Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 100 )

    Bismillahirrahmânirrahîm

    Al-i İmran suresinin 143. ayeti.

    وَلَقَدْ كُنتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِن قَبْلِ أَن تَلْقَوْهُ فَقَدْ رَأَيْتُمُوهُ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ

    Yani:


    Andolsun ki siz, ölümle yüz yüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz.


    Bedir savaşında Müslümanların zaferine karşın bazıları da şehit düştü. Bazı müslümanlar keşke biz de Bedir savaşında şehid düşseydik dediler, ancak aynı insanlar Uhud savaşında yenilginin işaretlerini görünce kaçtılar ve İslam peygamberini yalnız bıraktılar. Bu ayet bu insanları eleştirirken şöyle buyurmakta:
    Neden amel meydanında can havline düşerek seyirci kaldınız ve Allah'ın dini ve resulünü korumadınız?
    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Arzu ve umutlarımıza aldanmayalım, çünkü amel meydanında ilahi sınavdan nasıl çıkacağımız belli değildir.

    2 - İman iddiasında bulunan çoktur, lakin az sayıda insan canını feda ederek imanından el çekmez istemez.

    Şimdi,
    Al-i İmran suresinin 144. ayetini dinliyoruz.

    وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ أَفَإِن مَّاتَ أَوْ قُتِلَ انقَلَبْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىَ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّ اللّهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِي اللّهُ الشَّاكِرِينَ
    Yani:

    Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz?
    Kim (böyle) geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.


    Uhud savaşında yayılan bir şayia da İslam peygamberinin şehit düştüğüydü. Allah resulünün yüzünde akan kanı gören düşman ordusundan biri Muhammed öldürüldü, diye haykırdı. Bu olay bir yandan kâfirlerin moralini yükseltirken Müslümanların korkusuna ve kaçmalarına neden oldu. Tabi bu arada bazıları Muhammed olmasa da onun ve Allah'ın yolu devam ediyor, neden kaçıyorsunuz, diye haykırdılar.
    Bu ayet Müslümanlara hitaben şöyle buyurmakta: Sizin peygamberinizden önce de bir çok peygamber geldi. Acaba onlar öldükten sonra izleyenleri dinden el mi çektiler ki sizler Muhammed'in ölümü ile bu kadar çabuk sarsıldınız ve kaçmayı düşünüyorsunuz? Oysa peygamber hala yaşıyor ve bu, bir şayiadan ibaretti ki düşman tarafından yayıldı. Acaba peygamberin varlık nimetine şükran böyle mi olmalı ki bu kadar kolay ondan ve inancından vazgeçiyorsunuz?
    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Peygamberler de diğer insanlar gibi ölüm ve yaşamları doğa kanununa tabidir ve onlardan ebedi hayat beklememek gerekir.

    2 - Peygamberin ömrü kısıtlıdır, yolu değil. Bizler Allah'a taparız, insanlara değil ki peygamberin şehadeti ile İslam'dan vazgeçelim.

    3 - İnsanların dinden dönmesi Allah'a ve dinine zarar vermez, çünkü O, insanlara muhtaç değildir.

    4 - İmanımızı öylesine güçlendirmeliyiz ki hatta peygamberin yokluğu onu sarsmasın.

    Şimdi,
    Al-i İmran suresinin 145. ayetini dinliyoruz.

    وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلاَّ بِإِذْنِ الله كِتَابًا مُّؤَجَّلاً وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الآخِرَةِ نُؤْتِهِ مِنْهَا وَسَنَجْزِي الشَّاكِرِينَ

    Yani:

    Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah'ın iznine bağlı olmasın.

    (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.


    Savaştan kaçmanın en önemli sebeplerinden biri, canımızı ölümden kurtarmaktır. Bu yüzden bu ayet şöyle buyurmakta: Ölümünüz Allah'ın elindedir ve zamanı gelince gerçekleşir. Nice yaşlı insanlar savaşa gitmiş, sağ salim dönmüştür ve nice gençler savaştan kaçmış ama cepheden uzak bir yerde bu dünyadan ayrılmıştır.
    Kuran-ı Kerim daha sonra savaşa katılanların saiklerine değinerek şöyle devam etmekte: Kimileri ganimet toplamak ve beytülmale ortak olmak için cepheye gider ve amacına da ulaşır. Kimileri ise ahiret mükâfatı ve şehadet aşkı ile cepheye gider ki bunlar da istediklerine kavuşur.
    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Savaştan kaçmakla ölümden kaçamayız. Cepheye giden herkes ölemeyeceği gibi evde kalan herkes de ölümden kurtulamaz.

    2 - Ölüm bizim elimizde değildir, ama saikler bizim elimizdedir. Fani dünya yerine ahiret dünyasını hedef alalım, çünkü ölüm son değil, başlangıçtır.
    Şimdi,
    Al-i İmran suresinin 146 ila 148. ayetlerini dinliyoruz.

    وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُواْ لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُواْ وَمَا اسْتَكَانُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ (*) وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ إِلاَّ أَن قَالُواْ ربَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ (*) فَآتَاهُمُ اللّهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الآخِرَةِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

    Yani:


    Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.

    Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!

    Allah da onlara dünya nimetini ve (daha da önemlisi,) ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, iyi davrananları sever.


    Müslümanları Uhud savaşından kaçtıkları için eleştiren geçen ayetlerin devamında bu ayetler geçmiş peygamberlerin tarihine değinerek şöyle buyurmakta:
    Sizden önce de birçok peygamber Allah yolunda savaştı ve mümin ve muhlis sahabeleri vardı, öyle ki onlar savaşlarda tüm zorluklara ve aldıkları yaralara karşın asla Allah dininden dönmedi ve hiç bir zafiyet göstermediler. Neden siz müslümanlar onları izlemiyor ve İslam peygamberini savaş meydanında düşmanların ortasında yalnız bırakıyorsunuz?
    Kuran-ı Kerim daha sonra Allah için savaşanların en önemli özelliklerinden birine temas ederek şöyle devam ediyor: Onların hepsi onca çaba ve cihada karşın asla Allah'a dua etmeyi unutmadı ve Allah katına yalvararak hakkın batıla galip gelmesini niyaz etti. Yüce Allah da onların dualarını kabul etti ve kâfirlere karşı zafer kazandırarak onlara savaş ganimetleri ve maddi refahı sundu ve ayrıca uhrevi mükâfatla mükâfatlandırdı.
    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Tarihin önde gelen büyük insanlarının hak yolundaki direnişinden ders alalım ve gevşeklikten kaçınalım.

    2 - Allah'a iman etmek savaş cephesinde direnişin kaynağıdır.

    3 - Peygamberlerin tarihi sürekli mücadele ve cihatla geçmiştir, refahla değil.

    4 - Görevi yerine getirmek için direnmek önemlidir, ister kazanalım, ister kaybedelim.

    5 - Cephede yenilginin etkenlerinden biri günah ve israftır. Bu yüzden muhlis savaşçılar Allah'a dua ederek zafer yolunda var olan engelleri ortadan kaldırır.


    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234114-nura-giden-yol--100

    Yorum


      Ynt: Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 101 )

      Bismillahirrahmânirrahîm

      Al-i İmran suresinin 149 ve 150. ayetleri.

      أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوَاْ إِن تُطِيعُواْ الَّذِينَ كَفَرُواْ يَرُدُّوكُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ فَتَنقَلِبُواْ خَاسِرِينَ (*) بَلِ اللّهُ مَوْلاَكُمْ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرِينَ

      Yani:

      Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.

      Oysa sizin mevlânız Allah'tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.


      Mümin insanları ve İslami toplumları tehdit eden tehlikelerden biri, dini değerler ve ilkelerden dünyevi amaçlar uğruna vazgeçmektir. Nice insanlar yolun başında küfür yerine iman yolunu seçti, lakin zamanla ve İslami olmayan toplumlarda maddi refahı ve bazı özgürlükleri görmenin ardından imanını kaybetti ve gayri Müslimlere hayran kaldı.
      Kuran-ı Kerim bu tür insanlara hitaben şöyle buyurmakta: Ey müminler, eğer Allah'ın emirleri yerine kâfirlerin yolunu izleyecek olursanız, onlar sizin ilerlemeniz yerine geri kalmanıza sebep olur. Çünkü onlar asla sizin ilerlemenizi istemez. Bu yüzden siz büyük bir kayıp yaşayacaksınız, çünkü hem dininizi kaybetmiş olur, hem de bu dünyada hiç bir yere varamazsınız.
      Ayet müminlere hitaben şöyle devam etmekte: İzzet ve güç kazanmak için kâfirlere bağımlı olmanın peşinde olmayın, çünkü zafer ancak sizin mevlanız olan Allah'ın elindedir.
      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Mürtet olmak ve sapmak, tüm müminleri tehdit eder. O zaman düşmanların şeytani vesveselerine karşı dikkatli olmalıyız.

      2 - Savaş meydanında yenilmek, hüsran değil, esas büyük hüsran, iman ve küfür arasındaki mücadele meydanında alınan yenilgidir.

      3 - Eğer dünyevi güç ve izzet peşindeysek, buna ancak yüce Allah'a itaat etmekle kavuşabiliriz.

      Şimdi,
      Al-i İmran suresinin 151. ayetinidinliyoruz.

      سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَكُواْ بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ

      Yani:

      Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalplerine yakında korku salacağız.

      Gidecekleri yer de cehennemdir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!


      Bazı Müslümanların kafirlere gönül bağlamalarını eleştiren geçen ayetlerin devamında bu ayet şu hatırlatmada bulunuyor: Zannetmeyin ki kafirlere güvenerek huzur ve güvenliğe kavuşacaksınız. Bilakis, Allah'tan başkasına dayanmanın şirk ve küfür kaynağı olduğunu bilmelisiniz. Bu tür insanlar genellikle öz güvenini kaybeder ve gönlüne korka ve ızdırap hâkim olur ve kıyamet gününde de küfür ve irtidadları yüzünden diğer kafirler ve zalimlerle birlikte cehennemi boylarlar.
      O zaman kafirlere gönül bağlamak, huzur ve refah getirmediği gibi ahirette de kurtuluşa sebep olmaz.
      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Allah'tan başkasına dayanmak, şirk ve korku sebebidir. Nitekim Allah'a iman etmek ve O'nu anmak, huzur ve güven verir.

      2 - Ölümden ve bilinmeyen gelecekten korkmak, kafirlerin gönlüne hakim olan en büyük dehşettir ve müminlerin sayısı arttıkça bu korku
      daha da artar.
      Şimdi,
      Al-i İmran suresinin 152. ayetinidinliyoruz.

      وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُم بِإِذْنِهِ حَتَّى إِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الأَمْرِ وَعَصَيْتُم مِّن بَعْدِ مَا أَرَاكُم مَّا تُحِبُّونَ مِنكُم مَّن يُرِيدُ الدُّنْيَا وَمِنكُم مَّن يُرِيدُ الآخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ وَلَقَدْ عَفَا عَنكُمْ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ

      Yani:

      Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vâdini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah

      arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi

      oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten)

      alıkoydu. Ve andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır.


      Müslümanların Uhud savaşında yenilmesinin ardından bazı müslümanlar İslam peygamberini eleştirdi ve neden kâfirlere karşı zafer vaadeden Allah'ın Uhud savaşında yenilmelerine göz yumduğunu gündeme getirdi. Bu ayet onlara şöyle karşılık vermekte: Allah'ın vaadi doğruydu ve O, vaadini yerine getirdi. Çünkü savaşın başında sizler O'nun yardımı ile düşmanları öldürdünüz, lakin üç şey yenilginize sebep oldu. İlkin düşmanın kaçtığını ve birçok ganimet geride bıraktığını görünce, çok çabuk gevşediniz ve düşmanı takip etmek yerine silahlarınızı bırakıp ganimet toplamaya başladınız. İkincisi Uhud dağını korumakta anlaşmazlığa düştünüz. Oysa peygamberiniz bu noktayı asla bırakmayın demişti. Fakat sizler kendinizden görüş bildirerek bir birinizle sürtüştünüz ve sonuçta peygamberin emrine itaat etmek yerine görev bölgenizi terk ettiniz ve düşmana, sizleri arkadan gafil avlamasına izin verdiniz. Dolaysıyla savaşın başında size zaferi tattıran Allah, sonunda da yenilginin acısını tattırdı ki ilahi zaferin vahdet ve imanınıza bağlı olduğunu bilin ve bu yenilgi size ibret olsun.
      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Yüce Allah'ın zafer vaadi, ancak müminler görevlerini yerine getirdikleri sürece geçerlidir, yoksa ilahi vaatlerin gerçekleşmesi O'nun gerçek sünnetleri göz ardı ettiği anlamına gelmez.

      2 - Gevşeklik, lidere itaatsizlik etmek, yenilginin başlıca sebebidir ve bu konuda müminle kâfir arasında hiç bir fark yoktur. Kim bu durumlara düşerse hezimete uğrar.

      3 - Bazı dünya talep müminler hatta savaş sırasında bile ahiret yerine dünyayı düşünür.

      4 - Yenilgiler ilahi sınavdır. Umutsuzluğa kapılmak yerine ibret alalım ki gelecekte zafer bizim olsun


      Şimdi,[/color]Al-i İmran suresinin 153. ayetinidinliyoruz.

      ذْ تُصْعِدُونَ وَلاَ تَلْوُونَ عَلَى أحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فِي أُخْرَاكُمْ فَأَثَابَكُمْ غُمَّاً بِغَمٍّ لِّكَيْلاَ تَحْزَنُواْ عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلاَ مَا أَصَابَكُمْ وَاللّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

      Yani:

      O zaman Peygamber arkanızdan sizi çağırdığı halde siz, durmadan (savaş alanından) uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz.

