Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 29 )

    Bismillahirrahmânirrahîm

    Bakara suresinin 80. ayeti.

    وَقَالُواْ لَن تَمَسَّنَا النَّارُ إِلاَّ أَيَّاماً مَّعْدُودَةً قُلْ أَتَّخَذْتُمْ عِندَ اللّهِ عَهْدًا فَلَن يُخْلِفَ اللّهُ عَهْدَهُ أَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ


    Yani:

    İsrailoğulları: Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler. De ki (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?

    Geçen bölümde anlatıldığı üzere yahudi kavminin sıradan insanları semavi kitap hakkında bilgisizdi ve yüce Allah katında daha yakın oldukları ve yahudi kavminin üstün ırk olduğu gibi batıl inançlar taşıyordu. Bu ayet bu batıl hayallerden birini anlatıyor. Yahudiler günah işledikleri takdirde bile cezalarının başkalarına göre daha az olacağını ve sadece bir kaç gün azab çekeceklerini düşünüyordu.

    Bu ayet bu yanlış inancı reddediyor ve bunun Allah'ı haksız yere suçlamak olduğunu belirtiyor, zira yüce Allah tüm insanları eşit yarattı ve aralarında ceza veya mükafat konusunda ayrım yapmayacağı kesindir. Genelde bir kavmin veya ırkın daha üstün olduğu düşüncesi hiç bir mantıkla bağdaşamaz ve insanlar arasında sadece takva ve salih amel, üstün kriteridir ve bu kriter kıyamet gününde alınacak ceza veya mükafatın ölçüsünü belirler.

    Şimdi, Bakara suresinin 81 ve 82. ayetlerini dinliyoruz.

    بَلَى مَن كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيـئَتُهُ فَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أُولَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

    Yani:

    Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.

    İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.


    Bir önceki ayet yahudilerin asla cehenneme gitmeyeceği gibi batıl bir düşünceyi gündeme getirdi ve bunan yüce Allah'a atılan bir iftira olduğunu beyan etti. bu ayet kıyamet gününde ilahi ceza ve mükafatın ölçüsü ve kriterini şöyle izah ediyor: Herkes kendi iradesi ile suç ve günah işler ve kendini bu günahlara boğacak kadar ilerleyecek olursa sürekli ateşte yanacaktır ve bundan kaçış yoktur ve bu süreçte yahudilerle başkaları arasında hiç bir farklılık söz konusu değildir. Nitekim cennete giriş şartı da iman ve salih ameldir ve hatta iman veya amel tek başına yeterli değildir.

    Şimdi, Bakara suresinin 83. ayetini dinliyoruz

    وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُواْ لِلنَّاسِ حُسْناً وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنكُمْ وَأَنتُم مِّعْرِضُونَ

    Yani:

    Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve "İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin" diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.

    Geçen bölümlerin birinde İsrailoğullarının Allah'a söz verdikleri anlatıldı, lakin hangi konularda söz verdiklerine değinilmedi. Bu ayet ve daha sonraki ayetler sözleşmenin konularını hatırlatırken yüce Allah İsrailoğullarını sözlerini tutmakdıkları için serzeniş ediyor.

    Peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilen ilahi andlaşmalar beşeri fıtrak ve mantığa uygundur ve yüce Allah bu dini değerleri tüm insanların gönlüne yerleştirmiştir.

    Tüm peygamberlerin esas görevi tevhidi tebliğ etmektir. Yani yapılan her iş ancak tevhid doğrultusunda yapıldığı takdirde saadete sebep olur. Yüce Allah'ın ikinci ilahi emri ebeveynlere itaat etmek ve onlara iyilikte bulunmaktır. Çünkü onlar bizlerin yaratılışımızın vesilesidir ve ilahi lutüfler ancak onların sayesinde bize ulaşır.

    Toplumun mağdur kesimlerine ve özellikle yakınlarımıza ihsanda bulunmak ebeveynlere iyiliğin yanında yer almaktadır. Böylece insanlar sadece kendilerini ve aielerini değil, aynı zamanda toplumda birlikte yaşadıkları insanlara da ilgi göstermiş olur.

    Halka hizmet etmenin yanı sıra özel şekli namaz olan Allah'a ibadet etmek de gündeme gelmiştir ki bu da insanoğlunun kendi yaratanı ile sürekli irtibatının aracıdır.

    Sadece davranışlarımız değil, sözlerimiz de yegane Allah'a tapan biri olarak uygun olmalıdır, üstelik bu tavır sadece bizlerle aynı inancı paylaşanlara yönelik değil, ister mümin ister kafir, tüm insanlar için geçerlidir.

    Şimdi, Bakara suresinin 84. ayetini dinliyoruz

    وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ لاَ تَسْفِكُونَ دِمَاءكُمْ وَلاَ تُخْرِجُونَ أَنفُسَكُم مِّن دِيَارِكُمْ ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ

    Yani:

    (Ey İsrailoğulları!) Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları kabul etmiştiniz.

    Daha önceki 6 ayetin devamında bu ayet insanların canı, malı ve vatanının saygınlığı ile ilgili iki konuyu beyan etmektedir.

    Bir toplumun en önemli ihtiyaçlarından biri halkın güvenliğinin sağlanmasıdır. Can ve vatan güvenliği tüm semavi dinlerde gündeme gelen iki önemli konudur.

    Hayat hakkı her insanın ilk hakkı olduğundan, hangi dinden ve ırktan olursa olsun öldürülmesi, büyük günah sayılır ve cezası bu dünyada kısas ve ahirette cehenneme yerleşmektir.

    Vatan sevgisi fıtri ve doğal bir histir ve İslam dini bu duyguya saygı duymaktadır ve bu yüzden hiç kimse bu hakkı gaspedemez.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Irkçılık ve taviz istemek yasaktır. Tüm insanlar yüce Allah katında birdir ve hiç bir ırkın üstünlüğü söz konusu değildir.

    2 - İlahi ceza ve mükafatın kriteri iman ve salih ameldir, hayal ve arzu değil ve amelsiz umutlanmak değersizdir.

    3 - Bazen günah öylesine insanların ruhuna işler ki tüm ruhunu ele geçirir ve böyle birinden kötülük ve çirkinlikten başka hiç bir şey bekleyemezsiniz.

    4 - Yüce Allah'ın insanlardan, saadete kavuşmaları için aldığı sözler şöyledir:

    1. Tevhid.

    2. Ebeveynlere iyilik.

    3. Mağdurlar, yetimler ve yoksullarla ilgilenmek.

    4. İnsanlarla iyi konuşmak.

    5. Namaz kılmak.

    6. Zekat ödemek.

    7. Cinayet ve adam öldürmekten sakınmak.

    8. Başkalarının evine vatanına saldırmaktan kaçınmak.

    Yorum


      #32
      Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 30 )

      Bismillahirrahmânirrahîm

      Bakara suresinin 85. ayeti.

      ثُمَّ أَنتُمْ هَـؤُلاء تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرِيقاً مِّنكُم مِّن دِيَارِهِمْ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِم بِالإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَإِن يَأتُوكُمْ أُسَارَى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ


      Yani:

      Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.

      Bu ayet İsrailoğullarını, Allah ile yaptıkları misakı hiçe sayarak bir birini öldürdükleri veya başkalarını yurtlarından kovdukları için serzeniş ediyor ve daha da ilginci, Tevrat'ın hükmüne uyarak esirleri fidye karşılığı serbest bıraktıklarını ifade ediyor.

      Ayet şöyle devam ediyor: Siz bir birinizi öldürmeye hazırsınız, lakin bir birinizin esiri olmak istemiyorsunuz. Eğer esir olmak hakaret ise, öldürmek veya avare etmek ondan da kötüdür. Eğer fidye karşılığı esirleri serbest bırakmak Tevrat'ın hükmü ise, cinayetten ve sürgün etmekten sakınmak da Tevrat'ın hükmüdür. Sizler gerçekte kendi nefsinizin esirisiniz, semavi kitabın değil. Çünkü nerede ilahi hükümler sizin isteklerinize uygunsa kabul ediyor ve nerede değilse uygulamıyorunuz ve hatta günah işlemekte bir birinize yardımcı oluyorsunuz.
      Bu ayet insanlarda gerçek imanın varlığının işaretini salih amel biliyor, üstelik bu amel kişisel zevklere göre değil, Allah emirlerine uygun olması gerekiyor.

      Öte yandan sadece günah işlemek değil, günahı işleyenlere yardımcı olmak da yasaktır. Bu konuda imam Musa Kazım (sa) bir müslümana hitaben şöyle buyurur:

      Halife Harun'un sarayına deve kiraya vermek caiz değildir, hatta hac ziyareti için olmas bile. Çünkü bu durumda sen onun ziyaretten sağ salim dönmesini ve sana olan borcunu ödemek için dua edersin. Oysa zalimin yaşaması günahtır.

      Şimdi, Bakara suresinin 86. ayetini dinliyoruz.

      أُولَـئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُاْ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالآَخِرَةِ فَلاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ

      Yani:

      İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.

      Bu ayet ilahi misakı yok saymak ve cinayet işlemek veya başkalarını avare etmin kökünün bu suçları işleyenlerin dünyadaki yaşama olan düşkünlüğünde görüyor ve bu zümrenin sadece kendi çıkarlarına uygun olan hükümleri yerine getirdiğini ve ahiretle ilgili hükümleri göz ardı ettiklerini vurguluyor.

      Fani dünyaya bunca düşkünlüklerine karşın yahudiler bizler cezalandırılmayacağız iddiasında bulunurdu. Bu ayet bu hayal ve batıl umudun tersine tüm suçluların kötü amelleri yüzünden azap çekeceklerini ve hiç kimsenin onlara yardım edemeyeceğini ifade ediyor.

      Şimdi, Bakara suresinin 87. ayetini dinliyoruz

      وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِن بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ أَفَكُلَّمَا جَاءكُمْ رَسُولٌ بِمَا لاَ تَهْوَى أَنفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرِيقاً كَذَّبْتُمْ وَفَرِيقاً تَقْتُلُونَ
      Yani:

      Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. (Ne var ki) gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir elçi geldikçe ona karşı büyüklük tasladınız. (Size gelen) peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz.

      Bu ayet yüce Allah'ın insanların hidayete ermesi için sürekli merhametinden söz ediyor ve şöyle diyor: Musa'dan sonra da yüce Allah sizlere peygamberler gönderdi ki Hz. İsa onlardan biriydi. Ancak dünya hırsı ve hevesleriniz sizleri isyana ve bu peygamberleri tekzip etmeye ve hatta bazılarını öldürmeye yöneltti. Çünkü peygamberler onların gayri meşru taleplerine karşı direniyordu.

