Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Nura Giden Yol

    Euzu billahi mineş şeydanir racim bismilllahirrahmanirrahim
    Elhamdülillahi rabbil alemin Salatu selam onun Kutlu habibine ve Pak Ehlibeytine olsun. Lanets kıyamate kadar onların düşmanlarına..

    bu başlık altında çok sevdiğim program olan İran İslam Cumhuriyeti Radyosunda yayınlanan Nura giden yol adlı tefsir programını sizlerle paylaşmak istiyorum.. Porogram çok uzun her gün bir kaç tane paylaşmaya çalışacağım inşaAllah...

    #2
    Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 1 )


    Bismillahirrahmânirrahîm


    Günümüz gelişmiş ve sanayileşmiş dünyasında üretilen her araç için yapımcısı tarafından bir kılavuz alıcıya sunulur. Bu kılavuzun içinde aracın teknik özellikleri, doğru kullanma yöntemi ve araca zararlı veya yararlı olan şeyler ifade edilirken alıcı kılavuzu okuyarak araçtan daha iyi yararlanma imkânına kavuşur.

    Biz ve siz ve genelde tüm insanlar da yüce ALLAH tarafından yaratılan birer gelişmiş makine gibiyiz. Bizler vücudumuz ve ruhumuzda var olan zafiyetler ve karmaşıklıklar yüzünden hakikati ve saadet yolunu tam ve doğru biçimde tanımaktan aciz sayılırız.

    Öte yandan acaba bizler bir buzdolabı veya bir televizyon cihazı kadar olamaz mıyız ki onları yapan bir kılavuz hazırlamış da, bizi yaratan ALLAH bizim için bir kılavuz hazırlamamış olsun?

    Acaba biz insanlar, içinde insanoğlunun cismi ve ruhu hakkında gerekli bilgilerin ifade edildiği ve içindeki imkânlar ve yetenekleri ifade ettiği bir kılavuza ihtiyacımız yok mudur? Ve daha da önemlisi acaba insanların cismini ve ruhunu tehdit eden tehlikelerin ifade edildiği veya insanların helakı veya mutsuzluğuna sebep olan etkenlerin anlatıldığı bir kılavuz gerekmez mi?
    Acaba bizi rahmet ve sevgi ile yaratan yüce ALLAH'ın bizi kendi halimize bıraktığı ve bizlere saadet ve mutluluk yolunu göstermediği düşünülebilir mi?

    Kuran-ı Kerim yüce ALLAH'ın insanları hidayete erdirmek ve onlara saadet ve mutluluk yolunu göstermek için gönderdiği son semavi kitaptır.

    Kuran-ı Kerim aile ve toplum içinde sağlıklı ilişki biçimini, hukuki ve ahlaki konuları, cismi ve ruhi ihtiyaçları, bireysel ve sosyal görevleri, doğru ve yanlış gelenekleri, mali ve iktisadi hükümleri ve bir çok konuyu içeren semavi kitaptır.
    Gerçi Kuran-ı Kerim'de geçmiş kavimlerin öyküleri anlatılır, ancak bu kitap, öykü kitabı değil, yaşamımız için gerekli olan şeyleri öğreten bir kitaptır. Bu yüzden bu kitaba okunacak kitap anlamına gelen Kuran adı verilmiştir. Bu kitap okunmalıdır, ancak bu okumak sadece dille değil, aynı zamanda düşünce ile birlikte olmalıdır ve yüce ALLAH bunu bizden yine bu kitapta istemiştir.
    Bu gün ilkine başladığımız dizi söyleşimizde Kuran-ı Kerim ayetlerinden kavramları çeviri ve izahat şeklinde sizlere aktararak yaşamınızı bu kitabın belirlediği yönde programlamanıza yardımcı olmaya çalışacağız.

    Bilindiği üzere Kuran-ı Kerim'in 114 suresi ve her surenin bir kaç ayeti bulunmaktadır. Şimdi bu sözlerin ardından Kuran-ı Kerim'in ilk suresine başlamak ve bu semavi kitabı açmak istiyoruz.

    Kuran-ı Kerim bu sure ile başladığından ona Fatihat'ul kitap adı verilmiş ve halk arasında Hamd suresi olarak ün yapmıştır.
    7 ayeti bulunan bu surenin önemini anlatacak olursak her gün namaz sırasında onlarca kez bu sureyi okumanın farz olduğunu söylemek ve bu sure olmadan namazımızın batıl olacağını belirtmek yeterlidir her halde.

    Şimdi Hamd suresinin ilk ayetinin tilavetine kulak veriyoruz.

    بسم الله الرحمن الرحيم

    Yani:

    Rahman ve Rahim olan yüce ALLAH'ın adıyla

    Eskilerde insanlar arasında önemli işlerini kendi aralarından bir büyüğün adıyla başlamak adetmiş ve böylece o işin bereketinin arttığına inanılırmış. Örneğin putperestler putların adından medet umuyormuş ve bu günlerde de projelerin açılışı cumhurbaşkanlarının adı ile yapılır.

    Ancak her büyüğün en büyüğü yüce ALLAH'tır ve tüm varlıkların varlığı O'nun varlığına bağlıdır ve sadece doğa kitabı değil, şeriat kitabı olan Kuran-ı Kerim de O'nun adıyla başlamıştır.

    Bunun dışında İslam dini bizlere tüm amellerimizi ister büyük ister küçük, ister yemek ister içmek, ister yatmak ister kalkmak, her işimizi besmele ile başlamamızı tavsiye eder ve hatta bir hayvanın başını ALLAH adı zikredilmeden kesildiğinde onun etinden yemememizi emreder.

    Besmele, sadece İslam dinine özgü bir terim değil, Kuran-ı Kerim ayetlerine göre Nuh gemisi de bu terimle birlikte harekete geçer veya Hz. Süleyman Seba kraliçesi Belkıs'a yazdığı mektubu besmele ile başlar.
    Bize göre bu terim, tam bir ayet ve Fatiha suresinin bir parçasıdır. Çünkü Hz. Peygamberi'in (sav) Ehli Beyt fertleri bu ayeti namaz sırasında okumayan veya yavaşça okuyanlardan rahatsız olur ve kendileri bizzat bu ayeti tüm namazlarda yüksek sesle okurdu.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Besmele çekmek ve ALLAH'ın adını zikretmek işlere bereket kazandırır ve ALLAH'a tevekkül ettiğimizi gösterir.

    2 - Besmele çekmek işlere ilahi bir hava kazandırır ve insan amelini şirk ve riyadan kurtarır.

    3 - Besleme çekmek, Rabbim ben seni unutmadım, sen de beni unutma, anlamına gelir.

    Yorum


      #3
      Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 2 )

      Bismillahirrahmânirrahîm

      Fatiha suresinin 2. ayeti

      اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمينَı﴿٢

      Yani:

      Hamd, Alemlerin Rabbine mahsustur.

      ALLAH'ın adının zikredilmesinin ardından gelen bu ayet, bizlerin O'na teşekkür ettiğimizin ifadesidir. O, tüm âlemi yaratan ve geliştirendir, ister cansız varlıklar, ister bitkiler, iste canlılar, ister gökyüzü, ister yeryüzü.

      O, balarısına nasıl bir bitkiden beslenmesini ve petek yapmasını öğretmiştir. O, karıncaya nasıl kış için yiyecek biriktirmesi gerektiğini öğretmiştir. O, bir tane buğdaydan buğdaylar ve bir elma çekirdeğinden elma ağacı yetiştirendir. O, gökyüzünü bunca azameti ile yaratan ve her bir gezegen ve yıldız için yörünge belirleyendir.

      O, bizi pis bir sudan yaratan ve anamızın karnına yerleştiren ve ardından gelişmemizi sağlayan ve vücudumuzu hastalıklara karşı direnmek için yetiştiren veya kırılan kemiğimizin onarılmasını imkân sağlayan ve kan gerektiği zaman kan ürettirendir.

      Bizim sadece cismimiz değil, ruhumuzun da gelişmesi O'nun elindedir. O bizlere akıl ve bilinç verdi ve bizleri hidayete erdirmek için peygamberler ve semavi kitaplar gönderdi.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Bizlerin ALLAH'a olan ihtiyacımız sadece yaratılmak için değil, aynı zamanda yetişmek ve gelişmek içindir ve O'nun tüm varlıklarla ilişkisi daimidir. Bu yüzden bizler de O'nun nimetlerine sürekli şükretmeliyiz.

      2 - Sadece dünyada değil, kıyamet gününde de cennet ehli olanların kelamı bu ayettir.

      Şimdi, Fatiha suresinin 3. ayetini dinliyoruz.

      (2) الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ

      Yani:

      ALLAH, Rahman ve rahimdir.

      İnandığımız ALLAH, sevgi, şefkat, bağışlama ve esirgeme simgesidir. O'nun rahmet ve sevgisini bizler için yarattığı bol nimetlerde görmekteyiz. Güzel ve hoş kokulu çiçekler, tatlı ve leziz yemekler, rengârenk giyecekler, hepsi yüce ALLAH'ın bizlere sunduğu nimetler ve hediyelerdir.

      Anaların evlat sevgisini yüreklerine yerleştiren de yüce ALLAH'tır. O'nun öfke ve azabı da günahkâr kulları cezalandırmak içindir, kin ve intikam almak için değil. Bu yüzden eğer tevbe eder ve geçmişteki halalarımızı telafi edersek yüce ALLAH da hatalarımızı affeder.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Yüce ALLAH kulları, kendi rahmet ve sevgisi ile terbiye eder. Çünkü kendini rahman ve rahim olarak tanıtır. Yani terbiye etmeyi iki rahmetin arasında yerleştirmiş ve talim ve terbiyenin rahmet ve bağışlamakla başladığını ve rahmet ve bağışlamakla sona erdiğini buyurmuştur.

      2 - Eğer toplumun eğitmenleri de başarılı olacaklarsa, sevgi ve şefkatli olmaları gerekir.

      Şimdi, Fatiha suresinin 4. ayetini dinliyoruz

      (3) مَـلِكِ يَوْمِ الدِّينِ

      Yani:

      Ahiret gününün maliki ALLAH'tır.

      Din kelimesi hem inanç ve hem ceza ve mükafat anlamına gelir. Burada din kelimesinden maksat, hesap günü ve ceza veya mükâfatlandırılma günüdür.