      (Allah) size keder üstüne keder verdi ki, bundan dolayı gerek elinizden gidene, gerekse başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.


      Uhud savaşının en çirkin sahnelerinden biri, düşmanların gafil avlamaları sırasında birçok müslüman, İslam peygamberini yalnız bırakarak kaçmasıydı ve her ne kadar İslam peygamberi onları kalmaya ve direnmeye davet ettiyse fayda etmedi ve kaçan müslümanlar ardına bakmadan Uhud dağına tırmandı. Kuran-ı Kerim bu konuda şöyle buyurmakta: Bu itaatsizlik ve kaçmanın sonucu, düşmanların size musallat olmasıydı ve bu durumun acısı o kadar fazlaydı ki ganimetleri kaybetme ve yaraların acısını unuttunuz. Evet, İslam peygamberinin gönlünde yarattığınız acının cezası böylesine büyük acı oldu.
      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Din liderlerinin emirlerine uymamak korku, kaçış ve sonunda yenilginin sebebidir.

      2 - Savaş arenası iman iddiasında bulunanların sınav alanıdır. Normal şartlarda herkes iman ehlidir, ancak gerçek mümin, zor günlerde belli olur.
      3 - Geçmişteki acı olaylardan ders almalı ve dünya malını kaybetmeye veya musibetlere üzülmemeliyiz.


      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234120-nura-giden-yol--101

      Yorum


        Ynt: Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 102 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Al-i İmran suresinin 154. ayeti.

        ثُمَّ أَنزَلَ عَلَيْكُم مِّن بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُّعَاسًا يَغْشَى طَآئِفَةً مِّنكُمْ وَطَآئِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَل لَّنَا مِنَ الأَمْرِ مِن شَيْءٍ قُلْ إِنَّ الأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ يُخْفُونَ فِي أَنفُسِهِم مَّا لاَ يُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ مَّا قُتِلْنَا هَاهُنَا قُل لَّوْ كُنتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ وَلِيَبْتَلِيَ اللّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحَّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

        Yani:

        Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi ki, (bu güvenin yol açtığı) uyuklama hali bir kısmınızı kaplıyordu.

        Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da, Allah'a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar, "Bu işten bize ne!" diyorlardı.

        De ki: İş (zafer, yardım, herşeyin karar ve buyruğu) tamamen Allah'a aittir. Onlar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar.

        "Bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlar. Şöyle de: Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş

        olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için

        (böyle yaptı). Allah içinizde ne varsa hepsini bilir.


        Geçen bölümlerde Müslümanların Uhud savaşında hezimete uğramalarına sebep olan itaatsizlik ve kaçışlarından ötürü pişmanlık ve hasret duygusuna kapıldıklarını ve İslam peygamberinin huzuruna gelerek özür dilediklerini anlattık. İslam peygamberi (sav) de onları affetti ve yüce Allah da onların tevbelerini kabul ederek gönüllerini huzura kavuşturdu. Lakin müsamahakar tutumlarının yenilmelerine sebep olduğunu kabul etmek istemeyen bir grup, Allah'ı ve İslam peygamberini suçluyor ve bir yandan Allah bize zafer vaat etmişti, o zaman niye yardımcı olmadı ve bizleri düşmana galip getirmedi, diyor ve öbür yandan İslam peygamberine şöyle diyordu: Biz savaştan önce Medine'de kalmayı önerdik, ama siz bu öneriyi kabul etmediniz ve kentten çıktınız, bu yüzden yenildiniz. Yüce Allah bu ayette bu zümrenin cevabını şöyle buyuruyor: Evvela zafer vaadi, direnişe bağlıdır, yoksa sizler kendi canınızı korumak için peygamberi bırakıp kaçmanıza ve hala zafer beklemenize değil. Sizin Allah'a yönelik bu kuşkunuz, cahiliye dönemindeki kuşku gibidir ki haksız yere zafer bekliyordunuz ve ikincisi de ölüm veya şehadet sizin elinizde değil ki kentte kalsaydık bizden kimse ölmezdi diyorsunuz. Çünkü kısmetleri Allah yolunda şehit olmak olan onlar eğer evlerinde kalmış olsalardı bile yine şehit olacaklardı. Bunun dışında tüm bu acı ve tatlı olaylar sizi sınamak içindir ki içinizdekiler ortaya çıksın.
        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - İnsanın kendi tutsağı olması, gerçek imanla bağdaşmaz. Çabaları sırf kendilerini korumaya yönelik olanlar Allah'a kuşku duymaya kapılır.
        2 - Yenilgilerde zayıf yönlerimizi bulup onları düzetmeliyiz, Allah'a kuşku duyup suçlamak değil.

        3 - Yüce Allah tüm insanların içini bilir ve acı olaylar düşüncelerimizi ortaya koymak için bir sınavdır. Böylece hem kendimizi tanırız ve ne kadar imanımıza bağlı olduğumuzu anlarız, hem de başkaları bizi tanır ve ne kadar liyakatli olduğumuz ortaya çıkar.

        Şimdi,
        Al-i İmran suresinin 155. ayetinidinliyoruz.

        إِنَّ الَّذِينَ تَوَلَّوْاْ مِنكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ إِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواْ وَلَقَدْ عَفَا اللّهُ عَنْهُمْ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ

        Yani

        (Uhud'da) iki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan (yerlerinden) kaydırmıştı.

        Yine de Allah onları affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, halimdir.


        Bu ayet Uhud savaşında bazı müslümanların kaçma sebebine değinirken şöyle buyurmakta: Onların geçmişte işlediği günahlar, imanlarının zayıflamasına ve çok çabuk şeytanın vesveselerinin etkisi altında kalmalarına sebep oldu. Bu yüzden canlarını tehlikede görünce din yolunda canlarını feda etmekten kaçındılar.
        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Küçük günahları işlemek zemini şeytanın daha büyük vesveselerine hazırlar, öyle ki insanların kendi canlarını korumak için Allah'a ve peygamberine sırt çevirmelerine sebep olur.

        2 - Günah, İslam savaşçılarının psikolojisinin bozulması ve şeytan nüfuzunun yolunun açmasına sebep olur. O zaman onlar savaştan önce tevbe ederek kendilerini düşmanla mücadele için hazırlamaları gerekir.

        3 - Suçlu insanları her zaman dışlamamak gerekir. Yüce Allah savaştan kaçanların tevbelerini kabul etti ve onları bağışladı.

        Şimdi,
        Al-i İmran suresinin 156. ayetini Al-i İmran suresinin 156. ayetini

        ا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَقَالُواْ لإِخْوَانِهِمْ إِذَا ضَرَبُواْ فِي الأَرْضِ أَوْ كَانُواْ غُزًّى لَّوْ كَانُواْ عِندَنَا مَا مَاتُواْ وَمَا قُتِلُواْ لِيَجْعَلَ اللّهُ ذَلِكَ حَسْرَةً فِي قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ يُحْيِـي وَيُمِيتُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

        Yani:

        Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.

        Andolsun, ölseniz de öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız.


        Bu ayetler müminlerin Uhud savaşında psikolojisini yükseltmek için şöyle buyurmakta: Münafıkların yersiz sözlerine kulak asmayın ve bilin ki eğer Allah yolunda ölecekseniz veya savaş meydanında öldürülecekseniz, hiç bir şey kaybetmiş olamazsınız, bilakis elde ettikleriniz kısa yaşamlarında münafıkların ve kâfirlerin elde ettiklerinden çok daha fazla ve çok daha değerli ve kalıcıdır ve bu da, yüce Allah'ın özel rahmet ve mağfiretidir ki ebedi cennete girmenize vesile olur.
        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Önemli olan şey, Allah yolunda olmaktır, ölüm veya şehadet fark etmez. Hatta Allah yolunda ilim tahsili için yola çıkan ve bu yolda başına bir olay gelen biri, ilahi rahmet ve mağfiretten yararlanır.

        2 - Ölümden kurtuluş olmadığı ve hepimiz eninde sonunda bu dünyadan ayrılmamız gerektiğine göre o zaman neden kendi rızamızla en iyi ayrılık yolunu seçmeyelim. Büyük dedesi İslam peygamberi olan imam Hüseyin (sa) şöyle buyurur: Eğer bu bedenler ölüm için hazırlanmışsa, o zaman şehadet, Allah yolunda en iyi ölümdür.


        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234116-nura-giden-yol--102

        Yorum


          Ynt: Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 103 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          Al-i İmran suresinin 159. ayeti.

          فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ

          Yani:

          O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli

          olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için

          dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü

          Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.


          Bu ayet, İslam peygamberinin en iyi özelliği olan iyi ahlakına temas ederken şöyle buyurmakta: Arapların en sert ve savaşçı insanlarının senin etrafında toplanması ve sana iman etmesinin sebebi, senin yumuşak ve iyi ahlakındır ve eğer sen de onlar gibi olsaydın, hiç kimse sana yaklaşmazdı ve iman edenler de yavaş yavaş çevrenden dağılırdı. Hal böyle olunca onların Uhud savaşında itaatsizliklerinden vazgeç ve yüce Allah katında onlar için af dile. Gerçi savaştan önce onlara danıştın ve bu istişarenin sonucu yenilgi ile noktalandı, lakin onlarla kendi işleri ile ilgili istişare yapmayı bırakma, çünkü sen onlara örneksin.
          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Yumuşak huylu ve iyi ahlaklı olmak, yüce Allah'ın dini liderlere sunduğu ilahi hediyedir ve kim başkalarını irşad etmek isterse böyle olması gerekir.

          2 - Hakkımızda kötülük eden, fakat pişman olanları bağışlayalım ve onların hatalarını affedelim.

          3 - Düşünme ve istişarenin yanı sıra Allah'a tevekkül etmeyi unutmayalim.

          Şimdi,
          Al-i İmran suresinin 160. ayetini dinliyoruz.

          إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ


          Yani:


          O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli

          olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için

          dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü

          Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.


          Bu ayet, İslam peygamberinin en iyi özelliği olan iyi ahlakına temas ederken şöyle buyurmakta: Arapların en sert ve savaşçı insanlarının senin etrafında toplanması ve sana iman etmesinin sebebi, senin yumuşak ve iyi ahlakındır ve eğer sen de onlar gibi olsaydın, hiç kimse sana yaklaşmazdı ve iman edenler de yavaş yavaş çevrenden dağılırdı. Hal böyle olunca onların Uhud savaşında itaatsizliklerinden vazgeç ve yüce Allah katında onlar için af dile. Gerçi savaştan önce onlara danıştın ve bu istişarenin sonucu yenilgi ile noktalandı, lakin onlarla kendi işleri ile ilgili istişare yapmayı bırakma, çünkü sen onlara örneksin.
          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Yumuşak huylu ve iyi ahlaklı olmak, yüce Allah'ın dini liderlere sunduğu ilahi hediyedir ve kim başkalarını irşad etmek isterse böyle olması gerekir.

          2 - Hakkımızda kötülük eden, fakat pişman olanları bağışlayalım ve onların hatalarını affedelim.

          3 - Düşünme ve istişarenin yanı sıra Allah'a tevekkül etmeyi unutmayalım.

          Şimdi,
          Al-i İmran suresinin 160. ayetinidinliyoruz.

          ن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ

          Yani:

          Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi

          bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.


          İslam peygamberine Allah'a tevekkül etmeyi tavsiye eden geçen ayetin devamında bu ayet, müminlere de Allah'a tevekkül etmeyi tavsiye ederken şöyle buyurmakta: İzzet ve zillet sadece Allah'ın elindedir ve hiç bir iyilik ve kötülük O'nun iradesi olmaksızın insanlara gelmez. Eğer O birine bir hayır yetiştirmek isterse hiç kimse buna mani olamadığı gibi birini cezalandırmak isterse de yine hiç bir güç ceza alması gereken kulu bu cezadan koruyamaz. Eğer insanlar bu hakikati idrak edecek olursa, Allah'tan başkasına gönül bağlamaz ve Allah'tan başkası için çalışmaz, Allah'tan başkasından korkmaz ve Allah'tan başka kimseye umut bağlamaz ve işte tüm bunlar tevekkül etmenin anlamıdır.
          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Bireysel ve sosyal işlerde başkalarına dayanmak yerine her şey O'nun elinde olan Allah'a sığınmalıyız.

          2 - Nice görece ve doğal zaferler vardır ki başka etkenlerin tesiri altında yenilgi ile sonuçlanır, lakin ilahi zafer kalıcıdır.

          Şimdi,
          Al-i İmran suresinin 161. ayetinidinliyoruz.

          وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَغُلَّ وَمَن يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ

          Yani:

          Bir peygambere, emanete hıyanet yaraşmaz. Kim emanete (devlet malına) hıyanet ederse,

          kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra herkese -asla haksızlığa

          uğratılmaksızın-kazandığı tastamam verilir.


          Uhud savaşında İslam peygamberi (sav) bir grup müslümanı Uhud dağının girişini tutmakla görevlendirdi ve şöyle buyurdu: İster galip gelelim, ister yenik düşelim, siz burayı terk etmeyin ve savaş ganimetlerinden size düşen pay saklıdır.
          Lakin savaşta müslümanlar üstünlük sağladığı anda bu gruptan birçoğu korumaları gereken bölgeyi bırakıp savaş ganimetlerini toplamaya koştular. Bu ayet onlara hitaben şöyle buyurmakta:
          Acaba peygamberin sizlerin payına ihanet edeceğini mi düşündünüz ki görev bölgenizi terk ettiniz? Oysa nübüvvet makamı ihanetle bağdaşmaz ve peygamberler Allah'ın ve halkın emin insanlarıdır.
          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Bazı sahabeler, İslam peygamberinin varlığını ve paklık ve emanettarlığını idrak ettikleri halde yine de imanları tam değildi ve Allah resulünün emanete ihanet edeceğini düşünüyordu. Bu tür şeytani vesveselere karşı uyanık olmalıyız.

