilsin ki Allah sakınanları sever.

        Bu ayet, geçen ayetlerin devamında Müslümanlara muhaliflere karşı adalet ve insafa göre davranmalarını öğretirken şöyle buyurmakta:

        Kitap ehli olanların arasında da pak ve emin insanlar vardır, öyle ki onlara ne emanet ederseniz edin, size iade edecektir. Lakin tekelci ve ırkçı anlayış, bazılarının Yahudilerin malı dışında hiç bir malın saygınlığı olmadığını ve Yahudilerin başkalarının emanetlerini kendileri için alabileceklerini düşünmelerine sebebiyet vermiştir.

        İşin tuhaf tarafı bu yanlış yaklaşım onların nezdinde dini bir görünüm kazanmış ve onlar, bu iş için Allah'ın onlara izin verdiğini ileri sürmüştür.

        Kuran-ı Kerim şöyle devam etmekte: Müslümanlar kendi hakları uğruna müsamahakâr davranmamalı, bilakis gaspçı olanların karşısında durmalı ve tüm gücü ile hakkını geri almalıdır. Günümüzde de Filistin topraklarını işgal ederek siyonist İsrail rejimini kuran ırkçı siyonistler dünyada hiç bir kanun ve beşeri ilkeye bağlı değildir ve her gün İslam topraklarının yeni bir parçasını işgal etmeye çalışmaktadır. O zaman müslümanların kendi haklarını geri almak için kıyam etmesi ve siyonistlere gereken dersi vermesi gerekir.

        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Hatta düşmanlara karşı insaflı davranmalı ve herkesi hain ve kirli görmemeliyiz.

        2 - Emanete düşmanın malı olsa bile ihanet etmemeliyiz.

        3 - Günahtan daha da kötüsü, günahı haklı göstermeye çalışmaktır. Yahudiler halkına malına el koyuyor ve bu çirkin ameli için Allah'ın izin verdiğini ileri sürüyordu.

        4 - Bireysel ve sosyal anlaşmalara saygı duymak ve emanete ihanet etmemek, takva işaretidir ve insanların yüce Allah katındaki değerini arttırır.

        Yorum


          #94
          Ynt: Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 88 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          Al-i İmran suresinin 77. ayeti.

          إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَـئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ


          Yani:
          Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.

          Yüce Allah insanların saadeti için onları iki yoldan hidayete erdirmiştir. Bunlardan biri insanların kendi içinden kaynaklanan ve iyi ve kötüyü gösteren fıtrat yolu ve diğeri de sonsuz ilahi ilimden kaynaklanan vahiydir ki bu da, din ve din tealimi şeklinde adım adım insanları kemale erdirmektedir.
          Fıtri ve dini tavsiyeler ilahi misaktır ve bu misakın altını akıl imza etmiş ve insanları bunu yerine getirmekle mükellef etmiştir. Ancak maalesef bazı insanlar misaka uymuyor ve dünyevi çıkar uğruna heveslerini yüce Allah'ın isteklerinden üstün tutuyor. Doğal olarak bu tür bir davranış kendine uygun bir şekilde cezalandırılacaktır ki bu cezaların en önemlisi de ilahi lütuftan mahrum kalmaktır.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Antlaşmayı ve yemini kırmak, dinden çıkış ve cehennem ateşinde yanmak demektir.

          2 - Emanettarlık, ilahi misaktır. Bu ayet emanettarlığı yüce Allah ile bir misak olarak tanıtmakta ve tüm insanların buna uyması gerektiğini vurgulamaktadır.

          Şimdi,
          Al-i İmran suresinin 78. ayetini [color=black]dinliyoruz.[/color

          وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُم بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

          Yani:
          Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Hâlbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.
          Geçen bölümlerde sık sık belirtildiği üzere tarih boyunca insanların sapkınlıklarının bir sebebinin din âlimlerinin kendi sosyal ve dini konumlarını korumak ve bazen kıskançlık ve inatçılık yüzünden hakikatleri halka ifade etmemeleri ve hatta daha da kötüsü hakikati tahrif etmeleri ve kendi düşüncelerini din adına sunmaları olduğunu söylemiştik. Kuran-ı Kerim bu tür insanlara karşı müslümanları uyarıyor ve onların dış görünüşü veya güzel sözlerine kanmamalarını, nitekim bazılarının din adına Allah hakkında en büyük yalanları dile getirdiğini buyuruyor.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Her güzel söze kulak vermemeliyiz. Nice sözler vardır ki insan, Kuran-ı Kerim'in aynısı olduğunu zanneder, ama geçekte bu kitaba karşıdır. Kimileri din adına dini tahrip etmektedir.

          2 - Takvalı olmayan bilginlerin tehlikesinden gafil olmamak gerekir, çünkü onlar hem insanları kandırır hem Allah'a iftira adar ve kendi sözlerini hak sözü gibi tanıtmaya çalışır.

          Şimdi,
          Al-i İmran suresinin 79 ve 80. ayetlerini dinliyoruz.

          مَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُؤْتِيَهُ اللّهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُواْ عِبَادًا لِّي مِن دُونِ اللّهِ وَلَـكِن كُونُواْ رَبَّانِيِّينَ بِمَا كُنتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنتُمْ تَدْرُسُونَ (79) وَلاَ يَأْمُرَكُمْ أَن تَتَّخِذُواْ الْمَلاَئِكَةَ وَالنِّبِيِّيْنَ أَرْبَابًا أَيَأْمُرُكُم بِالْكُفْرِ بَعْدَ إِذْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ


          Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.

          Ve size: Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin, diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra hiç size kâfirliği emreder mi?
          Sapkın din âlimlerinin anlatıldığı geçen ayetlerin devamında bu iki ayet, onlara şöyle hitap ediyor: Hatta Allah tarafından kitap getiren ve hikmet gereği hükmetme hakkına sahip olan peygamberler bile insanları kendilerine davet edemez ve sadece Allah'a davet etmeleri gerekir. O zaman nasıl olur da sadece o semavi kitapların öğretmeni olan peygamberlerin izleyenleri olarak sizler kendinize ilahi emirleri değiştirme izni verebiliyorsunuz, üstelik kendinizi halkın Rabbi ilan ediyorsunuz. Başkalarından daha önce ilahi kitapları tanıyan ve sürekli ders veren sizlerden, diğer insanlara kıyasla daha fazla bu tealime uymanız ve ilahi ve rabbani alimler olmanız beklenir. Bunun dışında beşer için Rablik hakkı tanımak ve ilahi hükümlere karışmak küfürdür ve hiç bir peygamber kendinde veya başka peygamberlerde ve hatta meleklerde böyle bir hakkı görmez, o zaman nasıl olur da siz ehli kitap alimleri kendinize bir nevi Rablik tanıyor ve kendinize kendi düşüncelerinizi din adına başkalarına telkin etme veya dinin hükümlerini değiştirme izni veriyorsunuz.

          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Mevki, makam ve yetki gibi durumları suistifade etmek yasaktır. Hatta peygamberler üstün konumlarından kendi çıkarları doğrultusunda yararlanamaz.

          2 - Sadece rabbani alimler Kuran-ı Kerim'i tefsir edebilir, nitekim rabbani olmanın yolu da Kuran-ı Kerim ile haşır neşir olmak bu kitabı eğitmektir.

          3 - Allah'ın peygamberleri ve evliyalar hakkında her türlü abartma yasaktır. Onlar da Allah'ın kullarıdır ve sadece daha fazla ibadet ve kulluk ettikleri için yüksek derecelere ulaşmıştır, ama asla Rab olmamıştır.

          4 - Küfür sadece Allah'ı inkar etmek değil, beşer için Allah'ın kanunlarına karşı çıkma hakkı tanımak da Allah'ın Rabbaniyetini inkar etmek ve küfürdür.

          Şimdi,
          Al-i İmran suresinin 81 ve 82. ayetlerini dinliyoruz.

          وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ لَمَا آتَيْتُكُم مِّن كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءكُمْ رَسُولٌ مُّصَدِّقٌ لِّمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنصُرُنَّهُ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ إِصْرِي قَالُواْ أَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُواْ وَأَنَاْ مَعَكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ (*) فَمَن تَوَلَّى بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ


          Yani:
          Hani Allah, peygamberlerden: "Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" diye söz almış, "Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, "Kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.
          Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir.

          Rivayetlerde ve tefsir kitaplarında belirtildiği üzere yüce Allah Hz. Musa ve Hz. İsa gibi eski peygamberlerden ümmeti İslam Peygamberi ile müjdelemeleri için söz aldı ve İslam peygamberinin özelliklerini beyan ederek halkın o hazrete iman etmesini sağlamalarını istedi. Çünkü tüm peygamberler yüce Allah tarafından gönderilmiştir ve semavi kitaplar da bir birini doğrulamaktadır. O zaman yeni peygamberin gelmesi ile birlikte önceki peygamberlerin izleyenleri ona iman etmeli ve düşmanlara karşı yardımcı olmalıdır.
          Gerçi o peygamberler İslam peygamberinin bi'set döneminde yoktu ki ona iman etsin, ancak önemli olan konu, onların bunun için hazır olmalarıydı, nitekim Allah yolunda cihat için savaşa giden mücahitler şehadet için hazırlıklıdır, lakin şehit düşmeyebilirler. Bir başka ifade ile önemli olan, Allah'a karşı teslim olmaktır.

          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Peygamberlerin risalet görevi ile ilgili farklılıkları, bir okulda ders veren öğretmenler gibidir. Hepsinin amacı birdir ve her öğretmen kendi öğrencisini eğitimini sürdürmesi için bir sonraki öğretmene tanıtır.

          2 - İman tek başına yeterli değildir. Dini ve din önderlerini de desteklemek gerekir.

          3 - Tüm peygamberler bir birini tasdik ederken, ilahi dinlerin izleyenlerinin bunca bağnazlık göstermeleri yersizdir.


          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234213-nura-giden-yol--88

          Yorum


            #95
            Ynt: Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 89 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            Al-i İmran suresinin 83. ayeti.