      Kuşkusuz yüce ALLAH hem bu dünyanın ve hem de ahiret'in malikidir, lakin O'nun kıyamet günündeki mülkiyetinin cilvesi bir başkadır. O gün hiç kimse hiç bir şeyin maliki değildir ve mal ve servetin hiç bir etkisi olamaz. O gün hatta insan vücudunun parçaları bile insana ait değildir ve kendisinden hiç bir mazeret de kabul edilemez. O gün tek malik, yüce ALLAH'tır.
      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Yüce ALLAH'ın sonsuz rahmetinin yanı sıra kıyamet gününde hesap vermek ve cezalandırılmaktan da korkmalıyız.

      2 - Kıyamet gününe iman ederek iyi amellerimizin mükâfatlandırılacağını unutmamalıyız.

      3 - Yüce ALLAH bizlerin her türlü iyi ve kötü amelimize vakıftır.

      Şimdi, Fatiha suresinin 5. ayetini dinliyoruz



      (4) إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

      Yani:

      (ALLAH'ım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.

      Daha önceki ayetlere yüce ALLAH'ın bazı sıfatları ile tanıştık ve O'nun rahman ve rahim olduğunu, alemlerin Rabbi olduğunu ve kıyamet gününün maliki olduğunu anladık ve ayrıca bize sunduğu sonsuz nimetler için kendisine şükrettik.

      Şimdi işin hakkı şu ki O'nun katına acziyetimizi bildirmeli ve sadece O'nun kulu olduğumuzu ve O'na kulluk ettiğimizi ve O'nun emirleri dışında hiç kimsenin emirlerine boyun eğmediğimizi, ne paraya ne pula ne de zorbalara ve sömürücülere kulluk edeceğimizi bildirmeliyiz.

      İslam dininde yüce ALLAH katına en büyük ibadetin namaz olduğundan ve bu ibadet toplu halde de yapıldığından bu yüzden biz müslümanlar tek ses, tek yürek ve bir safta durup bunu ilan ediyoruz ve diyoruz ki biz sadece sana tapıyor ve sadece senden medet bekliyoruz, hatta ibadetlerimiz bile senin sayende oluyor ve eğer bize yardım etmezsen başkalarının kulu olmak zorunda kalıyoruz.

      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Yaratılış âlemine hükmeden tüm yasaları kabul ediyor ve bunların yüce ALLAH'ın tedbirleri olduğuna inanıyor ve bu yüzden ALLAH'a teslim oluyoruz ve ancak yüce ALLAH'tan medet umuyoruz.

      2 - Eğer her namaz sırasında sadece O'nun kulu olduğumuzu dile getirecek olursak artık kibir ve isyankârlığa kapılmayız.


      Yorum


        #4
        Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 3 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun değerli dinleyiciler. Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz. Şimdi Fatiha suresinin 6. ayetine kulak veriyoruz.


        اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ

        Yani:

        (Allah'ım) Bizi doğru yola ilet.

        İnsanların yaşaması için çeşitli yollar vardır. Örneğin bireysel istekler ve ihtiyaçlara göre seçilen yolların yanı sıra bir de toplumun izlediği yol vardır. Yine babalarımız ve atalarımızın gittiği yollar vardır veya Tağutların ve zalim hükümdarların belirlediği yollar vardır. Bazı yollarda dünya zevklerinden yararlanmak ve bazı yollarda bir köşeye çekilip sosyal faaliyetlerden el çekmek söz konusudur.

        Şimdi acaba insanlar bunca çeşitli yollar arasında en doğru yolu bulmak için bir kılavuza ihtiyacı yok mudur? Yüce Allah bizleri hidayete erdirmek için peygamberler ve semavi kitaplar göndermiştir ve bizler ancak İslam Peygamberi (sav) ve onun getirdiği kitap Kuran-ı Kerim'i izleyerek gerçek hidayete erenlerden olabiliriz. Bu yüzden namaz sırasında Allah'tan bizlere aydın ve güvenli bir yol göstermesini niyaz ederiz. Bu yolda sapkınlık olmak ve insanlar O'nun katına ulaşır.

        Doğru yol, orta ve ılımlı yoldur. Doğru yol, tüm işlerde ılımlı olmak ve her türlü ifrat ve tefritten uzak olmak demektir.

        Kimileri inanç ilkelerini benimserken sapkınlığa düşer ve kimileri de amel ve ahlakta doğru yoldan sapar. Kimiler tüm işlerin Allah'tan geldiğini ve sanki insanların kendi kaderini belirlemekte hiç bir iradeleri yokmuş gibi düşünür ve kimileri kendilerini her şeyde irade sahibi bilir ve sanki yüce Allah varlığa müdahale edemeyecek gibi düşünür.

        Bazı kâfirler evliyalar sıradan insanlar ve hatta daha alçakmış gibi tanıtmaya çalışır ve kimi müminler de örneğin Hz. İsa gibi peygamberleri Allah katına kadar yükseltir. Tüm bu düşünceler İslam Peygamberi (sav) ve ehli beytinin gösterdiği doğru yoldan sapma işaretidir.

        Kuran-ı Kerim bizleri ibadette, iktisadi ve sosyal işlerde ılımlı olmaya tavsiye etmiştir. Bu konu Araf suresinin 31. ayetinde, İsra suresinin 110. ayetinde ve yine Furkan suresinin 67. ayetinde açıkça vurgulanmıştır.

        Kuran-ı Kerim sadece ibadet peşinde olan ve toplumdan uzaklaşan veya halka hizmeti sadece ibadette görenleri de uyarmakta ve onlara namaz ve zekâtın yan yana geldiğini, birinin yaratanla irtibat ve diğerinin kullarla irtibat aracı olduğunu vurgulamaktadır.

        Kuran-ı Kerim Fetih suresinin son ayetinde de Allah resulü ve izleyenlerinin Allah'ın düşmanlarına karşı sert ve müminlere karşı yumuşak davrandığını vurgular.
        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - İlahi doğru yol sabittir ve bilmukabil, beşeri yollar her gün değişmektedir.

        2 - İki nokta arasında en kısa mesafe, doğru yoldur ve bu yol tektir ve hiç bir sapması yoktur ve insanı en kısa zamanda maksadına ulaştırır.

        3 - Doğru yolu seçmek ve bu yolda kalmak için Allah'tan yardım talebinde bulunmalıyız, çünkü bizler her zaman hata yapabilir ve doğru yoldan sapabiliriz. Nitekim nice insanlar bir ömür imanla yaşadıktan sonra paraya veya mevkiye kavuşunca Allah'ı unutmuştur.

        Şimdi, Fatiha suresinin 7. ayetini dinliyoruz.

        صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ


        Yani:

        (Allah'ım) Bizleri kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.

        İnsanlar yaşamları için bir yol seçerken üç gruba ayrılırlar. Bir grup Allah yolunu seçen ve bireysel ve sosyal yaşamlarını ilahi kanunlara göre ayarlayanlardır ki bu grup sürekli özel ilahi rahmet ve nimetlerden faydalanır.

        İkinci grup, birinci grubun karşıtıdır. Yani Hakkı tanımış olmalarına karşın Allah'ı bırakarak Allah'tan başkasına yönelir ve kendilerinin ve dost ve akrabalarının gayri meşru talep ve heveslerini Allah'ın buyruklarına tercih ederler.

        Bu grup yavaş yavaş doğru yoldan saparlar ve Allah katına yakınlaşmak ve O'nun rahmetinden yararlanmak yerine mutsuzluk ve bedbahtlık vadisine düşür ve ilahi gazaba uğrarlar.

        Bu arada üçüncü bir grup vardır ki belli bir yolu yoktur ve şaşkın şaşkın ortalıkta dolaşırlar ve bu ayette onlara sapıklar denmiştir, yani her gün bir yolu seçerler, ama bir yere de varamazlar.

        İşte bu yüzden bizler her namaz vaktinde bu son iki ayeti tekrarlıyor ve Allah'tan bizleri doğru yola gidenlerden yapmasını ve gazaba uğrayan ve sapıklardan yapmamasını niyaz ediyoruz.

        Burada akla gelen soru, gazaba uğrayanlar ve sapıkların kimler olduğu sorusudur. Bunun için burada bir örnek vermek istiyoruz.

        Hz. Musa tarafından Firavun'un zulmünden kurtulan İsrailoğulları bir dönem ilahi emirlere uydukları için Allah'ın lütuf ve rahmetinden yararlanmış ve yüce Allah onları kendi çağında yaşayan insanlardan üstün kılmıştır.

        Ancak aynı kavim yine kendi amellerinden ötürü ilahi gazaba uğramıştır. İsrailoğulları Tevrat yasalarını çiğneyerek faiz ve haram işlere yönelmiştir. Yine aynı kavim tembelleşerek kendi vatanını ve inancını korumak istememiştir, öyle ki Hz. Musa'ya: Sen git kendin savaş, bizim savaşacak halimiz yok, demiştir. Bu olayda kavmin iyi insanları da susmuş ve hiç bir tepki vermemiştir. Dolaysıyla bu kavim izzetin doruğundan zilletin en derin noktasına düşmüştür.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Doğru yolu seçerken bir model belirlemek gerekir ve yüce Allah Nisa suresinin 69. ayetinde peygamberler, sadık insanlar, şehitler, salih insanların O'nun özel nimetlerinden yararlanacağı vaadinde bulunmuştur.

        2 - Yüce Allah'tan gelen herşey nimettir, ancak ilahi gazabı bizler kendi yaptıklarımızla kendi üzerimize çekiyoruz.

        Değerli dinleyiciler, bir başka Nur tefsirinin sonuna geldik. Haftaya tekrar birlikte olacağız. Şimdilik esen kalın.

        Yorum


          #5
          Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 4 )

          Bismillahirrahmânirrahîm
          Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun değerli dinleyiciler. Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz.
          Bu gün Kuran-ı Kerim'in en uzun suresi olan Bakara suresine başlıyoruz. Bu surenin adı, surede anlatılan İsrailoğlları'nın bir sığırının öyküsünden alınmıştır
          Şimdi Bakara suresinin 1. ayetine kulak veriyoruz.


          الم

          Bir sözcük genellikle bir kaç harfin birleşmesinden oluşur ve bir anlam taşır. Ancak yüce Allah kendi kitabında 114 sureden 29'unu bir birinden ayrı harflerle başlamıştır. Bunun ilk örneğine Bakara suresinde ilk ayette rastlamaktayız ve bu harfleri birleştirip elem değil de, elif lam mim şeklinde okumaktayız.
          Arap dilinde bundan önce eşine rastlanmayan bu harflere Kuran-ı Kerim terminolojisinde Mukattia, yani kesik harfler adı verilir.