          2 -Bazı insanların Allah resulüne kuşku ile yaklaştığı bir ortamda tüm insanların bizlere iyimser yaklaşmalarını beklemek, yersiz bir beklentidir. Allah'ın rızasını kazanalım, çünkü kulların tümünün rızasını kazanmak zordur.

          3 - Kıyamet gününde cezalar, kendi amellerimizin ürünüdür, Allah'ın kullarına zulüm sonucu değil.

          Şimdi,
          Al-i İmran suresinin 162 ve 163. ayetlerini dinliyoruz.

          أَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّهِ كَمَن بَاء بِسَخْطٍ مِّنَ اللّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ (*) هُمْ دَرَجَاتٌ عِندَ اللّهِ واللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ


          Yani:


          Allah'ın hoşnutluğunu gözetenle Allah'ın hışmına uğrayan bir olur mu hiç? Berikisinin yeri cehennemdir. Cehennem ise ne kötü bir varış noktasıdır.

          Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onların yaptıklarını görmektedir.


          Bu iki ayet kısa bir ifade ile müminlerin akıbeti ile kâfirlerin akıbetini karşılaştırırken şöyle buyurmakta: Amellerinde Allah'tan başkası değil de Allah rızasını gözetenler yüce Allah katında önemli mertebelere ulaşır ki bu da iyiliklerin kriteridir. Bunların aksine bir zümre vardır ki eğer Allah'ı talep ediyorsa yine kendi istekleri içindir ki ve bu tür insanlar dini, dünyevi amaçlarına alet etmektedir. Bunlar ilahi azab ile cezalandırılır.
          Rivayetlere göre Allah resulü, Uhud dağına doğru yola çıkma emri verdiğinde münafıklar türlü bahanelerle Medine'de kaldılar ve bazı imanı zayıf olan müslümanlar da onları izleyerek savaş cephesine katılmadılar. Bu ayet bu tür insanların imajını çizerken sonlarının cehennem ateşi olduğunu vurguluyor. Tabi savaş cephesine katılanların sonu elbette ki farklıydı. Ancak onlar gevşediler, lakin pişman oldukları için affedildiler.
          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - En kutsal amaç, Allah rızasını kazanmaktır ki tüm hedeflerden üstündür ve insanı yüce Allah katına yakınlaştırır.

          2 - İslami toplumda mücahitlerle savaş ve cihada ilgi duymayanlar bir tutulmamalı, çünkü cihattan kaçmak, Allah'ın öfkesine sebep olur.



          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234111-nura-giden-yol--103

          Yorum


            Ynt: Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 104 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            Al-i İmran suresinin 164. ayeti.

            لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ

            Yani:

            Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve

            inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle

            Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde

            idiler.


            Yüce Allah'ın başta insanoğlu olmak üzere tüm varlıkları kapsayan lütuf ve rahmetine göre şekillenen ilahi yaratılışta hidayete ermek, insanların özel olarak yararlandığı en büyük nimetlerden biridir.
            Genel anlamda insanoğlunun hidayete ermek olmaksızın yaratılmış olması tüm güç ve yeteneklerinin heba olmasına veya düşüncelerinin sapmasına sebep olur. Nitekim günümüzde akıl ve özellikle vahiy yolu ile sunulan ilahi hidayeti dikkate almayanların hatta ilim ve bilimlerinin kendileri ve ailelerinin huzuruna ve güvenliğine sebep olmak yerine gelişmiş toplumlarda ızdırap, şiddet ve çatışmalara yol açmıştır. Ancak yüce Allah insanları ve toplumları her türlü kötülüklerden arındırmak ve kemale ermelerini sağlamak için peygamberler görevlendirilmiştir. Bu peygamberler Allah kelamını insanlara öğreterek onların akıl ve fıtratını geliştirmiş ve sapkınlıklardan korumuştur.
            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Peygamberlerin biseti, en büyük semavi hediyedir. Bu nimetin kıymetini bilmek gerekir.

            2 - Tezkiye, eğitimden önce gelir. Ancak kaynağı pak olan ilim yararlı olabilir.

            3 - Arınmak ve nefsin tezkiyesi, ilahi inançlar ve ayetler sayesinde olmalıdır. Allah kelamı ve

            peygamberlerin tealimi üzerinde oluşmayan inançlar kendi başına sapkınlıktır.

            Şimdi,
            Al-i İmran suresinin 165. ayetinidinliyoruz.

            أَوَلَمَّا أَصَابَتْكُم مُّصِيبَةٌ قَدْ أَصَبْتُم مِّثْلَيْهَا قُلْتُمْ أَنَّى هَـذَا قُلْ هُوَ مِنْ عِندِ أَنْفُسِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

            Yani:

            (Bedir de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi

            başınıza geldiği için mi "Bu nasıl oluyor!" dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz

            Allah'ın her şeye gücü yeter.


            Uhud savaşında müslümanlar 70 mücahidi kaybettiklerinde İslam peygamberinden neden yenildiklerini sordular. Yüce Allah bu soruya şu cevabı veriyor: Siz geçen yıl Bedir savaşında düşmana bunun iki kadar kayıp verdirttiniz. Çünkü onlardan 70 kişiyi öldürdünüz ve 70 esir aldınız. Bunun dışında bu yıl Uhud'da yenik düşmenizin sebebi, gevşekliğiniz ve kendi aranızda tefrikaya düşmenizdi. Zannetmeyin ki Allah sizi zafer yapmaktan acizdi. O, istediği her şeye muktedirdir, lakin bunun şartı, sizin peygambere itaat etmenizdir, onun emirlerine karşı çıkmak değil ve aynı zamanda Allah tarafından zaferi her zaman bekleyin.
            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Yargıda bulunurken tüm acıları ve tatlıları birlikte ele alalım. Sadece Uhud yenilgisini değil, Bedir zaferini de düşünelim.

            2 - Yenilgi etkenlerini araştırırken ilkin iç etkenleri araştıralım. Başkalarını sorumlu tutmak yerine kendi zayıf yönlerimizi tespit ederek gidermeye çalışalım.

            Şimdi,
            Al-i İmran suresinin 166 ve 167. ayetlerinidinliyoruz.

            وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللّهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنِينَ (*) وَلْيَعْلَمَ الَّذِينَ نَافَقُواْ وَقِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ قَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَوِ ادْفَعُواْ قَالُواْ لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لاَّتَّبَعْنَاكُمْ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ أَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلإِيمَانِ يَقُولُونَ بِأَفْوَاهِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَ

            Yani:

            İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, ancak Allah'ın dilemesiyle

            olmuştur ki, bu da, müminleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara: "Gelin,

            Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın" denildiği zaman, "Harbetmeyi bilseydik, elbette sizin

            peşinizden gelirdik" dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla,

            kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir.


            Geçen bölümlerden birinde ifade edildiği üzere Mekke müşriklerinin saldırı haberi Medine kentine ulaştığında İslam peygamberi (sav) camide istişare oturum düzenledi ve çoğunluğun oyuna uyarak müslümanların kentten çıkmasına ve Uhud dağlarının eteğinde konuşlanmasını karar verildi. Lakin Medine'nin önde gelen bazı büyükleri kentte kalmayı ve evleri barikat yaparak düşmana karşı koymayı savunuyordu. Ancak İslam peygamberi, çoğunlukta olan gençlerin görüşünü kabul etti. Bu durum karşı tarafı rahatsız etti ve bu yüzden Uhud dağına doğru yola çıkarken hem kendileri türlü mazeretler uydurarak kentte kalırken diğer Müslümanların psikolojisini etkiledi ve bazı müslümanlar yolun ortasından Medine'ye geri döndü.
            Kuran-ı Kerim müminlere hitaben şöyle buyurmakta: Gerçi Uhud savaşının sonu çok acıydı, lakin gerçek müminlerle iman iddiasında bulunanların saflarını ayırdı ve kimlerin İslam peygamberinin emirlerine teslim olduğunu, kimlerin o hazreti kendi amaçları uğruna kullanmaya çalıştığını ortaya koydu.
            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Yaşamın acı tatlı olayları ilahi sınavın insanların tanınması için bir sınav alanıdır. Bu sınavlarda başarısız olmamaya dikkat edelim.

            2 - Nifak ve iki yüzlülük insanları küfre saptırır. Her türlü cemaate uymak zeki olma anlamına değildir, sadakat zaferin en büyük sırrıdır.

            3 - Can, namus ve vatanı savunmak bir değerdir ve bu yolda ölen herkes şehit sayılır.

            Şimdi,
            Al-i İmran suresinin 168. ayetini dinliyoruz.

            لَّذِينَ قَالُواْ لإِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُواْ لَوْ أَطَاعُونَا مَا قُتِلُوا قُلْ فَادْرَؤُوا عَنْ أَنفُسِكُمُ الْمَوْتَ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

            Yani:

            (Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: "Bize uysalardı öldürülmezlerdi" diyenlere,

            "Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!" de.


            Savaştan önce Müslümanların moralini bozan ve tefrikaya yol açanlar, savaştan sonra da yıkıcı propagandalarından el çekmedi ve kendilerini eleştirmek ve kendi namusu ve vatanını koruma konusunda serzeniş etmek yerine savaş gidip ölenleri serzeniş ettiler. Oysa ölüm cepheye özgü değildir ve hiç kimse ölümden kaçamaz. Bu yüzden yüce Allah onlara şöyle buyurmakta: zannetmeyin ki savaştan kaçarak ölüm pençesinden de kaçabilmişsiniz. Ölüm herkes için vardır, ama ne mutlu ilahi ferman yolunda ölümü kucaklayanlara ve ne kötü ölümden kaçarken pençesine düşenlere.
            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
            1 - Düşman saldırdığı veya İslam ümmeti tehlikeye düştüğü zaman evde oturmak, nifak ve imansızlık simgesidir.
            2 - Şehit ve gazi ailelerinin psikolojisini bozmak, münafıkların bir başka planıdır.

            3 - Münafıklar kendilerini başkalarından üstün sanar ve başkalarının da onların düşüncelerini izlemelerini ister.


            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234216-nura-giden-yol--104

            Yorum


              Ynt: Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 105 )

              Bismillahirrahmânirrahîm

              Al-i İmran suresinin 169. ayetine kulak veriyoruz.

              وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ

              Yani:

              Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.

              Uhud savaşında müslüman ordusundan 70 kişinin şehit düşmesinin ardından münafıklar sözde şehit aileleri ile dostluk kılığında İslam peygamberi (sav) ve arkadaşlarını cihada katılanların ölümünden sorumlu tutmaya ve böylece diğer Müslümanların da psikolojisini bozmaya çalıştılar.
              Öte yandan Mekke müşriklerinden Ebu Sufyan da Uhud savaşında ölen 70 Müslüman'ın Bedir savaşında ölen 70 kâfirin bedeli olduğunu ileri sürdü. Yüce Allah müşriklerin ve münafıkların bu propagandalarına karşı bu ayeti nazil ederek insanların ölen Müslümanlarla öldürülen kâfirler arasında bir fark olmadığını ve her iki grubun sadece helak olduğunu düşünmemelerini buyurdu. Nitekim İslam peygamberi (sav) de Ebu Sufyan'ın iddiasına şöyle karşılık verdi: Bizim ölülerimiz yeri cennettir, oysa sizin ölüleriniz cehenneme gidecektir.
              Rivayetlere göre her iyiliğin ötesinde iyilikler vardır, şehadet hariç. Yani eğer biri şehit olursa bundan daha büyük bir hayır düşünülemez ve bu yüzden peygamberler ve evliyalar dualarında sürekli yüce Allah'tan şehadet talebinde bulunurdu ve bir çokları da zaten şehit oldu.
              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Şehitlerin helak olduğunu düşünmek sapkın bir düşüncedir. Şehadet kaybetmek veya elden gitmek değil, kazanmak ve kazanılmaktır.

              2 - Şehadet, şehidin yaşamının sonu değil, ilahi hayatın başlangıcıdır. Nice yaşayanlar vardır ki gerçekte ölüdür ve nice ölüler vardır ki yaşıyordur, ancak bizler ahiret dünyasını şimdiki hislerimizle idrak edemeyiz.

              Şimdi,
              Al-i İmran suresinin 170 ve 171. ayetlerini dinliyoruz.

              فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُواْ بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ (*) يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ وَأَنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُؤْمِنِينَ

              Yani:


              Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve

              henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin

              sevincini duymaktadırlar.

              Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin

              sevinci içindedirler.


              Bu ayetler şehitlerin şehadet mertebesine ermiş olmaktan duydukları sevinci ifade ederken şöyle buyurmakta: Onlar Allah yolunda şehit olmaktan memnun olduğu gibi diğer müminleri ve arkadaşlarını da bu yüce mevkiye ulaşmak için davet eder ve onlara bu süreçte hiç bir korku veya hüzün olmadığını ifade eder. Bu durum yüce Allah'ın lütuf ve faziletindendir.
              Bu ayetlere göre şehitlerin berzahtaki yaşamı da gerçek bir hayat ve rızık ve sevinç doludur, yoksa şehidin yaşadığını ifade etmekten maksat sadece dünyada iyi bir ad bıraktığı değil.
              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Şehitlerin mesajı, şehadet mertebesine erinceye kadar Allah yolunda adım atmaktır.