            ) أَفَغَيْرَ دِينِ اللّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ

            Yani:
            Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar (ehl-i kitap), Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki O'na döndürüleceklerdir.
            [color=black]Yüce Allah'ın yarattığı mahlûklar iki çeşittir. Bir grup irade sahibi ve kendi yolunu seçmekte serbesttir, insanlar gibi. Bir grup da ilahi yaratılış hikmetin gereği kendilerinden iradeleri olmadığı gibi akla tabidir ve içgüdüleri yoktur, melekler gibi.
            Bu ayet ise varlık âleminde tüm her şeyin yaratılışta yüce Allah'ın iradesine teslim olduğunu, bu süreçte irade sahibi olmak veya olmamanın hiç bir şeyi değiştirmediğini, varlığın sonunun da başlangıcı gibi yüce Allah'ın elinde olduğunu belirerek bu durumda neden kanunlar konusunda beşeri inançların peşine düşüyorsunuz ve ilahi kanunlardan gafil oluyorsunuz diye ehli kitap olanları eleştiriyor. Gerçekten de acaba yaratandan başkası kendi mahlûkuna kanun yazabilir mi? acaba mahlûkun yaratanı bırakıp diğer mahlûkların peşine düşmesi uygun olur mu?
            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
            1 - Varlık, tüm azameti ile Allah'a teslimdir. Eğer biz varlıkla birlikte Allah'a teslim olmazsak, varlığa uymayan bir yama gibi oluruz.
            2 - Varlığın ve bizlerin sonu, Allah'ın elindedir, o zaman neden kendi irademizle O'na gitmeyelim.
            3 - Dinin hakikati Allah'a karşı teslim olmaktır ve mümin insanın Allah'ın isteğine karşı hiç bir isteği olmaz.
            Şimdi,Al-i İmran suresinin 84 ve 85. ayetlerinidinliyoruz.

            قُلْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ عَلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَالنَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ (*) وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
            Yani:
            De ki: Biz, Allah a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz.
            Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.

            Bu ayetlerde İslam Peygamberi ve diğer müminler geçmiş peygamberlere ve kitaplarına iman ettiklerini ve ilahi emirlere karşı teslim olduklarını belirlemekle görevlendiriliyor. Çünkü tüm bu peygamberler tek bir Allah tarafından ve yaratılışın ilk gününden itibaren insanları saadete erdirmek için gönderilmiştir.
            Doğal olarak gelen her yeni peygamber ile birlikte bir önceki peygamberin tealimi üzerinde ısrar etmek beşeri evrim ve gelişme sürecine aykırıdır ve peygamberler bir okulun öğretmenleri gibidir ki her öğretmen kendi dersini verdikten sonra öğrencileri bir üst sınıftaki öğretmene teslim eder.
            Son ilahi peygamber, tealimini İslam inancında sunan Hz. Muhammed (sav)'dir. Kuşkusuz o hazret gönderildikten sonra önceki peygamberlerin izleyenleri onun inancını izlemesi gerekir ve bu yolda hiç bir mazeret kabul edilemez.
            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
            1 - Yöntemleri farklı olsa bile tüm peygamberlerin hedefi birdi.
            2 - Daha mükemmel bir din varken başkasını seçmek ziyandır.
            3 - İslam'ı benimsemek, diğer dinlerin ve peygamberlerin hakkaniyetini reddetme anlamında değil, onlara inanmak bir müslümanın inancının bir parçasıdır.
            Şimdi,
            Al-i İmran suresinin 86 ve 87. ayetlerini dinliyoruz.

            كَيْفَ يَهْدِي اللّهُ قَوْمًا كَفَرُواْ بَعْدَ إِيمَانِهِمْ وَشَهِدُواْ أَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (*) أُوْلَـئِكَ جَزَآؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
            Yani:
            İman etmelerinden, Resûl'ün hak olduğuna şehadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
            İşte onların cezası, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanlığın lânetine uğramalarıdır.

            Mümin insanları tehdit eden tehlikelerden biri, imanlarından dönmeleridir. Tarihin de şahadet getirdiği gibi bir çok insan Allah'a ve resulüne iman etti, lakin bazıları hakkı ve İslam'ın hakkaniyetini bildikleri halde hak yolundan saptı ve kafir oldu. Kuşkusuz hakkı bilip de iman etmeyenle hakkı bilmeyerek iman etmeyenler arasında büyük bir fark vardır ve hakkı bilip iman etmeyen kendine büyük bir zulüm etmiş olur ve müminlere özgü olan Allah'ın özel rahmetinden mahrum kalır ve sadece Allah değil, O'nun melekleri ve haktalep insanlar da ilahi peygamberlerin çabalarını heba eden bu tür insanlardan nefret eder.
            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
            1 - Sadece iman etmek yeterli değil, aynı zamanda bu imanı ömrün sonuna kadar korumak da önemlidir, çünkü insanlar sürekli mürted olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
            2 - İlahi hidayetten yararlanma veya mahrum kalma durumu kendi elimizdedir. Allah hiç kimsenin hakkında zulmetmez. Esas bizler hakka sırt çevirip kendimize zulmederiz.
            3 - İnsanlar mürtet insanlara karşı tepki göstermeli ve onlardan uzak durmalıdır.
            Şimdi,
            Al-i İmran suresinin 88 ve 89. ayetlerinidinliyoruz.

            خَالِدِينَ فِيهَا لاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ (*) إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ مِن بَعْدِ ذَلِكَ وَأَصْلَحُواْ فَإِنَّ الله غَفُورٌ رَّحِيمٌ
            Yani:
            Bu lânete ebedî gömülüp gidecekler. Onların azapları hafifletilmez; yüzlerine de bakılmaz.
            Ancak, bundan sonra tevbe edip yola gelenler başka. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

            Hakkı tanıdıktan sonra imanlarından el çekenlere ağır ceza vardır ve hem bu dünyada haktalep insanların lanetine uğrar, hem ahirette onları ağır bir ilahi azab beklemektedir. Bu zümre için cezalarında hiç bir indirim söz konusu olamaz ve ilahi rahmetten de uzak kalmış olurlar. Kuşkusuz tevbe kapısı her zaman açıktır. Hatta bu tür insanlar pişman olup düşüncelerini düzeltecek olursa, ilahi mağfiretten yararlanır.
            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
            1 - Tevbe sadece sözle olmaz, esas tevbe, geçmişteki fasık amellerden el çekmektir.
            2 - Yüce Allah günahkârların tevbesini kabul eder ve tevbe edenleri sever.


            http://www.velayet.com/index.php?action=post;topic=19373.75;num_replies=9 3

            Yorum


              #96
              Ynt: Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 90 )

              Bismillahirrahmânirrahîm

              Al-i İmran suresinin 90 ve 91. ayetleri.

              إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بَعْدَ إِيمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُواْ كُفْرًا لَّن تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الضَّآلُّونَ (*) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَمَاتُواْ وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَن يُقْبَلَ مِنْ أَحَدِهِم مِّلْءُ الأرْضِ ذَهَبًا وَلَوِ افْتَدَى بِهِ أُوْلَـئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ

              Yani:
              İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler.
              Gerçekten, inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, onların hiçbirinden -fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsa dahi- kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır; hiç yardımcıları da yoktur.
              İnsanlar kendi yolunu seçmekte hürdür ve küfürle iman arasında birini seçebilir. Bazı insanlar geçmişlerini veya heveslerini izleyerek iman eder, lakin bunlar doğru dürüst iman etmediklerinden zamanla bu imandan el çeker ve küfre saparlar ve hatta küfürde başkalarını geride bırakırlar.
              Bu tür insanlar öylesine küfre saplanırlar ki her türlü dönüş ve ıslah yolunu kapatırlar ve öylesine gaflet uykusuna kapılırlar ki ölüm tehlikesi veya müslimlerin zaferinden başka hiç bir şey onları uyanmaya ve tevbe etmeye zorlayamaz. Doğal olarak korku veya can havlinden tevbe etmenin hiç bir değeri yoktur ve kabul edilemez. Zira tevbe gönülden pişmanlık sonucu olmalı, korku veya ölüm tehlikesi gibi dışarıdan insanlara dayatılan etkenlerden değil. Bu tür insanlar kurtulmadığı gibi onları hiç bir mal kıyamet gününde azabtan kurtaramaz ve onların hiç bir yarı yaveri yoktur ki onları cehennem azabından kurtarsın.
              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
              1 - İmanı korumak, imanın kendisinden daha önemlidir, nice iman sahibi insanlar kâfir olmuştur.
              2 - Allah tevbeyi kabul eder, fakat bazı insanlar küfürleri üzerine ısrar ederek tevbenin zeminini kaybeder.
              3 - Bu günkü durumumuza gönül bağlamayalım, kafir olarak ölmek her mümin insanı tehdit etmektedir.
              Şimdi,
              Al-i İmran suresinin 92. ayetini dinliyoruz.

              لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ

              Yani:

              Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça "iyi" ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.

              ‘Kelime' sözcüğü Arapçada geniş anlamlıdır ve fikir ve amelde her türlü iyiliği kapsar. Nitekim Kuran-ı Kerim namaz, cihad ahde vefa gibi amelleri bu sözcüğün anlamı olarak ifade ediyor.
              Bu ayet Allah yolunda infak meselesine bir örnek sunuyor ve iyiliğin, insanın gönül bağladığı bir şeyden başkalarına infak etmek olduğunu belirtiyor, yoksa eskimiş ve ihtiyaç duyulmayan bir şeyi başkasına bağışlamak infak sayılmıyor.
              Rivayetlere göre Hz. Fatıma (sa) düğün gecesinde fakir bir kadın o hazretten eski bir elbisesini talep eder. Lakin Hz. Fatıma (sa) gelinlik olarak hazırladığı yeni elbisesini verir. Bu olay bu ayetin en somut örneğidir ki kendi sevdiğini başkasına bağışla diyor, yoksulların sevdiğini değil. Çünkü yoksullar, yoksullukları yüzünden değersiz eşyalara da razı olabilir.
              Tabi infakın daha geniş anlamı vardır ve başkalarına her türlü yardımı kapsar. Bu yardım ister sadaka olsun, ister borç verme, ister adama şeklinde olsun infaktır.
              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
              1 - Din açısından iyilik sadece ibaret ve namazda değildir. Mağdurlara yardım etmek ve toplumun iktisadi boşluğunu doldurmak da müminlerin görevidir.
              2 - Yüce Allah bizlerin infak ettiklerini gördüğünden o zaman en iyi şeylerimizden infakta bulunmalı ve az infakta bulunmamalıyız.
              3 - Şehitler en yüksek dereceye erer, çünkü en aziz sermayesini yani canını Allah yolunda infak etmiştir.
              4 - İnfakta esas niteliktir, nicelik değil, yani az olsun ama iyi olsun.
              5 - İslam'da infaktan amaç sadece açları doyurmak değil, infak eden kimsenin gelişmesi de söz konusudur. Sevdiğin maldan vazgeçmek, ruhun gelişmesine sebep olur.
              Şimdi,
              Al-i İmran suresinin 93 ve 94. ayetlerini dinliyoruz.

              كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِـلاًّ لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ إِلاَّ مَا حَرَّمَ إِسْرَائِيلُ عَلَى نَفْسِهِ مِن قَبْلِ أَن تُنَزَّلَ التَّوْرَاةُ قُلْ فَأْتُواْ بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (*) فَمَنِ افْتَرَىَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ مِن بَعْدِ ذَلِكَ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

              Yani:

              Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in (Ya'kub'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun.
              Artık bundan sonra her kim Allah'a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zalimlerin ta kendisidirler.

              Medine yahudilerinin İslam peygamberini eleştirdiği bir konu, İslam şeriatının Hz. Musa ve Hz. İsa şeriatları ile muhalif olmasıydı. Onlar buna örnek olarak deve eti ve sütünün eski şeriatlarda haram olduğu halde İslam'da helal sayılmasıydı. Bu ayet onlara şöyle karşılık vermekte: Deve eti ve sütü Hz. Musa şeriatında de helaldi ve sadece Hz. Yakub sırf vücuduna zararlı olduğu için bu yiyeceklerden uzak dururdu ve İsrailoğulları bunun ebedi bir kural olduğunu düşündü. Oysa bu, sadece kişisel bir mesele idi, ilahi hüküm değil.
              Ayet şöyle devam etmekte: Musa'nın şeriatının temeli Tevrat'tır, sizlerin sözleriniz veya duyduklarınız değil. Eğer Tevrat'ta bir şey haram edildiyse onu haram bilin, yoksa boşuna bir şeyi Allah'a mal etmeye çalışmayın.
              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
              1 - Ne Allah'ın helâlını haram yapın, ne de haramını helal. Sadece kendi dinimizin belirlediği helal veya haramları kabul edelim, halktan duyduklarımızı değil.
              2 - Yiyeceklerde esas ilke, onların helal oluşudur. Yani bir şeyin helal olduğunu ispatlamak gerekmez, sadece haram olduğunu ispat etmek için delil sunmak gerekir.
              3 - Kişisel görüşlerimize din adı vermeyelim ki o zaman inancımız, liderimiz ve halkımıza en büyük zulmü etmiş oluruz.


              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234215-nura-giden-yol--90

              Yorum


                #97
                Ynt: Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 91 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                Al-i İmran suresinin 95. ayeti.

                قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُواْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

                Yani:
                De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim'in dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi.
                Geçen bölümde Yahudilerin bazı yiyecekleri kendilerine haram etmiş ve bunun Allah tarafından yapıldığını iddia ettiklerini belirttik. İslam Peygamberi (sav) onlara şöyle buyurdu: Eğer doğru söylüyorsanız bunun sebebini Tevrat'ta gösterin.
                Bu ayet şu hatırlatmada bulunuyor: Kendinizi İbrahim dininin izleyenleri olarak bilen sizler, amelde de onu izlemeli ve onun gibi hak ve hakikat peşine olmalısınız ki bu da, Allah'ın kitabının emridir. Kişisel hevesler veya geçmişlerinizin hurafelerini toplumda yayma peşine olmayın ki bunu yapmak gerçekte Allah'a şirk koşmaktır.
                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
                1 - Hak peşinde olmak ve hakçılık, tarih boyunca insanların en önemli özelliği olmuştur. Biz de onları örnek olmalıyız.
                2 - İlahi kanunların yanında başka kanun veya gelenekleri kabul etmek şirktir.
                Şimdi,
                Al-i İmran suresinin 96 ve 97. ayetlerinidinliyoruz.

                إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ (*) فِيهِ آيَاتٌ بَيِّـنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ

                Yani:
                Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke'deki (Kâbe)dir.
                Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.

                Yahudilerin müslümanları eleştirdiği bir başka konu, Beytulmukaddes'in milattan bin yıl önce Hz. Süleyman tarafından inşa edilmiş olması, bu yüzden neden müslümanların pek uzun bir mazisi olmayan Kabe'yi kıble olarak seçmeleriydi. Kuran-ı Kerim onlara şu cevabı veriyor:
                Kâbe insanların ibadeti için inşa edilen ilk mekandır ve mazisi diğer tüm mabetlerden ve camilerden eskidir.
                Rivayetlere göre Kabe Hz. Adem tarafından inşa edildi ve tüm peygamberler bu mekanı ziyaretti. Ancak bu tarihi bina daha sonra Hz. İbrahim tarafından restore edildi ve ziyareti için özel merasimler belirlendi.
                Kâbe, Müslümanların günde beş vakit ona yönelerek namaz kıldıkları tek kıble olmakla kalmayıp aynı zamanda ilahi gücün simgelerinin sergilendiği bir mekândır ve her yıl büyük hac kongresi bu mekanda yapılmaktadır. Kim mali gücü yetiyorsa en az bir kez bu kongreye katılması gerekir. Kâbe duvarları örülürken Hz. İbrahim yüksek bir taşın üzerinde duruyordu. Bu taş tarih boyunca saygı görmüş ve İbrahim makamı olarak Kâbe'de yerini korumuştur.
                Kâbe binasının yeniden inşa edilmesi Hz. Musa ve Hz. İsa'dan uzun süre önce gerçekleşmiş ve bu süre zarfında sel ve yıkımlar gibi çeşitli gelişmelere maruz kalmıştır. Bu yüzden bu taşın Kâbe'nin yanında yer alması, hacı adaylarına en iyi ibret kaynağıdır.
                Eğer bu gün Kâbe'nin yanında İbrahim makamını ziyaret ediyorsak bir gün Allah'ın son hücceti Hz. Mehdi'nin (sa) Kâbe duvarlarına yaslandığını ve insanların kurtuluşunu haykırdığını ve evrensel kıyamı ile dünyada adaleti yaygınlaştırdığına şahit olacağız.
                Öte yandan Mekke ve Kâbe ilahi güvenli bölgedir, öyle ki hatta bitkiler ve hayvanlar burada güvendedir ve hiç kimse bir ağacı kesemez veya bir kuşu avlayamaz.
                Rivayetlere göre eğer bir katil Mescid-i Haram'a girecek olursa, artık güvendedir ve ancak bu mekandan çıkması için onu zor durumda bırakmak caizdir.
                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                1 - Eğer günümüzde milletlerin temsilcilerinin bir araya gelmesi için BMT adında bir yer kurulduysa yüce Allah yaratılışın ilk gününden itibaren Kâbe'yi halkın evi adı ile inşa ettirdi ki hem ibadet merkezidir, hem de tüm kavimlerin ve ırkların temsilcilerinin buluştuğu yerdir.
                2 - İlahi görevleri yerine getirmek, herkesin gücüne bağlıdır. Yüce Allah bütün insanları eşit mükellef etmiştir ve herkes kendi gücü yettiğince görevini yerine getirir.
                3 - İlahi emirleri yerine getirmenin yararı bize aittir ve yüce Allah'ın buna ihtiyacı yoktur.
                Şimdi,
                Al-i İmran suresinin 98 ve 99. ayetlerini dinliyoruz.

                قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَاللّهُ شَهِيدٌ عَلَى مَا تَعْمَلُونَ (*) قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ مَنْ آمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَأَنتُمْ شُهَدَاء وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

                Yani:
                De ki: Ey ehl-i kitap! Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz?
                De ki: Ey ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir".

                Gerçi İslam zuhur ettiğinde Yahudiler Arap yarımadasında nüfus bakımından en kalabalık ehli kitap mensuplarıydı ve Tevrat ve İncil'deki işaretlere göre son peygamberin bisetini bekliyorlardı, lakin İslam Peygamberi'nin (sav) Medine'ye gelmesi ile birlikte bir çokları iman etmek yerine kafir oldu ve Müslümanlarla birlik olmak yerine onlara düşman kesildi. Onlar sadece kendileri iman etmemekle yetinmeyip, başkalarının iman etmesini de engelliyor ve bunun için İslam imajını zedeliyordu. Yüce Allah bu ayetlerde peygamberine şöyle buyurmakta:
                Onlara de ki yoksa Allah sizin gizli faaliyetlerinizi bilmediğini mi sanıyorsunuz? Allah sizin işinizden asla gafil olmadığını bilmiyor musunuz? O zaman neden Allah yoluna taş atıyorsunuz ve müminleri doğru yoldan saptırmaya çalışıyorsunuz.
                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                1 - Eğer Allah'ı, amellerimize şahit olarak kabul edersek birçok çirkin ameli yapmayız. Allah'a iman, insanları birçok günahtan korur.
                2 - Birçok din düşmanları bu inancın hakkaniyeti ve kendi yollarının batıl olduğunun bilincindedir, ama yine de insanları saptırmaya çalışır, çünkü dünyevi çıkarı her şeye tercih etmektedir.


                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234119-nura-giden-yol--91

                Yorum


                  #98
                  Ynt: Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 92 )

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  Al-i İmran suresinin 100 ve 101. ayetleri.