          Kuran-ı Kerim'de birçok yerde bu harflerden sonra bu kitabın azameti ve mucizesini yansıtan ayetler gündeme gelmiştir. Nitekim Şura serisinde yüce Allah şöyle buyurmakta: Rabbin sana ve senden önceki peygamberlere vahiy nazil eder.

          Sanki yüce Allah, mucize olan kitabını anlaşılmaz harf ve sözlerle değil de, bu harflerle yaptığını ve insanlara sunduğunu buyurmak istiyor.
          Şimdi eğer Kuran-ı Kerim'in mucize olmadığını iddia edenler yapabiliyorsa aynı harfleri kullanarak Kuran-ı Kerim gibi bir kitab yazsın, öyle ki içerik açısından bu eşsiz kitap gibi olsun.

          Evet, bu gerçekte yüce Allah'ın sanatıdır ki alfabeden öyle bir kitap yazdı ki insanlar hatta bir tek ayetini yazmaktan bile acizdir. Nitekim yüce Allah doğada cansız topraktan onca meyve ve bereket yaratır, oysa insanlar topraktan ancak tuğla ve çanak çömlek yapar.

          Şimdi, Bakara suresinin 2. ayetini dinliyoruz.

          ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ

          Yani:

          Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.
          Kitap geçmiş kuşakların geleceklerine miras bıraktığı en değerli mirastır. Bu değerli miras sessiz dili ile en yüce kavram ve maarifleri dünyalılara duyurmayı başarmıştır.

          Gerçi Kuran-ı Kerim kitap şekilde nazil olmadı, ancak ilahi ayetleri her türlü tahrif ve değişimden korumak için İslam Peygamberi (sav) kendisine vahiy olan ayetleri halka kıraat eder ve böylece kalem ehli olanların bu ayetleri yazarak ezberlemelerini sağlardı.

          Eğer insanlar bu semavi kitabı okur ve anlamlarını doğru biçimde idrak edecek olursa bu kitabın yüce Allah tarafından gönderildiğine iman eder ve böyle konuların 14 asır önce ilim ve okumakla pek uğraşmayan bir kavim tarafından ifade edilmesine imkân olmadığına kanaat getirir.

          Nitekim söyleşimizin ilk bölümünde Kuran-ı Kerim'in beşeriyeti saadet ve mutluluğa götüren bir kılavuz gibidir demiştik ve kim saadet istiyorsa yüce Allah'ın gönderdiği bu kılavuza uymak ve kendisinin cisim ve ruhunu tehdit eden tehlikelerden korumak zorundadır.

          Yüce Allah Bakara suresinin 185. ayetinde de bu kitabın insanların hidayeti için nazil olduğuna vurgu yapar.

          Kuşkusuz bu semavi kitaptan ancak hak ve hakikat peşinde olanlar yararlanabilir, yoksa inatçı ve bağnaz ve heves peşinde olan kimselerin ve nerede hak varsa onu susturmaya çalışanlar bu kitaptan yararlanamayacağı kesindir.
          Dolaysıyla yola çıkarken bir iç ve fıtri takva gereklidir ki böylece Kur'ani hidayet için gereken zemin hazırlanmış olsun. Bu yüzden bu kitabın sadece muttaki insanların hidayetine sebep olduğu vurgulanır.
          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - İslam Peygamberi'nin (sav) sahabesi Kuran-ı Kerim yazmaya çok önem verirdi ve bu yüzden bu ayetler bir kitap şeklinde günümüze dek geldi ve bizlere ulaştı. Bizler de bu semavi kitabın hürmetini ve kutsiyetini korumalıyız.

          2 - Bu kutsal kitabın içeriği çok sağlamdır, zira yüce Allah tarafından nazil olmuştur.

          3 - Kuran-ı Kerim beşeriyeti hidayete erdirme kitabıdır. Bu kitap özel bir grup için hazırlanan özel bir kitap değildir ve bu yüzden içinde fizik veya kimya gibi alanlardaki sorularımıza cevap aramamız gerekir.

          4 - Kuran-ı Kerim nurundan ancak gönüllerimizi hak ve hakikati benimsemek için hazırladığımız vakit yararlanabiliriz. Evet, ışık temiz camdan geçer, ama çamurdan asla.

          Değerli dinleyiciler, bir başka Nur tefsirinin sonuna geldik. Haftaya tekrar birlikte olacağız. Şimdilik esen kalın.

          Yorum


            #6
            Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 5 )

            Bismillahirrahmânirrahîm


            Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun değerli dinleyiciler. Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz. Şimdi Bakara suresinin 3. ayetine kulak veriyoruz.

            الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ

            Onlar gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.

            Kuran-ı Kerim varlık âlemini iki bölüme ayırır. Bunlardan biri gayb âlemidir ki bizlerin hislerinin dışında ve gizli olan âlemdir ve öbürü görünen ve hissedilen ve maddi doğayı içeren âlemdir.

            Kimi insanlar sadece gördüklerini, duyduklarını ve kısaca beş hisleri ile idrak ettikleri konuları kabul eder ve her şeyi bu beş hissin çerçevesinde değerlendirir. Oysa bizlerin bu sınırlı hisleri tüm varlığı idrak edebilecek güçten yoksundur. Örneğin çekim gücü maddi bir özellik olmasına karşın hislerimizle ölçülebilen bir güç değildir ve sadece eşyaların yere düşmesindendir ki yer kürenin çekim gücü olduğunu anlarız. O zaman bizim çekim gücü hakkındaki bilincimiz doğrudan idrak etme yoluyla değil, izlerini gözlemlemekle elde edilir.

            Kimileri yüce Allah'ı bizzat görerek iman etmek ister, nitekim İsrailoğulları Hz. Musa'ya Allah'ı açıkça görmedikçe iman etmeyeceklerini söyledi, oysa yüce Allah bizler gibi maddi bir varlık değil ki O'nu görebilelim. Biz yüce Allah'ın varlığına ancak yaratılışta sergilediği güç ve azameti ile inanır ve iman ederiz.

            Takvalı ve hakikat peşinde olan insanlar tanımlarını sadece madde alemle sınırlı görmüyor, aynı zamanda bizlerin görece hislerimizin dışında kalan gayb alemi, yani Allah, melekler ve ayrıca ahiret alemini de idrak ediyor.

            Kuşkusuz iman aşaması, ilim ve tanımdan çok daha yüksektir. Bu aşamada insanın kalbi ve ruhu bir şeyin varlığına şahadet getirir ve ona karşı aşk duygusu bekler ve açıktır ki böyle bir iman ve inancın sonucunda iyi ameller gerçekleşir ve genelde İslam açısından amelle birlikte olmayan iman, insanların yücelmesine katkısı olamaz.

            Bu ayet ise takvalı insanların hem gayb âlemine iman ettiğini, hem de namaz ve infak ehli olduğunu buyurur. Allah'ı anma ibadeti olan namaz ile birlikte insanlar kendi ruhsal ihtiyaçlarını da karşılar ve huzur ve güvene kavuşur. Öte yandan gelirlerinin bir kısmını mağdurlara vererek toplumun ihtiyaçlarını ve sağlıklı olmasına katkıda bulunur.

            Kuşkusuz sırf namaz kılmak yeterli değildir ve insanlar hem kendileri namaz kılmalı hem de başkalarını namaza davet etmelidir. Namaz zamanında kılınmalı, hem camide cemaat şeklinde kılınmalı. İşte bu durumda namaz toplumda ihya olur ve kendine özgü konumuna kavuşur.

            İnfak konusunda da İslam'ın amacı sadece maddi yardımlar değildir, nitekim Kuran-ı Kerim'de hem servetinizden, hem gücünüzden ve hem ilminiz ve Allah vergisi her türlü imkân ve yeteneğinizden infakta bulunun şeklinde buyrulmuştur.
            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Varlık âlemi maddi dünya ile sınırlı değil, bazı şeyler bizlerden gizlidir ve ancak akıl ve gönül yardımı ile idrak edilebilir. O zaman onların varlığına iman etmeliyiz.

            2 - İman amelden ayrı olamaz ve mümin insan aynı zamanda Allah'ın buyurduğu şekilde amel ehlidir.

            3 - Namaz, mümin insanların amellerinin eksenidir.

            4 - Neyimiz varsa, Allah'tandır. O zaman bir bölümünü Allah yolunda infak etmeliyiz. Yüce Allah da dünyada ve ahiret'te bu infakları telafi eder.

            5 - İslam dini toplumun yönetilmesi için kapsamlı bir dindir. Bu din hem Allah ile irtibat kurmaya, hem toplum ve insanlarla ilgilenmeye vurgu yapar.
            Şimdi, Bakara suresinin 4. ayetini dinliyoruz.

            والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

            Yani:

            Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar

            Vahiy, muttaki insanların iman ettiği tanım yollarından biridir. Nitekim bir önceki ayette de dedik ki insanlar için tanım yolu sadece hislerle sınırlı değil ve hisler âleminin ötesinde aklın şahadet getirdiği bir alem vardır, lakin akıl bu alemi tam olarak tanımaktan acizdir ve işte bu noktada yüce Allah vahiy yoluyla bizim bu alemi tanımamıza yardımcı olur.

            Akıl bir Allah vardır diyor, lakin vahiy bu Allah'ın özellikleri ve sıfatlarını beyan ediyor. Akıl insanları cezalandırmak veya mükâfatlandırmak için bir mahkemenin kurulması gerektiğini belirtiyor ve vahiy bu özellikleri taşıyan kıyamet gününden söz ediyor. o zaman akıl ve vahiy birinin tamamlar ve iman ehli olanlar her ikisini kullanır.

            Vahiy İslam peygamberine özgü değildir ve kendisinden önceki peygamberler de vahiye muhatap olmuştur. Bu yüzden takvalı insanlar önceki Peygamberi reddetmek ve sadece İslam peygamberini kabul etmek gibi bir bağnazlıkları yoktur ve bilakis tüm ilahi peygamberlere ve onlara vahiy olanlara iman ederler.
            Ahiret âlemi, doğru tanınmasının ancak vahiy yolu ile mümkün olan gaybi konulardan biridir. Bu yüzden müminler buna göre kıyamet gününe inanır ve ölümün her şeyin sonu olmadığının bilincindedir.
            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Tüm peygamberlerin tek bir hedefi vardır, bu yüzden tüm semavi kitaplara iman etmek gerekir.