              2 - Şehitler şehadet derecesini ve ardından elde ettikleri tüm mükâfatı ilahi lütuf ve faziletten bilir, kendi amelleri veya kanlarının bedeli değil.

              Şimdi,
              Al-i İmran suresinin 172. ayetinidinliyoruz.

              لَّذِينَ اسْتَجَابُواْ لِلّهِ وَالرَّسُولِ مِن بَعْدِ مَآ أَصَابَهُمُ الْقَرْحُ لِلَّذِينَ أَحْسَنُواْ مِنْهُمْ وَاتَّقَواْ أَجْرٌ عَظِيمٌ

              Yani:

              Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve Peygamber'in çağrısına uyanlar (özellikle) bunların

              içlerinden iyilik yapanlar ve takvâ sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır.


              Bu konuda tarihte şöyle okumaktayız:
              Kureyş kâfirleri Uhud zaferinden sonra Mekke'ye doğru yola çıktılar, ancak yolda giderken şöyle düşündüler: Mademki müslümanları şimdi yendik ve onların askeri gücünü dağıttık, en iyisi Medine'ye saldıralım ve Müslümanların geri kalanını yok ederek İslam'ı kökünden temizleyelim.
              Düşmanın yeniden saldırıya geçeceği haberi İslam peygamberine ulaştı. Bu yüzden o hazret genel seferberlik ilan etti ve hatta Uhud savaşında yaralananlardan da harekete geçmeye hazırlanmalarını istedi.
              Müslümanların genel seferberliğinden haberdar olan Ebu Sufyan, Müslümanlardan yeni bir ordunun savaşa hazırlandığını ve böylece kazandıkları zaferin intikamını alacaklarını zannetti ve bu yüzden Medine'ye saldırmaktan vazgeçti ve Mekke'ye doğru yola devam etti.
              Gerçi o gün düşman yeniden saldırmadı, lakin Kuran-ı Kerim savaş için hazırlanan yaralıları takdir ederek onlara büyük mükâfat vaat etti.
              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Önemli olan şey, pratikte bir iş yapılmasa bile görev için her zaman hazırlıklı olmaktır. Nitekim isteksizce yapılan bir işin değeri yoktur.

              2 - Cephelere katılmak, takva ile birlikte olmayınca değeri yoktur.

              Şimdi,
              Al-i İmran suresinin 173. ayetinidinliyoruz.

              الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

              Yani:

              Bir kısım insanlar, müminlere: "Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar;

              aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve "Allah bize

              yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler.


              İslami toplumları ve özellikle sıradan insanları tehdit eden önemli tehlikelerden biri düşmanı büyük görmek ve dini küçük saymaktır. Genelde bu tür bir korku insanları düşmana karşı savaş arenasına gelmekten sakındırır ve hatta bu durumda başkalarında korku ve panik yaratarak mücadele etmelerini engeller. Oysa düşmandan korkmak yerine Allah'a tevekkül etmek gerekir, çünkü tüm güçler O'nun elindedir ve O her şeye kadirdir.
              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Savaş sırasında düşmanların işbirlikçilerine ve korku yaratan propagandalarına dikkat etmek gerekir.

              2 - Her ne kadar düşman büyük olursa, yüce Allah onlardan daha büyüktür, o zaman düşmandan korkmak yerine Allah'a tevekkül etmek gerekir.

              3 - Savaş tüm acılarına karşın mübarek yönleri de vardır ki bunlardan biri İslam savaşçılarının imanının güçlenmesidir.


              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234217-nura-giden-yol--105

              Yorum


                Ynt: Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 106 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                Al-i İmran suresinin 174. ayeti.

                فَانقَلَبُواْ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ لَّمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُواْ رِضْوَانَ اللّهِ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ

                Yani:

                Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah'ın nimet ve keremiyle geri

                geldiler. Böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir


                Geçen bölümlerde anlatıldığı üzere İslam peygamberinin emri üzerine Uhud savaşından geri dönenler ve yaralılar bir kez daha düşmanla mücadele etmek için seferber edildi, ancak Müslümanların yüksek morali ile karşılaşan düşman korkuya kapıldı ve tekrar Medine'ye saldırmaktan vazgeçti. Bu ayet Uhud savaşında yaralananları takdir etmek üzere nazil oldu.
                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Eğer bizler görevimizi yerine getirirsek yüce Allah da lütuf ve rahmetini esirgemez. Görevimizi yerine getirmeden Allah'tan rahmet beklemek, yersiz bir umuttur.

                2 - Allah yolunda adım atanlar için önemli olan şey, O'nun rızasıdır, ister şehit olalım, ister yaralı, fark etmez.

                Şimdi,
                Al-i İmran suresinin 175. ayetinidinliyoruz.

                نَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

                Yani:

                İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.

                Yüce Allah geçen ayette kendisinin rızasını düşünen Müslümanların hiç kimseden korkmadığını ve hatta yaralıyken bile düşmanla mücadele ettiklerini buyurdu. Bu ayet imanları zayıf olan Müslümanlara işaret ediyor ve şeytan telkinlerinden etkilenen bu kesimin hatta Allah yerine şeytanı izlediğini ve bu yüzden din yolunda canlarını feda etmekten kaçındıklarını buyuruyor. Kuran-ı Kerim Müslümanlara şöyle buyuruyor: Eğer imanınızda sadık iseniz, sadece Allah'tan korkun, düşmandan korkmayın çünkü Allah hepsinden üstündür.
                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
                1 - İslami toplumda insanlarda panik ve korku yaratacak her türlü propaganda veya spekülasyon şeytanidir.

                2 - Savaş meydanına gitmekten korkmak, iman zafiyeti ve şeytanı izleme işaretidir.

                3 - Panik ve tehdit, mazlumları susturmak ve kıyam etmelerini engellemek için büyük güçlerin şeytani politikalarından biridir.

                Şimdi,
                Al-i İmran suresinin 176 ve 177. ayetlerini dinliyoruz.

                وَلاَ يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ إِنَّهُمْ لَن يَضُرُّواْ اللّهَ شَيْئاً يُرِيدُ اللّهُ أَلاَّ يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الآخِرَةِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ (*) إِنَّ الَّذِينَ اشْتَرَوُاْ الْكُفْرَ بِالإِيمَانِ لَن يَضُرُّواْ اللّهَ شَيْئًا وَلهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ


                Yani:

                (Resûlüm) İnkârda yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar, Allah'a hiçbir zarar

                veremezler. Allah onlara, ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor. Onlar için çok büyük bir azap vardır.
                Şurası muhakkak ki, imanı verip inkârı alanlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elîm bir

                azap vardır.


                Müslümanların Uhud savaşında yenilmelerinin ardından bazıları korkuya ve üzüntüye kapıldı ve sürekli gelecekte ne olacağını sormaya başladı. Bu ayet onlara cevap verirken İslam peygamberine şöyle buyurmakta: Kâfirlerin Uhud savaşında zafer elde etmesi onlara saadet getirmediği gibi daha çok küfür bataklığına saplanmalarına, dünya ve ahirette her türlü nimetten mahrum kalmalarına sebep olacaktır. Bunun dışında onların küfrü hiç bir zaman Allah'a zarar vermeyecek, bilakis kendilerine zarar verecek, çünkü kıyamet gününde onlara ağır cezalar verilecektir.
                Bu ayetlerde dikkat çeken bir başka konu, iman elde etmek veya imanın küfre bulaşması meselesini alış verişe benzetmektir. Kuran-ı Kerim dünyayı bir Pazara, sermayeleri amel ve düşünceleri olan insanları ise satıcılara benzetir. Bu pazarda satış zorunludur, çünkü ömrümüzün gelip geçmesi bizim elimizde değil, fakat müşteriyi seçmek bizim elimizdedir ve müşterimiz ya Allah'tır, ya da Allah'tan başkası. Kuran-ı Kerim sürekli Allah ile muamele eden ve büyük faydalar görenleri takdir eder ve bilmukabil ömürleri ile pazarlıkta hiç bir yarar görmeyen veya büyük zararlar görenleri eleştirir.
                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Yüce Allah'ın bize ve malımıza ihtiyacı yoktur ki eğer bazıları kâfir olursa zarar görsün veya

                gönderdiği dini, küfür yüzünden hüsrana uğrasın.

                2 -İnançta küfür ve amelde şükretmemek, insanları ahirette ilahi rahmetten mahrum bırakır.

                3 - Küfür ile İslam ümmetini kıyaslarken sadece onların fani dünyasını görmeyin, ahireti ve oradaki

                sonsuz nimetleri de düşünün.

                Şimdi,
                Al-i İmran suresinin 178. ayetini dinliyoruz.

                وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ خَيْرٌ لِّأَنفُسِهِمْ إِنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ لِيَزْدَادُواْ إِثْمًا وَلَهْمُ عَذَابٌ مُّهِينٌ

                Yani:

                İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır.

                Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.


                Yüce Allah'ın müminleri teselli ettiği ve kâfirlerin zaferinden üzüntü duymamalarını buyurduğu geçen ayetlerin devamında bu ayet şöyle buyurmakta: Kâfirlere mühlet vermek, yüce Allah'ın sünnetidir, zafiyet veya bilinçsizliğinin işareti değil. Allah tüm insanlara ister iyi ister kötü, ister mümin ister kâfir, kendi amellerini kendi iradeleri ile yapmaya izin vermiştir. O zaman onlara istedikleri yolu seçmek için mühlet vermesi gerekir, aksi takdirde onları zorlamış olur.
                Doğal olarak kâfirler bu mühleti kötüye kullanır ve çirkin amellerde bulunur ve sonuçta günahları artar. Ancak kendi irademizle amellerde bulunmanın önemi o kadar fazladır ki yüce Allah günahkâr insanlara yine mühlet verir. Gerçi kâfirler bu mühleti kendi yararına zanneder ve yaptıklarının doğru olduğunu düşünür. Fakat ne var ki kâfirlerin ve kötülerin kıyamet gününde sonu cezadan başka bir şey değildir.
                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - İlahi mühlet, iyi amel yaptığımızın işareti değildir. Bu tür mühletlere aldanmamak ve geç kalmadan küfürden el çekmek gerekir.

                2 - Ömrün uzunluğu önemli değil, nasıl yaşadığımız önemlidir. İmam Seccad as. duasında eğer ömrüm şeytana hizmet edecekse onu kısalt şeklinde niyazda bulunmuştur.

                3 - Kâfirlerin durumuna bakarak hemen yargıda bulunmayın, onların işinin sonu ve ahiretini de düşünün.

                4 -Zalimlerin iktidarını Allah rızası olarak yorumlamayan ve onlara karşı susmayın.


                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234218-nura-giden-yol--106

                Yorum


                  Ynt: Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 107 )

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  Al-i İmran suresinin 179. ayeti.

                  مَّا كَانَ اللّهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى مَآ أَنتُمْ عَلَيْهِ حَتَّىَ يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلَكِنَّ اللّهَ يَجْتَبِي مِن رُّسُلِهِ مَن يَشَاء فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَإِن تُؤْمِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَلَكُمْ أَجْرٌ عَظِيمٌ

                  Yani:

                  Allah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla beraber

                  Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırdeder. O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer

                  iman eder, takvâ sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.


                  Bu ayet Uhud savaşı ile ilgili son ayetlerdir ve bu savaşın iyi kötü anıları ile ilgili olarak müminlere şöyle hitap etmektedir:
                  Zannetmeyin ki kim iman ederse yüce Allah onu olduğu gibi kabul eder ve o da gönül rahatlığı ile yaşar. Yüce Allah sürekli iman edenlerin karşısına bir takım zorluklar çıkarır ki insanların içindeki gizli yönleri açığa çıkarır ve böylece kimin iddiasında sadık olduğu ve kimin sadık olmadığı gün ışığına çıkmış olur. Kuşkusuz yüce Allah insanların içinin sırrını bilir ve sınamaksızın herkesin içindeki iyiyi ve kötüyü bilir, lakin bazı peygamberler hariç, hiç kimseyi bu gizli işlerden haberdar etmez ve sadece insanların içlerini ortaya çıkarmak için bu sınavları yapar ve ona göre ceza veya mükafatı belirler. Nitekim Uhud savaşı da münafıkların maskelerinin düşmesi ve bu zümrenin batınlarının halka açıklanması için iyi bir vesile oldu ve böylece insanlar münafıkların iç yüzüne anladı.
                  Gerçekte eğer insanlar gaybi bilimle bir birinin iyisinden ve kötüsünden haberdar olursa sosyal bağlar tümü ile kopar ve yaşamları kargaşa ile karışır. O zaman en iyisi insanların bir birinin sırrından haberdar olmamasıdır, çünkü bu durumda yaşamları normal seyri ile devam eder ve insanlar ancak sınamalarla kişilikleri ortaya çıkar.
                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - 178. ayette belirtildiği üzere yüce Allah küfürleri üzerine ısrar eden kâfirleri kendi haline bırakmaz ve kıyamet gününde onların hesabına bakarak gereken cezayı verir. Bu ayette ise yüce Allah'ın, iman iddiasında bulunan müminleri kendi haline bırakmadığı vurgulanır.

                  2 - İnsanların sırrını öğrenmenin peşinde olmayın, çünkü yüce Allah da böyle bir şeyi istememiştir.

                  3 - Gaybi ilim Allah'a mahsustur ve sadece bazı peygamberler, o da ancak Allah'ın izni ile gaybi işlerden haberdardır.

                  4 - Bizim görevimiz iman ve takvadır. Yoksa zor işleri yapmakla gaybi işlerden haberdar olmak ve başkalarının sırrını bilmekten haberdar olmak değil.