      Şimdi, Bakara suresinin 88. ayetini dinliyoruz

      وَقَالُواْ قُلُوبُنَا غُلْفٌ بَل لَّعَنَهُمُ اللَّه بِكُفْرِهِمْ فَقَلِيلاً مَّا يُؤْمِنُونَ

      Yani:

      (Yahudiler peygamberlerle alay ederek) "Kalplerimiz perdelidir" dediler. Hayır; küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir. O yüzden çok az inanırlar.

      Asi insanlar peygamberlerin davetine karşı alaylı bir şekilde biz bu sözleri anlayamayız ve anlayamadığımız şeyleri kabul etmeyiz şeklinde karşılık veriyordu. Kuran-ı Kerim ise şöyle buyurmakta:

      Peygamberlerin sözleri insanları anlayamayacağı türden değildir, burada inatçılık ve hakkı inkar etmek bazılarını hakikatleri görmekten aciz bırakmıştır ve bunlar daha az iman etmiştir.

      Genelde nefsani hevesleri izlemek insanların düşüncesini maskeler ve gerçekleri ancak maddi açıdan bakarak anlamaya çalışırlar ve bu yüzden semavi maarifi inkar ederler.

      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Yüce Allah'ın tüm hükümlerine karşı teslim olmalı ve sadece beğendiğimiz hükümleri seçerek beğenmediklerimizi terk etmemeliyiz, aksi takdirde ilahi buyruğa değil, nefsani heveslerimize teslim olmuş oluruz.

      2 - Yüce Allah her yaptığımıza nazırdır ve eğer biz O'ndan gafil oluyorsak O bizden asla gafil olmaz ve başımıza gelen her şeyi bilir.

      3 - Tüm insanlar ilahi kanunlara karşı eşittir. Kimilerin üstün ırk oldukları veya yüce Allah katına daha yakın oldukları düşüncesi batıldır ve bu tür batıl düşünceler suçluların cezasını hafifletmez.

      4 - Yüce Allah insanların hidayeti için peygamberler gönderdi, lakin insanlar kabul etmek yerine tekzip etttiler veya öldürdüler.

      5 - İnsanların saadeti veya mutsuzluğu kendi ellerindedir. Eğer bazıları ilahi azaba ve lanete kapılıyorsa sadece kendi inatçılıkları ve küfürleri yüzündendir, yoksa yüce Allah hidayete ermek için gerekli olan her şeyi sunmuştur.

      Yorum


        #33
        Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 31 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Bakara suresinin 89. ayeti.


        وَلَمَّا جَاءهُمْ كِتَابٌ مِّنْ عِندِ اللّهِ مُصَدِّقٌ لِّمَا مَعَهُمْ وَكَانُواْ مِن قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُواْ فَلَمَّا جَاءهُم مَّا عَرَفُواْ كَفَرُواْ بِهِ فَلَعْنَةُ اللَّه عَلَى الْكَافِرِينَ

        Yani:

        Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah'ın lâneti böyle inkârcılaradır.

        Geçen bölümlerde İsrailoğullarının Hz. Musa ve Tevrat tealimlerine karşı inatçılık ve küfürlerinden örnekler verdik. Bu ayet asr-i saadette Tavrat'ta belirtilen işaretlere göre İslam peygamberini bekleyen ve bu yüzden kendi topraklarını terk ederek Hicaz diyarına göç eden yahudiler hakkındadır.

        Medine ve çevresinde sakin olan yahudiler, Medine müşriklerine yakından Muhammed adında bir peygamber geleceğini ve kendilerinin ona iman edeceklerini, bu peygamberin düşmanlara karşı zafer kazanacağını söylüyordu.

        Ancak İslam Peygamberi Medine'ye hicret ettiğinde Medine müşrikleri ona iman etti, lakin yahudiler bağnazlıkları ve dünya tutkunluğu yüzünden onu inkar ettiler ve gerçekte Tevrat'ta belirtilen işaretleri tekzip ettiler.

        Bu ayet sadece ilim ve tanımın yeterli olmadığını, haktaleplik ve hakka karşı teslimiyet ruhunun da gerekli olduğunu belirtiyor. Nitekim gerçi yahudiler ve özellikle bilginleri İslam peygamberini tanımıştı, lakin hakka karşı teslim olmak istemedi.

        Şimdi, Bakara suresinin 90. ayeti .

        بِئْسَمَا اشْتَرَوْاْ بِهِ أَنفُسَهُمْ أَن يَكْفُرُواْ بِمَا أنَزَلَ اللّهُ بَغْياً أَن يُنَزِّلُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ فَبَآؤُواْ بِغَضَبٍ عَلَى غَضَبٍ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ مُّهِينٌ

        Yani:

        Allah'ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah'ın indirdiğini (Kur'an'ı) inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.

        Gerçekte yahudiler İslam peygamberinin de yahudiler arasından olmasını ve ancak o surette iman etmeyi bekliyordu. Ancak böyle olmayınca ırkçılık ve kıskançlıkları yüzünden müslüman olmadılar ve hatta yüce Allah'ın bu seçimine itiraz ettiler.

        Evet, yahudi kavmi bu yaptıkları ile kötü bir iş yaptı, çünkü onlar İslam peygamberine iman etmek için uzun ve zorlu bir yolculuk yapmış ve Medine'ye yerleşmişti ve kendileri bizzat İslam'ın habercileri olmuştu, ancak şimdi inat ve kıskançlık yüzünden kafirlerden oldular ve kendilerini kıskançlıklarına satarak amaçlarına ulaşamadılar.

        Şimdi, Bakara suresinin 91. ayetini dinliyoruz

        وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُواْ بِمَا أَنزَلَ اللّهُ قَالُواْ نُؤْمِنُ بِمَآ أُنزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرونَ بِمَا وَرَاءهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقاً لِّمَا مَعَهُمْ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ أَنبِيَاء اللّهِ مِن قَبْلُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

        Yani:

        Kendilerine: Allah'ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur'an kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? deyiver.

        Bu ayet yahudilere hitaben şöyle buyuruyor: Eğer sizler Muhammed'e sırf sizin ırkınızdan olmadığı için iman etmediyseniz o zaman neden kendi soyunuzdan gelen peygamberleri tekzip ettiniz veya öldürdünüz? O zaman siz hakka karşısınız ve sizin için bu hak sözün kendi peygamberiniz veya İslam Peygamberi tarafından söylenmiş olması, Tevrat'ta veya Kuran-ı Kerim'de yer almış olması fark etmez.

        Gerçekte tüm semavi kitaplarda yer alan sözler hepsi yüce Allah tarafından ve insanlar için sarf edilen sözlerdir ve belli bir ırk veya soya ait değildir ki birileri çıkıp da ben sadece kendi peygamberime nazil olan sözlere inanırım ve başkasını kabul etmem desin.

        Çünkü semavi kitaplarda yer alan tüm sözler aynı yönde ve istikamettedir ve aralarında hiç bir çelişki yoktur.

        Şimdi, Bakara suresinin 92. ayetini dinliyoruz

        وَلَقَدْ جَاءكُم مُّوسَى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِن بَعْدِهِ وَأَنتُمْ ظَالِمُونَ


        Yani:

        Andolsun Musa size apaçık mucizeler getirmişti. Sonra onun ardından, zalimler olarak buzağıyı (tanrı) edindiniz.

        Yahudilerin İslam peygamberinin Arap oluşunu bahane etmelerinin bir başka delili şu ki Hz. Musa onların soyundandı ve onlara açık mucizeler getirmişti. Ancak ne zaman ki Tur dağına çıktı, İsrailoğulları buzağı heykeline tapmaya başladılar ve Hz. Musa'nın tüm çabalarını boşa çıkardılar ve gerçekte hem kendilerine, hem de liderlerine zulmettiler.

        Şimdi, Bakara suresinin 93. ayetini dinliyoruz

        وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواْ قَالُواْ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَأُشْرِبُواْ فِي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِن كُنتُمْ مُّؤْمِنِينَ


        Yani:

        Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!

        Yahudi kavminin İslam peygamberine iman etmemelerinin bir bahanesi, Allah resulünün İsrailoğullarından olmayışıydı. İsrailoğulları biz sadece bizden olan bir peygambere iman ederiz ve sadece Musa'nın kitabı

        Tevrat'a uyarız diyordu.

        Kuran-ı Kerim bir kaç ayette onların hatta Hz. Musa'ya ve Tevrat'a bile iman etmediğini ve ilahi hükümlerin tersini uyguladıklarını anlattı. Bu ayet de bir başka konuyu hatırlatıyor.

        Yüce Allah Tur dağının eteğinde İsrailoğullarından bazı sözler aldı ve onlardan bu sözlere uymalarını istedi, ama onlar yine isyan etti. çünkü Samiri'nin yaptırdığı altın buzağı aşkı öylesine onları sarmıştı, artık iman ve düşünceye yer yoktu ve işin ilginç tarafı bunca itaatsizliğe rağmen hala iman iddiasında bulunmalarıydı.
        Kuran-ı Kerim onların cevabını onlara bir soru yönelterek şöyle veriyor: Acaba size Allah ile misakınızı kırın emrini imanınız mı veriyor? Ya da buzağıya tapın ve ilahi peygamberleri öldürün diye? Eğer böyle ise o zaman imanınız size kötü emirler veriyor.

        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Eğer günümüzde yahudiler ve hristiyanların İslam'a iman etmediğini görüyorsak İslam'ın hakkaniyeti hakkında asla kuşku duymamalıyız. Onlar gerçekte hakkı anlamış, lakin nefsani hevesleri yüzünden kabul etmek istememektedir. Nitekim Medine yahudileri İslam peygamberini tanıdı, lakin iman etmedi.

        2 - Kıskançlık, küfür ve hakkı inkar etme kaynağıdır. İsrailoğulları İslam peygamberinin onlardan olmadığını görünce kıskançlık yüzünden küfre saptılar ve inkar edenlerden oldular.

        3 - Allah'tan başka her şeye aşırı derecede sevgi beslemek tehlikelidir, çünkü insanların gerçekleri görmesini engeller. Nitekim altın buzağı aşkı İsrailoğullarının gönlüne yerleşince Allah'ın ve Musa'nın ve Tevrat'ın emirleri değerini kaybetti ve yerini şirk ve putperestlik aldı.

        Yorum


          #34
          Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 32 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          Bakara suresinin 94 ve 95. ayetleri

          قُلْ إِن كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الآَخِرَةُ عِندَ اللّهِ خَالِصَةً مِّن دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُاْ الْمَوْتَ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ وَلَن يَتَمَنَّوْهُ أَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمينَ

          Yani:

          (Ey Muhammed, onlara Şayet (iddia ettiğiniz gibi) ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım), de.
          Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler (günah ve isyanları) sebebiyle hiç bir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir.