                  ) يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوَاْ إِن تُطِيعُواْ فَرِيقًا مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ يَرُدُّوكُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَ (*) وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَأَنتُمْ تُتْلَى عَلَيْكُمْ آيَاتُ اللّهِ وَفِيكُمْ رَسُولُهُ وَمَن يَعْتَصِم بِاللّهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
                  Yani:
                  Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevkederler.
                  Size Allah'ın âyetleri okunurken, üstelik Allah Resûlü de aranızda iken nasıl inkâra saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir.

                  İslam peygamberinin Medine'ye gelmesi ve İslami hükümeti kurmasının ardından bu kentte yaşayan çeşitli aşiretlerin arasında barış ve huzur sağlandı ve yıllarca bir biri ile savaşan ve sürtüşen Avs ve Hazrec aşiretleri Allah resulünün önderliği sayesinde samimi bir ortamda yaşamaya başladı. Müslümanların vahdetini kendi zararlarına gören bazı Yahudi liderler müslümanlar arasında savaş alevlerini yeniden tutuşturmak için komplo kurmak istedi. Bu yüzden Müslümanlardan birini bu iki aşiret arasındaki eski savaşları anlatarak onları tahrik etmekle görevlendirdi. Bu komplo az daha sonuç verip müslümanları bir birine düşürecekti. İşte o sırada bu ayetler nazil oldu ve müslümanları düşmanların komploları hakkında uyararak bu komploların amacının onları ilahi liderlikten uzaklaştırma olduğunu buyurdu. Çünkü gerçekten de İslam Peygamberi (sav) ve Kuran-ı Kerim müslümanlar arasında en iyi vahdet eksenidir ve doğru ilahi yol, Allah resulünün emirlerine uymaktır. O zaman Müslümanların, vahdet ipine sarılması ve asla düşmanların telkininden etkilenmemesi gerekir.
                  Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                  1 - Düşmanların arzusu, bizlerin Allah resulüne ve kitabına olan imanımızı zayıflatmaktır. O zaman buna dikkat etmeliyiz.
                  2 - İmanımızla gurura kapılmamalıyız. Nice mümin insanlar daha sonra kâfir oldular.
                  3 - Toplumda sapkınlığı önlemek için sadece ilahi kitap ve kanun yeterli değil, aynı zamanda ilahi lider de gereklidir.
                  4 - Hareket ve çaba ancak insan doğru yolda ilerlediği sürece sonuca ulaşır.
                  Şimdi,
                  Al-i İmran suresinin 102 ve 103. ayetlerini dinliyoruz.

                  ) يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ (*) وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

                  Yani:

                  Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.
                  Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişilerdiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.

                  Müminlerin, öğrencileri olduğu peygamberlerin okulunda daha yüksek sınıflar da vardır. Her iyilik ve kemal için mümin kulların daha yüksek aşamaya geçmesi gereken durumlar vardır. İlahi nimetlerden biri olan ilim ve bilim de İslam peygamberinin üzerine vurgu yaptığı konulardan biridir. Yüce Allah bu ayetlerde mümin kullarını daha yüksek derecelere tavsiye ederken şöyle buyurmakta:
                  Allah'a imanı hak eden takvaya ulaşır. Öyle bir takva ki sizleri kötülüklerden uzaklaştırıp iyiliklere teşvik etsin. Son ayet müslümanları Allah dini sayesinde vahdet ve birliğe davet ederken şöyle buyurmakta: Unutmayın ki Allah'a iman etmeden önce nasıl aranızda kin ve nifak vardı ve her an düşeceğiniz ve helak olacağınız bir uçurumun kenarındaydınız. O zaman Allah'a şükredin ki gönüllerinizi bir birine yakınlaştırdı ve aranızda kardeş gibi olacak kadar sevgi sağladı.
                  Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                  1 - Hayırlı son ve iman ile ölmek, takvalı ve pak olmaya bağlıdır. İnsanın nasıl öleceği, nasıl yaşadığına bağlıdır.
                  2 - Toplumda gerçek vahdet dil, ırk ve milliyetle değil, Allah dinine gerçek iman ile olur ve bu vahdet kalıcı ve süreklidir.
                  3 - Uluslararası siyasi veya askeri anlaşmalara göre vahdet kalıcı değildir. Gerçek vahdet gönül birliği ile olur ki o da Allah'ın elindedir.
                  4 - Allah'ın nimetlerini hatırlamak, O'nun emirlerine uymakla olur. Nitekim ilahi nimetlerden gaflet onları kaybetmenin sebebidir.
                  Şimdi,
                  Al-i İmran suresinin 104. ayetini dinliyoruz.

                  وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
                  Yani:
                  Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.
                  İnsanlar toplu yaşar ve sosyal yaşamlarında bireysel davranışları ister istemez bir birini etkiler. Beşeri toplum bir kenarının bilinçsiz veya kasıtlı bir tarafından delinip batmasına yol açan ve başkalarını da helak eden bir gemi gibidir. Bu yüzden akıl gereği tüm insanlar gemiye zarar vermeme konusunda yükümlüdür. Dinin bu tavsiyesi emri bil-maruf ve nehyi anil-münker hükmü ile ifade edilmiştir ve her müslüman insan başkalarını iyi amellere davet ederken kötü işlerden sakındırmalıdır.
                  Bu düzeyde emretmek veya men etmek genel bir görevdir ve herkes gücü yettiğince yapmalıdır. Ancak bu ayet şöyle buyurmakta: Tüm Müslümanların yanı sıra bu görev için organize bir ekip kurulmalı ve bunlar tüm ciddiyetleri ile iyilikleri yayıp kötülükleri engellemelidir.
                  Burada işin ilginç tarafı, iyiliğe emretme kötülüğü men etme ayetinin vahdete davet eden iki ayetin ortasında yer almasıdır ki bu da bu davetin ancak tefrikaya düşmemiş bir toplumda mümkün olacağını yansıtıyor, yoksa bu davet etkili olamaz.
                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
                  1 - İslami toplumda bazı gruplar halkın sosyal davranışlarını gözetlemelidir ve nerede gerekirse münkirlerle mücadele etmeli ve toplumda çirkinliklerin yayılmasını engellemelidir.
                  2 - Kurtuluş ve saadet, toplumun sorunlarını bertaraf etmeye çalışmakla elde edilir, inzivaya çekilmek ve toplumdan kaçmakla değil.
                  3 - Mümin insan sadece kendini kurtarmaya bakmamalı, toplumu diğer bireylerini de kurtarmaya çalışmalıdır.
                  4 - İyiliklere tavsiye etmek, kötülükleri men etmekten önceliklidir, çünkü eğer toplumda doğru yollar gösterilirse, yanlışlar için yollar kapanır.


                  http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234117-nura-giden-yol--92

                  Yorum


                    #99
                    Ynt: Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 93 )

                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    Al-i İmran suresinin 105. ayeti.

                    وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ تَفَرَّقُواْ وَاخْتَلَفُواْ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُوْلَـئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

                    Yani:

                    Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.

                    Semavi dinlerin mensuplarını tehdit eden bir etken, etnik veya tarihi ve iktidar eksenli tefrika yaratan konuların gündeme getirilmesidir.
                    Geçen bölümde yüce Allah'ın tüm müminleri vahdet ve gönül birliğine davet ettiğini ve hepsini kardeş saydığını belirttik. Bu çerçevede Allah'a tapan insanlar dünyanın neresinde olursa olsun, aralarında bir nevi inanç eksenli bağ söz konusudur ve coğrafi sınırlar onları bir birinden ayıramaz. Nitekim zaman sınırı da geçmişteki muvahhit insanları bu günkü müminlerden ayıramaz.
                    İslam Peygamberi (sav) 1400 yıl önce şöyle buyurmuştur: Benim kardeşlerim, gelecekte gelip beni görmeyen, lakin bana iman edenlerdir. Onlar benim gerçek kardeşlerimdir.
                    Evet, Allah'a inanmak en güçlü vahdet eksenidir ve başta müslümanlar olmak üzere tüm ilahi dinlerin izleyenleri arasında gönül birliğine sebep olmalıdır. Ama maalesef bazı maddi ve siyasi çıkarlar yüzünden müminler arasında da öyle savaşlara yol açmıştır ki eşine rastlanmamıştır.
                    Yüce Allah'ın bu ayeti tüm herkese bu tür ihtilafların sonlandırılması için bir uyardır ve aksi takdirde dünya ve ahirette ağır bir azab vaadedilmiştir.
                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
                    1 - Birçok ihtilafın kaynağı cehalet değildir. Bazıları hakkı bildikleri halde kendi amaçlarına ulaşmak için hakla savaşır ve müslümanlar arasında tefrika oluşturur.
                    2 - Geçmişlerin tarihinden ders almalıyız. Acaba tefrikaya düşen milletler saadete ermiş midir, yoksa vahdet ve gönül birliği ile mi yaşamıştır?
                    Şimdi,
                    Al-i İmran suresinin 106 ve 107. ayetlerinidinliyoruz.

                    يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ فَأَمَّا الَّذِينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ أَكْفَرْتُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ فَذُوقُواْ الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ (*) وَأَمَّا الَّذِينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَفِي رَحْمَةِ اللّهِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

                    Yani:

                    Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü (düşünün.) Şimdi, yüzleri kararanlara: İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı! (denilir).
                    Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmeti içindedirler; orada ebedî kalacaklardır.


                    Bizlerin bu dünyada yaptığımız her türlü işin, ister iyi ister kötü, bir batını ve bir de zahiri söz konusudur. Amelin zahiri, şu gördüğümüzdür. Batını ise o amelin bizlerin ruhunu ve düşüncesini etkilediği yönüdür. Dünya, alemin zahiri ve kıyamet batını olduğu gibi işlerimizin zahiri de bu dünyada görülürken batını kıyamet gününde ortaya çıkar. Dolaysıyla insanların amellerinin batını kıyamet gününde uygun bir şekilde görünür ve insanların içini yansıtır.
                    Kuşkusuz bu ayetler kıyamet gününde ak ve kara olan yüzleri anlatır ve amellerin batınından söz eder. Dünyada küfür yapmak ve hakkı gizlemek, insanların yüzünden iman nurunu uzaklaştırır ve yüzlerine karanlığı hâkim eder ve bundan daha büyük bir azab olamaz ki insanların çirkin içi başkalarına görünsün. Nitekim müminlerin kıyamet günündeki nurani yüzleri onların pak ruhunu yansıtır ve sonunda ilahi rahmet kapıları ancak onlar için açılır.
                    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                    1 - Eğer bu dünyada masum imajımızla başkalarının güvenini kazanabiliyorsak, şunu unutmamak gerekir ki kıyamette yüzümüz içimizin haline uygun olarak ortaya çıkar.
                    2 - İmanımızla kibre kapılmamalıyız, çünkü küfür, hatta müminleri bile tehdit etmektedir.
                    Şimdi,
                    Al-i İmran suresinin 108 ve 109. ayetlerini dinliyoruz.