                  Şimdi,
                  Al-i İmran suresinin 180. ayetini dinliyoruz.

                  وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَبْخَلُونَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ هُوَ خَيْرًا لَّهُمْ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَّهُمْ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُواْ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلِلّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ

                  Yani:

                  Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu

                  onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün

                  yaptıklarınızdan haberdardır.


                  Savaş ve cihat ve Allah yolunda can vermek gibi konuları anlatan geçen ayetlerin devamında bu ayet ve bundan sonraki ayetler Allah yolunda malını infak etmekle ilgilidir.
                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz. Çünkü mümin insan toplumun mağdur kesimlerine karşı duyarsız olup sadece kendini düşünemez ve yüce Allah'ın geçen ayette gündeme gelen sınavlarından biri insanların mağdur kesimlere karşı infakta bulunmasıdır. Bu ayet konuyla ilgili olarak şöyle devam etmekte:
                  Hatta eğer kendi geleceğinizi düşünüyorsanız infakta bulun, çünkü yararı sizlere de gelecektir ve eğer cimrilik yapacak olursanız hem bu dünyada zarara uğrar, hem de kıyamet gününde bu cimriliğiniz azaba uğramanıza sebep olacaktır.
                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Eğer kendi malımızdan infakta bulunmaz isek daha zengin oluruz diye düşünüyorsak, bu batıl bir inançtır. Malımız Allah'ın merhametindendir ve eğer yüce Allah isterse başkalarına bağışlamakla malımız daha da artar.

                  2 - Allah yolunda sarf edilmeyen mal, hayra sebep olmaz, bilakis şerre yol açar.

                  3 - Bu dünyada ne varsa Allah'ındır. Bizler bu dünyaya boş ellerle geliş, boş ellerle gideceğiz, o zaman niye cimri olalım.

                  4 - Kıyamet günü amellerimizin aynasıdır. Dünya malına esir olmak, ahirette esaretin sebebidir.


                  Şimdi,
                  Al-i İmran suresinin 181 ve 182. ayetlerini dinliyoruz.

                  قَدْ سَمِعَ اللّهُ قَوْلَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ فَقِيرٌ وَنَحْنُ أَغْنِيَاء سَنَكْتُبُ مَا قَالُواْ وَقَتْلَهُمُ الأَنبِيَاء بِغَيْرِ حَقٍّ وَنَقُولُ ذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ (*) ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيكُمْ وَأَنَّ اللّهَ لَيْسَ بِظَلاَّمٍ لِّلْعَبِيدِ

                  Yani:

                  "Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların (bu) dediklerini, haksız yere

                  peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!

                  Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez.


                  Tefsirlerde şöyle okumaktayız:
                  İslam peygamberi (sav) Medine etrafında yaşayan Yahudilere bir mektup yazar ve onları İslam dinine ve namaz kılmaya ve zekat ve infakta bulunmaya davet eder. Yahudi kavminin büyüğü alaylı bir şekilde şöyle karşılık verir: Bu davete göre Allah bize muhtaçtır ve bizim O'na ihtiyacımız yoktur. O bizden para istiyor ve kıyamet gününde bize fazlasını vereceğini vaad ediyor.
                  Bu iddiaya karşı bu ayet nazil olurken İslam peygamberine şöyle buyuruyor:
                  Bu yersiz sözler ve ayrıca onların geçmişlerinin ilahi peygamberleri öldürmekle ilgili çirkin amelleri tabi ki cevapsız bırakılmayacak ve kıyamet gününde hepsinin cehennem ateşinde yanmalarına sebep olacaktır.
                  Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Yüce Allah'ın infaka veya mağdurlara yardım etmeye daveti, O'nun bize ihtiyacından kaynaklanmıyor, çünkü infakta bulunduğumuz malın gerçek sahibi yine Allah'tır ve bu mal bizim yanımızda sadece emanettir.

                  2 - Mukkadesatın saygınlığı korunmalıdır. Dini mukaddesata saygısızlığın cezası tabi ki çok ağır olacaktır.

                  3 - İman ehline ithamda bulunmanın cezası, peygamberleri öldürmekten daha az olamaz.

                  4 - Kıyamet gününde çekeceğimiz ceza, gerçekte kendi amellerimizin sonucudur, ilahi intikam veya zulümden değil.


                  http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234219-nura-giden-yol--107

                  Yorum


                    Ynt: Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 108 )


                    Bismillahirrahmânirrahîm


                    Al-i İmran suresinin 183. ayeti.

                    الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ عَهِدَ إِلَيْنَا أَلاَّ نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتَّىَ يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُ قُلْ قَدْ جَاءكُمْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذِي قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

                    Yani:

                    "Doğrusu Allah bize, (gökten inen) ateşin yiyeceği (yakıp kor edeceği) bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere

                    inanmamamızı emretti" diyenlere şöyle de: Size, benden önce mucizelerle, (özellikle) dediğiniz (mucize) ile nice peygamberler geldi.

                    Eğer doğru insanlar iseniz, ya onları niçin öldürdünüz?


                    Yahudilerden bir grup İslam peygamberine iman etmemek için sürekli bir takım mazeretler gündeme getiriyordu ki bu ayet bu mazeretlerden birine temas ediyor. Yahudiler biz bir hayvanı kurban kesen ve göklerden inen şimşekle onu yakmayan bir peygamberden başkasına inanmayız, çünkü bu amel o kurbanın kabul edildiğine işarettir, diyordu. Nitekim Habil ve Kabil öyküsünde yüce Allah Habil'in kurbanını göklerden şimşek indirip o kurbanı yakarak kabul etmiş ve Kabil'in kurbanını kabul etmemişti.
                    Yüce Allah Yahudilerin bu mazeretine şöyle karşılık vermekte: Evvela tüm peygamberlerin mucizelerinin aynı olması gerekmez ve her peygamberin kendine özgü mucizeleri vardır. İkincisi bu mucizenin onların eli ile gerçekleşen peygamberleri siz kabul etmediniz ve hatta sizin kavminizce öldürüldüler ve bu konu, Tevrat'ta bile gelmiştir.
                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Hak'tan kaçmak için kendi işimize mazeret üretip Allah'ın adına mal etmeyelim, çünkü bu çok çirkin bir ameldir.

                    2 - Hayvanları Allah yolunda kurban etmenin derin bir mazisi var ve bazen peygamberlerin mucizesi olarak gündeme gelmiştir.

                    Şimdi,
                    Al-i İmran suresinin 184. ayetinidinliyoruz.

                    فَإِن كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ جَآؤُوا بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُنِيرِ

                    Yani:

                    (Resûlüm!) Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse (yadırgama); gerçekten, senden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve

                    aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalancılıkla itham edildi.


                    Bu ayet Allah resulüne şöyle buyurmakta: Hakkı inkâr ve tekzip etmek, tarih boyunca tüm muhaliflerin yöntemi olmuştur ve zannetme ki sadece bazı kesimler sana karşı çıkmakta. Gerçekte senden önceki tüm peygamberler de tüm açık delilleri ile kendi hakkaniyetlerini ortaya koymasına karşın sürekli tekzibe uğramıştır.
                    Gerçekte yüce Allah'ın insanlara seçim hakkı ve iradesi vermesinin sonucu bu tür muhalefetlerdir. Eğer tüm insanlar hep birlikte peygamberlere iman etseydi, o zaman onların hakkaniyetinden kuşku duymak gerekir ve bu nasıl bir din ki her türlü düşünceyle bağdaşıyor diye düşünmemiz gerekirdi.
                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Tarih boyunca geçmişlerin mazisini öğrenmek ve hakla batılın mücadelesini bilmek, insanlarda sabır ve direniş psikolojisini yükseltir ve insanlara huzur verir.

                    2 - Peygamberlerin hareketi, kelam ve kitaptan yararlanan kültürel bir harekettir. Muhaliflerle cihat etmek bir sonraki aşamadır.

                    Şimdi,
                    Al-i İmran suresinin 185. ayetinidinliyoruz.

                    لُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ

                    Yani:

                    Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günnü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden

                    uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.


                    Bu ayet sürekli muhaliflerin eziyeti ile yüz yüze olan peygamberlere ve izleyenlerine hitaben şöyle buyurmakta: Sabredin ve direnin ve bilin ki bu tür inatların ömrü kısadır ve herkes bir gün ölecektir, ister onlar ve ister kıyamet gününü düşünen sizler. Kim cehennem azabından kurtulur ve cennete kavuşursa, zafer onundur. Bu fani dünyaya gönül bağlamayın, çünkü şatafatı sizi kandırabilir.
                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - İster salih Peygamber olsun ister fasık kâfir Ölüm herkes için geçerlidir. Ne kâfir bu dünyada kalıcıdır, ne de mümin insanlar. Herkes bir gün gelir ve bir gün bu dünyadan ayrılmak zorundadır.

                    2 - Ölüm, yok olmak demek değil, bu dünyadan bir başka dünyaya göç etmektir. Bu yüzden kim bu geçişin tadına varırsa ya acı bulur ya da tatlı.

                    3 -Kâfirlerin bu dünyadaki malı sizi aldatmasın, çünkü ebedi nimet cennettedir, fani dünyada değil.

                    Şimdi,
                    Al-i İmran suresinin 186. ayetinidinliyoruz.

                    لَتُبْلَوُنَّ فِي أَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ أَذًى كَثِيرًا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الأُمُورِ

                    Yani:

                    Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve

                    müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir.


                    Tarihte şöyle okumaktayız: Müslümanların Mekke'den Medine'ye göç etmelerinin ardından müşrikler onların malına el koydu ve Müslümanlara tacizde bulundular. Bu taciz öylesine ilerledi ki İslam peygamberi bu sürecin elebaşlarının katledilmesine emretti. Bu ayet ise yüce Allah'ın sınama gibi büyük sünnetlerinden birine temas ederken Müslümanlara şöyle hitap etmekte:
                    "Zannetmeyin ki İslam dinine iman etmekle refaha kavuşacaksınız, bilakis sürekli düşmandan gelecek tacizlere karşı hazırlıklı olmalısınız, hatta onlar sizi kendi halinize bırakacak olursa. Onlar sizi rahat bırakmayacaktır ve her ne şekilde olursa olsun küfürlerini gösterecektir.
                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Can ve mal sürekli sınava maruz kalır. Bu yüzden canımızı ve malımızı Allah yolunda feda edecek şekilde yaşamalıyız.

                    2 - İslam düşmanları İslam'a ve Müslümanlara darbe indirmek için sürekli birlik içindedir. Nitekim diğer dinlerin izleyenleri de İslam ile mücadele için hatta müşrikler ve kâfirlerle birlik olur.

                    3 - Sabır ve takva birlikte olunca zafer sebebidir. Takvasız direniş inatçı insanlarda da olabilir.


                    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234220-nura-giden-yol--108

                    Yorum


                      Ynt: Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 109 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm

                      Al-i İmran suresinin 187. ayeti.

                      وَإِذَ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلاَ تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاء ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْاْ بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ

                      Yani:


                      Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu

                      kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!


                      Her kavim ve millette orta düzeyde olan halkın genel kesimi yaşamları ve dini meseleleri konusunda kendi kavminin büyüklerini izler. Bu yüzden salih bilginler ve büyükler toplumun düzelmesine ve fasık bilginler toplumun fesadına sebep olur.
                      Yüce Allah'ın fikir ve kanaat sahibi insanlardan istediği bir konu, insanlara hak ve hakikati beyan etmektir. Bilginler sadece kendilerinden değil, toplumun hidayete ermelerinden de sorumludur. Bu yüzden din bilginlerine sunulan ilahi ayetleri gizlemek Kuran-ı Kerim'de gündeme gelen en büyük günahlardan biridir. Nitekim günümüzde bile kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyan bilginlerin İslam peygamberinin zuhuru hakkında sustuğuna ve sadece kendi mevkilerini korumak için sustuğuna ve semavi ayetleri maddi çıkarlarla değiştirdiğine tanık olmaktayız.
                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Sadece haksız söz değil, küfre karşı suskunluk da cezaya müstahaktır. Hakkı gizlemek, her kavmin bilginlerini tehdit eden bir günahtır ve izi, asırlar boyu kalıcıdır.

                      2 - Bilginler insanları hidayete erdirmek ve bilinçlendirmekten sorumludur.

                      3 - Dünyaya düşkün bilginler topluma hayır yetirmek yerine sapkınlığına sebep olur.

                      Şimdi,
                      Al-i İmran suresinin 188. ayetinidinliyoruz.

                      لاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَفْرَحُونَ بِمَا أَتَواْ وَّيُحِبُّونَ أَن يُحْمَدُواْ بِمَا لَمْ يَفْعَلُواْ فَلاَ تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِّنَ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

                      Yani:

                      Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıkları ile övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için

                      elem verici bir azap vardır.


                      İnsanlar üç kesimdir. Bir kesim bir işi yapar ve Allah'tan başka hiç kimsenin öğrenmesini istemez, hatta başkalarına infakta bulundukları halde öyle bir davranır ki tanınmak istemez. İkinci kesim başkaları duysun ve görsün diye hayır işlerinde bulunur. Bu tür insanlar riyakâr ve gösteriş meraklısıdır. Lakin üçüncü bir kesim vardır ki hatta yapmadıkları bir iyiliğe karşı başkalarınca methedilmeyi bekler veya başkalarının hayır işini kendilerine mal etmeye çalışır. Bu ayetin işaret ettiği kesim, cahil oldukları halde insanların onları bilgin görmek veya korkak oldukları halde cesur tanınmak isteyen kesimdir ki bu tür bir yaklaşım hile ve yalan üzerine kurulduğundan bu kesim asla saadet yüzünü görmeyecektir.
                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Hiç bir hayır amelde bulunmadan takdir edilmeyi beklemek yersiz bir beklentidir ve insanların helak olmasına sebep olur.