            2 - İslam ümmeti önceki semavi kitapların mirasçısıdır ve bu kitapları koruması gerekir.

            3 - Kıyamet gününün birçok işaretleri vardır ve dünyayı insanların gözünde çok dar gibi gösterir ve bu yüzden insanları günahlara karşı korur ve insanların amellerine yön verir.

            Değerli dinleyiciler, bir başka Nur tefsirinin sonuna geldik. Haftaya tekrar birlikte olacağız. Şimdilik esen kalın.

            Yorum


              #7
              Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 6 )

              Bismillahirrahmânirrahîm

              Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun değerli dinleyiciler. Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz. Şimdi Bakara suresinin 5. ayetine kulak veriyoruz.


              أُوْلَـئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

              Yani:

              İşte onlar Rab'lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.

              Bu ayet pak insanların sonunun kurtuluş olacağını ve buna ancak ilahi hidayeti kabul ederek kavuşacaklarını ifade eder. Kurtuluş demek, nefsanî heveslerden arınmak ve ahlaki faziletlere bürünmek demektir. Arapçada tarımla uğraşan kimseye de aynı kökten gelen Fellah adı verilir, çünkü bu insanlar yaptıkları iş ile tohumun toprak altından çıkmasını ve bir bitkiye dönüşmesini sağlar.

              Kurtuluş insanların erdemliliğinin en üst düzey merhalesidir. Çünkü Kuran-ı Kerim ayetlerine göre varlık insanlar için yaratılmış ve insanlar da ibadet için ve ibadet takvaya ulaşmak içindir ve bu ayet takvalı insanların kurtulacağını buyurur.
              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Saadet ve mutluluğa kavuşma yolu, ilahi hidayeti kabul etmektir.

              2 - Kurtuluş çaba olmadan elde edilemez. Kurtuluş hem ilim, hem amel ister, üstelik iyi ve seçkin amel ister.

              Şimdi, Bakara suresinin 6. ayetini dinliyoruz.

              إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ

              Yani:

              Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar.

              Muttaki ve pak insanların sonu anlatıldıktan sonra bu ayet, bağnazlık ve inatçılıkları ile hak sözü asla kabul etmeyen ve iman getirmeyen kâfirleri anlatır.
              Küfür Arapçada örtmek ve göz ardı etmek anlamına gelir. Nimetlerin küfranı da gerçekte nimetleri göz ardı etmektir. Kâfir ise hakkı inkâr eden ve göz ardı eden kimsedir.

              Eğer yüce Allah irade etseydi bütün insanlar iman etmek zorunda kalırdı, lakin zorla iman etmenin hiç bir değeri yoktur ve yüce Allah insanlardan kendi iradeleri ile iman etmelerini istemiştir. O zaman biz de tüm insanların mümin ve muttaki insanlar olmalarını beklememeliyiz.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Küfür ve bağnazlık insanların düşüncesini taşlaştırır, öyle ki bu tür insanlar adeta bir taş parçası gibi nasihatlere karşı duyarsız olur.

              2 - Eğer insanlar hakkı kabul etmeyecek olursa, peygamberlerin nasihatleri de faydasızdır. Peygamberlerin çağrısı verimli bir toprağa yağdığında çiçek açan, verimsiz toprağa yağdığında hiç bir şey yeşertemeyen yağmur gibidir.

              3 - Gerçi kâfirler iman etmez, lakin bizler görevimizi yerine getirmeli ve onlara nasihat etmeliyiz.

              Şimdi, Bakara suresinin 7. ayetini dinliyoruz

              خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ

              Yani:

              Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.

              Kâfirlerin akıl, göz ve kulakları vardır, lakin çirkin ameller ve yersiz bağnazlık ve inatçılık onların bu duyguları karşısında adeta bir perde oluşturmuş ve hakikati görme ve duyma kabiliyetlerini yok etmiştir ve bu da yüce Allah'ın onlara bu dünyada verdiği cezadır ve tabi ki kıyamet gününde onları daha ağır azablar beklemektedir.

              Burada akla gelen soru, eğer yüce Allah kâfirlerin gönül, kulak ve gözlerini mühürlediyse o zaman acaba onlar küfürleri yüzünden suçlu mu sayılması gerekir, sorusudur.

              Bu soruya Kuran-ı Kerim Mümin suresinin 35. ayetinde ve yine Nisa suresinin 155. ayetinde cevap vermekte ve yüce Allah'ın onların gönüllerini ve göz ve kulaklarını sırf küfürleri yüzünden mühürlediğini buyurur.

              Gerçekte bu ayet yüce Allah'ın insanlar hakkındaki sünnetini anlatır, şöyle ki eğer insanlar hak karşısında kibir ve isyankârlığa kapılırsa sonuçta onların hakkı tanıma araçları da çalışmaz hale gelir ve tüm hakikatleri ters görmeye başlar ve dünya ahiret, bedbaht olurlar.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Hakkı tanıyan ancak örtbas etmeye çalışan kimseyi yüce Allah da gölünü örtbas eder ve bu, yüce Allah'ın verdiği cezadır.

              2 - İnsanların hayvanlara nazaran üstünlüğü, onların akıl ve idrak gücüdür ve eğer küfre sapacak olurlarsa, bu imtiyazlarını kaybeder.

              Değerli dinleyiciler, bir başka Nur tefsirinin sonuna geldik. Haftaya tekrar birlikte olacağız. Şimdilik esen kalın.

              Yorum


                #8
                Nura Giden Yol

                dostlar bundan böyle bu yazıları günlük olarak üyemiz mazlumiyet aktaracaktr inşaAllah.. ben genelde paylaşımlarımı kendim yazdığım için böylesi daha isabetli olur dedik..

                Yorum


                  #9
                  Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 7 )

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun değerli dinleyiciler. Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz. Şimdi Bakara suresinin 8. ayetine kulak veriyoruz.


                  وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ

                  Yani:

                  İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, "Allah'a ve ahiret gününe inandık" diyenler de vardır.

                  Hidayet kitabı olan Kuran-ı Kerim müminlerin, kafirlerin ve münafıkların özelliklerini bizlere beyan eder, ta ki bizler hem kendimizi tanıyalım ve hangi grupta yer aldığımızı bilelim, hem de başkalarını tanıyalım ve ona göre davranalım.

                  Bakara suresinin başından beri dört ayet müminleri ve iki ayet de kâfirleri anlattı. Bu ayet ve bundan sonraki ayetlerde üçüncü bir grup gündeme geliyor ki ne ilk grubun nuraniyeti onlarda vardır, ne de ikinci grubun cesareti. Bunlar ne sözde ne de gönülden iman edenlerdir. Bunlar içlerindeki küfür duygusunu gizleyen ve görece olarak müslüman olduklarını iddia eden münafıklardır.

                  İslam Peygamberi (sav) Mekke'den Medine'ye hicret etmesinin ardından müşrikler Bedir savaşında Müslümanlardan ağır bir yenilgi aldı. Mekke ve Medine halklarından bazıları gönülden İslam'a inanmazken, korkak oldukları ve kâfirler gibi açıkça küfürlerini dile getiremedikleri için veya müslümanlar arasında mal ve mevkie kavuşmak için görece olarak İslam iddiasında bulundular ve Müslümanların arasına karıştılar. Kuşkusuz bunlar çok korkak bir kesimdi ve küfür ve imansızlıklarını kâfirler gibi açık bir şekilde dile getirmiyordu ki müminler kendi saflarını onlardan ayırsın.

                  Her halükarda nifak ve iki yüzlülük tüm inkılâplarda ve sosyal gelişmelerde göze çarpan bir olaydır ve iman ettiğini dile getiren herkesin illa ki iman ettiği anlamına gelmez ve nice insanlar vardır ki görünüşte İslami bir görünüşü vardır, ama arkadan İslam'a darbe indirmektedir.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - İman, gönülden gelen bir duygudur, dilden değil. O zaman insanları tanımak için sadece onların sözleri ile yetinmemeliyiz.

                  Şimdi, Bakara suresinin 9. ayetini dinliyoruz.

                  يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ
                  5s

                  Yani:

                  Bunlar Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.

                  Münafıklar kendilerini çok zeki ve uyanık sanıyor ve iman ettiklerini söyleyerek Allah'ı da kandırıp Müslümanlara verilen imtiyazlardan yararlanmayı umuyor. Onlar Allah resulü ve müminleri kandırarak uygun zamanda İslam'a darbe indirmeyi planlıyor. Oysa yüce Allah onların içindeki küfürden haberdardır ve gerektiği yerde ve uygun zamanda onları rezil rüsva etmesini de çok iyi bilir.

                  Bir hekime başvuran hasta, eğer hekimin söylediklerini yerine getirmez de yalandan verdiği ilaçları kullandığını söylerse, kendince hekimi kandırmıştır, oysa kendini kandırmaktan başka bir şey yapmamıştır. Bu yüzden bu tür hasta münafıklar Allah'ı kandırdıklarını sanarlar, oysa gerçekte kendilerini aldatmış olurlar.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Münafıklar hilekârdır. İnsanların görünüşüne aldanmamak için dikkatli olmalıyız.

                  2 - Başkalarını kandırmaya çalışmamalıyız, çünkü yapılan hile, hile yapan kimseye geri döner.

                  3 - İslam dininin münafıklara karşı yaklaşımı münafıkların İslam'a yaklaşımı gibidir. Münafık görece olarak İslam'a inanır. İslam da onu görece olarak müslüman tanır. Münafık gönülden iman etmez ve yüce Allah onu kıyamet gününde kâfirler gibi cezalandırır.

                  4 - Münafıklar kendilerini zeki ve uyanık sanar, oysa en şuursuz kimselerdir. Çünkü yüce Allah'ın onların içindeki tüm sırların bilincindedir.
                  Şimdi, Bakara suresinin 10. ayetini dinliyoruz

                  فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

                  Yani:

                  Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.

                  Kuran-ı Kerim açısından insanların ruhu da vücutları gibi bazen hastalanır ve eğer bu hastalıklar tedavi edilmezse her gün daha da yayılır, öyle ki helak olmalarına sebep olur.