          Yahudi kavmi tarih boyunca kendini üstün ırk olarak görmüş ve cennetin onlar için yaratıldığını, cehennem ateşinin onlarla hiç bir işi olmayacağını ve kendilerinin Allah'ın evlatları ve yakınları olduğunu ileri sürmüştür.
          Bu batıl düşünceler bir yandan yahudileri özgürcü her türlü zulüm ve cinayeti işlemeye yönlendirirken öbür yandan da kibirli ve bencil olmalarına sebep oluyordu. Bu ayet ise onların vicdanlarını hükmetmeye davet ediyor ve şöyle buyuruyor:

          Eğer gerçekten bu iddianıza inanıyor ve cennetin sizlere özgü olduğunu düşünüyorsanız o zaman neden ölümü arz etmiyorsunuz ki bir an önce bu cennete giresiniz? Neden ölümden korkuyor ve ondan kaçıyorsunuz?

          Ölümden korkmak, şöförün yolculuktan korkması gibidir. Ancak yolu tanımayan, yakıtı yeterli olmayan veya suç işleyen veya yasak bir mal taşıyan veya varacağı yerde kalacağı yeri bulunmayan bir şöför yolculuktan korkar.

          Oysa gerçek mümin hem yolunu bilir, hem salih ameli ile yakıtını hazırlar, hem suçlarını tevbe ile telafi eder, hem kaçak mal, yani günah ve zulmü taşımaz ve ayrıca kıyamet gününde kalacağı yer cennettir.
          Ölümden korkan insanların bu korkularının sebebi iki şeydir. Ya ölümü yok olmak zannederler ki doğal olarak her varlık yok olmaktan kaygı duyar, ya da kıyamet gününe inanırlar, ancak yaptıkları kötü amellerinden ötürü ölümden korkarlar. Çünkü ölüm hesap vermenin başlangıcıdır ve bu yüzden daha geç ölmeyi arz ederler. Ancak ölümü yok olma şeklinde görmeyen ve öte yandan salih amelden başka defterlerinde hiç bir şey yazılmayan peygamberler ve salih insanlar ölümden korkmadığı gibi bir an önce o ana kavuşmayı arz ederler.

          Nitekim imam Ali (sa) bu konuda şöyle buyurur: Allah'a andolsun ölüme olan şevkim bebeğin ana göğüsüne
          olan yakınlığından daha fazladır.

          Şimdi, Bakara suresinin 96. ayeti

          وَلَتَجِدَنَّهُمْ أَحْرَصَ النَّاسِ عَلَى حَيَاةٍ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ أَلْفَ سَنَةٍ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِهِ مِنَ الْعَذَابِ أَن يُعَمَّرَ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ

          Yani:

          Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en düşkünü olarak bulursun. Putperestlerden her biri de arzular ki, bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması hiç kimseyi azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.

          Bu ayet İslam peygamberine şöyle buyurmakta: Cennetin kendi tekellerinde olduğunu iddia eden yahudiler bu mekana kavuşmak için daha çabuk ölmeyi arzu etmediği gibi hatta kıyamet gününe inanmayan kafirlerden daha fazla ölümü yaşamın ve her şeyin sonu olarak görmekte ve fani dünyada yaşamak için daha hırslıdırlar.

          Onlar öylesine fani dünyaya bağlıdır ki hatta bin yıl yaşamayı ve hatta en kötü şartları bile kabul etmeyi arzu ederler ki ilahi cezadan kurtulsunlar ve ayrıca bu dünyada mal ve servet biriktirsinler.

          Ancak yüce Allah şöyle buyurmakta:

          Diyelim ki onlara bin yıllık ömür verilsin, ama bu onların ilahi cezadan kurtuluşuna vesile olmaz, çünkü tüm amelleri Allah tarafından gözetilmektedir ve bu çocuksu arzuların hiç bir faydası yoktur.

          Şimdi, Bakara suresinin 97 ve 98. ayetleri

          مَن كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ (97) مَن كَانَ عَدُوًّا لِّلّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَرُسُلِهِ وَجِبْرِيلَ وَمِيكَالَ فَإِنَّ اللّهَ عَدُوٌّ لِّلْكَافِرِينَ


          Yani:

          De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir.

          Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikâil'e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.


          İslam Peygamberi (sav) Medine'ye geldiğinde bazı yahudiler bilginleri ile birlikte Resulüllah (sav)'in huzuruna çıktılar ve kendisinden bazı sorular sordular. Örneğin senin vahiy meleğinin adı nedir, dediler. İslam Peygamberi (sav) Cebrail deyince, eğer Mikail olsaydı iman ederdik, çünkü Cebrail bizim düşmanımız ve cihat gibi zor hükümler getiriyor, dediler.

          İnsan hakkı kabul etmek istemeyince tabi ki mazeretler aramaya başlar ve hatta Allah'ın meleklerinden birini zor hükümler getirmekle suçlar ve böylece haktan kaçmak için yol arar.

          Gerçekte ilahi melekler ister Cebrail ister Mikail, başkalarının düşmanlığını kazandıracak kendilerinden bir şey getirmiyorlar. Onlar yüce Allah'ın emirleri dışında bir şey yapmaz ve sadece vahiy aracılarıdırlar. Bu yüzden yahudilerin bu sözleri sadece İslam'ı benimsemekten kaçmak içindi ve İslam'ın reddedilmesi yolunda mantıklı bir tutum değildi.

          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - İnsanlar her an ölüme hazırlıklı olacak biçimde yaşamalı, yani hem görevlerini iyi bir şekilde yerine getirmeli, hem de günahlarını tevbe aracılığı ile telafi etmiş olmalıdır.

          2 - Uzun ömür pek önemli değil, önemli olan Allah katına yakınlığa vesile olan bereketli ömüdür. Nitekim imam Seccad (sa) bir duada şöyle buyurur: Ey yüce Rabbim, eğer ömrün sana itaat etme uğrunda olacaksa uzat, ancak eğer şeytanın cirit atacağı yer olacaksa hemen kes.

          3 - Din bir bütündür ve tüm her şeyine iman etmek gerekir. Ben Allah'a inanıyorum, ama bu meleği düşman görüyorum veya bu peygambere inanmıyorum diye bir şey olamaz. Gerçek mümin Allah'a ve tüm meleklerine ve peygamberlerine inanır.

          Yorum


            #35
            Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 33 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            Şimdi Bakara suresinin 99. ayeti.

            وَلَقَدْ أَنزَلْنَآ إِلَيْكَ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَمَا يَكْفُرُ بِهَا إِلاَّ الْفَاسِقُونَ

            Yani:

            Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!) Onları ancak fasıklar inkâr eder.

            Geçen bölümde Medine Yahudilerinin İslam dinini benimsememek için türlü mazeretleri gündeme getirdiklerini, örneğin İslam peygamberine Cebrail ayetleri nazil ettiği için iman etmeyeceklerini belirttiklerini anlattık. Bu ayet, Yahudilerin bir başka mazeretini gündeme getiriyor.

            Onlar biz bu kitaptan bir şey anlamıyoruz ve içindekiler bizim için açık ve net değil, bu yüzden sana iman etmiyor ve bu kitabı senin mucizen olarak kabul etmiyoruz, diyordu.

            Oysa Kuran-ı Kerim ayetlerini incelemekle kolayca İslam peygamberinin nübüvveti ve Kuran-ı Kerim'in azametini anlamak mümkün. Kuşkusuz bu hakikati ancak gönülleri günah yüzünden kararmamış ve hakikati benimseme zeminine sahip insanlar anlayabilir. Çünkü günah, küfre zemin oluşturur ve insanlar heveslerine teslim olmakla küfre sapar ve gerçekleri inkar etmeye başlar. Çünkü gerçekleri kabul ettiği takdirde artık kolay kolay günah işleyemez.

            Şimdi, Bakara suresinin 100. ayetini dinliyoruz.
            أَوَكُلَّمَا عَاهَدُواْ عَهْداً نَّبَذَهُ فَرِيقٌ مِّنْهُم بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ

            Yani:

            Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.

            Bu ayet İslam peygamberini yahudilerin iman etmemesi konusunda teselli ederken bu kavmin hatta kendi peygamberlerine bile sadık kalmadığını ve ne zaman Hz. Musa ile bir anlaşma yaptılarsa onu çiğnediğini ve inatçılık ve mazeret ileri sürmekte uzun bir maziye sahip olduklarını vurguluyor.

            Medine Yahudileri İslam peygamberi bu kente yerleştiğinde en azından İslam düşmanlarına yardım etmeme konusunda Resulullah ile anlaşma imzaladılar, lakin bu anlaşmayı çiğnediler ve Ahzab savaşında Mekke müşriklerine yardım ettiler.

            Günümüzde de siyonist rejim İsrail'de yaşayan sözde yahudiler hiç bir uluslararası anlaşmaya bağlı kalmıyor ve eğer her hangi bir anlaşma imzalayacak olurlarsa çok çabuk o anlaşmayı çiğniyor, çünkü öz itibarı ile ırkçı ve üstünlük taslayan bir soydan geliyorlar.

            Şimdi, Bakara suresinin 101. ayetini dinliyoruz

            وَلَمَّا جَاءهُمْ رَسُولٌ مِّنْ عِندِ اللّهِ مُصَدِّقٌ لِّمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَرِيقٌ مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ كِتَابَ اللّهِ وَرَاء ظُهُورِهِمْ كَأَنَّهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ

            Yani:

            Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince ehl-i kitaptan bir gurup, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terkettiler.

            İslam peygamberi zuhur etmeden önce Yahudi bilginleri geleceğini müjdeliyordu ve o hazretin işaretlerini Tevrat'a göre beyan ediyordu. Lakin onu görünce öyle bir inkâra kalkıştılar ki sanki hakkında hiç bir şey bilmiyorlardı.

            Evet mekan ve mevki hırsı tüm insanları ve özellikle yahudi bilginleri tehdit ediyor. Özellikle yahudi bilginler İslam peygamberinin hakkaniyetine itiraf ettikleri takdirde dünyevi mevkilerini kaybedeceklerini anlayınca o hazretin nübüvvetini inkâr ettiler.

            Kuşkusuz Kuran-ı Kerim adalet ve insafa dayanarak tarihi ifade ediyor, Yahudi kavminin iyi ve pak insanlarının hakkını koruyor, ancak çoğunun kafirlerden olduğunu belirtiyor. Yani kimileri hakkı kabul etti, hatta sayıları az olsa bile.