                    تِلْكَ آيَاتُ اللّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ وَمَا اللّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِّلْعَالَمِينَ (*) وَلِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الأُمُورُ

                    Yani:

                    İşte bunlar, Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez.
                    Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İşler, dönüp dolaşıp Allah'a varır.


                    İslam Peygamberi (sav) ve Müslümanlara hitap eden bu ayetler önemli bir inanç ilkesine temas etmekte ki o da ilahi adaletin, inanca uygun oluşudur. Yüce Allah ne ağır görevleri insanlara yüklemekte ne de ceza ve mükâfatta zulmetmektedir.
                    Eğer kıyamet gününde bazılarının yüzü ak bazılarının kara ise bu, ne Allah'ın isteğidir, ne de ortamın dayattığı bir durumdur. Bu, tamamen insanların dünyadaki amellerinin sonucudur ki bu gün böyle kendini göstermektedir. Eğer kıyamet gününde bazıları cehenneme gönderiliyorsa bu, Allah'ın istediği değildir. Bu zümre kendi kendilerine göre zulmederek cehennem ateşini satın almıştır.
                    Genelde başkalarına zulmetme kaynağı ya cehalettir, ya da acziyet ve ihtiyaç, ya da güç gösterisi ve intikamdır. Oysa tüm varlığın sahibi olan yüce Allah'ın onca azameti ile bir grup insana zulmetmesine veya gücünü göstermesine hiç ihtiyaç yoktur.
                    Bizi zulmetmekten sakındıran Allah, nasıl olur da kendi kuluna zulmeder? Zulmün çirkinliğini herkesten daha iyi bilen Allah nasıl olur da hatta bir karıncaya zulmeder? O bizi rahmete göre yaratandır, o zan nasıl olur da kendi mahlûkuna zulmeder?
                    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                    1 - Bizim inandığımız tanrı, yaratılışta, görevlerde, ceza ve mükâfatlarda adildir ve zulmetmesine hacet yoktur.
                    2 - Varlığın başlangıcı Allah olduğundan, sonu da O'nun elindedir ve hiç bir şey O'nun iradesi dışında olamaz ve yaptığımız her şey burada kalır ve yok olmaz.


                    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234188-nura-giden-yol--93

                    Yorum


                      Ynt: Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 94 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm

                      Al-i İmran suresinin 110. ayeti.

                      كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ

                      Yani:

                      Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.

                      Birçok kimse dinin sadece kuru ibadet kuralları ve bireyin Allah ile irtibatından ibaret olduğunu düşünüyor ve bu yüzden dini sadece namaz, oruç ve dua gibi hükümlerle sınırlı görüyor. Oysa dinin en önemli hükümleri insanların sosyal yaşamı ve başkaları ile ilişkileri hakkındadır. Hatta din açısından namaz, başkaları ile birlikte ve cemaat halinde kılınması durumunda değerlidir, bireysel olarak değil.
                      Dinin İslami toplumu korumak için en önemli programı iyiye emretme ve kötüyü men etmedir. Nitekim geçen bölümlerde anlatıldığı üzere bu görev iki merhalede yerine getirilir. Birincisi özel bir grubun insanların sosyal davranışlarını gözetlemekle yükümlü olması gerekir, ki aynı surenin 104. ayetinde ifade edildi. İkincisi bu görevin kamusal bir görev olması ve tüm müslümanların yerine getirmesidir ki bu ayet bu konuya temas etmektedir.
                      Bu ayet, insanların sadece kendilerini düzeltmekten değil, toplumu düzeltmekten de sorumlu olduğunu gösteriyor. Bu iş işe hayırseverlik anlayışı ile gerçekleşmelidir ve bu durumda en iyi ümmetler ortaya çıkacak ve beşeri toplumun diğer toplumlarına örnek oluşturacaktır.
                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
                      1 - İyiliğe emretmek, kötülüklerle mücadele etmeksizin iyi sonuç vermez. İyiye emretmenin yanında kötüyü men etme de olmalıdır.
                      2 - Başkalarını iyiye emrederken yaş, mevki ve servet gibi durumların önemi yoktur ve her müslüman diğer her müslümanı hangi konumda olursa olsun, iyiye emredebilir ve kötüden men eder.
                      3 - İnsanları seçmenin bir kriteri de iyiye emretme ve kötüyü men etmedir. Toplumu bu yönde güçlü olanlar yönetmelidir.
                      4 - En iyi ümmet olmak için iman ve amel gerekir, üstelik bunlar toplumu ıslah etme yönünde olmalı, sadece kendimizi değil.
                      Şimdi,
                      Al-i İmran suresinin 111 ve 112. ayetlerinidinliyoruz.

                      لَن يَضُرُّوكُمْ إِلاَّ أَذًى وَإِن يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الأَدُبَارَ ثُمَّ لاَ يُنصَرُونَ (*) ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُواْ إِلاَّ بِحَبْلٍ مِّنْ اللّهِ وَحَبْلٍ مِّنَ النَّاسِ وَبَآؤُوا بِغَضَبٍ مِّنَ اللّهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ الأَنبِيَاء بِغَيْرِ حَقٍّ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ

                      Yani:


                      Onlar (ehl-i kitap) size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.

                      Onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.


                      Bu ayetler müslümanlara müjdedir, şöyle ki eğer imanınızda sadık olur ve vahdet ve gönül birliği içinde toplumu iyiye emretme ve kötüyü men etme yoluyla ıslah edecek olursanız, o zaman düşmana karşı sigortalanmış olur ve artık hiç bir tehlike sizi tehdit edemez. Bu durumda esas düşmanlar alçalır ve zillete düşer.
                      Bu ayetler yahudi kavmi ile ilgilidir ve Kuran-ı Kerim'in tarih boyunca sürekle gerçekleştiği öngörülerinden biri sayılır. Çünkü yahudi kavmi sürekli zillet ve horluk içinde yaşamış ve asla izzet ve keramete kavuşamamıştır. Nitekim günümüzde yahudiler bunca servetlerine rağmen zillet içindedir.
                      Dünyada hiç bir devlet yahudi inancına göre yönetilmemekte ve siyonist İsrail de gaspçı bir rejim olarak herkesçe nefretle karşılanmakta ve bir hırsız ve cani gibi karşılanmakta ve onca servetine karşın asla iyi bir konuma yükselmemektedir.
                      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                      1 - Allah'a iman etmek, sağlam bir kaledir, öyle ki düşmanlar bu kaleye sızamaz ve kaçmak zorunda kalır.
                      2 - İzzetin sırrı iki şeydedir. İlkin Allah ile güçlü irtibat, ikincisi kullara iyilik etmek, öyle ki eğer bu ikisi birleşirse hiç bir güç toplumun içine sızamaz.
                      3 - Günah ve tecavüz, zilletin en büyük etkenidir.
                      Şimdi,
                      Al-i İmran suresinin 113 ila 115. ayetlerinidinliyoruz.

                      لَيْسُواْ سَوَاء مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ أُمَّةٌ قَآئِمَةٌ يَتْلُونَ آيَاتِ اللّهِ آنَاء اللَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ (*) يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَأُوْلَـئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ (*) وَمَا يَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَلَن يُكْفَرُوْهُ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالْمُتَّقِينَ

                      Yani:

                      Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar.
                      Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır.

                      Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilir.
                      Bazı kitap ehli olanların müminleri saptırmaya çalıştığını ifade eden önceki ayetlerin devamında bu ayetler kitap ehli olanlardan iyilerine işaret ederek şöyle buyuruyor:
                      Zannetmeyin ki onları hepsi kötüdür. Onların bir çokları siz müslümanlar gibi itaat ve ibadet ehli olup gece yarılarında Allah'a secde edenleri de vardır. Onlar hem Allah'a inanır, hem kıyamet gününe, hem toplumda iyiliği yayınlaştırmaya bakar, hem kötülüklerden sakındırmaya ve iyi amellerde öncüdürler. Doğal olarak yüce Allah bu tür iyi insanların iyi amellerini göz ardı etmez ve onlar da Allah'ın rahmetinden yararlanır. Çünkü salih amel ve iman, kimden olursa olsun yüce Allah katında kabul edilir.
                      Kuran-ı Kerim'in ehli kitap olanlara karşı bu insaflı tutumu biz Müslümanlara gayri Müslimlere karşı davranışlarımızda örnek olmalıdır. Eğer biz de bu semavi kitap gibi insaflı olursak, bizim davranışımız başkalarının İslam'a yönelmesine sebep olur ve fazla propaganda yapmaya bile gerek yoktur.
                      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                      1 - İyiliği kimden görürsek görelim kabul edelim ve başkalarını eleştirirken onların iyi yönlerinden gafil olmayalım.
                      2 - Gece yarısı insanlar uyurken ibadet için en uygun zamandır.
                      3 - İyiliğe emretme kötülüğü men etme, diğer semavi dinlerde de vardır ve sadece Müslümanlara özgü değildir.
                      4 - Hem bireysel gece ibadet, hem gündüzleri emri maruf gereklidir.
                      5 - Kuran-ı Kerim iyiliğe emretmeyi kötülüğü men etmekten daha öncelikli görüyor, çünkü iyilik kapıları açılınca kötülük kapıları kendiliğinden kapanmış olur.
                      6 - İyi amelde erken davranmak değerini yükseltir. O zaman iyilik yapmakta başkalarını geride bırakmaya çalışalım.