                      2 - Amelsiz takdir beklemekten daha da tehlikeli olan şey, insanların asil olmayan insanlardan saadet ve kurtuluş beklemeleridir.

                      3 - Her türlü yersiz takdir yasaktır, çünkü insanlarda hiç bir şey yapmadan takdir edilme beklentisi yaratır.

                      4 - Günahkâr insan belki pişman olur ve tevbe eder, lakin kibirli insanlar hatta tevbe etmeyi düşünmez bile. Bu yüzden onların kurtuluşu için hiç bir şans yoktur.

                      Şimdi,
                      Al-i İmran suresinin 189 ve 190. ayetlerini dinliyoruz.

                      وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاللّهُ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (*) إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ

                      Yani:

                      Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah'ın her şeye gücü yeter.

                      Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.

                      Gerçek bir müslüman sadece ayaklarının altındaki yere değil, aynı zamanda gökyüzüne de bakması ve yaratılışın harikulade düzeni üzerinde düşünmesi gerekir. Varlığın en sade düzeni olan gece ve gündüzün gelip geçmesi bile onun için önemsiz olmaması gerekir. Müslüman insan gece gündüzü bile yüce Allah'ı idrak etmek için bir ders olarak görmeli ve böylece yüce Allah'ın mutlak gücünü anlamalıdır. Yüce Allah'tan başka hiç bir güç varlık âlemine hükmedemez.
                      Tefsir kitaplarında şöyle okumaktayız: Bir gece İslam peygamberi evinde istirahat etmekteydi. Henüz yerine uzanmamıştı ki birden ayağa kalktı, aptes aldı ve namaza durdu ve namaz sırasında o kadar gözyaşı döktü ki elbisesi ve oturduğu yer ıslandı. Bunca gözyaşının sebebi sorulduğunda şöyle buyurdu: Dün gece bana bazı ayetler nazil oldu ki yaratılışı düşünmeyi emrediyordu. Eyvahlar olsun bu ayetleri okuyup da düşünmeyenlere.
                      Bu yüzden Al-i İmran'ın bu ayetlerinin her gece yatsı namazından önce okunmasına tavsiye edilmiştir.
                      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Fani dünya ile ilgili para ve mevki gibi hiç bir şey gözümüze görünmesin, çünkü bu dünya tüm azameti ile göklere karşı bir hiçtir.
                      Yeryüzünde bir kara parçasına hükmetmek nere, yüce Allah'ın tüm yeryüzü ve göklere ve varlık âlemine hükmetmesi nere.

                      2 - Varlık âlemini ve sırlarını tanımak, Allah'ı ve gücünü tanımanın gereğidir. Bu bağlamda doğal bilimler bizlere yardımcı olabilir.

                      3 - Allah'ı tanımak için varlık üzerinde düşünmek akılcılık işaretidir ve varlığı, yaratanını tanımadan görmek akılsızlığın ta kendisidir.


                      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234221-nura-giden-yol--109

                      Yorum


                        Ynt: Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 110 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        Al-i İmran suresinin 191. ayetine kulak veriyoruz.

                        ) الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

                        Yani:

                        Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında

                        derin derin düşünürler (ve şöyle derler Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru !


                        Geçen bölümde yer yüzü ve göklerin ve tüm mahlûkların yüce Allah'ın işaretleri olduğunu söyledik. Bu ayet şöyle buyurmakta:
                        Akıl sahibi olanlar, sürekli varlık âlemi üzerinde düşünenlerdir ve bu işaretleri görerek varlık âleminin güdümlü olarak yaratıldığını anlar ve bu âlemin bir yaratanı olduğunu ve yaratılışın boş yere gerçekleşmediği sonucuna varırlar. Hatta sıradan insanlar bir ev yaptıklarında bu evi inşa ederken belli bir amaç peşinde olur ve ona göre evin odalarını ve çeşitli bölümlerini belli bir plana göre yaparlar. Şimdi acaba varlığı yaratan Allah'ın hiç bir hedef belirlemeksizin varlık âlemini bunca azameti ile yarattığını düşünmek mümkün mü dersiniz?
                        Eğer bu dünyanın bir amacı olduğunu kabul edersek bu kez bizim bu düzendeki yerimiz ve konumumuzun ne olduğunu düşünmemiz gerekir. Acaba bu âlemden yararlandığımız kadar üzerimize düşen görev nedir? Kuran-ı Kerim'in tabiri ile gerçek akıllı insanlar sürekli bu meselelerin üzerinde düşünen insanlardır ve bu yüzden kusurlarından dolayı sürekli tevbe eder ve Allah'tan kıyamet azabından kurtulmayı niyaz ederler.
                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Akılcı olmanın işareti, sürekli Allah'ı zikretmektir.

                        2 - Ancak düşünce üzerine gelişen iman değerlidir. Yine ancak düşünce ile desteklenen zikir değerlidir.

                        3 -Varlık güdümlüdür ve nihai amaç, Allah katına yakınlaşmaktır. Bu amaçtan uzaklaştıkça cehenneme yaklaşmış oluruz.

                        Şimdi,
                        Al-i İmran suresinin 192. ayetini dinliyoruz.

                        رَبَّنَا إِنَّكَ مَن تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ

                        Yani:

                        Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.

                        Bu ayet Allah'a karşı küfür beslemenin kötü sonuçlarına işaret ederken şöyle buyurmakta: Gerçi cehennem ateşi yakıcı ve acıdır, ancak akıl sahibi olanlara daha acı veren durum, onların kıyamet gününde rezil rüsva olmalarıdır, çünkü cehennem ateşine düşen herkes böyle olur. Sıradan insanlar ateşin yakıcılığından korkar ama akıl sahibi olanlar kıyamet gününde rezil rüsva olmaktan daha çok korkar, çünkü onlar pak insanlara karşı rüsva olmanın cehennem ateşinden daha çok yakıcı ve acı olduğunu iyi bilir.
                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Varlık âlemine karşı yanlış görüş, kendi nefsimize karşı zulümdür ve manevi sermayemizi heba eder.

                        2 - Zalimler kıyamet gününde evliyaların şefaatinden mahrum kalır.

                        Şimdi,
                        Al-i İmran suresinin 193 ve 194. ayetlerinidinliyoruz.

                        رَّبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلإِيمَانِ أَنْ آمِنُواْ بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الأبْرَارِ (*) رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدتَّنَا عَلَى رُسُلِكَ وَلاَ تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّكَ لاَ تُخْلِفُ الْمِيعَادَ

                        Yani:

                        Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize inanın!" diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamberi, Kur'an'ı) işittik, hemen iman

                        ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz!

                        Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vâdettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil-rüsva etme; şüphesiz sen vâdinden

                        caymazsın!


                        Akıl sahibi insanlar sadece kendi akıl ve fıtratına teslim olup yaratılış düzeninde Allah'a ulaşmıyor, aynı zamanda insanları hakka davet eden ilahi peygamberlerin davetine olumlu cevap veriyor ve imanlarını dile getiriyor. Bu insanlar küçük büyük, her türlü günahları için af diliyor ve Allah'tan hayırlı bir son talep ediyor.
                        Akıllı insanlar iyi amelleri için mükâfat beklemiyor ve Allah'ın mükâfat vaadinde bulunduğu için ilahi rahmetten yararlandığını düşünüyor ve bu yüzden onlar sürekli yüce Allah'tan vaatlerini yerine getirmesini talep ediyor. Tabi yüce Allah da her zaman vaatlerini yerine getiriyor.
                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Hakkı kabul etmek ve hak kelamını benimsemek, akılcı olmanın işaretidir.

                        2 - Günahlarımızı ve çirkin amellerimizi gözetmek ve tevbe etmek, iman ve akıl gereğidir.

                        3 - Geleceği düşünmek ve iyi olarak ölmek, iman sahibi akıllı insanların özelliğidir.

                        Şimdi,
                        Al-i İmran suresinin 195. ayetinidinliyoruz.

                        فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّي لاَ أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِّنكُم مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ فَالَّذِينَ هَاجَرُواْ وَأُخْرِجُواْ مِن دِيَارِهِمْ وَأُوذُواْ فِي سَبِيلِي وَقَاتَلُواْ وَقُتِلُواْ لأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلأُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ ثَوَابًا مِّن عِندِ اللّهِ وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ

                        Yani:

                        Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden,

                        çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar,

                        çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu

                        mükâfat, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın güzeli O'nun katındadır.


                        Geçen ayetlerde akıllı insanların nasıl düşündüğünü anlattık ve dedik ki bu insanlar Allah'a karşı tam teslimiyet içindedir ve her türlü hatalarından dolayı yüce Allah'a tevbe ederler.
                        Bu ayette yüce Allah akıllı insanların tevbesine karşılık veriyor ve onların dualarını kabul ederek ardından genel bir kuralı gündeme getiriyor ve hiç bir iyi amelin varlık âleminde ziyan olmadığını ve bu süreçte kadın erkek arasında ayrımın söz konusu olmadığın belirtiyor. Çünkü bütün insanlar birdir ve hiç kimsenin başkasına üstünlüğü yoktur ve ancak takva üstünlük sebebidir ve erkek olmak üstünlük sebebi olamaz.
                        Kuran-ı Kerim daha sonra İslami toplumun izzetine sebep olan hicret ve cihada temas ederken şöyle buyurmakta:
                        İman tek başına yeterli değil, nitekim ilim ve akıl da tek başına yararlı değil ve Allah yolunda iyi amel de gereklidir ki insanları saadete kavuşsun. Yüce Allah ancak iman ve ameli birlikte yerine getirenleri mükâfatlandırır.
                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - İlahi dünya görüşünde hiç bir amel mükâfatsız kalmaz, tabi Allah yolunda olmak kaydıyla.

                        2 - Kadın ve erkek yüce insani mevkilerine ulaşmakta Allah katında eşittir.


                        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234222-nura-giden-yol--110

                        Yorum


                          Ynt: Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 111 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          Al-i İmran suresinin 196 ve 197. ayetlerine kulak veriyoruz.

                          لاَ يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُواْ فِي الْبِلاَدِ (*) مَتَاعٌ قَلِيلٌ ثُمَّ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمِهَادُ

                          Yani:

                          İnkârcıların (refah içinde) diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın!

                          Azıcık bir menfaattir o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!


                          Genellikle refah ve nimet içinde yaşayan kâfirlerin, genellikle zorluk içinde yaşayan müminlerin durumu ile kıyaslandığında akla şu soru geliyor: Neden onlar bunca küfür ve zulme karşın nimet içinde yaşıyor ve mümin insanlar bunca iman ve salih amele karşın sıkıntı içinde yaşıyor?
                          Gerçekte bu soru asr-i saadette de müslümanlar için gündeme gelmişti, çünkü ticaretle uğraşan Mekke müşrikleri ve Medine Yahudileri refah içindeydi, lakin müslümanlar bir yandan Mekke'den hicret etmek yüzünden malını kaybetmiş ve öbür yandan müşriklerin iktisadi kuşatması yüzünden sıkıntılı ve zor günler geçiriyordu. Kuran-ı Kerim bu soruya şöyle cevap vermekte: Evvela kâfirlerin maddi durumu sizi aldatmasın, çünkü bu gelirler ve maddi imkanlar geçicidir, nitekim sizlerin mağduriyetiniz de öyle. İkincisi, küfür üzerine kurulan dünyevi refahın uhrevi cezası kesindir. Eğer kendi durumunuzu onlarla mukayese etmek istiyorsanız, kendinizin sonu ve onların sonunu da karşılaştırın. Yoksa sizler kendinizi onlar gibi şu fani dünya ile mi sınırlı görüyorsunuz ki böyle düşünüyorsunuz? Tabi şu konuyu da unutmamak gerekir ki ister kâfir ister mümin, kim bu dünyada ciddiyetle çalışsa ve bilimi doğru kullanırsa başarılı olacaktır. Bu yüzden kâfirlerin başarı sırrı, onların çabalarındandır, küfürlerinde değil. Nitekim müminlerin bedbahtlığının sebebi de onların tembelliğindendir, imanlarında değil. Bu yüzden kâfirlerin başarı sırrını araştırırken bu konuyu dikkate almak gerekir.
                          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Kâfirlerin şatafatlı yaşamı bizleri kandırmasın, öyle ki dünya malı için imanımızı kaybedelim.

                          2 - İnsanların durumunu kıyaslarken dünya ve ahiretlerini birlikte ele alalım.

                          3 - Fani dünyanın refahı bir gün sona erecektir, bu yüzden ebedi refahın peşinde olmak gerekir.

                          Şimdi,
                          Al-i İmran suresinin 198. ayetini dinliyoruz.

                          لَكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْاْ رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نُزُلاً مِّنْ عِندِ اللّهِ وَمَا عِندَ اللّهِ خَيْرٌ لِّلأَبْرَارِ

                          Yani:

                          Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah tarafından bir ikram olarak, altlarından ırmaklar akan, ebedî olarak

                          kalacakları cennetler vardır. İyi kişiler için Allah katındaki (nimetler) daha hayırlıdır.