            Şimdi, Bakara suresinin 102. ayetini dinliyoruz

            وَاتَّبَعُواْ مَا تَتْلُواْ الشَّيَاطِينُ عَلَى مُلْكِ سُلَيْمَانَ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَـكِنَّ الشَّيْاطِينَ كَفَرُواْ يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّى يَقُولاَ إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلاَ تَكْفُرْ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ وَمَا هُم بِضَآرِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَلَقَدْ عَلِمُواْ لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْاْ بِهِ أَنفُسَهُمْ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ

            Yani:

            Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!

            Hz. Süleyman döneminde sihir ve büyücülük çok yaygındı. Bu yüzden o hazret sihirbazların evrakları toplanması ve bir yerde saklanmasını istedi. Fakat daha sonra bir grup insan bu belgelere ulaştı ve yeniden sihirbazlığı öğretmeye başladı.

            Bu ayet şöyle buyurmakta: İsrailoğullarından bir grup da Tevrat'ı izlemek yerine sihir ve büyüye yöneldiler ve bu işlerini haklı göstermek için bunun Süleyman dönemine ait olduğunu ve o hazretin üstün bir sihirbaz olduğunu ileri sürüyordu.

            Kuran-ı Kerim bu iddiaya şöyle cevap veriyor: Süleyman asla sihir ve büyü ehli değildi. O sadece Allah'ın peygamberi idi ve işi mucizelerle ilgiliydi ve sizler bu işleri yaygınlaştıran şeytanları izlediniz.

            Yahudi kavmi bir başka yoldan da sihirlere ulaşmıştı ve o da, insan kılığında görünen ve Babil halkına sihir öğreterek kötü sihirlerin iptal edilmesine yardımcı olan Harut ve Marut adında iki melekten geliyordu. Gerçi bu iki melek Babil halkına sihiri kötüye kullanmamaları için tavsiyelerde bulunuyordu, ama bazen onlar bu gücü yanlış kullanarak maddi veya cinsel isteklerine ulaşmak için karı kocalar arasında ihtilaf çıkarıyordu.
            Her halükarda yahudiler bu iki yoldan sihir ilmine ulaşmıştı ve bu gücü gayri meşru amaçları doğrultusunda kullanıyordu. Oysa onlar sihirin küfürle aynı düzeyde olduğunu ve aileye ve topluma zarar verdiğinin bilincindeydi.

            Bu ayet, sihir ve büyünün doğruluğunu ve insan yaşamını etkilediğini gösteriyor. Öte yandan ilimlerin öğretilmesi sürekli iyi sonuç vermediği anlaşılıyor, nitekim bilimi öğrenen kimse salih biri olmaz ve bilimi kötüye kullanırsa, toplumda fesat ve bozgunculuğa sebep olar.

            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Eğer birçok insanın iman etmek istediğini görüyorsak, ilahi dinlerin hakkaniyeti konusunda kuşkuya kapılmamalıyız. Bu duruma sebep olan şey, günah ve suçun insan ruhunu ağır bir şekilde etkilemesi ve bu yüzden hakkı kabul etme yeteneğini yok etmesidir.

            2 - Bilim tek başına yeterli değil, hakkı kabul etmek de şarttır. Yahudi bilginler Tevrat'ın işaretlerine göre İslam peygamberinin hak olduğunu anlamıştı, lakin kendileri iman etmediği gibi başkalarını da iman etmekten men ediyordu.

            3 - Bilim her zaman iyi değildir. Bilim keskin bir bıçak gibidir ki eğer usta bir cerrahın eline düşerse insanları ölümden kurtarır, ancak bir katilin eline düşerse sağ insanların ölümüne yol açar.

            4 - Şeytanlar her zaman karı koca arasında açmak için uğraşır, lakin melekler karı koca arasını düzeltmekle uğraşır. İnsanlar da iki gruptur. Bir grup şeytanların yolunda, bir grup da meleklerin yolunda.

            Yorum


              #36
              Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 34 )

              Bismillahirrahmânirrahîm

              Şimdi Bakara suresinin 103. ayeti.

              وَلَوْ أَنَّهُمْ آمَنُواْ واتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِّنْ عِندِ اللَّه خَيْرٌ لَّوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ

              Yani:

              Eğer iman edip kendilerini kötülükten korusalardı, şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunları anlasalardı!

              Geçen bölümde yahudilerin Tevrat'a ve diğer semavi kitaplara göre hareket etmek yerine sihir ve büyü ile ilgili kitapların peşinde olduklarını ve bu işlerini haklı göstermek için sihir ve büyünün kaynağının Hz. Süleyman olduğunu dile getiriyordu, lakin Kuran-ı Kerim Hz.
              Süleyman'ın bu suçlamalardan pak ve arınmış biri olduğunu belirtti.

              Bu ayet şöyle diyor: Eğer yahudiler gerçek iman sahibi olsaydı ve bu tür çirkin amellerden uzak dursaydı onlar için daha iyi idi, çünkü iman tek başına yeterli değil ve takva da gerekli.

              Takva sadece kötü işlerden sakınmak anlamında değil, aynı zamanda insanı yalan söylemek gibi çirkin amellerden alıkoyan ve namaz gibi iyi işlere teşvik eden bir iç güç gibidir.

              Şimdi, Bakara suresinin 104. ayetini dinliyoruz.

              يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقُولُواْ رَاعِنَا وَقُولُواْ انظُرْنَا وَاسْمَعُوا ْوَلِلكَافِرِينَ عَذَابٌ أَلِيمٌ

              Yani:

              Ey iman edenler! "Râinâ" demeyin, "unzurnâ" deyin. (Söylenenleri) dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap vardır.

              Asr-i saadette müslümanlar, İslam peygamberi konuşma yaparken veya ilahi ayetleri okurken, bu sözleri daha iyi anlamak için o hazretten yavaş ve onların anlayacağı şekilde konuşmasını isterdi. Müslümanlar bu taleplerini Arapçada halimizi riayet et anlamına gelen Raina kelimesi ile dile getiriyordu, lakin bu kelime İbranicede ahmak ve aptal anlamına geliyordu ve bu yüzden Yahudiler sürekli Müslümanlarla alay ediyor ve sizler peygamberinizden sizi ahmak yapmasını istiyorsunuz diyordu. Bu yüzden bu ayet nazil oldu ve Müslümanları suistifadelerine mahal bırakmamak için Raina yerine Unzurna demeleri ve böylece düşmanlar tarafından alay edilmelerinin önlenmesi istendi.

              Bu ayet İslam dininin uygun terimleri seçmeye ve büyükler ve öğretmenlerle konuşurken saygı gösterilmesi gibi durumlara özen gösterdiğini ve düşmanların İslam mukaddesatına her türlü saygısızlığını veya alay etmesini sağlayacak her türlü söz ve amelden sakınılmasını istediğini gösteriyor.

              Şimdi, Bakara suresinin 105. ayetini dinliyoruz

              مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَاللّهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ

              Yani:

              (Ey müminler!) Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Hâlbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.


              Bu ayet kâfirlerin ve müşriklerin mümin insanlara karşı kin ve düşmanlıklarının doruğunu anlatıyor, öyle ki onlar kin ve kıskançlık yüzünden
              Müslümanların bağımsız bir kitap ve Peygamber sahibi olmalarını ve böylece ehli kitap olanların tahrif ve hurafeleri ile mücadele etmelerini istemiyor.

              Yüce Allah bu ayette şöyle buyuruyor: Rabbiniz kendi rahmet ve lütfu ile maslahat bildiği ve istediği herkesi Peygamber yapar ve bu peygamberin hangi kavimden veya ırktan olması asla önemli değildir.

              Şimdi, Bakara suresinin 106. ayetini dinliyoruz

              مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ نُنسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِّنْهَا أَوْ مِثْلِهَا أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

              Yani:

              Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.


              Müslümanların ilk kıblesi Beyt'ul Mukaddes'ti, ancak Yahudiler bunu bahane göstererek Müslümanları bağımsız bir dinleri olmamak ve bu yüzden onların kıblesine doğru namaz kılmakla suçladıkları için yüce Allah'ın emri ile kıble, Beytulmukaddes'ten Mekke'ye değiştirildi.
              Bu kez yahudiler bir başka mazereti gündeme getirdi ve eğer ilk kıble doğru ise neden kıblenizi değiştirdiniz ve eğer ikinci kıble doğru ise o zaman bundan önceki tüm amelleriniz batıl sayılır, dediler.

              Kuran-ı Kerim bu bahanelere cevap verirken biz hiç bir hükmü, daha iyisi olmadan lağvetmez veya ertelemeyiz diyor. Kıblenin değişmesi ve ayrıca Kâbe'nin Müslümanların kıblesi olarak ilan edilmesindeki gecikmenin bir takım sebepleri vardır ki sizler onlardan gafilsiniz.
              İslam ahkâmı belli bir maslahat veya hikmete tabi olduğundan bu yüzden zaman ve mekâna göre şartların değişmesi ile birlikte maslahatlar da değişebilir ve bu yüzden bir önceki hüküm lağvedilerek yeni bir hüküm gönderilir. Tabi ilahi hükümlerin ilkesi sabit ve değişmezdir, fakat hükümetle ilgili konularda veya cüz'i durumlarda bazı değişiklikler kabul edilebilir.

              Bu ayet İslam dininin çıkmazı bulunmadığını ve evrensel ve ebedi bir din olduğundan sabit ahkâmın yanı sıra İslam'ın maslahatına göre değişken yasalarının da olabileceğini gösteriyor.

              Şimdi, Bakara suresinin 107 ayetini dinliyoruz

              أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ

              Yani:

              (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.

              Bazı ilahi ahkâmın değiştirilebileceğini ifade eden bir önceki ayetin devamında bu ayet, hükümlerin değişmesine itiraz edenlerin yoksa yüce Allah'ın mutlak hâkimiyetini bilmiyorlar mı şeklinde sorguluyor.

              Maalesef İsrailoğulları ilahi hâkimiyetten yanlış algılamaları vardı ve yüce Allah'ın kendi hâkimiyetini uygulamakta eli kolu bağlı olduğunu düşünüyordu. Oysa yüce Allah'ın eli ister yaratılışta, ister ahkâmı değiştirmekte açıktır.

              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - İman tek başına yeterli değil, iman ağacını her türlü afetten korumak için takva ve bakım da gerekir.

              2 - Düşmanlar bizim her türlü hareketimizi mercek altında tutuyor, o zaman her türlü sözü sarf etmek veya her türlü amelde bulunmakla düşmanlara İslam ve Müslümanlara karşı suistifadelerine mahal vermemeliyiz.