                  Nifak, insanların ruhunu tehdit eden en tehlikeli ruhsal hastalıklardandır. Sağlıklı insanın bir tek yüzü vardır ve vücudu ile ruhu arasında tam bir uyum söz konusudur. Sağlıklı insanın gönlünden geçenlerle davranışları uyumludur, lakin eğer bu uyum bozulursa, ruh hastalanır ve sapkınlık ortaya çıkar.

                  Nifak hastalığı kıskançlık gibi diğer hastalıklara zemin oluşturur ve adeta bir kanser tümörü gibi günden güne münafık kimsenin ruhunu kemirir. Kuran-ı Kerim nifak hastalığının kaynağını yalan olarak göstermiştir ve yalanla birlikte nifak başlar ve sürer. Kuşkusuz yalan söylemek sadece dille olmaz ve bir insanın ameli düşüncesi ile bir olmazsa yalan amelde bulunmuş olur.

                  Bir cesedi düşünün ki biriken bir suyun içine düşmüştür ve çok kötü kokmaktadır. Bu cesedin üzerine yağmur yağdıkça, kötü kokusu bertaraf olmak yerine daha da kötü kokar. Nifak de bir ceset gibidir ve insan ruhuna yerleştikçe, Allah tarafından nazil olan ve rahmet sayılan her hüküm, münafık kimseyi teslim olmak yerine riyakârlığa sürükler ve nifakın çirkin yüzü daha da gün ışığına çıkara ve böylece bu hastalık daha da yayılmış olur.

                  Nifakın çok geniş anlamı vardır ve sözle amel arasında her türlü çelişkiyi kapsar ve bu anlamda bazen mümin bir insanda da ortaya çıkabilir. Nitekim ibadet yaparken gösteriş yapmak, yani ibadeti Allah'tan başkası için yerine getirmek de bir nevi nifaktır.

                  İslam peygamberi (sav) şöyle buyurur: Üç sıfat vardır ki kimde olursa olsun, münafıktır, hatta oruç tutar, namaz kılar ve kendini müslüman ilan etse bile. Emanete ihanet eden, konuşurken yalan söyleyen ve bir vaatte bulunup yerine getirmeyen, münafıktır.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Nifak, ruhsal bir hastalıktır ve münafıklar hasta insanlar gibidir. Münafıklar ne sağlıklıdır, ne de ölü sayılır, ne mümindir ne de kâfir sayılır.

                  2 - Nifak kanser tümörü gibi yayılır ve tedavi edilmezse insan vücudunun her tarafını sarar.

                  3 - Nifakın kaynağı yalandır ve yalan söylemek, münafıkların her zamanki halidir.

                  Yorum


                    #10
                    Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 8 )

                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    Bakara suresinin 11 ve 12. ayetlerine kulak veriyoruz.

                    ) وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ قَالُواْ إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ، أَلا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَـكِن لاَّ يَشْعُرُونَ

                    Yani:

                    Bunlara, "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde, "Biz ancak ıslah edicileriz!" derler.
                    İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.

                    Nifak, bulaşıcı ve epidemik bir hastalıktır ve eğer önlenemezse zamanla toplumda bir çok kimseye bulaşır ve iki yüzlülük, riyakârlık ve hilekârlık, toplumu fesada sürükler.

                    Münafıklar dini taalimlere uymadıklarından diğer mümin insanları da kendileri gibi yapmaya çalışırlar. Bu yüzden onlar sürekli yüce Allah'ın hükümleri ile alay ederek insanları görevlerini yerine getirmeleri konusunda kuşkuyu sürüklemeye çalışırlar.

                    Kuran-ı Kerim münafıkların bu tür çirkin davranışlarına Tevbe ve Münafikun surelerinde örnekler verir ve İslam düşmanları ile cihat sırasında nasıl kaçtıklarını ve mücahitlerin psikolojisini bozduğunu veya infak ve mali yardım konusunda müminlerle alay ettiklerini ve bu yardımları değersiz göstermeye çalıştıklarını anlatır.

                    Nifak toplumda her türlü fesadın kaynağıdır, lakin münafıkların gözü hakikatlere karşı kördür ve bu fesatları ıslah olarak görür, çünkü onlara göre düşmanla uzlaşmak ve kan akmasını önlemek toplumun hayrınadır ve bu yüzden savaşı önlemeye ve böylece müminlerin psikolojisini ve inancını zayıflatmaya çalışır.

                    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Nifakın etkisi sadece birey üzerinde etkili değil, tüm toplumu etkiler ve fesada sebep olur.

                    2 - Nifak hastalığının belirtilerinden biri, bencillik ve kibirdir. Onlar sadece biz ıslah ederiz, der ve başkalarını inkar eder.

                    3 - Eğer nifak insan ruhuna musallat olursa doğru düşünmesini engeller ve artık hakikati görmez ve duymaz olurlar.

                    4 - Müminler, münafıkların güzel ama içi boş şiarlarına karşı uyanık olmalı ve onlara kanmamalıdır.

                    5 - Toplumu ıslah doğrultusunda olmayan zeka ve yetenek, aptallık ve bilinçsizliktir.
                    Şimdi, Bakara suresinin 13. ayetini dinliyoruz.

                    وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُواْ كَمَا آمَنَ النَّاسُ قَالُواْ أَنُؤْمِنُ كَمَا آمَنَ السُّفَهَاء أَلا إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاء وَلَـكِن لاَّ يَعْلَمُونَ

                    Yani:

                    Onlara, "İnsanların inandıkları gibi siz de inanın" denildiğinde ise, "Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?" derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.

                    Nifakın bir başka belirtisi, kibir, bencillik ve başkalarını hor görmektir. Münafıklar kendilerini çok akıllı, zeki ve uyanık sanar ve müminleri sade, sefil ve aptal kimseler olarak görürler. Bu yüzden ne zaman onlara neden kendinizi toplumdan soyutlandırıyorsunuz ve onlar gibi iman etmiyorsunuz diye sorulduğunda, onlar tüm zorluklarda ve musibetler ve iyi kötü günlerde liderlerinin yanında yer alan halkı sefil olmakla suçlar ve kendilerinin iki yüzlülüğünü akılcılık olarak tanımlar.

                    Kuran-ı Kerim bu zümreye şöyle karşılık verir: Müminleri sefil olarak tanımlayan sizler esas sefillersiniz, ama sorun şu ki kendinizin sefil olduğunuzu bilmiyorsunuz ve aptallıktan daha kötüsü aptallıktan habersiz olmaktır, çünkü bu durumdaki kime, her şeyi anladığını zanneder, ama gerçekte hiç bir şeyi anlayamaz.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Müminleri aşağılamak, münafıkların yöntemidir. Onlar kendilerini herkesten üstün görür.

                    2 -Kibirli insana karşı kendisi gibi davranmak gerekir. Mümin insanları aşağılayan kimse, toplumda aşağılanmalı ki, kibiri yok olsun.

                    3 - Başkalarını aşağılamak kötü bir iştir. Akıllı insan mantıkla konuşur ve sefil insan alay ederek.

                    4 - Yüce Allah'a münafıkları bu dünyada rezil rüsva eder ve onların çirkin yüzlerini gün ışığına çıkarır.

                    Yorum


                      #11
                      Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 9 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm


                      Bakara suresinin 14. ayeti


                      وَإِذَا لَقُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُواْ إِنَّا مَعَكْمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُونَ

                      İman edenlerle karşılaştıkları zaman, "İnandık" derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, "Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz" derler.
                      Nifakın bir başka özelliği de şudur ki münafık kimsenin bağımsız ve kalıcı bir kişiliği yoktur. Onlar her ortamda o ortamın rengine bürünür. Müminlerin yanındayken kendilerini iman edenler gibi gösterir, ancak din düşmanlarının yanında olunca onlarla birlikte olur ve müminlerin aleyhinde konuşmaya başlar ve düşmanın ilgisini çekmek için müminlerle alay ederler.

                      Bu ayet bizleri insanların görünüşüne aldanmama konusunda uyarıyor. Eğer biri iman iddiasında bulunursa hemen inanmayın, bakın kimlerle görüşüyor ve dostları kimlerden oluşuyor. Birinin mümin olduğunu, fakat aynı zamanda dinin ve rehberin düşmanları ile dostluk ettiğini kabul edemeyiz. İman duygusu, din düşmanları ile dostluğu ve uzlaşmayı asla kabul edemez. İman sahibi olmak demek, din düşmanlarına düşman olmak demektir.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Şeytan, sadece cin türünden şeytan değildir. Başkalarının sapmalarına vesile olan bazı insanlar da şeytandır ve onlardan uzak durmak gerekir.

                      2 - Hak düzenine karşı hareket etmek ve gizli toplantılar düzenlemek, kişisel inancı açıklama cesaretinden yoksun olmak demektir. İman ehli ile alay eden münafıklar, korkak ve iradesiz insanlardır.

                      3 - Münafıklar, düşmanların toplum içindeki işbirlikçileridir ve onlarla aynı yönde hareket ederler. Münafıklar düşmanlara biz sizinleyiz, müminlerle değil, derler.

                      Şimdi, Bakara suresinin 15. ayeti:

                      اللّهُ يَسْتَهْزِىءُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

                      Yani:

                      Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir.

                      Ehli Beyt (as) imamlarından Hz. Musa-i Kazım (sa) şöyle buyurur: Yüce Allah hile riya ve alay etme ehli değildir, lakin düşmanların hilelerini ve alay etmelerini cezalandırır.

                      Gerçekten de münafıkların içine düştüğü basiretsizlik ve şaşkınlıktan daha yüksek ceza olabilir mi dersiniz. Allah'ın sünneti zalimlere ve günahkârlara mühlet vermektir. Ancak bu mühlet, ancak tevbeye vesile olursa rahmet sayılır, yoksa insanların daha fazla günah bataklığına saplanmalarına ve helak olmalarına sebep olur.

                      Yüce Allah'ın cezalarından biri de münafıkları bir nevi şaşkınlık durumu olan kendi hallerine bırakmaktır. Onların ne belli bir amacı, ne de huzur ve güveni vardır.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Yüce Allah'ın cezaların insanların günahları ile orantılıdır. Alay etmenin cezası alay edilmektir.

                      2 - İlahi mühletlerle kibir ve gurura kapılmamalıyız, çünkü rahmet işareti olmayabilir.

                      3 - Yüce Allah müminlerin hamisidir. Eğer münafıklar müminlerle alay edecek olursa yüce Allah da onlarla alay eder ve cezalandırır.