                      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234187-nura-giden-yol--94

                      Yorum


                        Ynt: Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 95 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        Al-i İmran suresinin 116 ve 117. ayetleri.

                        إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَن تُغْنِيَ عَنْهُمْ أَمْوَالُهُمْ وَلاَ أَوْلاَدُهُم مِّنَ اللّهِ شَيْئًا وَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (*) مَثَلُ مَا يُنفِقُونَ فِي هِـذِهِ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ رِيحٍ فِيهَا صِرٌّ أَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُواْ أَنفُسَهُمْ فَأَهْلَكَتْهُ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّهُ وَلَـكِنْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

                        Yani:

                        İnkâr edenler var ya, onların malları da evlâtları da Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar, cehennemliklerdir; onlar orada ebedî kalacaklardır.

                        Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları harcamaların durumu, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerini vurup da mahveden kavurucu bir rüzgârın durumu gibidir. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.


                        Yüce Allah'a yönelik küfür beslemenin bir etkeni de servet ve güç sayesinde O'ndan bağımsız olduğumuzu düşünmektir. Bazı insanlar mal ve evlada kavuştuktan sonra artık Allah'a ihtiyaçları kalmadığını ve eğer Allah varsa bile bunca mal ve evlatla O'na ihtiyaçları olmadığını düşünür. Bu ayet bu yanlış algılamayı reddederken dünyada mal ve evladın onları koruyacağı varsayımına karşın kıyamet gününde ne yapacaklarını soruyor. Çünkü kıyamet gününde bu zümrenin içindeki küfür ortaya çıkacak ve onların cehenneme gitmesine sebep olacaktır.
                        İkinci ayet kâfirlerin infakta bulunmaları gibi bazı iyi amellerine temas ederken şöyle buyurmakta: Bu yolda harcadıkları, uygun olmayan bir tarlada tohum ekmeye benzer. Bu tarla türlü rüzgârlara, fırtınalara, soğuk ve sıcağa maruz kalmış, bu yüzden hasat vermesi söz konusu değildir.
                        Küfür ve ilahi olmayan saikler, kâfirlerin iyilik tarlalarına esen fırtına gibidir ve ektikleri her şeyi yok eder. Çünkü iyi amelin değeri niyete bağlıdır, zahirine değil. Küfür günahı işleyerek iyi amelini tehlikeye düşürenlere Allah zulmetmemiştir, esas zulmü onlar kendi nefislerine etmişlerdir.
                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                        1 - Mal ve evlatlarla kibirlenmek ve Allah'tan bağımsızlık duygusuna kapılmak, küfür işaretidir.
                        2 - İslam dininde infaktan maksat sadece açları doyurmak değildir. Eğer böyle olsaydı, infak edenin müslüman veya kâfir olması hiç bir şeyi değiştirmezdi. Bu amelde infak edenin de gelişmesi söz konusudur ve küfür, insanların manevi gelişmesini engeller.
                        3 - İlahi gazab ve azab, kendi amelimizin yankısıdır, Allah'ın zulmü değil.
                        Şimdi,
                        Al-i İmran suresinin 118. ayetinidinliyoruz.

                        يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ لاَ يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّواْ مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاء مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الآيَاتِ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ

                        Yani:

                        Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır.
                        Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, âyetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.


                        İslami toplumları tehdit eden bir tehlike, ecnebilerin hükümetin hassas ve anahtar konumlarına sızmasıdır, öyle ki Müslümanların tüm sırları onların eline geçer. Onlar dostluk ifadesinde bulunsa bile inanmamak gerekir çünkü gerçekte onlar İslam'ı sevmez ve Müslümanların gelişmesini istemez, bilakis müslümanları her ne şekilde olursa olsun, yok etmeye çalışır ve hatta bu yolda kinlerini bile gizlemez.
                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
                        1 - Mümin insan düşmana inanmamalı ve aklını çalıştırmalı ve düşmanlara karşı uyanık olmalıdır.
                        2 - Ecnebi güçlerin İslam topraklarında varlığı yasaktır, çünkü Müslümanların sırlarının ifşa olmasına yol açar
                        3 - Gerçi kâfirlerle barışçı ilişki içinde olmak caizdir, lakin İslam'la küfrün asla uzlaşamayacağını unutmamak gerekir.
                        Şimdi,
                        Al-i İmran suresinin 119 ve 120. ayetlerinidinliyoruz.

                        ) هَاأَنتُمْ أُوْلاء تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ عَضُّواْ عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُواْ بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (*) إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ

                        Yani:

                        İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında "İnandık" derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden (kahrolup) ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.

                        Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi
                        size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.


                        Bu ayetler, düşmanların Müslümanlara yönelik kirli niyetlerini ifşa ederken müslümanları uyararak şöyle buyurmakta:
                        Zannetmeyin ki eğer kendizini onlara yakınlaştırıp dostluğunuzu ifade ederseniz onlar da size sevgi besler ve görüşleri değişir. Onlar hatta görece olarak iman ederse, batında size karşı kin ve nefretlerini korur, çünkü siz ilerlediğiniz takdirde rahatsız olurlar ve eğer karşınıza sorun çıkarsa sevinirler. Bu yüzden tek yol düşmanların sahte söz ve vaatlerine karşı direnmek ve sadece Allah'ın emirlerini yerine getirmektir ki eğer bu iki işi birleştirirseniz, düşmanların planı asla başarılı olmaz ve size zarar veremezler.
                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                        1 - Gayri Müslim ülkelerle siyasi ve iktisadi ilişkiler, karşılıklı saygı ilkesine dayanmalıdır, aksi takdirde Müslümanların zillet ve aşağılanmasına sebep olur.
                        2 - Müslümanlar çabuk inanmamalı ve düşmanların dostluk ifadelerine kanmamalıdır.
                        3 - Düşman kin ve nefretini dile getirdiği yerde müslümanların da en sert biçimde karşılık vermesi gerekir.
                        4 - Düşmanın sızma yolu ya korkutmak ya da bizi satın almaya çalışmak veya takvasızlığımızdan yararlanmaktır. Sabır ve takva her iki yolu düşmana kapatır.


                        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234186-nura-giden-yol--95

                        Yorum


                          Ynt: Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 96 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm


                          Al-i İmran suresinin 121. ayeti.


                          وَإِذْ غَدَوْتَ مِنْ أَهْلِكَ تُبَوِّىءُ الْمُؤْمِنِينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

                          Yani:

                          Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. . .-Allah, hakkiyle işiten ve bilendir.

                          Bu ayet, Uhud savaşını ve ardından gelen sıkıntıları anlatan ayetlerin başlangıcıdır. Hicretin ikinci yılında Mekke yakınlarında vuku bulan ve birçok müşrikin ölümü veya tutsak edilmesi ile sonuçlanan Bedir savaşının ardından Mekke'nin büyüğü Ebu Sufyan şöyle demişti: Müslümanlardan intikamını almadan ben asla rahat edemem. Bu yüzden Kureyş kâfirleri bir yıl sonra kalabalık bir ordu ile ve tam donanımlı bir şekilde Medine'ye doğru yola çıktı. Düşmanın yola çıktığı haberi İslam peygamberine iletildi. O hazret bir toplantı düzenledi ve Müslümanlardan istişarede bulunmalarını istedi. Mekke büyükleri kentte kalıp ev ev savunma yapılmasını önerdi, ancak coşkulu gençler Allah resulünden kentten çıkıp düşmana karşı cesurca savaşmayı önerdi.
                          İslam Peygamberi durumu oylamaya koydu ve gençlerin görüşü oy getirdi. Gerçi İslam peygamberinin görüşü de kentte kalmaktan yanaydı, lakin gençlerin pak duygularına saygı göstererek kendi görüşünden vazgeçti.
                          Ardından İslam Peygamberi (sav) Cuma namazı hutbelerinde halkı bilgilendirdi ve namazın ardından muhacirler ve ansardan oluşan bin kişilik bir ordu ile Uhud dağının eteklerine mevzilendi.
                          Bu arada Medine'den çıkmaya muhalefet edenler geri döndü ve Müslümanların sayısı 700'e indi. Her halükarda düşman Medine'ye yaklaştı ve iki ordu Uhud dağının eteğinde karşı karşıya geldi.
                          Savaş Müslümanların tekbir sesleri ve kafirlerin çalgılarının sesi ile başladı. Müslümanların ani saldırısı ile Kureyş ordusu dağıldı ve küfür ordusu kaçmaya başladı. Bazı müslümanlar kafirlerin kesin yenilgi aldığını zannederek mevzilerini bıraktı ve ganimet toplamaya başladı. Birden düşman ordusu bu fırsatı değerlendirerek arkadan İslam ordusuna saldırdı ve sonuçta müslümanların bu gafleti yüzünden birçokları hayatını kaybetti veya yaralandı veya kaçmak zorunda kaldı. Öte yandan İslam peygamberinin de öldürüldüğü spekülasyonu korkunun artmasına yol açtı.
                          Böylece Müslümanların zaferi ile başlayan Uhud savaşı, yine onların yenilgisi ile noktalandı ve müslümanlar için ibret konusu oldu.
                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
                          1 - Peygamber efendimiz (sav) sadece ilahi emirleri tebliğ etmekle görevli değil, aynı zamanda düşmanlarla mücadele de onun görevidir ve müslümanlar da sadece kendi kişisel amellerinden sorumlu değil, din ve İslami toplumu korumakla da görevlidir.
                          2 - Gerçi aileye bakmak önemlidir, lakin dini korumak aileyi korumaktan daha önemlidir.
                          Şimdi,
                          Al-i İmran suresinin 122 ve 123. ayetlerini dinliyoruz.

                          ذْ هَمَّت طَّآئِفَتَانِ مِنكُمْ أَن تَفْشَلاَ وَاللّهُ وَلِيُّهُمَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ (*) وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ بِبَدْرٍ وَأَنتُمْ أَذِلَّةٌ فَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

                          Yani:

                          O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Müminler, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.

                          Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız.