                          Kâfirlerin kıyamet günündeki durumunu ele alan geçen ayetlerin devamında bu ayet, pak ve salih insanların hayırlı sonuna işaret ederken şöyle buyurmakta: Gerçi takva ve dini ahkâm ve kanunlara uymak bu dünyada bazı sıkıntılara sebep oluyor veya mal ve servet biriktirmeyi engelliyor, lakin yüce Allah kıyamet gününde sevenlerini en iyi şekilde mükâfatlandırıyor ve onlara cennette köşklerde ve yem yeşil ormanlarda ve ırmakların kenarında ebedi ve mutlu yaşam temin ediyor. Tüm bunlar yüce Allah'ın mümin kullarına sunduğu ilk ağırlamalardır ve daha da önemlisi yüce Allah'ın manevi ve ruhani nimetleridir ki kullarına sunuyor.
                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - İman ve amelin kabul edilmesinin şartı takvadır. Takvasız salih amel bekli toplum için yararlı olabilir, lakin amelin faili için hiç bir yararı yoktur.

                          2 - Mümin kullar kıyamet gününde yüce Allah'ın konuğudur ve cennet, mümin kulların ağırlandığı mekândır. Tabi Allah'ın kullarına sunacağı çok daha iyi mükâfatlar vardır.

                          Şimdi,
                          Al-i İmran suresinin 199. ayetini dinliyoruz.

                          وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَمَن يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْهِمْ خَاشِعِينَ لِلّهِ لاَ يَشْتَرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَـئِكَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ إِنَّ اللّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ

                          Yani:

                          Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah'a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun

                          eğerek iman ederler. Allah'ın ayetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı

                          çabuk olandır.


                          İslam peygamberi (sav) Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra Medine ve çevresinde sakin olan Yahudiler İslam dini ile tanıştı ve bazıları bağnaz düşünceleri bırakarak o hazrete ve İslam dinine iman etti. Ve hatta Habeşistan kralı Neccaşi İslam dinini benimsedi ve bu dünyadan ayrıldıktan sonra Allah resulü ve müslümanlar onun için uzaktan cenaze namazı kıldı ve onun için Allah'tan rahmet diledi. İşte o sırada bazı münafıklar Allah resulünün hiç görmediği bir kâfir için cenaze namazını kıldığını ileri sürdü ve bu yüzden bu ayet onlara cevap olarak nazil oldu.
                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Gayri müslimlere karşı davranışlarımızda insaflı olmak ve iyilerini takdir etmek gerekir.

                          2 - Ancak huşu ve huzu ile birlikte olan ve her türlü kibirden uzak olan iman değerlidir.

                          Şimdi,
                          Al-i İmran suresinin 200. ayetinidinliyoruz.

                          يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اصْبِرُواْ وَصَابِرُواْ وَرَابِطُواْ وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

                          Yani:

                          Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat göster

                          Al-i İmran suresinin son ayeti olan bu ayet, hepsinin içeriği direnişe vurgu yapan ve ilahi emirlerin ciddiye alınmasını belirten ard arda dört emirden söz ediyor. Bu ayet mümin kullara hitap ettiğinden, iman şartının sabır ve iman olduğunu anlıyoruz. Zor şartlara, bireysel ve aile eksenli sorunlara karşı direnmek, müslümanları yok etmek isteyen düşmanlara karşı direnmek ve daha da önemlisi fikri ve inanç sınırlarını korumakta direnmek ve yine İslam topraklarını korumakta direnmek yararlı işlerdir. Tabi bu direniş ancak takva ve Allah korkusu ile birlikte olunca değerlidir ve sadece bu dünyada değil ahirette de saadete sebep olur.
                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Eğer düşmanlar batıl yollarında ısrarlı olursa neden bizler Allah yolunda ve dinimizi korumakta ısrarcı olmayalım ve canımızı feda etmeyelim.

                          2 - Sabır ve direniş ancak Allah yolunda ve takva ile birlikte olunca değerlidir, yoksa yersiz bağnazlık ve inatçılıktan başka bir anlamı olmaz.


                          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234223-nura-giden-yol--111

                          Yorum


                            Ynt: Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 112 )

                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            Bugün, Kuran-ı Kerim'in dördüncü suresine başlıyoruz. Adı Nisa olan bu sure Hicretten sonra Medine'de nâzil olmuştur, 176 (yüz yetmiş altı) âyettir. "Nisâ" kadınlar demektir. Bu sûrede daha çok kadından, cemiyet içinde kadınların hukukî ve içtimaî yer ve değerlerinden bahsedildiği için adına "Nisâ" denmiştir.
                            Şimdi Nisa suresinin ilk ayetine kulak veriyoruz.



                            يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا

                            Yani:

                            Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan

                            Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının.

                            Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.


                            Aile meseleleri ile ilgili olan bu sure en başta takvaya vurgu yaparak başlamakta ve surenin ilk ayetinde bu tavsiye iki kez vurgulanmaktadır. Zira bir insanın doğumu ve eğitimi ailede başlar ve eğer bu işler Allah'ın taalimleri üzerine olmazsa tabi ki bireyin ve toplumun psikolojik sağlığı için hiç bir güvence söz konusu olamaz.
                            Yüce Allah insanların başkalarına üstünlüğü olmadığını vurgulamak üzere şu hatırlatmada bulunuyor: "Hepiniz bir cinsten yaratıldınız, o zaman takvalı olun ve zannetmeyin ki ırk, renk ve dil sizin üstünlüğünüze sebep oluyor. Hatta kadınlar ve erkekler cismi ve ruhi açıdan farklı olsalar bile, yine de bir birine üstünlükleri söz konusu olamaz çünkü her ikisi de bir cinstendir ve hepsinin anası ve babası birdir. Kuran-ı Kerim'in diğer ayetlerinde yüce Allah ebeveynlerine ihsan konusunu onlara itaat etmekle birlikte zikrediyor ve böylece onların konumunun yüksek olduğunu vurguluyor. Lakin bu ayette sadece ebeveyn değil, kendi adının ardından tüm akranların ve yakınların haklarına riayet etmenin gerekli olduğunu ve insanları her türlü zulümden sakınmalarını buyuruyor.
                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - İslam dini, sosyal bir dindir ve bu yüzden insanların aile ve toplum içindeki ilişkilerine özen gösterirken takva gereğinin başkalarının haklarına riayet edilmesi olduğunu vurguluyor.

                            2 - Beşeri toplum birlik ve bütünlük içinde olmalı, çünkü her türlü ayrımcılık ister renk ister ırk ister dil ister bölge üzerine olsun, yasaktır. Yüce Allah tüm insanları tek bir cinsten yaratmıştır.

                            3 - Tüm Hz. Âdem evlatları bir birine akrabadır, çünkü hepsi tek bir ana ve babadandır. O zaman insanları sevmek ve onlara karşı akrabaymış gibi davranmak gerekir.

                            4 - Yüce Allah tüm amellerimizden haberdardır, o zaman ne içimizde kendimizi başkalarından üstün görelim ne de amelde başkalarına karşı böyle davranalım.

                            Şimdi,
                            Nisa suresinin 2. ayetinidinliyoruz.

                            وَآتُواْ الْيَتَامَى أَمْوَالَهُمْ وَلاَ تَتَبَدَّلُواْ الْخَبِيثَ بِالطَّيِّبِ وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَهُمْ إِلَى أَمْوَالِكُمْ إِنَّهُ كَانَ حُوبًا كَبِيرًا

                            Yani:

                            Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi)

                            yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.


                            Bu ayet kimsesiz yetimler olan toplumların en önemli sorunlarından birine değiniyor. Bu kesim kendilerine miras kalan malı koruma gücünden yoksun olduğundan bu mallar onların kefillerine teslim ediliyor ve bu yüzden bu malları suistifade etme şartları oluşuyor.
                            Bu ayetin en somut örneği ebeveynlerini küçük yaşta kaybeden ve miras kalan mallar bu kesimin hakları gözetilmeksizin paylaşılan ve böylece hakları çiğnenen küçük çocuklardır.
                            Bu ayet yetimlerin malına el koymak veya kötüye kullanmayı men ederken bunu büyük bir günah sayıyor. Çünkü yetimin kefaletin üstlenen kimsenin kimsenin en önemli görevi onun malını emanettarlık çerçevesinde esas sahibine teslim etmektir ve bu yolda bu malı asla kendi çıkarları doğrultusunda kullanamaz.
                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Yetimlerin malını onlara teslim etmek gerekir, hatta kendileri bilmez veya unutsa bile.

                            2 - Çocuklar da malik olabilir, lakin buluğ yaşına varıncaya kadar kendi malı üzerinde mülkiyet hakkı olamaz.

                            3 - İslam dini toplumun mağdur ve kimsesiz kesimlerine de ilgi gösterir ve onları destekler.

                            Şimdi,
                            Nisa suresinin 3. ayetinidinliyoruz.

                            وَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ تُقْسِطُواْ فِي الْيَتَامَى فَانكِحُواْ مَا طَابَ لَكُم مِّنَ النِّسَاء مَثْنَى وَثُلاَثَ وَرُبَاعَ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ تَعْدِلُواْ فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ذَلِكَ أَدْنَى أَلاَّ تَعُولُواْ

                            Yani:

                            Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl

                            olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile

                            yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.


                            Bu ayet, sürekli zulüm ve mağduriyet altında yaşayan yetim kızlarla ilgilidir. Bu yüzden yüce Allah bu kesim hakkında ayrıca söz etmiş ve onlara yönelik her türlü zulüm konusunda uyarılarda bulunmuştur. Nitekim bazı çıkarcı insanlar yetim kızların mallarına sahip olmak için onlarla evlenmek ister ve bu yolda hiç bir batıl yoldan ve sapkınlıktan kaçınmazlar. Ancak Kuran-ı Kerim şöyle buyurmakta: Hatta eğer yetim kızlarla evlenmekle onlara zulmetmiş olacağınızı düşünecek olursanız bu evlilikten sakının.
                            Rivayetlerde şöyle okumaktayız: Bazı çıkarcılar yetim kızları onların kefili olmak bahanesi ile kendi evlerine getirir, fakat bir süre sonra onlarla evlenerek mallarına sahip olurdu ve hatta onların mihrini normalden daha az ödüyordu. Bu ayet ve yine aynı surede yer alan 127. ayet, bu kesime karşı her türlü adaletsizliği men ediyor.
                            Birçokları yetim kızlarla ikinci, üçüncü veya dördüncü eş olarak evlendiklerinden Kuran-ı Kerim onların haklarını korumak için şöyle buyurmakta: Eğer tekrar evlenmek istiyorsanız neden yetim kızları seçiyorsunuz? Başka kadınların peşinden gidin veya en azından cariyelerinizle yetinin.
                            Gerçi bu ayet erkeklere dört eş edinmeye izin veriyor, lakin unutmamak gerekir ki bu mesele İslam dininin getirdiği bir yenilik değil, sadece sosyal bir zaruret gereğidir ve bu yüzden İslam dini aile temelini korumak için dört eş edinmek için çok zor şartlar belirlemiştir. Bir başka ifade ile çok eşlilik İslam'ın getirdiği bir kural değil, toplumun gerçeklerinden kaynaklanan bir kuraldır, öyle ki İslam dini bazı özel kurallar getirerek bu meseleyi kontrol altına almıştır.
                            Gerçek şu ki erkekler kadınlara nazaran daha çok ölüm tehlikesi ile karşı karşıyadır. Erkekler savaşlarda daha çok can kaybına uğrar ve eşleri kocasız kalır. Sosyal faaliyetlerde de erkeklerin ölüm riski daha fazladır ve bu yüzden tüm toplumlarda kadınların ortalama ömür süresi erkeklerden çok daha fazladır. Şimdi acaba eşlerini kaybeden kadınlara ömürlerinin sonuna kadar kimsesiz yaşamalısınız, diyebilir miyiz? Öte yandan acaba toplumun gençlerine sizler bir kaç çocuk sahibi olan dul kadınlarla evlenmelisiniz diyebilir miyiz? Hatta bu hükmü kadın haklarına aykırı bilen batılı toplumlarda erkekler birçok kadınla gayri meşru ilişki kurmaktadır ve bu konuda hiç bir sınırlama yoktur. İslam dini beşerin fıtri ihtiyaçlarını gözeterek bu karşılıklı ihtiyacı men etmemiş ve bu mesele için özel kurallar belirlemiş ve böylece eş sayısını kısıtlamış ve en önemli şartın da eşler arasında eşitlik ve adalet ilkesine davranmak olduğunu vurgulamıştır. Şimdi acaba bu mu kadın haklarına aykırı, yoksa kadın erkek ilişkilerine hiç bir kısıtlama getirmeyen ve özgürlük sloganı ile hatta evli kadınla ilişkiye izin veren toplumlardaki uygulama mı kadın haklarına aykırı? Acaba hangisi daha başarılı bir uygulama olmuştur? Kuran-ı Kerim bu ayette açık bir şekilde eğer eşleriniz arasında adaleti sağlayamıyorsanız, çok eşli olamazsınız, şeklinde buyurmaktadır.
                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - İslam dini yetim kızların hürmeti ve iffetini korumak ve onların malını suiistifade etmeyi önlemek için hatta evlilik konusunda adalete vurgulamaktadır.

                            2 - Eş edinmenin bir şarta gönülden istekli olmaktır. Kimseyi başkası ile evlenmeye zorlayamayız.

                            3 - Eğer bazı erkekler İslami toplumda çok eşli olma yasasını suiistifade ediyorsa bu, söz konusu hükmün kötü olduğu anlamında değil, bilakis toplumun bu durumla ilgili özel hükümlere ihtiyaç duyduğu anlamınadır.


                            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234224-nura-giden-yol--112

                            Yorum


                              Ynt: Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 113 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm

                              وَآتُواْ النَّسَاء صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةً فَإِن طِبْنَ لَكُمْ عَن شَيْءٍ مِّنْهُ نَفْسًا فَكُلُوهُ هَنِيئًا مَّرِيئًا

                              Yani:

                              Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin; eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da

                              afiyetle yeyin.