                      Şimdi, Bakara suresinin 16. ayeti:

                      أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ اشْتَرُوُاْ الضَّلاَلَةَ بِالْهُدَى فَمَا رَبِحَت تِّجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُواْ مُهْتَدِينَ

                      Yani:

                      İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır.

                      İçinde yaşadığımız dünya bir çarşı gibidir ve bizler metalarımızı satmak zorunda olan birer tacir gibiyiz. Bu metalar ömrümüz ve gençliğimiz ve akıl ve fıtratımız ve tüm Allah vergisi yeteneklerimizdir.

                      Bu çarşıda kimileri kâr elde eder ve saadete kavuşur ve kimileri de iflas eder ve kâr elde etmediği gibi asıl sermayesini de kaybeder. Nitekim buz satan kimse buzunu satamazsa kâr elde etmediği gibi buzlar erir gider.

                      Kuran-ı Kerim birçok yerde insanların iyi ve kötü amellerini ticarete benzetmiştir. Nitekim Saf suresinin 9. ayetinde iman ve cihadın çok karlı bir ticaret olduğunu buyurur ve iman ehli olan insanlara sizleri acı azablardan kurtaracak ticarete sevkedeceğini ve bu bağlamda Allah'a ve resulüne iman ederek bu yolda canları ve malları ile cihat etmelerini tavsiye eder.

                      Yine bu ayette münafıklar hidayetlerini satan ve sapkınlığı satan alan kimseler olarak tanıtır. Belki bu ayet münafıkların hatta Allah vergisi olan yeteneklerini de günah ve nifak işlemekle kaybettiklerini vurgulamak istiyor, çünkü gerçekte münafıkların zaten hidayete ermişlikleri yok ki onu satsın ve sapkınlığı satın alsın.

                      Her halükarda onlar bu ticarette hiç bir kar elde etmeyen ve hatta şom amaçlarına ulaşmayan kimselerdir ve bilmukabil İslam dini günden güne gelişmiş ve onlar rezil rüsva olmuştur.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Sırf ticarette kar elde etme peşinde olmamak gerekir. Ticarette neler sattığımıza ve neler elde ettiğimize bakmalıyız. Bu ticaretin sonucu hidayet ve saadet mi, yoksa sapkınlık mı, ona bakmalıyız.

                      2 - Hidayet veya sapkınlık, bizlerin kendi amellerimizin sonucudur, yüce Allah'ın takdiri veya iradesi değil.

                      3 - Nifakın sonu sapkınlık ve ziyankârlıktır. İman ise saadet ve mutluluk getirir.

                      Yorum


                        #12
                        Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 10 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        Bakara suresinin 17. ayeti:


                        مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراً فَلَمَّا أَضَاءتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لاَّ يُبْصِرُونَ

                        Yani:

                        Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.

                        Önceki ayetler münafıkları tavır ve davranışından söz etmişti. Bu ayet onları karanlıkta ateş yakanlara benzetirken şöyle buyurmakta:

                        Münafıkların iman nuru, ateşin ışığına benzer ve zayıf ve devamsız ve duman ve yakıcılıkla birliktedir. Nur, imanı yansıtır, lakin onların batını, küfür ateşi ile yanmaktadır.

                        Bu zayıf nur da, yüce Allah'ın onların içinde yaktığı pak fıtratın bir yansımasıdır, lakin zamanla onların bağnazlıkları ve inatçılıkları yüzünden bu zayıf nur da yok oluverir ve çevrelerini zulüm ve cehalet perdeleri kaplar ve her tarafları küfür karanlığı ile çevrilir.

                        Gerçekte münafıklar nifak yolunu seçerek hem ateş ehli olan kâfirleri memnun etmeyi, hem de nur ehli olan müminleri memnun etmeyi amaçlar. Onlar hem kâfirlerin dünyasından faydalanmayı, hem de müminlerin ahiretinden yararlanmayı ummaktadır. Bu yüzden Kuran-ı Kerim onları ateş yakarak hem ateşin ışığından ve hem nurdan aynı anda yararlanmak isteyen kimselere benzetir.

                        Ancak yaşam meydanı karanlık bir çöl gibidir ve bu çölü ve tehlikelerini aşmak ve sağ salim maksada ulaşmak için güçlü bir ışık lazımdır. Çünkü hadise fırtınası her an her zayıf ışığı söndürüp insanları zifiri karanlıkta bırakabilir.
                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Münafıkların nuru, ateş ışığından daha zayıftır.

                        2 - Münafıkların varlığı her yerde ateş ve fitne sebebidir.

                        3 - Münafık nura kavuşmak için ateş kullanır, ancak dumanı ve yakıcı özelliğinden kurtulamaz.

                        4 - Yüce Allah sonunda münafıkları rezil rüsva eder ve onların görece nurlarını da onlardan alır.

                        5 - Münafıkların geleceği karanlık ve muğlâktır ve kurtuluşları beklenemez.

                        Şimdi, Bakara suresinin 18. ayeti:

                        صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ
                        Yani:

                        Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.

                        Gerçi münafıkların normal insanlar gibi gözleri, kulları ve dilleri vardır, ancak hakkı ve hakikati görmek ve duymak istemediklerinden, ifade etmekten de kaçınırlar.

                        Bu yüzden Kuran-ı Kerim münafıkları, sanki bu hislerden yoksun olan kimselere benzetir. Bu ayetin dışında yine birçok ayette münafıklar için aynı benzetmeler yapılmıştır.

                        Körü körüne yapılan taklitler ve bağnazlıkların sonu hakikati anlama gücünden mahrum kalmaktır. Münafıkların gizli küfrü öylesine onların gözlerini, kulaklarını ve dillerini etkilemiş ve hakkı örtmüştür ki onlar da kâfirler gibi hakikatleri ters yüz görür ve hakkı batıldan ayırt edemez.

                        Bir önceki ayette iman nuru gidince küfür karanlığı her tarafı bastığı, öyle ki görme yeteneğinin yok olduğu belirtildi. Bu ayet ise şöyle buyurmakta:

                        Münafıklar sadece görme yeteneğini değil, hakkı duyma ve söyleme yeteneğini de kaybeder ve sonuçta karanlık uçurumuna doğru ilerleyen bu zümrenin sona düşme ve helaktan başka bir şey değil ve onlar için geriye dönüş ve kurtuluş yolu yoktur.

                        Şimdi, Bakara suresinin 19. ayeti:

                        أَوْ كَصَيِّبٍ مِّنَ السَّمَاء فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصْابِعَهُمْ فِي آذَانِهِم مِّنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ واللّهُ مُحِيطٌ بِالْكافِرِينَ

                        Yani:

                        Yahut onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.

                        17. ayette yüce Allah münafıkları nur ve ışıklarını kaybeden ve yolda kalan ve karanlıklar içinde şaşkın şaşkın dolaşan ve geriye dönüş yolları olmayan kimselere benzetmişti. Bu ayet ise şöyle buyurmakta:
                        Münafıklar adeta çamura saplanmış ve sağanak yağış, gece karanlığı, şimşeklerin ışığı ve gök gürültüsünün sesi ve ölüm korkusu onları sarmış kimseler gibidir. Ancak onların ne yağmurdan korunacak bir sığınağı, ne karanlığa karşı bir ışığı ve ne de ölümcül şimşeğin sesine karşı huzurlu bir kulağı veya ruhu vardır.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Münafıklar sorunlar ve kaygılar içinde bocalamaktadır ve bu dünyada bile sürekli ızdırap ve kaygı içindedirler.

                        2 - Ölüm korkusu sürekli münafıkların kulağında çınlamakta ve onların ruhsal huzurunu bozmaktadır.

                        3 - Yüce Allah sürekli münafıkları gözetlemekte ve onların komplolarını ifşa etmektedir.

                        4 - Nifakın sonu küfürdür.

                        5 - Münafıkların yağmurdan payı, ölümcül şimşeklerdir. Kuran-ı Kerim insanlara nazil olan ilahi rahmettir, lakin münafıklar için rezil olmaları ve zillete düşmelerinin sebebi ve tehlike çanıdır.

                        Yorum


                          #13
                          Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 11 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          Bakara suresinin 20. ayeti:


                          يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ أَبْصَارَهُمْ كُلَّمَا أَضَاء لَهُم مَّشَوْاْ فِيهِ وَإِذَا أَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواْ وَلَوْ شَاء اللّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ إِنَّ اللَّه عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ


                          Yani:

                          Şimşek neredeyse gözlerini alıverecek. Önlerini her aydınlatışında ışığında yürürler. Karanlık çökünce dikilip kalırlar. Allah dileseydi, elbette onların işitme ve görme duyularını giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

                          Gök gürültüsü ve şimşek, yağmurun habercisi ve yeryüzünün ve insanların sevinci ve canlılığının vesilesidir. Ancak bu kural herkes için geçerli değil ve sadece bu ilahi rahmetten yararlanmak için hazırlıklı olanlar için geçerlidir. Fakat örneğin yolda kalmış bir yolcu için durum nasıldır?

                          Münafıkların yaktıkları ateşin ışığı ve yine gökyüzünde çakan şimşekler hiç bir zaman münafıkların yollarına ışık tutup aydınlatamadı. Zira ilk ışık uzun ömürlü değildi ve yağmurun işareti olan ikinci ışık da onlar için musibetten başka bir şey getirmedi.

                          İlahi vahiy, münafıkların asla görmeye katlanamadığı ve peygamberden bereketini alma peşinde olmadıkları göz kamaştırıcı bir ışık gibidir. Gerçi münafıklar iman ettiklerini iddia ederek bu nurun ışığından yararlanmaya çalışır, lakin bu ışık onların gözünü kör eder ve yollarını karanlığa boğar.

                          Kuran-ı Kerim öyle bir münafıkları rezil rüsva eder ki zorunlu olarak müminlerle birlikte yollarına devam edemezler. Onların en ilerleyebilecekleri ne de geriye dönebilecekleri yolları vardır. Münafıklar sürekli kaygı ve ızdırap içinde yaşarlar. Kuşkusuz tüm bunlar, Allah'a ve müminlere karşı nifak gütmeleri yüzündendir ve eğer yüce Allah onları gerçekten cezalandırmak isterse sadece ilerlemekten geri kalmayıp aynı zamanda görme ve duyma hislerini de kaybederler.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Münafıklar ilahi nuru görmeye katlanamaz ve onlar için ilahi vahiy, adeta gözleri kör eden ışık gibidir.