              3 - İslam düşmanları her türlü ilerlemenin kendi tekellerinde olmasını ve Müslümanlara hayır ve bereket ulaşmamasını istiyor. O zaman onlara gönül bağlamamalı ve sadece Allah'a tevekkül etmeliyiz.

              4 - İslami hükümleri belirlemek, ayrıca değiştirmek veya ertelemek Allah'ın elindedir ve O, insanların sabit ve değişken ihtiyaçlarına göre ve hikmet ve maslahata uygun olarak bir hükmü değiştirir.

              Yorum


                #37
                Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 35 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                Şimdi Bakara suresinin 108. ayeti.


                أَمْ تُرِيدُونَ أَن تَسْأَلُواْ رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسَى مِن قَبْلُ وَمَن يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالإِيمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ


                Yani:

                Yoksa siz de (ey Müslümanlar), daha önce Musa'ya sorulduğu gibi peygamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz? Kim imanı küfre değişirse, şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur.

                İmanları zayıf olan bazı müslümanlar İslam peygamberinden her türlü mucizeyi istediklerinde peygamberin bu isteği yerine getirmesini istiyordu. Örneğin bize Allah tarafından bir mektup getir diyenler vardı. Nitekim İsrailoğulları Hz. Musa'dan kendilerini Allah'ı açık bir şekilde göstermesini istiyor ve kendi gözleri ile Allah'ı görerek iman etmek istediklerini belirtiyordu.

                Genelde mucize, nübüvvetin ispatı ve hücceti tamamlamak içindir, yoksa her Peygamber kendi heves ve zevkine uygun olarak her istediğini yapamaz.

                Şimdi, Bakara suresinin 109. ayetini dinliyoruz.

                وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَدًا مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُواْ وَاصْفَحُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

                Yani:

                Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

                Medine Yahudileri sürekli Müslümanları dinlerinden döndürmek veya en azından imanlarını zayıflatmak için çaba harcıyordu. Kuran-ı Kerim Müslümanlarla şöyle buyuruyor:

                "Zannetmeyin ki onlar kendilerini hak bildikleri için böyle yapıyor. Onlar İslam'ı ve Kuran-ı Kerim'i hak gördükleri için kıskançlık ve kin yüzünden bunu yapıyor."

                O dönemde Müslümanlar pek güçlü olmadıkları için yüce Allah onlara düşmanların ağır baskılarına karşı sadece af ve hoşgörü silahını kullanmalarını ve yüce Allah'tan cihat emri gelene kadar kendilerini yetiştirmeyi emrediyordu.

                Bu ayet düşmanlara karşı kullanılacak ilk silahın şiddet olmadığını gösteriyor. İslam dini af ve hoşgörüye baş vurarak düşmanların ıslahı için zemin oluşturuyor, ıslah olmadıkları takdirde şiddete baş vurulmasını emrediyor.

                Şimdi, Bakara suresinin 110. ayetini dinliyoruz

                وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَمَا تُقَدِّمُواْ لأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
                Yani:

                Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.

                Düşmanların Müslümanların imanlarını zayıflatma çabalarına karşı yüce Allah Müslümanlara imanlarını korumalarını ve Allah ile namaz ve diğer Müslümanlar ve özellikle mağdurlarla zekat aracılığı ile irtibatlarını korumalarını emrediyor.
                Kuran-ı Kerim'de zekât, genellikle namaz ile birlikte zikredilmiştir. Belki bunun sebebi, Allah'a ibadetin halka hizmet etmeksizin yeterli olmadığı içindir. Öte yandan mağdurlara yardım etmek de Allah'a kulluk etmeden ve sırf başkalarını karşı kibirli davranmak için yapılan bir yardım olacaktır.
                İnsanların kaygılarından biri halkın onların hizmetinden haberdar olmamaları veya haberdar olduklarında kıymetini bilmemeleridir ve bu yüzden hayır işlerini yapmakta gevşek davranırlar. Bu ayet şöyle buyuruyor: Kaygı etmeyin, çünkü Allah yaptıklarınızı görür ve mükâfatınızı verir.
                Şimdi, Bakara suresinin 111 ve 112. ayetlerini dinliyoruz

                وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
                بَلَى مَنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ أَجْرُهُ عِندَ رَبِّهِ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ


                Yani:

                (Ehl-i kitap Yahudiler yahut Hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de.

                Bilâkis, kim muhsin olarak yüzünü Allah'a döndürürse (Allah'a hakkıyla kulluk ederse) onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler.

                Kitap ehli olanların Müslümanların psikolojisini bozmak için başvurduğu taktiklerden biri de, cennetin kendi tekellerinde olduğunu ve bu yüzden cennete gidilecekse yahudi veya hristiyan olmak gerektiğini beyan etmeleriydi.

                Kuran-ı Kerim onlara şöyle karşılık veriyor: Sizin bu sözleriniz boş hayallerdir ve bu sözleriniz için hiç bir deliliniz yoktur. Çünkü cennet hiç bir kavmin tekelinde değil ve bu mekana girmek için belli kriterler vardır ve kim bu kriterlere sahip ise cennete girer. Cennetin anahtarı, Allah'a teslim olmak, sadece O'na yönelmek ve iyi amellerde bulunmaktır. Dolaysıyla istenen her hükmü benimsemek ve işine gelmeyeni bir kenara bırakmak mutlak teslimiyet ile asla bağdaşamaz.

                Genelde tekelcilik ve ırkçılık, Allah'ın emirlerine karşı teslim olmakla bağdaşmaz ve yine İslam'ın hakkaniyetini anlayan, ancak bağnazlıkları yüzünden bu dine inanmayanlar, kitap ehli olsalar bile cennete giremezler. Bu ayet sonunda şöyle buyuruyor: Allah'a karşı mutlak teslimiyet duygusu içinde olanlar hiç bir şeyden ve hiç kimseden korkmazlar ve sürekli Allah'ın varlığını hisseder ve sadece O'na sığınırlar.

                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - İnsanları din evliyalarından bazı yersiz beklentileri küfre saptırır. Çünkü onlar bu tür yersiz isteklerin tesiri altında kalmaz ve yerine getirmez ve sonuçta istekte bulunan kimsenin imanı zayıflar.

                2 - Affetmek, şiddet uygulamaktan önce gelir ve kâfirleri affetmek zafiyet işareti değil, onları dine cezp etmenin başlangıcıdır.

                3 - İnsanlara hizmet edin, hatta onlar farkında olmasa bile, çünkü Allah her şeyi görür ve bu iyilikleri kıyamet gününde mükâfatlandırır.

                4 - Zannetmeyin ki cennet belli bir kavmin tekelinde veya biz Müslüman olduğumuz için sadece bize ait. Çünkü cennetin kriteri iman ve salih ameldir, sırf Müslüman olmak değil.

                5 - Dünya ahiret gerçek huzur ancak iman ve iyi amel sayesinde elde edilir. Allah'a karşı teslim olan ve sadece O'na tevekkül edenler hiç kimseden korkmaz ve ancak O'na sığınır.

                Yorum


                  #38
                  Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 36 )

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  Şimdi Bakara suresinin 113. ayetine kulak veriyoruz.

                  وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارَى عَلَىَ شَيْءٍ وَقَالَتِ النَّصَارَى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلَى شَيْءٍ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْ فَاللّهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُواْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ


                  Yani:

                  Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil'i) okumakta oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir, dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler. Kitabı bilmeyenler de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyamet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.

                  Geçen bölümde yahudilerin ve hristiyanların cennetin kendilerine ait olduğunu ve başkalarına hak tanımadığını anlattık. Bu ayet bu batıl düşüncenin kaynağını şöyle açıklıyor: Yersiz bağnazlık her birinin ötekini hak görmemesine sebep oluyor, oysa her ikisi kitap ehli ve ilahi peygamberlerin izleyenleridir.

                  İşin ilginç tarafı kitap ehli olmayan müşriklerin de onlar hakkında aynı şeyi söylemeleridir, çünkü bağnazlık ve yersiz tekelcilik insanların gözlerini hakka karşı kör ediyor ve onlar sadece kendilerini hak ve başkalarını batıl sayıyor.

                  Bu ayet açıkça yersiz bağnazlık yüzünden alim ve cahilin aynı düşündüğünü gösteriyor. Tevrat ve İncil'i bilen kitap ehli olanları, aynen cahil müşriklerin söylediklerini söylüyor ve her biri hiç bir gerekçe göstermeksizin ötekini batıl ilan ediyor.

                  Şimdi, Bakara suresinin 114. ayetini dinliyoruz.

                  وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُوْلَـئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَن يَدْخُلُوهَا إِلاَّ خَآئِفِينَ لهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ


                  Yani:

                  Allah'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.

                  Tarih boyunca ilahi mecsidler sürekli kapatma veya tahrip edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Çünkü mescidler ve mabetler her zaman ilahi dinlerin hükümranlığının üsleri ve insanların toplandığı mekan olmuştur. Bu yüzden zalim hakimler veya fikri sapıklığı bulunanlar sürekli bu mekanları tahrip etmeye çalışmıştır. Nitekim Mekke müşrikleri de yıllarca müslümanların Mescid-i Haram'a girmelerini engelliyordu.

                  Günümüzde de İslam düşmanları Beyt'ul Mukaddes'te bulunan Mescid-i Aksa'yı veya Hindistan'daki Baberi camiini tahrip etmeye çalışmaktadır. Kuşkusuz camilerin tahrip edilmesi bu mekanların binalarını tahrip etmekle sınırlı değil, aynı zamanda camilerin önemini azaltmaya ve insanları Allah'tan gafil bırakmaya da yöneliktir ve insanların camilere gitmeleri engellenmek istenmektedir.

                  Ahlak dışı filmlerin yayınlanması düşmanların İslam ülkelerinin gençlerini saptırmak ve camilerden uzaklaştırmak için baş vurduğu en önemli silahlardan biridir.

                  Şimdi, Bakara suresinin 115. ayetini dinliyoruz

                  وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ


                  Yani:

                  Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah'ın rahmeti ve nimeti geniştir, O her şeyi bilendir.

                  Müslümanların kıblesinin yönü yüce Allah'ın emri ile Beyt'ul Mukaddes'ten Mekke'ye doğru değiştirildikten sonra yahudiler, daha önceki bölümlerde bahsettiğimiz kuşkuları gündeme getirdiler ve eğer ilk kıble doğru ise neden değiştirildiğini, eğer ikinci kıble doğru ise önceki amellerin ne olacağını sorgulamaya başladılar.