                              Geçen bölümde anlatıldığı üzere Nisa suresi ailevi konularla ilgili ahkâmla başlıyor ve tüm kavimler arasında aile kurumunun kurulmasının erkeğin eşine mehir olarak ödediği bir hediye olduğunu buyuruyor. Maalesef bazı kavimler arasında ve özellikle İslam peygamberinin döneminde kadının bireysel ve sosyal yaşamda önemli konumu bulunmadığı sıralarda birçok yerde erkekler kadınların mehirlerini ödemekten kaçınır veya bağışladıktan sonra zorla geri alırdı.
                              Kuran-ı Kerim kadın haklarını korumak üzere erkeklere kadınların mehirlerini ödemeye emrediyor, üstelik bunu tatsızlıkla değil, hoşgörü ve severek yapmalarını buyuruyor ve hiç bir erkeğin bağışladığı mehirin tamamını veya bir kısmını kadınlardan geri almaya hakkı olmadığını ve ancak kadınlar gönül rızası ile geri vermeleri durumunda almaya hakları olduğunu ve bu durumda bu malın erkeklere helal olacağını vurguluyor. Burada ‘Nahle' sözcüğünde yatan zarif nokta bu sözcüğün bal arısı anlamına gelmesidir. Nitekim bal arısı balı insanlara bağışlamakta ve onların damak tadını ballandırmakta ve bunun için hiç bir beklentisi olmamaktadır. İşte mehir de erkeğin kadına bağışladığı ve onun yaşamına tat kattığı ve geri verilmesini beklememesi gerektiği bal gibidir.
                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Mehir, kadının pahası değil, erkeğin ona sadakatini ve sevgisini gösteren hediyedir. Mehir kelimesinin kökü sadakatten gelir.

                              2 - Mehir kadının hakkıdır ve onun maliki sayılır. Bu yüzden bu hakkı kadından esirgeyemeyiz ve hatta geri alamayız.

                              3 - Bağışlamakta görece rıza yeterli değil, gönülden rıza gereklidir. Eğer kadın mehirini zorunlu olarak bağışlarsa onu almak caiz değildir,

                              hatta görece rıza söz konusu olsa bile.

                              Şimdi,
                              Nisa suresinin 5. ayetinidinliyoruz.

                              وَلاَ تُؤْتُواْ السُّفَهَاء أَمْوَالَكُمُ الَّتِي جَعَلَ اللّهُ لَكُمْ قِيَاماً وَارْزُقُوهُمْ فِيهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُواْ لَهُمْ قَوْلاً مَّعْرُوفًا

                              Yani

                              Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere (reşit olmayanlara) vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin

                              ve onlara güzel söz söyleyin.


                              Bundan önceki ve sonraki ayetlerden anlaşıldığı üzere bu ayet, yetim malını buluğ yaşına ve akli ve iktisadi olgunluğa ulaşmadan önce onlara verilmemesini buyurmakta. Nitekim hatta akli olgunluğa erişmeyen ve sürekli akılsız kalan yetimlerin mallarını asla onlara geri vermeyin ve sadece maldan elde edilen geliri onların yaşamı için harcayın ve yiyeceklerini ve giyeceklerini temin edin şeklinde buyuruyor. Yüce Allah daha sonra önemli bir ahlaki tavsiyede bulunurken şöyle buyurmakta: Hatta akılsız ve sefih olanlarla iyi konuşun ve çirkin söz sarf etmeyin ve eğer mallarını onları geri veremiyorsanız, onlara sözde ve davranışta saygılı davranmayı ihmal etmeyin.
                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Mal ve servet, pak ve salih ve akıllı insanların elinde bulunduğu sürece toplumun dinamik oluşunun aracıdır.

                              2 - Aile ve toplumun iktisadi işlerinde geçici duygusal ve kuruntulara dayalı durumlara değil, bireyin ve toplumun maslahatına göre hareket edin.

                              3 - İslami toplumun mali ve iktisadi meselelerinin sorumluları yetişkin ve deneyimli kişiler olmalıdır.

                              4 - İslam açısından dünya malı ve serveti kötü olmadığı gibi, iktisadi nizamın temellerini güçlendirir, tabi akılsız insanların elinde olmadığı sürece.

                              Şimdi,
                              Nisa suresinin 6. ayetini dinliyoruz.

                              وَابْتَلُواْ الْيَتَامَى حَتَّىَ إِذَا بَلَغُواْ النِّكَاحَ فَإِنْ آنَسْتُم مِّنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُواْ إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ وَلاَ تَأْكُلُوهَا إِسْرَافًا وَبِدَارًا أَن يَكْبَرُواْ وَمَن كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْ وَمَن كَانَ فَقِيرًا فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِ فَإِذَا دَفَعْتُمْ إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ فَأَشْهِدُواْ عَلَيْهِمْ وَكَفَى بِاللّهِ حَسِيبًا

                              Yani:

                              Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını

                              kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın,

                              yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap

                              sorucu olarak da Allah yeter.


                              Yetimlerin malının nasıl yönetileceği ve onlara geri verileceği konusuna detaylı bir şekilde açıklık getiren bu ayet ayrıca toplumun zayıf kesimlerinin haklarını korumak için de bir takım hükümler getiriyor. Örneğin yetimlerin malının onlara iade edilmesinin şartını deneyimlerle ispatlanmış iktisadi olgunluklarına bağlıyor. İkinci önemli nokta bu malların onlara teslim edilinceye kadar korunması ve onlar buluğ çağına gelmeden tüketilmemesidir. Bir başka önemli mesele, yetimin kefilinin yetim malından kendi için harcama hakkının bulunmamasıdır, tabi kefil yoksul olursa ancak sarf ettiği emeğin karşılığında tüketme hakkı vardır. Öte yandan yetim malını teslim ederken daha sonra her türlü ihtilafı önlemek için şahitlerin bulunması da gereklidir.
                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Kendi malımıza sahip olmak için cinsel buluğun yanı sıra fikri buluğ da şarttır. Bu yüzden buluğa ermemiş çocuklar ve gençlerin kendi malına sahip olmaları için iktisadi buluğ şarttır.

                              2 - İktisadi ve mali meselelerde işi sağlama bağlamak gerekir. Yani hem Allah'ın rızasını gözetlemek, hem de kendi haysiyetinizi korumak için şahitler bulmak gerekir.

                              3 - Varlıklı insanlar sosyal hizmetlerini karşılık beklemeksizin yapmalı ve toplumun mağdur kesimlerinden çıkar elde etme peşinde olmamalı.


                              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234225-nura-giden-yol--113

                              Yorum


                                Ynt: Nura Giden Yol

                                Nura giden yol ( 114 )

                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                Nisa suresinin 7. ayetine kulak veriyoruz.

                                لِّلرِّجَالِ نَصيِبٌ مِّمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِّمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ أَوْ كَثُرَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا

                                Yani:

                                Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir

                                pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır.


                                Geçen bölümlerde Nisa suresinin ilk ayetlerinin çeşitli ailevi konularla ilgili olduğunu anlattık. Örneğin, kimsesiz çocuklar ve yetimlerin malları ile ilgili ilahi hükümlerden söz ettik.
                                Rivayetlerde şöyle okumaktayız: İslam peygamberi'nin (sav) sahabelerinden biri vefat eder ve eşi ve yetişkin olmayan çocukları olduğu halde yeğenleri vefat eden sahabenin malını kendi aralarında paylaşır, müteveffanın eşi ve çocuklarına hiç bir şey bırakmazlar. Çünkü cahiliye döneminin inancına göre ancak savaşabilen erkekler miras alabilir, kadınlar ve çocuklar değil. İşte o sırada bu ayet nazil olur ve kadınların hakkını savunur: Erkekler mirastan pay aldığı gibi kadınların da payı söz konusudur, mirasın miktarı az veya çok olması hiç bir şeyi değiştirmez ve miras alan herkesin payı yüce Allah tarafından belirlenmiştir.
                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - İslam dini sadece namaz ve oruç için değil, dünyadaki yaşama da önem veren bir dindir ve bu yüzden iktisadi konularda özellikle kadınların ve yetim çocukların haklarının korunmasını iman şartı bilir.

                                2 - Miras paylaşımı ilahi tealim gereği olmalı, sosyal geleneklere göre veya vefat eden kimsenin isteğine göre değil.

                                3 - Mirasın miktarı paylaşım biçimini etkilemez. Önemli olan varislerin haklarını korumaktır ve miras az diye hiç kimsenin hakkı çiğnenemez.

                                Şimdi,
                                Nisa suresinin 8. ayetini dinliyoruz.

                                وَإِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ أُوْلُواْ الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينُ فَارْزُقُوهُم مِّنْهُ وَقُولُواْ لَهُمْ قَوْلاً مَّعْرُوفًا

                                Yani:

                                (Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da rızıklandırın ve

                                onlara güzel söz söyleyin.


                                Akraba ve aile bağlarının korunması, uygun ahlaki ve duygusal yaklaşımlara bağlı olduğundan, bu ayet miras hükümlerini açıklayan bir önceki ayetin ardından iki ahlaki hükme açıklık getiriyor, ki bunlardan ilki mirasın paylaşıldığı oturuma katılan akrabalar ve özellikle yetimler ve yoksul akrabalara gerçi miras hükmüne göre onlara hiç bir şey düşmese bile mirastan bir şeyler verilmelidir, böylece mağduriyet yüzünden şiddetlenebilecek olan kin ve kıskançlık duygularının kabarması önlenirken aynı zamanda aile ve akraba bağları da güçlenmiş olacaktır. İkinci nokta, bu kesime karşı hoş ve güzel sözlerle konuşmaktır, böylece onlar mağdur olduğu için akrabalar tarafından sevilmediği duygusuna kapılmaz.
                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Mağdurların doğal isteklerine ilgi duyalım ve farz olan miktarın ötesinde onlara yardımcı olmaya çalışalım

                                2 - Hediye vermek ve sıcak ilgi göstermek sureti ile akrabalık bağlarını güçlendirelim ve manevi sevgimiz ve maddi ihsanımızla aile içinde

                                kin ve kıskançlıkları önleyelim.

                                Şimdi,
                                Nisa suresinin 9. ayetini dinliyoruz.

                                وَلْيَخْشَ الَّذِينَ لَوْ تَرَكُواْ مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُواْ عَلَيْهِمْ فَلْيَتَّقُوا اللّهَ وَلْيَقُولُواْ قَوْلاً سَدِيدًا

                                Yani:

                                Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde (halleri ne olur) diye korkacak olanlar (yetimlere haksızlık

                                etmekten) korkup titresinler; Allah'tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.


                                Kuran-ı Kerim insanların yetim çocuklara karşı duygularını geliştirmek için onları sığınmasız ve savunmasız kalan ve kefillerinin onlara hiç ilgi göstermeyen ve onların malını heba eden çocuklara benzetmektedir. Bu benzetmenin ardından Kuran-ı Kerim şu hatırlatmada bulunuyor: Eğer kendi çocuklarınızın geleceğinden endişe ediyorsanız ki mesela sizden sonra onlara nasıl davranılacak, o zaman siz de halkın yetimlerine karşı Allah'ı göz önünde bulundurun ve onlara zulmetmek bir kenara, iyi davranın ve güzel sözler söyleyin ve onların gönlünü kazanarak sevginizle yetimlerin duygusal ihtiyaçlarını karşılayın.
                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Toplumun yetim çocuklarına kendi evlatlarımıza davranırcasına davranın.

                                2 - Bizim toplumdaki davranışlarımızın yankıları, sadece yaşadığımız sürece değil, ölümümüzden sonra da iyi kötü kendi çocuklarımıza

                                yansıyacaktır. O zaman toplumdaki davranışlarımıza dikkat etmeliyiz.

                                3 - Yetim çocukların ihtiyaçları sadece yiyecek ve giyecek değil, onların duygusal ihtiyaçlarını karşılamak da bir o kadar önemlidir.

                                Şimdi,
                                Nisa suresinin 10. ayetini dinliyoruz.

                                إِنَّ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ أَمْوَالَ الْيَتَامَى ظُلْمًا إِنَّمَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ نَارًا وَسَيَصْلَوْنَ سَعِيرًا

                                Yani:

                                Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe

                                gireceklerdir.


                                Bu ayet yetimlere zulmetmenin iç yüzünü gösterirken şöyle buyurmakta: Yetim malını yemek, gerçekte ateş yutmak gibidir ki kıyamet gününde aynı şekilde ortaya çıkacaktır.
                                Gerçek şu ki kıyamet gününde alacağımız cezalar kendi amellerimizin aynasıdır. Nitekim yetim malını yemek bu kesimin yüreğini yaktığı gibi, bu amelin gerçek yüzü de yakan bir ateş gibidir ve zalimin tüm vücudunu sarar ve yakar.
                                Bir önceki ayet yetimlere zulmetmenin sosyal izlerini ifade ederken bu ayet bu haksızlığın iç yüzünü beyan ediyor ve böylece mümin insanları yetim malı ile uğraşırken bu konuyu dikkate alarak ona göre davranmaları konusunda uyarıyor.
                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Yetim malını yemek, gerçi görece olarak lezzetli bir iş şeklinde algılanabilir, lakin gerçeği çok acı ve çok yakıcıdır ve insanlarda tüm iyi huyları yok eder.

                                2 - Cehennem ateşi gerçekte kıyamet gününe taşıdığımız kendi çirkin amellerimizin ateşidir. Yüce Allah kullarının ateşte yanmasını istemez, esas bizler kendi kendimizi günahlarımızın ateşine atıyoruz.


                                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234226-nura-giden-yol--114

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X