                          2 - Münafıkların kendilerinden nuru yoktur ve bu yüzden müminlerin nuru altında yoluna devam etmeye çalışır.

                          3 - Gerçi münafıklar bazen ileriye doğru adım atar, lakin sonuçta ilerleyemez.

                          4 - Münafıklar amelleri yüzünden her an ilahi gazaba duçar olabilir.

                          5 - Münafıklar yüce Allah'ı kandırıp O'nun azabından kurtulamaz, çünkü yüce Allah her şeye muktedirdir.

                          Şimdi, Bakara suresinin 21. ayeti:


                          يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ


                          Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız.

                          Bundan önceki 20 ayette yüce Allah insanların ayrıldığı üç grubu anlattı. Bunlar, müminler, kâfirler ve münafıklardı. Bu ayet söz konusu üç grubun tavır ve düşüncelerini karşılaştırarak saadet ve kurtuluş yolunu gösteriyor ve şöyle devam ediyor:

                          Birinci gruba katılmak ve takvaya ulaşmak için bir tek yol vardır v e o da başkalarından kopmak ve sizi ve atalarınızı yaratan Allah'a gönül vermektir. Ancak Allah'a kulluk edin ve başkalarının kulu olmaktan kurtulun.

                          Birçok insan Allah'ı yegâne yaratan olarak kabul eder, lakin yaşamları için programlarını ve yasalarını başkalarından alır. Sanki onları yaratan yüce Allah onları kendi haline bırakmış ki istedikleri gibi yaşasınlar.

                          Bu ayet şöyle buyurmakta:

                          Sizi yaratan, sizin Rabbinizdir ve sizin gelişmeniz için bir takım görevler ve programlar hazırlamış ve sizin için bir takım düzenler ve yasalar belirlemiştir. Şeriat ve kanunları koymak, sizleri yaratan Allah'a mahsustur. O zaman O'na itaat edin ve sadece O'nun buyruklarına boyun eğin ki yararı yine sizindir. Kötülüklerden sakının ve iyiliklere yakınlaşın.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Peygamberlerin daveti geneldir ve belli bir kesime yönelik değildir. Dolaysıyla Kuran-ı Kerim yaklaşık 20 kez tüm insanlara hitap
                          etmektedir.

                          2 - Allah'a ibadet etmenin bir felsefesi de, O'nun bizlere ve atalarımıza sunduğu sonsuz nimetlerine şükretmek içindir.

                          3 - Yaratılış nimeti, yüce Allah'ın bizlere sunduğu ilk nimettir ve bu yüzden O'nun buyruklarına mutlak itaat etmeliyiz.

                          4 - İbadet, paklık ve takva vesilesidir. Ruhumuzda takva duygusunu geliştirmeyen ibadet, ibadet olamaz.

                          5 - Atalarımızın gelenek ve göreneklerini ilahi emirlerden üstün tutmamaya dikkat etmeliyiz. Zira onlar da Allah'ın mahlûklarıdır ve onları izlemek, Allah'ın emirlerine boyun eğmeyi engellememelidir.

                          6 - Yüce Allah'ın bizlerin ibadetine hiç ihtiyacı yoktur, çünkü bizlerin namazı ve ibadeti Allah'ın gücü ve azameti üzerinde hiç bir etkisi yoktur. Esas bizler gelişmek ve yücelmek için O'na muhtacız ve buyruklarına mutlak itaat etmeliyiz.

                          7 - Yaptığımız ibadetlerle kibire kapılmamalıyız, çünkü bu durum bizleri takvaya ulaşmaktan alıkoyar.

                          Şimdi, Bakara suresinin 22. ayeti:

                          الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الأَرْضَ فِرَاشاً وَالسَّمَاء بِنَاء وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَّكُمْ فَلاَ تَجْعَلُواْ لِلّهِ أَندَاداً وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ


                          O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah'a ortaklar koşmayın.

                          Bu ayette yüce Allah, her biri birçok nimetin kaynağı olan bir çok nimete işaret etmektedir. Yüce Allah yeri bir döşek gibi insanların yaşamı için hazırlamıştır. Dağlar, ovalar, su ve toprak, yerin derinliklerinde ve dağların göbeğinde türlü madenler, hepsi insanların yaşamı ve bekası için sunulan nimetlerdir.

                          Yer ve gökyüzü arasındaki uyum, yağmurun yağmasına ve ardından bitkilerin yeşermesine ve insanların rızkının hazırlanmasına vesile olur. Ancak tüm bunlar yüce Allah'ın sonsuz tedbiri ve gücü sayesinde olmuştur. O zaman nasıl olur da kendi yaşamları için O'na muhtaç olanları ortak koşuyor ve Allah'a itaat etmek yerine onlara itaat etmeye çalışıyorsunuz.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - İlahi nimetlere özen göstermek, yüce Allah'ı en iyi tanıma ve kulluk etme yoludur. Bu yüzden bu ayette yüce Allah'ın insanlara sunduğu nimetler sıralanmıştır.

                          2 - yer ve gökyüzü arasındaki uyum, yüce Allah'ın varlığına en iyi delildir.

                          3 - Yüce Allah varlığı insanlar için yaratmış ve diğer varlıkları yaratmanın esas gayesi insanların onlardan yararlanmaları içindir.

                          4 - Varlığı oluşturan parçaların arasındaki uyum, yüce Allah'ın yegâne yaratan olduğuna en iyi kanıttır. O zamana yegâne Allah'a tapmalı ve O'na ortak koşmaktan sakınmalıyız.

                          5 - Allah'ı tanımak fıtri bir durumdur ve insanların vicdanı buna şahadet getirmektedir.

                          6 - Su ve toprak birer araçtır, lakin bitkilerin yeşermesi yüce Allah'ın iradesindendir.

                          Yorum


                            #14
                            Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 12 )

                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            Bakara suresinin 23. ayeti:

                            وَإِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَأْتُواْ بِسُورَةٍ مِّن مِّثْلِهِ وَادْعُواْ شُهَدَاءكُم مِّن دُونِ اللّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ

                            Yani:

                            Eğer kulumuza (Muhammed'e) indirdiğimiz (Kur'an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).

                            Yüce Allah çok kez İslam karşıtlarını mücadeleye davet etmiş ve eğer bu kitabın Allah tarafından olmadığını ve bir beşerin yazdığını iddia ediyorsanız bunun gibi bir kitap getirin ki İslam'ın sesi sussun, şeklinde buyurmuştur.

                            İşin ilginç yanı, Kuran-ı Kerim bu çağrılarda çok kez düşmanlara indirim yapmış ve örneğin bir keresinde Kuran-ı Kerim gibi bir kitap getirin dediği halde bir başka yerde Kuran-ı Kerim'in surelerine benzeyen sadece on sure getirin demiş ve bu ayette en azından bir sure getirin demiştir.

                            Öte yandan Kuran-ı Kerim bunun için düşmanları tahrik bile ediyor ve şöyle buyuruyor:

                            Bunun için dünyanın her yerinden sizin gibi düşünenleri ve dostlarınızı, hepsini çağırın ve yardım isteyin, lakin bilin ki bunu başarmaya gücünüz yetmez.

                            Gerçi tüm peygamberlerin bir takım mucizeleri vardır, lakin İslam peygamberinin mucizesi, yani Kuran-ı Kerim'in kendine özgü özellikleri vardır ki burada bu özelliklerden sadece dördünü kısaca anlatmak istiyoruz.

                            İlk özellik, Kuran-ı Kerim'in konuşan özelliğidir. Diğer peygamberlerin mucizeleri kendiliğinden konuşamazdı ve bu yüzden bu peygamberlerin mucizeleri sürekli kendi yanlarında olması gerekiyor ve onlar da bu benim mucizem demesi gerekiyordu. Oysa Kuran-ı Kerim'in tanıtılmasına gerek yoktur, çünkü bu mucize bizzat muhalifleri mücadeleye davet ediyor ve onları yeniyor. Kuran-ı Kerim hem kanunun kendisidir, hem de belgesi.

                            İkinci özellik, Kuran-ı Kerim'in ebedi oluşudur. Diğer peygamberlerin mucizeleri belli bir zaman diliminde vuku bulmuş ve sadece o dönemin insanları o mucizeleri görmüş veya duymuştur. Oysa Kuran-ı Kerim sadece İslam peygamberinin yaşadığı çağa özgü değil, tarih boyunca bir mucizedir ve zaman aşımına uğramadığı gibi, bilakis günden güne daha da güçlenmekte ve aydınlanmaktadır.
                            Üçüncü özellik, evrensellik özelliğidir. Kuran-ı Kerim belli bir zamana özgü olmadığı gibi belli bir mekâna da özgü değildir. Kuran-ı Kerim'in muhatabı sadece Hicaz yarımadasının insanları değil, tüm milletler ve kavimlerdir.. dolaysıyla Kuran-ı Kerim'in hiç bir yerinde Ey Arap halkı diye hitap edilmemiş, Ey insanlar şeklinde hitap edilmiştir.

                            Dördüncü özellik, ruhani özelliğidir. Diğer peygamberlerin mucizeleri genellikle maddi mucizelerdir ve insanların göz ve kulaklarını hayrete düşürür. Oysa Kuran-ı Kerim kelam türündendir ve bildiğimiz alfabe harflerinden oluşmuştur, lakin öylesine insanların ruhuna nüfuz eder ki aklı adeta teslim alır ve insan ruhunu fetheder.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Peygamberleri vahiyle onurlandırılmalarına sebep olan en önemli özellikleri Allah'a karşı mutlak teslimiyetleri ve kulluklarıdır. Bu yüzden Kuran-ı Kerim birçok ayette peygamberlerden Allah'ın kulları olarak söz etmiş, nitekim bu ayette de Kuran-ı Kerim'i kulumuza nazil ettik, şeklinde buyrulmuştur.

                            2 - Kuran-ı Kerim, kesin delillere dayalı bir kitaptır ve kuşku ve şüpheye mahal bırakmamıştır.

                            3 - Kuran-ı Kerim, ilahi ebedi mucizedir ve tüm çağlarda tüm insanları mücadeleye davet etmiştir.

                            4 - İslam dini ebedi ve evrensel bir dindir, çünkü mucizesi Kuran-ı Kerim bu özelliklere sahiptir ve belli bir zamana ve mekâna özgü değildir.

                            5 - Dinin ilkelerine karşı hiç bir kuşkuya mahal vermemeliyiz ve eğer kuşkuya kapılacak olursak, hemen bu kuşkuyu bertaraf etmeliyiz.