                  Bu ayet bu kuşkulara karşı önemli bir hakikati gündeme getiriyor ve yüce Allah'ın belli bir mekâna ait olmadığını, doğu batı her yerin O'na ait olduğunu ve nereye bakılırsa Allah'ın orada olduğunu vurguluyor. Eğer Kabe veya Beyt'ul Mukaddes kıble olarak belirlenmiş ise bunun sebebi namaz ve diğer toplu ibadetler sırasında Müslümanların tek bir yöne yönelmeleri ve vahdetlerini sağlamaları içindir.

                  Yahudiler Beyt'ul Mukaddes'i Müslümanlara karşı suistifade etmedikleri sürece Müslümanlar da kıble olarak o yöne doğru namaz kıldılar, ancak bu kıble Müslümanlarla alay konusu edilince yüce Allah Hz. İbrahim'in yadigarı olan Kâbe'yi Müslümanların yeni kıblesi olarak belirledi.

                  Şimdi, Bakara suresinin 116 ve 117. ayetlerini dinliyoruz

                  وَقَالُواْ اتَّخَذَ اللّهُ وَلَدًا سُبْحَانَهُ بَل لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ (*) بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ


                  Yani:
                  "Allah çocuk edindi" dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir.
                  (O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece "Ol!" der, o da hemen oluverir.


                  Ehli kitabın kendi inancını ,haklı göstermek için inandıkları bir başka batıl düşünce, her birinin kendi peygamberini Allah'ın evladı görmesiydi. Yahudiler Musa'yı ve Hıristiyanlar da İsa'yı Allah'ın oğlu olarak görüyordu. İşin ilginç tarafı Mekke müşrikleri de melekleri Allah'ın kızları görüyor ve O'nun işlerini yaptığını zannediyordu.

                  Bu ayet halk arasında yayılan bu yanlış düşünce ve hurafeyi reddediyor ve yüce Allah'ın evlat sahibi olmaktan münezzeh olduğunu belirterek şöyle buyuruyor:

                  "Yerin ve göklerin yaratıcısı olan ve hepsine hükmeden Allah'ın evlat aracılığı ile bertaraf edecek ne tür bir ihtiyacı olabilir ki?"

                  Genelde insanların bu tür kıyaslaması ve Allah için insanların ihtiyaçlarını yakıştırması yanlıştır ve insanların kendi kısıtlı varlıklarından kaynaklanan batıl bir düşüncedir. Oysa gerçekte hiç bir şey Allah gibi olamaz.

                  Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Yersiz bağnazlıklar insanları cahilce söz ve amellere yöneltir. Böyle insanlar sadece kendilerini doğru ve başkalarını yanlış bilir.

                  2 - Camiler küfür ve şirkle mücadele yeridir. Bu yüzden düşmanlar bu binanın zahiri ve manevi görünüşünü yok etmek ister. O zaman camileri güçlendirmek ve kalabalıktan doldurmak gerekir ki düşmanlar ürksün.

                  3 - Ebeveynler ve öğretmenler ve camiye hizmet edenler çocukların camiye gitmelerini engellememeleri gibi bilakis sürekli onları teşvik etmelidir.

                  4 - Yüce Allah belli bir mekâna ait değildir ve nereye bakarsak Allah oradadır. Ancak kıblenin hikmeti büyük ibadi toplantılarda uyum sağlamaktır, hem de tevhidin ilk merkezi olan Kâbe'ye doğru.

                  5 - Allah, insan değildir ki eşe ve evlada ihtiyacı olsun. O insanları, eş ve çocukları yaratandır, nitekim tüm varlığın yaratanıdır. Bizim Allah'tan tasavvur ettiklerimiz bizim düşüncemizin ürünüdür, yaratanın değil.

                  Yorum


                    #39
                    Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 37 )

                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    İlk olarak Bakara suresinin 118 ve 119. ayetleri.

                    وَقَالَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ لَوْلاَ يُكَلِّمُنَا اللّهُ أَوْ تَأْتِينَا آيَةٌ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّثْلَ قَوْلِهِمْ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ قَدْ بَيَّنَّا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ (*) إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلاَ تُسْأَلُ عَنْ أَصْحَابِ الْجَحِيمِ

                    Yani:

                    Bilmeyenler dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir âyet (mucize) gelmeli değil miydi? Onlardan öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini demişlerdi. Kalpleri (akılları) nasıl da birbirine benzedi? Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere âyetleri apaçık gösterdik.

                    Doğrusu biz seni Hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.


                    Cahil veya kasıtlı insanların İslam peygamberine karşı gündeme getirdikleri bir mazeret de neden Allah'ın halkla kendisi arasında peygamberleri aracı olarak kullanmasıydı. Bunlar neden Allah bizimle doğrudan konuşmuyor ve ayetlerini bize nazil etmiyor, işte o zaman Allah kelamını kabul ederdik diyordu.

                    Kuran-ı Kerim bu yersiz sözlere karşı İslam peygamberi ve Müslümanları teselli ediyor ve bu tür mazeretlerin yeni bir konu olmadığını ve bundan önce de başkalarının yersiz beklentilerinin söz konusu olduğunu, çünkü bu tür insanların kalplerinin bir birine benzediğini ve hak karşıtı olduğunu vurguluyor.

                    Gerçekte ilahi ayetleri almaya gereken liyakat ve kapasiteye sahip olmayan bu tür insanlar, hatta ilahi ayetler doğrudan onlara nazil olsaydı bile kabul etmezdi, çünkü sürekli bahane peşindeler ve hakkı kabul etmek gibi bir düşünceleri yoktur, yoksa insan, hakkı, başkası söylese de kabul etmelidir.

                    Hakkın kriteri benim söylemem veya benim anlamam değildir. Eğer "ilahi ayetler bana nazil olmadı, öyleyse kabul etmem" diyorsak demek ki burada önemli olan hak değil, insanın kendi nefsidir.

                    Kuşkusuz peygamberlerin ilahi ayetleri tebliğ etmek ve insanları nasihat etmekten başka bir görevi yoktur. Onlar bu görevi yerine getirmekle yükümlüdür ve bu yüzden insanları hakkı kabul etmeye zorlamazlar. Dolaysıyla saparak cehennemlik olanlar kendi seçimleri yüzünden cehennemlik olmuştur ve peygamberlerin onlara karşı hiç bir sorumluluğu yoktur.


                    Şimdi, Bakara suresinin 120. ayetini dinliyoruz.

                    وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ


                    Yani:

                    Dinlerine uymadıkça Yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.

                    Kıblenin değiştirilmesinin ardından yahudilerin müslümanlardan duyduğu rahatsızlık daha da arttı ve bu arada bazı müslümanlar, Medine yahudileri ile dostluk ve samimiyet içinde yaşamak için kıblenin Beytulmukaddes olmasını istiyordu. Oysa bu grup müslümanlar kıble yönünün değiştirilmesinin yahudilerin müslümanlara karşı muhalefet için bir mazeret olarak kullandıklarını bilmiyordu. Yahudiler İslam dinini kabul etmediği gibi, bir de Müslümanların kendi inancından vaz geçerek yahudi olmasını istiyordu. Bu ayet genel bir kuralı gündeme getiriyor, şöyle ki müslümanlar kendi mevzilerinden geri adım attıkça düşmanlar bir o kadar batıl küfürlerinde ilerler. O zaman düşmana
                    uzlaşma kapısından yaklaşmamak gerekir.

                    Şimdi, Bakara suresinin 121. ayetini dinliyoruz

                    الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلاَوَتِهِ أُوْلَـئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمن يَكْفُرْ بِهِ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ


                    Yani:

                    Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı) onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler. Onu inkâr edenlere gelince, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.

                    Kuran-ı Kerim muhaliflere karşı adalet ve insaf ilkelerine göre davrandığından bu ayet şöyle buyurmakta: Gerçi kitap ehli olanlar İslam'ı kabul etmedi, lakin semavi kitabı haktaleplik anlayışı ile tilavet edenler elbette ki peygambere ve Kuran-ı Kerim'e iman edecektir.

                    Bu ayet açıkça Kuran-ı Kerim'i hoş bir seda ile kıraat etmenin yeterli olmadığını, insanları saadete erdiren şeyin bu kitabın kavramları üzerinde düşünmek olduğunu belirtiyor.

                    Şimdi, Bakara suresinin 122 ve 123. ayetlerini dinliyoruz


                    يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُواْ نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ (*) وَاتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ تَنفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ


                    Yani:

                    Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kılmış olduğumu hatırlayın.
                    Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.


                    Bu ayetlerle ilgili açıklamayı aynı surenin 47 ve 48. ayetlerini açıklarken beyan etmiştik.

                    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Hakkı başkaları tarafından ifade edildikleri takdirde bile kabul etmeliyiz ve sadece kendimizin veya bağlı bulunduğumuz grubun doğru söylediğini ve başkalarının söylediklerinin batıl olduğunu düşünmemeliyiz. Hak ve batılı insanları tanıma kriteri olarak belirleyelim, başkalarını hakla batıl kriteri olarak değil.

                    2 - İlahi peygamberler mesaj getirmek ve nasihat etmek için gelmiştir, insanları iman etmeye zorlamak için değil. Bu yüzden sapkınlar kendi amellerinden sorumludur çünkü kendi iradeleri ile sapmıştır.

                    3 - Başkalarını dine davet etmek, ilkeleri çiğneme pahasına olmamalı, çünkü bizler başkalarını hidayete erdirmeliyiz, onların heveslerini yerine getirmeye değil.

                    4 - İnsaflı olmak hatta muhaliflere karşı şarttır. Bu yüzden İsrailoğullarını eleştiren ayetlerin çoğunda ‘Çoğu' veya ‘Bir grup' gibi terimleri kullanmış, böylece onların arasındaki Salihlerin hakkı çiğnenmemiştir.

                    Yorum


                      #40
                      Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 38 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm

                      Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun değerli dinleyiciler. Bir başka Nur tefsirinde tekrar sizlerle birlikteyiz. Şimdi Bakara suresinin 124. ayetine kulak veriyoruz:

                      وَإِذِ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَامًا قَالَ وَمِن ذُرِّيَّتِي قَالَ لاَ يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ


                      Yani:

                      Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu.

                      Hz. İbrahim'in peygamberler arasında özel bir mevkii söz konusudur. O hazretin adı Kuran-ı Kerim'in 25 suresinde 69 kez zikredilmiş ve kendisinden İslam Peygamberi gibi örnek bir peygamber olarak söz edilmiştir.

                      Bu surede bu ayetten itibaren 18 ayet boyunca Kabe'nin mimarı ve yapımcısı ve tevhid kahramanı olan bu peygamberden söz edilmektedir. Hz. İbrahim bir çok ilahi sınavı başarı ile geride bırakarak imamet mertebesine ermiştir.