                          Evs ve Hazrec kavimlerinden bazı aşiretler İslam Peygamberi ile birlikte Medine'den çıkış yaptılar, fakat kalabalık düşman ordusunu görünce istişare toplantısında onların görüşü önemsenmediği bahanesini ileri sürerek savaştan kaçmak istediler. Lakin Allah'ın lütfu ve peygamberin açıklayıcı beyahatları ile bu karardan vazgeçerek şeytanın tuzağına düşmediler.
                          Bu ayet onlara ve diğer Müslümanlara hitaben şöyle buyurmakta:
                          Sizler Bedir savaşında ilahi yardımları gördünüz ve yüce Allah'ın onca az imkânlara karşı sizi düşmana galip getirdiğini biliyorsunuz, o zaman neden bu savaşta zafiyet gösteriyor ve dininizi korumak istemiyorsunuz. Düşmandan korkmayın, Allah'a itaatsizlikten korkun. Allah'tan başkasına güvenmeyin ve sadece O'na tevekkül edin, çünkü bu durumda gerçek şükredenlerden olursunuz.
                          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                          1 - Yüce Allah müminleri kendi haline bırakmaz, velayeti ile onları düşmanlara karşı korur.
                          2 - Savaştan korkmak iradeyi sarsar ve kaçmaya sebep olur. Bunun ilacı sadece Allah'a iman ve tevekküldür.
                          3 - Yüce Allah sadece amellerimizden değil, niyetlerimizden de haberdardır.
                          4 - İlahi yardımlara şükretmenin yolu takvalı olmaktır, yoksa savaşta yenilmemize sebep olur.
                          Şimdi,
                          Al-i İmran suresinin 124 ve 125. ayetlerinidinliyoruz.

                          إِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنِينَ أَلَن يَكْفِيكُمْ أَن يُمِدَّكُمْ رَبُّكُم بِثَلاَثَةِ آلاَفٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُنزَلِينَ (*) بَلَى إِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ وَيَأْتُوكُم مِّن فَوْرِهِمْ هَـذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُم بِخَمْسَةِ آلافٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُسَوِّمِينَ

                          Yani:

                          O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?

                          Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.


                          İlahi yardımları vaadeden bu ayetler, meleklerin kafirlerle cihat cephelerinde varlıklarına işaret etmektedir.
                          Gerçek şu ki biz insanlar maddeden olmayan melekleri idrak edemeyiz. Lakin Kuran-ı Kerim'e olan imanımız yüzünden onların varlığını kabul ediyor ve onlara iman ediyoruz. Bedir savaşında meleklerin varlığı İslam savaşçılarının moralini yükseltmek ve İslam ordusunu kalabalık göstererek düşman ordusunda panik yaratmak içindi.
                          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                          1 - Mümin insan Allah'a tevekkül etmelidir, çünkü melekler dâhil tüm varlıklar Allah'ın ordusundan ve O'nun tarafındandır, nitekim düşmanlar da İslam'la karşı karşıya gelmekten korkmalı, çünkü Müslümanlarla değil, Allah ile taraf olmuş olurlar.
                          2 - İlahi dünya görüşünde insanların yaşamı meleklerin yaşamı ile irtibatlıdır.
                          3 - Gaybi yardım Müslümanların direnmesi durumunda Allah tarafından kesindir.
                          4 - Takvaya hatta savaş cephesinde uymak gerekir. Müslüman savaşçı her yerde takvalı olmalıdır.
                          5 - İlahi melekler varlık düzeninin hizmetçileridir ve her birinin özel bir görevi vardır. Meleklerden bir grup İslam savaşçılarını korumakla görevlidir.


                          [color=navy]http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234112-nura-giden-yol--96[/color



                          Yorum


                            Ynt: Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 97 )

                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            Al-i İmran suresinin 126 ve 127. ayetleri.

                            وَمَا جَعَلَهُ اللّهُ إِلاَّ بُشْرَى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُم بِهِ وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ (*) لِيَقْطَعَ طَرَفًا مِّنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنقَلِبُواْ خَآئِبِينَ

                            Yani:

                            Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.

                            Allah, kâfirlerden bir kısmının kökünü kessin veya onları perişan etsin, böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler diye, size yardım eder.


                            Geçen bölümde anlatıldığı üzere savaş cephelerinde söz konusu olan ilahi yardımlardan biri meleklerin nazil olmasıdır. Melekler sadece peygamberlere nazil olmaz, müminlere de nazil olur ve onlara moral ve umut verir. Nitekim şeytan sürekli müminleri ümitsizleştirmeye ve küfür ve batıl ile savaştan vazgeçirmeye çalışır. Ancak melekler iman ehli olanların gönüllerini aydınlatarak onlara güven ve huzur verir ve böylece mücadeleden yılmamalarını sağlar ve düşmanı yenerek bir daha saldırma hayalinden vazgeçtirir.
                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
                            1 - İslam savaşçılarını ümitsizliğe sürükleyecek her söz veya hareket, şeytanidir ve yine İslam savaşçılarına moral veren her şey, ilahi vahiydir.

                            2 - Gerçi yüce Allah müslümanları her türlü şartlar altında zafere ulaştırabilir, lakin yüce Allah hikmete göre hareket eder ve eğer müslümanlar zafiyet gösterecek olursa yenilmeleri kesindir.
                            Şimdi,
                            Al-i İmran suresinin 128 ve 129. ayetlerini dinliyoruz.

                            لَيْسَ لَكَ مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ أَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ أَوْ يُعَذَّبَهُمْ فَإِنَّهُمْ ظَالِمُونَ (*) وَلِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ يَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
                            Yani:

                            Ki bu işte senin yapacağın bir şey yoktur yahut (müslüman olsunlar da) tevbelerini kabul etsin, ya da (ısrar ederlerse) onlara azap etsin diye (Allah Bedir'de size yardım etti). Çünkü onlar zalimdirler.

                            Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.


                            Tefsirlerde şöyle okumaktayız: Uhud savaşında düşmanın attığı taşlardan biri İslam peygamberinin dişini ve alnını kırar ve kan akmaya başlar. Allah resulü: Bu insanlar nasıl kurtuluşa erecek, şeklinde kendi kendine sorar. İşte o zaman bu ayet nazil olur ve yüce Allah resulüne şu hatırlatmada bulunur: Ey peygamber, sen insanların kurtuluşundan sorumlu değilsin. Sen, ilahi vahiyi onlara tebliğ etmekten sorumlusun. Herkes isterse kabul eder ve kurtulur, isterse kabul etmez ve yüce Allah da ona göre onları mükâfat veya cezalandırır.
                            İslam Peygamberi (sav) ve Kuran-ı Kerim'in hakkaniyetinin işaretlerinden biri de bu ayettir ki İslam peygamberini insanlara verilecek mükâfat veya cezadan sorumlu tutmaz. Eğer İslam Peygamberi gerçekten Allah resulü olmasaydı bu sözleri söylemezdi ve eğer nübüvvetinde sadakatli olmasaydı bu ayetleri insanlara okumazdı ve onlardan gizlerdi. Çünkü bu ayetler onun halka yönelik risaletini kısıtlamakta ve kendisinden bağışlama veya azab indirme yetkisini almaktadır.
                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - İslam Peygamberi ve kendisinden sonra gelen önderler sadece görevlerini yerine getirmeli ve sonuçtan sorumlu tutulmamalıdır. Onlar hak sözü insanlara iletmeli, şimdi halkın bu sözü kabul edip etmeyeceği veya Allah'ın nasıl davranacağından onlar sorumlu değildir.

                            2 - Tevbe kapıları hiç kimseye ve hiç bir zaman kapalı değildir. Hatta savaştan kaçanlar ve kâfirler bile tevbe ederse Allah tevbelerini kabul eder.

                            3 - Affetmek veya azab indirmek Allah'a mahsustur ve hatta evliyaların şefaat etmesi O'nun izni ile olur.

                            4 - İlahi azabın kaynağı halkın kendi zulümleri ve küfür beslemeleridir.
                            Şimdi,
                            Al-i İmran suresinin 130 ve 131. ayetlerinidinliyoruz.

                            يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ الرِّبَا أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (*) وَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ

                            Yani:

                            Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.
                            Kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten sakının!


                            İslam dininde savaş ve cihad, toplumun iktisadi meselelerinden ayrı değildir. Bu yüzden Uhud savaşı ile ilgili bu ayetlerin arasında beşeri toplumların en büyük afeti olan faiz meselesi gündeme gelmiştir.
                            Bu mesele ayetin başında müminlere hitaben şöyle gündeme getirilmekte: Faiz iman ile bağdaşmaz. Yüce Allah faizi reddederken şöyle buyurmakta: Takvalı olur, yani takva da faiz ile bağdaşmaz.
                            Ayetin devamında şöyle buyurmakta: Faizden uzak durun ki kurtuluşa erin. Demek dünyevi ve uhrevi kurtuluş da faizden uzak durmaya bağlıdır.
                            Kuşkusuz faizin birçok çeşidi vardır ve İslam âlimleri hepsini ifade etmiştir. Ancak bu ayetin üzerinde durduğu konu, servet sayesinde aşırı taleplerden uzak durmaktır, çünkü aksi takdirde para belli bir kesimin elinde toplanır ve yoksullar mahrum kalır.
                            Her halükarda düşmanla mücadelede ancak bireyleri fedakârlık ehli olan bir toplum zafer kazanır.
                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Takva sadece ibarette değil, mali ve iktisadi meselelerde de geçerlidir.

                            2 - Sağlıklı iktisat, iman ve takvaya ve Allah'a itaat etmeye bağlıdır.

                            3 - Kurtuluş ve saadet mal ve servetle elde edilmez, insanların hakkına uymak gerekir.

                            4 - Faiz bir nevi küfür ve itaatsizliktir ve faizci müslümanın dinsiz bir kâfir gibi cehennemde yanacağı kesindir.


                            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234118-nura-giden-yol--97

                            Yorum


                              Ynt: Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 98 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm

                              Al-i İmran suresinin 132 ve 133. ayetleri.

                              وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ (*)
                              وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ


                              Yani:

                              Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.
                              Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!