                            6 - En iyi mahkeme, vicdan mahkemesidir. Bu yüzden bu ayet, eğer hatta hemfikirleriniz bile getirdikleriniz Kuran-ı Kerim gibi olduğuna şahadet getirirse biz kabul ederiz şeklinde buyurmuştur.

                            7 - Kuran-ı Kerim'in hakkaniyeti öylesine güçlüdür ki eğer muhalifler bir tek sure bile getirseler, biz onu Kuran-ı Kerim'in tümünün yerine kabul ederiz.

                            Şimdi, Bakara suresinin 24. ayeti:

                            فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ وَلَن تَفْعَلُواْ فَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ


                            Yani:

                            Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.

                            Muhalifleri Kuran-ı Kerim'e benzer bir sure getirmeye davet eden bir önceki ayetin devamında bu ayet şöyle devam etmekte:
                            Lakin bilin ki bu işi asla yapamayacaksınız. Ne Allah resulü ile aynı çağda yaşayan ve onun kelamını çok iyi bilen sizler bir sure getirebilirsiniz, ne de gelecekte hiç kimse bunu yapamaz. Zira Allah'ın kelamı kendisi gibi insanoğlu ve kelamı ile kıyaslanamaz.
                            Ayetin devamında Kuran-ı Kerim, düşmanları cehennem ateşi ile uyarıyor: Cehennemin yakıtı, taşlarla birlikte yanan günahkâr insanlardır. Burada taştan maksat, taş kömür gibi yakıtlardır ki cehennem ateşini oluşturur veya İslam düşmanlarının taptığı taş putlardır ki yüce Allah onları suç delili olarak kıyamet gününde şahit olarak kullanır ki putperestler yaptıklarını inkâr edemesin.

                            Bu konu Nisa suresinin 98. ayetinde de cehennemin yakıtı sizler ve Allah'tan başka taptıklarınız şeklinde beyan edilmiştir.
                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Dinin hakkaniyeti hakkında muhaliflerle kesin tavırla konuşun ve kendi inancınızın doğruluğuna inanın.

                            2 - İnsanlar küfür yüzünden taşlarla aynı seviyeye gelir. Bu yüzden bu ayet cehennem ateşinin yakıtının insan ve taş olduğunu buyurur.

                            3 - Taş gibi içine sızılmaz olan ve Kuran-ı Kerim'i kabul etmeyen bir yürek, kıyamet gününde de taşlarla aynı seviyeye gelir.

                            4 - Kuran-ı Kerim'in mucize oluşu, İslam peygamberinin dönemine özgü değildir ve tüm zamanlar için geçerlidir. Bu yüzden ayette gelecekte de Kuran-ı Kerim gibi kitap getiremezsiniz şeklinde buyurur.

                            5 - Cehennem ateşi öylesine yakıcı ve şiddetlidir ki taşlar bile odun parçaları gibi yanar.

                            Yorum


                              #15
                              Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 13 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm

                              Bakara suresinin 25. ayetine kulak veriyoruz.


                              وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُواْ مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُواْ هَـذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ وَأُتُواْ بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ


                              Yani:

                              İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, "Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!" diyecekler. Hâlbuki bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

                              Kâfirlerin cehennem ateşi ile tehdit edilen bir önceki ayetin devamında bu ayet, müminlerin sonunu ifade ediyor ve böylece bu iki kesimi mukayese ederek hakikate ışık tutmaya çalışıyor.

                              Kuşkusuz iman, ancak salih amelle birlikte olunca yararlı olur. Ne iman, ne de salih amel tek başına insan saadetini güvence altına alamaz.

                              İman bir ağacın kökü ve salih amel, onun meyvesi gibidir. Tatlı meyve, sağlıklı kökün habercisidir ve güçlü kök, sağlıklı meyvenin yetişmesine sebep olur.

                              İmansız insanlar bazen iyi amellerde bulunabilir, ancak vücutlarında iman kök salmadığı için yaptıkları sürekli ve daimi olamaz.

                              İman ehli olanların kıyamet günündeki mekânı cennettir. Buradaki meyve ağaçları için sonbahar söz konusu değildir ve sürekli yeşil kalır ve meyve verirler. Gerçi cennet meyveleri görünüşte dünyadaki meyveler gibidir ki cennet ehli olanlar onları tanıyabilsin, lakin koku ve tat bakımından tamamen farklıdır.

                              Ahiret'te doğum ve üremek söz konusu değildir, lakin insanoğlu eşe ihtiyaç duyduğundan yüce Allah onlar için cennetten eşler belirlemiştir ve paklık, bu eşlerin başlıca özelliğidir.

                              Gerçi Kuran-ı Kerim'in birçok ayeti cennetin bahçe, köşk ve eş gibi maddi nimetlerini gündeme getirmiş, lakin bunun yanında bir de cennetin manevi nimetleri söz konusudur. Nitekim Tevbe suresinin 72. ayetinde cennetin maddi nimetlerine değindikten sonra Allah rızasının bunların çok ötesinde olduğu vurgulanmıştır.

                              Yine bir başka ayette yüce Allah'ın cennet ehli olanlardan hoşnut olduğu ve onların da Allah'tan hoşnut olduğu ifade edilir.

                              Gerçekte cennet nimetleri hakkında Kuran-ı Kerim'de ifade edilen şeyler, cennet ehli olanların mekânını beyan eder, lakin bunlar onların tüm mükâfatları değildir ve peygamberler ve evliyalar ve beşeriyet tarihinin salih insanları ile bir arada olmak da, cennet ehli olanların manevi lezzetleri arasındadır.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Doğru terbiye için teşvik ve tehdit birlikte olmalıdır. Nitekim kâfirler cehennem ateşi ile tehdit edildikten sonra bu ayet, müminleri cennetle müjdelemektedir.

                              2 - İman ve salih amel bir birinin tamamlayıcısıdır. Bu yüzden Kuran-ı Kerim'de bu iki unsur sürekli birlikte zikredilir.

                              3 - Kuran-ı Kerim kültüründe salih amel, ilahi niyetle yapılan ameldir, kişisel eğilimler veya sosyal etkilerin altında yapılan ameller değil. Bu yüzden salih amelden Allah'a imandan sonra söz edilir.

                              4 - Mümin insanların helal ve haram yüzünden bu dünyada karşılaştığı kısıtlamalar, ahirette cennet ile telafi edilir.

                              5 - Dünyanın nimetleri fanidir, bu yüzden tükendikleri zaman insanlar üzülür. Lakin ahiret nimetleri ebedi ve süreklidir ve bu yüzden insanlar kaybedecekleri için üzülmez.

                              6 - İyi eş, her açıdan pak olan eştir. Yani hem vücut hem ruhsal açıdan pak olmaları gerekir.

                              Şimdi, Bakara suresinin 26. ayeti:

                              إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَـذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ


                              Yani:

                              Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, "Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?" derler. (Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır.

                              Kuran-ı Kerim gibi bir kitap getirmekten aciz olan ve bu kitabın güçlü mantığı karşısında sağlım bir mantıkları olmayan muhalifler bu kez Kuran-ı Kerim'in örneklerini bahane ederek şöyle demeye başladılar: Allah insanların işi olan bu tür örnekleri vermekten çok daha üstündür. Allah'a, bir örümceği veya sineği örnek vermek yakışmaz. Bu örnekler Allah'ın şanına uygun olamaz.

                              Aslında Allah'ın varlığına bile inanmayan muhaliflerin bu sözleri sarf etmekten amacı müslümanları Kuran-ı Kerim'e ve İslam peygamberine karşı kuşkuyu düşürmek ve imanlarını sarsmaktı.

                              Oysa evvela Kuran-ı Kerim'in tüm örnekleri böyle değildir. Nitekim önceki ayetlerde yüce Allah münafıkları her türlü yerden ve gökten gelen tehlikelerle karşı karşıya kalan ve yollarına devam edemeyen yolculara benzetmiştir.

                              İkincisi, örnek vermek, hakikati aydınlatmak için bir yöntemdir. Eğer örneği veren kimse karşı tarafı aşağılamak isterse onu sinek veya sivrisinek gibi zayıf haşerelere benzetir. Nitekim Hac suresinin 73. ayetinde yüce Allah bu taptıklarınız birlikte bile hatta bir sineği bile yaratamaz ve eğer bir sinek onlardan bir şey çalarsa hatta geri alabilecek güçleri de yoktur, şeklinde buyurur.

                              Dolaysıyla bu ayet şöyle buyurmakta:

                              Yüce Allah bir sivrisineği örnek vermekten sakınmaz, çünkü manevi ve akılcı hakikatleri anlaşılabilir örneklerle aydınlatmak gerekir ki insanlar anlasın ve örnek verirken fil ile sivrisinek arasında her hangi bir fark yoktur ve her biri konuya uygun olarak örnek verilebilir.

                              İnsanlar Kuran-ı Kerim ve örneklerine göre iki gruba ayrılır. Bir grup hakkı görebilen ve Kuran-ı Kerim'in örneklerinin mantığını anlayan insanlardır. Bu örnekler de onların hakikati idrak etmelerine yardımcı olur. Lakin inatçılık ve bağnazlık yüzünden Kuran-ı Kerim ve İslam peygamberine muhalefet edenler bu kitabı anlamadıkları gibi İslam peygamberine ve Kuran-ı Kerim'e kuşku duydukları için ilahi hidayetten de uzaklaşır ve karanlığa saparlar.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Dini hakikatler ve maarifi öğrenirken utanmak caiz değildir. Utanmak şer'i veya akli açıdan uygun olmayan şeyleri öğrenmekte geçerlidir.

                              2 -Hakikatleri ve yüce maarifi sade bir dille ifade etmeliyiz ki insanlar anlasın. Nitekim yüce Allah bile onca azametine karşın sade ifade etmekten sakınmamıştır.

                              3 - Kuran-ı Kerim örnekleri gerçeklere uygun ve hayali ve muğlak konulardan uzaktır. Bu yüzden bazen hayvanları örnek verir, bazen de şimşek ve yağmur gibi doğal olayları.

                              4 - Günah ve fısk, hakikati öğrenmeyi engeller ve sapmaya sebep olur.

                              5 - Allah tarafından olan her şey, hakikatleri beyan etmek içindir. Hidayete ermek veya sapmak, bu hakikatlere verilen tepkilerin sonucudur.

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X