                      İlahi sınavlar tüm insanlar için geçerli ve kesindir. Kuşkusuz ilahi sınavlar beşeri sınavlar gibi yüce Rabbimizin bilgi edinmesi için değildir, çünkü O, her şeyi bilendir. Bu tür sınavlar gerçekte insanları iyi veya kötü yeteneklerini ortaya çıkarmak ve kimin yüce Allah'ın kendisine verdiği irade doğrultusunda hangi yolu seçeceğini ve böylece ceza veya mükâfatını belirlemek içindir.

                      Bu ayette de yüce Allah'ın Hz. İbrahim'e verdiği bir dizi ağır yükümlülükler söz konusudur ki o hazret hepsinin üstesinden gelmiştir. Biz de bunlardan bazılarını aktarmak istiyoruz.

                      Hz. İbrahim kendi kavmi arasında tek muvahhit insandı, lakin buna karşın şirk ve putperestliğe karşı kıyam etti ve tek başına putların bulunduğu mekâna girerek putları kırdı. Gerçi putperestler ceza olarak Hz. İbrahim'i ateşe attı, lakin o hazret yüce Allah'a olan tam imanı ile ateşin alevleri arasına girdi ve yüce Allah'ın emri ile ateş soğudu ve güvenli hale geldi.

                      Öte yandan bir ömür evlat sahibi olmamasına karşın yüce Allah kendisine ileri yaşta bir evlat veren Hz. İbrahim, ilahi emir gelince evladını hemen kurban edeceği mekana götürdü.

                      Bu arada Hz. İbrahim imamet mevkiini kendi soyu için de talep ediyor, lakin yüce Allah şöyle karşılık veriyor: Bu mevki miras yolu ile intikal etmez ve ancak liyakati olan kimse bu mertebeye erer.

                      İmamet mevkii risalet mevkiinden daha üstün bir mevkidir. Resul ilahi hükümleri tebliğ etmek ve insanları müjdelemekle görevlidir, lakin imam, hükümlerin ve adaletin toplumda yerine getirilmesi ile yükümlüdür.

                      Bu ayet açık bir şekilde imametin ilahi bir misak ve emanet olduğunu ve zalimlere miras kalamayacağını belirtmektedir. Bu yüzden biz Şii müslümanlar imamların da peygamber gibi masum olması gerektiğine inanırız ve şirk ve günaha bulaşmış olanların bu mevkiyi hak etmediklerini düşünmekteyiz.Şimdi, Bakara suresinin 125. ayetini dinliyoruz.

                      وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ

                      Yani:

                      Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.

                      Bir önceki ayet Hz. İbrahim'in makamı ve imametine değindi. Bu ayet ise o hazretin büyük yadigârı, yani Kâbe'yi hatırlatıyor ve bu evin halkın ve tarih boyunca muvahhit insanların buluştuğu bir mekân olacağını, bu mekânın güvenli, kutsal, tavaf ve namaz kılınan bir mekân olacağını buyurmaktadır.

                      Mekke'yi ziyarete giden hacı adayları Kâbe'yi tavaf ettikten sonra iki rekât namaz kılmalıdır. Yüce Allah Hz. İbrahim'in bu mekânı inşa etmekte sarf ettiği çabaları için Kâbe duvarını dikerken üzerinde durduğu taşı bir mihrap gibi hacı adaylarının karşısına dikmiş, böylece hacı adaylarının İbrahim makamından daha ileri bir noktada namaz kılmamalarını istemiştir.

                      Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail, sadece Kâbe binasının mimarı değil, aynı zamanda hademeleriydi ve yüce Allah'ın buyruğu üzerine Mescid-i Haram'ı ibadet ve namaz ehli olanlar için her türlü kirlilikten arındırıyordu. Gerçekte camiler de Allah'ın evi gibidir ve hademeleri evliyalardan ve pâk insanlardan olmalı ve herkes camilerin işi ile uğraşmamalı.


                      Şimdi, Bakara suresinin 126. ayetini dinliyoruz

                      وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَـَذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُم بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ قَالَ وَمَن كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلاً ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ

                      Yani:

                      İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!

                      Kâbe'yi inşa eden ve ibadet için hazırlayan Hz. İbrahim, Mekke halkı için Allah'tan iki istekte bulundu ki bunlardan biri kentin güvenliği ve diğer rızık ve nimetini arttırmaktı.

                      Kuşkusuz Hz. İbrahim bu duayı sadece mümin insanlar için yaptı, ancak yüce Allah şöyle karşılık verdi: Ben, ister mümin ister kâfir, tüm insanların maddi rızkını veririm ve kâfirleri küfürleri için dünyevi rızıktan mahrum bırakmam, gerçi kıyamet gününde onların amellerinden ötürü cezaları cehennem ateşi olacaktır.

                      Bu ayet iki konuya temas ediyor. İlkin müminlerin dünyevi refah ve nimetlerden yararlanmalarının iyi bir konu olduğudur ve bu yüzden Hz. İbrahim bunu yüce Allah'tan talep etmektedir. İkincisi kâfirlerin maddi refahının onların haklı olduğunu göstermediğini ve sadece dünya malının yüce Allah katında ne denli değersiz olduğunu göstermektedir.


                      Şimdi, Bakara suresinin 127. ayetini dinliyoruz

                      وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
                      Yani:

                      Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.

                      Kabe, Hz. Adem döneminden var olan bir evdi, lakin Hz. İbrahim tarafından yeniden inşa edildi. Nitekim Hz. İbrahim eşi ve çocuğunu Mekke diyarında konuşlandırırken Rabbimize kendi hanedanını kurak ve tarım yapılamayan şu çöllerden senin evinini yanında konuşlandırdım diyor.

                      Demek ki Hz. İbrahim Mekke topraklarına geldiğinde Allah'ın evi, yani Kâbe vardı. Nitekim yüce Allah Al-i İmran suresinin 69. ayetinde de Kâbe'yi insanların ilk evi olarak tanıtıyor.

                      Bu ayet ayrıca bir işin, hatta inşaatçılık olsa bile Allah için yapıldığı zaman ibadet olduğunu ve genelde yapılan işin çeşidinin önemli olmadığını ve sadece Allah katında kabul görmesinin önemli olduğunu gösteriyor. Çünkü hatta Kâbe'yi inşa edersek, ama Allah katında kabul görmez ise, hiç bir yararı yoktur.

                      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Yüce Allah manevi mevkileri insanların liyakatine göre inayet eder ve olaylar, yüce Allah'ın insanlara kendi liyakat ve yeteneklerini ortaya koymak için belirlediği sınavlardır.

                      2 - İmamet ve ümmetin lideri olmak, ilahi bir mevkidir, dünyevi değil. Bu yüzden herkesin İslami topluma imam olma hakkı olamaz ve yüce Allah tarafından belirlenmesi gerekir.

                      3 - Camiler yüce Allah'a mensup olan mekânlardır ve bu yüzden özel kutsiyetleri söz konusudur. Camilerin hademeleri pak insanlar arasından seçilmelidir.

                      4 - İslami kentlerin en iyi örneği olan Mekke, hem ibadet mekânı ve hem güvenlik merkezidir ve genelde Allah'a tapmak ve ibadet etmek, ancak güvenli ve huzurlu bir ortamda olur. Çünkü din, dünyada ayrı değildir.

                      Yorum


                        #41
                        Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 39 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        Şimdi Bakara suresinin 128. ayetine kulak veriyoruz.

                        رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَآ إِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

                        Yani:

                        Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.

                        Hz. İbrahim'in tüm ilahi sınavlarda başarılı olmasının sırrı, kendisinin tüm ilahi emirlere karşı teslim olmasıydı ki bunun en yüce örneği, oğlu İsmail'i kurban etmeye hazır oluşuydu. Bu yüzden Hz. İbrahim sadece kendisi ve oğlu İsmail değil, aynı zamanda tüm soyunu ilahi taalime teslim insanlar yapmasını talep ediyor, çünkü tüm erdemlilikler Allah kulluğunda ve yegane Allah'a tapmaktadır.

                        Kuşkusuz Allah'a tapmanın de kendine özgü adabı vardır ve her türlü bid'at ve hurafeden uzak olması gerekir. Bu yüzden Hz. İbrahim yüce Allah'tan ibadet yolunu bizzat öğretmesini talep etmektedir.

                        Şimdi, Bakara suresinin 129. ayetini dinliyoruz.

                        رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنتَ العَزِيزُ الحَكِيمُ

                        Yani:

                        Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.

                        Kendine soyuna ilgi duymak ve geleceğini düşünmek, Hz. İbrahim'i dualarında kendisinden ziyade gelecek kuşaklara bir şeyler talep etmeye yöneltiyordu.

                        Beşeri saadet, ilahi hidayet olmaksızın mümkün olmadığından bu yüzden Hz. İbrahim yüce Allah'tan insanların bizzat eğitimini üstlenecek ve onların bilimini geliştirecek bir Peygamber göndermesini istedi.

                        Şimdi, Bakara suresinin 130 ve 131. ayetlerini dinliyoruz

                        وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نَفْسَهُ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ (*) إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ


                        Yani:

                        İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.

                        Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Âlemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti.

                        Bu ayet Hz. İbrahim'i Allah'ın seçkin kulu olarak tanıtıyor, öyle ki onun inancı ilahi bir inanç olarak diğer insanlara örnek oluşturuyor.

                        Acaba insanların bunca pak ve sefa dolu bir inancı bir kenara bırakıp da küfür ve şirke sapması sefihlik olmaz mı? Bu inanç hem insan fıtratı ile uymakta, hem de akıl onu kabul etmektedir.

                        Hz. İbrahim'in inancı öylesine değerlidir ki İslam peygamberi, izlediği yolun Hz. İbrahim yolu olmakla onur duyuyor. Hz. İbrahim mantığı ile kâfirleri hayrete düşüren ve cesareti ile tek başına tüm putları kıran bir peygamberdir.

                        O hazret bir başka teslimiyet örneğinde eşini ve çocuğunu Mekke'nin sıcak çöllerinde bırakıyor veya küçük evladını kurban kesilen mekâna götürerek asla eşine veya çocuğuna gönül bağlamadığını ve sadece Allah'a gönül bağladığını ispat ediyor.

                        Kuşkusuz yüce Allah da böylesine seçkin insanları Peygamber ve imam olarak seçiyor ve başkalarının onları örnek almalarını ve sapkınlıktan uzak durmalarını istiyor.

                        Şimdi, Bakara suresinin 132. ayetini dinliyoruz:

                        وَوَصَّى بِهَا إِبْرَاهِيمُ بَنِيهِ وَيَعْقُوبُ يَا بَنِيَّ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى لَكُمُ الدِّينَ فَلاَ تَمُوتُنَّ إَلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
                        Yani:

                        Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi).