                              Uhud savaşı ve faiz ile ilgili olan geçen ayetlerin devamında bu ayetler müslümanlara iki konuda tavsiyede bulunuyor. Bunlardan biri, Allah ve resulüne mutlak itaattir ki ilahi zaferin ve rahmetin şartıdır ve Uhud savaşında Müslümanların yenik düşmesinin sebebi de İslam peygamberine itaat etmemekti. İkinci tavsiye hayır işlerinde başlarını sollamaktır ki bu da günahların affedilmesine ve cennet kapılarının açılmasına sebep olur.
                              Uhud savaşında müslümanların yenilgi almalarına sebep olan durum, düşmandan elde edilen ganimetleri toplamakta aceleci davranmaktı ve piyasada da faize yol açan durum mal ve servet biriktirmede başkalarını sollamaya çalışma duygusudur. Lakin Kuran-ı Kerim müminleri ilahi rahmet ve mağfireti toplamaya davet ediyor ve bunun sonunda ahirette cenneti ve yeryüzünde olan cenneti vaadediyor.
                              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Ancak yoksullara yardım eden ve borç karşılığı faiz almayan insanlar ilahi rahmetten yararlanabilir.

                              2 - Mümin insan durgun olmamalı, sürekli ilerlemeye çalışmalı ve hayır işlerinde başkalarını geride bırakmalıdır.
                              Şimdi,
                              Al-i İmran suresinin 134. ayetinidinliyoruz.

                              الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

                              Yani:

                              O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.

                              Müminleri ilahi mağfirete davet eden önceki ayetlerin devamında bu ayet, mağfiret yollarını ifade ediyor. Gerçi insanların hatalarını affetmek ve kin ve öfkeden uzak durmak, takvalı insanların özelliğidir, lakin yüce Allah bunlardan önce malınızdan ve servetinizden toplumun mağdur kesimlerine yardım etmeyi mağfiret etkeni sayıyor.
                              Bazıları sadece zenginlerin infakta bulunabileceğini zannediyor, oysa servet, insanlarda kıskançlık duygusunu geliştirir, infak ruhunu değil. Bu yüzden ancak yoksul iken yoksulları düşünen biri zengin olunca yoksuları düşünür ve gücü yettiğince yardım eder. Bu yüzden bu ayet müminlerin ister varlıklı ister yoksun iken ihsan ve infak ehlidirler, şeklinde buyuruyor.
                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - İnfak cömertlik ister, servet değil. Nice zenginler vardır cimridir ve nice yoksul vardır cömerttir.

                              2 - Takvalı insan inzivaya çekilmez, toplumda aktiftir.

                              3 - Allah katında sevilmek isteyen kimse hem malından geçmeli, hem de insanlara karşı kin ve nefret beslememelidir.
                              Şimdi,
                              Al-i İmran suresinin 135. ayetini dinliyoruz.

                              وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

                              Yani:

                              Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.

                              Bazıları mümin insanın asla günah işlemediğini ve hatta hiç bir hata yapmadığını düşünür. Bu ayet ise şöyle buyurmakta: Hatta takvalı insanlar bile çirkin bir amelde bulunabilir ve gerçekte kendi nefsine zulmeder, lakin onlar iki konuda başkalarından farklıdır. İlkin onlar günah üzerine ısrar etmez ve yaptıkları amelin çirkinliğini anlar anlamaz terk eder ve ikincisi hemen tevbe ederler, çünkü Allah'ın tevbe eden günahkârları affettiğini bilirler. Bu yüzden günah için önceden plan yapan ve bilinçli olarak hareket geçen biri ile içgüdüsel veya şeytan vesvesesi ile istemeden günah işleyen biri arasında fark vardır ve suçunu anlayınca hemen tevbe eder.
                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Takvanın gereği, günahtan arınmış olmak değil, tevbe ve günahta ısrar etmemektir.

                              2 - Günahtan daha da tehlikeli olan durum, günahın çirkinliğinden gafil olmaktır. Eğer günah çirkin gözükmezse insan tevbe etmeyi düşünmez.
                              3 - Günah, yüce Allah'ın insanların içinde üflediği ilahi ruha en büyük zulümdür.
                              Şimdi,
                              Al-i İmran suresinin 136. ayetini dinliyoruz.

                              أُوْلَـئِكَ جَزَآؤُهُم مَّغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ

                              Yani:

                              İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!

                              Bundan önceki ayetler müminleri mağfiret yolunda ve ilahi cennete kavuşmak için başkalarını geride bırakmaya tavsiye ederken daha sonra infak, ihsan, başkalarını affetmek ve tevbenin bu sürecin araçları olduğunu belirtti.
                              Bu ayet bir kez daha aynı konuya vurgu yaparken şöyle buyurmakta: Ancak takvalı insanlar ilahi rahmet ve mağfiretten yaralanır ve günahları affedildikten sonra cennete girer ve ilahi nimetlerden yararlanır. Cennetin zamanı ve mekânı yoktur ve genişliği sonsuz ve süresi ebedidir.
                              Bu ayetler Takvalı, iyiliksever ve amel edenler gibi sözcüklerle noktalanır ki bu da takvanın insanı inzivaya itecek bir ruh haleti olmadığını, takvanın gereğinin ihsan ve iyilik yapmak olduğunu gösteriyor.
                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Sadece umut ve arzu ile ilahi lütuftan yararlanamayız, iyi amel de gerekir.

                              2 - İnsanlar günahtan arınmadıkça cennette salih ve pak insanların arasına giremez.


                              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234113-nura-giden-yol--98

                              Yorum


                                Ynt: Nura Giden Yol

                                Nura giden yol ( 99 )

                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                Al-i İmran suresinin 137 ve 138. ayetleri.

                                قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِكُمْ سُنَنٌ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانْظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذَّبِينَ (*) هَـذَا بَيَانٌ لِّلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ

                                Yani:

                                Sizden önce nice (milletler hakkında) ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah'ın âyetlerini) yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün!

                                Bu (Kur'an), bütün insanlığa bir açıklamadır; takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.
                                Kuran-ı Kerim'in insanları eğitmek ve hidayete erdirmek için kullandığı yöntemlerden bir onları geçmişlerin tarihi ile uyarmaktır. Şöyle ki dünya sadece yaşadığımız çağla sınırlı değildir ve bizden önce de birçok insanlar bu dünyada yaşayıp terk etmiştir. Tarihi ve bu insanların akıbetini incelemek bizim için en iyi derstir. Çünkü dünya ilahi sabit kanunlar ve sünnetlere göre idare edilir ve bu sünnetleri tarihi bilmeden tanıyamayız. Bu yüzden Kuran-ı Kerim bizlere dünyayı gezmeyi ve tarihi okumayı tavsiye ediyor ve böylece iyilerin ve kötülerin sonu ne olduğundan ders çıkarmamızı ve geçmişlerin acı deneyimlerini tekrar etmememizi istiyor.
                                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Geçmiş medeniyetlerden geriye kalan tarihi eserleri gezmek İslam'ın tavsiyesidir, tabi üzerinde düşünmek kaydı ile.

                                2 - İzzet veya zillet sebepleri tarih boyunca aynı olmuştur ve bu etkenleri tanımak bizim için gereklidir.

                                3 - Gerçi Kuran-ı Kerim tüm insanların hidayeti için nazil oldu, ancak sadece pak insanlar kabul eder ve hidayete ermiş olur.

                                Şimdi,
                                Al-i İmran suresinin 139. ayetinidinliyoruz.

                                وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
                                Yani:

                                Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.

                                İslam ordusu Uhud savaşında yenildikten sonra müslümanlar moralini kaybetti ve umutsuzluğa kapıldı. Bu ayet onları teselli ederken sakın bir yenilgi yüzünden ki o da itaatsizlikten kaynaklandı, umutsuzluğa kapılmamalarını, onun yerine iman duygularını güçlendirmeyi ve nihai zaferin onların olacağını buyuruyor.
                                Önceki ayetlerde tarihteki geleneklere dikkat çekilirken bu ayet müslümanların kendi gözleri ile şahit oldukları bir sünnete işaret ederek şöyle buyuruyor:
                                Bir milletin izzet ve onurunun en önemli etkeni, Allah'a ve elçilerine iman etmektir, nitekim Allah'a ve resulüne itaatsizlik etmenin sonucu zillettir ve bunun örneğini Uhud savaşında gördünüz.
                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Allah'a iman etmek sadece kıyamet gününde değil, bu dünyada da zafer ve başkalarına üstünlük sebebidir.

                                2 - Yenilgiler gevşemeye ve geri adım atmaya sebep olmamalı, bilakis ders alma aracı olmalıdır.

                                Şimdi,
                                Al-i İmran suresinin 140 ve 141. ayetlerinidinliyoruz.

                                إِن يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِّثْلُهُ وَتِلْكَ الأيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَتَّخِذَ مِنكُمْ شُهَدَاء وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ (*)
                                وَلِيُمَحِّصَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَمْحَقَ الْكَافِرِينَ


                                Yani:


                                Eğer siz (Uhud'da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir'de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.)

                                Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.

                                Bir de (böylece) Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helâk etmek ister.


                                Bu ayet de önceki ayetler gibi iman gereği cihat cephelerine katılmak, din ve İslam topraklarını savunmak olduğunu ve sırf iman ettim demek veyahut sadece namaz kılıp oruç tutmakla cennette yer alacağınızı düşünmemenizi buyuruyor. Çünkü esas cihat meydanında kimin gerçek iman sahibi olduğu ve kimin sadece sözlü iman ettiği anlaşılır.
                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Yersiz umutlardan uzak duralım çünkü gereksiz kibir ve durgunluğa sebep olur.

                                2 - Cenneti pahasına satarlar, bahaneye değil. Cennetin pahası ameldir, mümin olma bahanesi değil.

                                3 - Sabır ve cihat meydanı sadece savaş cephesi değildir. Mümin insan şeytan ve nefsi ile cihat etmeli ve Allah'ın emirlerini yerine getirirken sabırlı olmalıdır.




                                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234115-nura-giden-yol--99


                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X