                        İyi baba, sadece evlatlarının maddi yaşamını temin etmeyi düşünen baba değil, aynı zamanda onları fikri sağlığı ve sapkınlıklarını düşünen ve onları yanlış yollardan koruyan babadır.

                        Allah evliyaları sürekli evlatlarını yüce Allah'a davet ederdi ve ölüm döşeğindeyken vasiyetleri sadece miras paylaşımı ile ilgili değil, tevhid ve ibadete tavsiye etmeyi de içeriyordu.

                        Şimdi, Bakara suresinin 133. ayetini dinliyoruz

                        أَمْ كُنتُمْ شُهَدَاء إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ إِذْ قَالَ لِبَنِيهِ مَا تَعْبُدُونَ مِن بَعْدِي قَالُواْ نَعْبُدُ إِلَـهَكَ وَإِلَـهَ آبَائِكَ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ إِلَـهًا وَاحِدًا وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ


                        Yani:

                        Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.

                        Bir grup Yahudi'nin inancına göre Hz. Yakub ölüm döşeğindeyken evlatlarını Yahudilerin inandığı dine tavsiye etmiştir. Yüce Allah bu iddiayı reddederek şöyle buyurmakta: Yoksa siz, Yakub ölürken orada mıydınız ki böyle konuşuyorsunuz? Yakub evlatlarından yegâne Allah'a teslim olmalarını istemişti ve evlatları da ancak yegâne Allah'a tapmaya söz verdi.

                        Biraz önce de ifade edildiği üzere babalar evlatlarının inanç ve düşüncelerine karşı da sorumluluk duygusun taşımalı ve uygun fırsatlarda bu sorumluluğunu gözetimleri ile yerine getirmelidir.

                        Tevhidin bir delili de tüm peygamberlerin bir tek Allah'ı müjdelemiş olmalarıdır ve Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshak'ın Rableri birdi. Oysa eğer başka Rabler de olsaydı, insanların hidayeti için peygamberler göndermesi ve kendini insanlara tanıtması gerekirdi.

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Ancak Allah'a teslim olmalıyız, çünkü ilahi sınavlarda başarılı olmanın sırrı bu duruma bağlıdır.

                        2 - Dua ederken sadece maddi ihtiyaçlarımızı düşünmemeli, aynı zamanda evlatlarımız ve gelecek kuşaklar için de dua etmeliyiz.

                        3 - Sefih, akıl ve düşüncesi olmayan kimse değil, akıl ve düşüncesi olduğu halde doğru yoldan sapan ve kendisi ve ailesinin sapmasına vesile olan kimsedir.

                        4 - İmanın son ana ve ölüme kadar sürmesi önemlidir. Nice insanlar vardır ki müslümandır, lakin gayri müslim olarak ölmüştür. O zaman hem kendimizin ve hem de evlatlarımızın imanlarını korumalı ve bu gün müslümanız diye geçinmemeliyiz.

                        Yorum


                          #42
                          Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 40 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          Şimdi Bakara suresinin 134. ayetine kulak veriyoruz.

                          تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُم مَّا كَسَبْتُمْ وَلاَ تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

                          Yani:

                          Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.

                          İsrailoğulları ataları ile övünen ve kendileri kirli amellerde bulundukları halde atalarının hatırı için bağışlanacaklarını düşünen bir kavimdi. Bu yüzden bu kavim kendini düzeltmek yerine sürekli atalarının iyiliklerinden söz ederdi.

                          Bu ayet onlara ve ayrıca müslümanlar başta olmak üzere tüm insanlara uyarıda bulunuyor ve kıyamet gününde herkesin ancak kendi amelinden sorumlu olduğunu ve akraba bağlarının hiç bir işe yaramadığını belirterek geçmişlerin iyi amellerine gönül bağlamamalarını tavsiye ediyor.

                          İmam Ali (sa) kısa bir ifadede şöyle buyuruyor: İnsanın şeref ve haysiyeti, geçmişlerinin çürük kemiklerine değil, kendi gayreti ve çabalarına bağlıdır.

                          Şimdi, Bakara suresinin 135. ayetini dinliyoruz.

                          وَقَالُواْ كُونُواْ هُودًا أَوْ نَصَارَى تَهْتَدُواْ قُلْ بَلْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

                          Yani:

                          (Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanlara Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.
                          Yahudiler kendilerini hak ve Hıristiyanları batıl görüyordu. Aynı şekilde Hıristiyanlar da kendilerinin hak olduğunu ve Yahudilerin batıl olduğunu ileri sürüyordu. Bu yüzden her biri başkalarını kendi dinine davet ediyor ve hidayete ermek için onların inancını seçmelerini istiyordu.

                          Kuran-ı Kerim bu tür tekelci bir yaklaşıma şöyle karşılık veriyor:

                          Hidayet yol hakçı olmaktır, hizipçi olmak değil ve bu hakçılığı İbrahim'den öğrenin ki o zaman asla şirke ve bencilliğe sapmazsınız.

                          Bu ayet bize isim ve unvanın önemli olmadığını, esas iman ve amelin önemli olduğunu gösteriyor. Yahudi veya Hıristiyan olmak sadece bir unvandır. Esas önemli olan Tevhid'dir.

                          Şimdi, Bakara suresinin 136. ayetini dinliyoruz:


                          قُولُواْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ


                          Yani:

                          "Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâta indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk" deyin.

                          Yahudilerle Hıristiyanlar arasında dinleri üzerindeki sürtüşmeye değinen geçen ayetin devamında bu ayet onlara ve diğer dinlerin izleyenlerine ilahi Peygamberler arasında inanç bakımından hiç bir fark bulunmadığını ve hepsinin bir tek Allah tarafından gönderildiğini buyuruyor.

                          Onlara nazil olan her şey yine yegâne Allah tarafındandır. O zaman Allah'a tapan herkes tüm ilahi peygamberlere ve onlara nazil olanlara iman etmeli ve sadece kendi peygamberini kabul etmekle yetinmemeli ve başka peygamberleri reddetmemelidir.

                          İlahi peygamberler bir okulun öğretmenleri gibidir ki her biri belli bir zaman diliminde öğrencileri eğitmekle görevlidir ve tarih boyunca insanların fikri gelişmesine paralel olarak yüce Allah daha mükemmel kitaplar ve hükümler göndermiştir.

                          Şimdi, Bakara suresinin 137. ayetini dinliyoruz

                          فَإِنْ آمَنُواْ بِمِثْلِ مَا آمَنتُم بِهِ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا هُمْ فِي شِقَاقٍ فَسَيَكْفِيكَهُمُ اللّهُ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

                          Yani:

                          Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir.
                          Bu ayet Müslümanlara hitaben şöyle buyurmakta:

                          Eğer kitap ehli olanlar bencillik ve ırkçılık yerine siz müslümanlar gibi tüm peygamberlere ve semavi kitaplara iman ederse hidayete ermiş olurlar. Ancak eğer kendilerini hak ekseni görmeye ve diğer dinlerin izleyenleri ve onların peygamberlerini sapkın sayarsa bu, hak ile mücadele ve hak talepler grubundan ayrılmak demektir.

                          Bu ayetin sonunda din düşmanlarına karşı Müslümanlara Allah'ın yeteceğini müjdeliyor, çünkü O, duyan ve bilendir.


                          Şimdi, Bakara suresinin 138. ayetini dinliyoruz

                          صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ

                          Yani:

                          Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).
                          Yüce Allah varlık âleminin ilk ve tek ressamıdır. O, yaratılışın başında insan ruhunu pak bir fıtratla boyadı, lakin insanlar o ilahi boyayı, nefsanî hevesleri ve istekleri ile değiştirdi ve o güzelim fıtrat rengini sildi attı.

                          Bireysel ve örgütsel bağnazlıklar, insanlar arasında tefrikaya sebep olan renklerdir. Oysa tüm ırklar ve soyların rengi yok olmalı ki tüm insanlarda ilahi renk ortaya çıksın.

                          Tüm renkler zamanlar solar ve yavaş yavaş renksizleşir. Oysa ilahi renk sabit ve süreklidir. Tüm renkler ayrışmaya sebep olur, oysa ilahi renk vahdet vesilesidir ve bu da yegâne Allah'a ibadet etmekle elde edilir.

                          İnsanlar genellikle renk değiştirebilir ve bir topluma girdiklerinde benimsenmek için o toplumun rengine bürünür. Oysa İslam dininin tavsiyesi aynı renkte olmak değil, renksiz olmaktır. Yani insanlar arasında üstünlüğe sebep olan renklerden arınmaktır ki sonuçta bu renksizliğin ardından ilahi renk ortaya çıkar.

                          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Geçmişlerimizle övünmek yerine kendi amellerimizi düşünmeliyiz, çünkü herkes kendi amelinden sorumludur. Başkaları ahiret için çalışırken biz kendi hesabımıza koymamalıyız.

                          2 - Hakçı olmak gerekir, hizipçi değil. Hakçılık insanların gözünü kulağını hakikati idrak etmeye açar, oysa hizipçilik insanları kendi zayıf yönlerini ve başkalarının erdemliliğini görmekten alıkoyar.

                          3 - Gönülden iman ile birlikte amelde de teslimiyet şarttır. Hem iman iddiasında bulunup hem ilahi emirler yerine kendi nefsimizin tutsağı olmak, asla olmaz.

                          4 - En üstün renk, ilahi fıtrat rengidir ki yüce Allah tüm insanları bu renkle boyamıştır. Bu renk kalıcı ve vahdet kaynağıdır.

                          Yorum


                            #43
                            Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 41 )

                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            Şimdi Bakara suresinin 139. ayeti
                            قُلْ أَتُحَآجُّونَنَا فِي اللّهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ وَلَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَ
                            Yani:

                            De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O'nun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na gönülden bağlananlarız.

                            Maalesef dini maarifi tam bilmeyen bazı semavi dinlerin mensupları kendilerinin yüce Allah katında özel bir konumu bulunduğunu ve Rabbimizin sadece onları düşündüğünü ve sadece onlar için peygamberler gönderdiğini zannediyor ve bu yüzden diğer peygamberleri ve izleyenlerini tekzip ediyor.

                            Oysa yüce Allah'ın hiç bir ırk veya kavimle akrabalık bağı yoktur. O'nun nezdinde tüm insanlar eşittir ve yüce Allah katına yakınlık veya uzaklığa sebep olan tek şey, insanların amelidir ve herkes sadece kendi amelinden sorumludur.

                            Kuşkusuz ancak Allah için ihlâsla yapılan ameller kabul görür ve bu tür bir amel, gerçek iman ve şirkten uzak durmak anlamındadır.

                            Bu ayet insanların bencilliklerinin bazen onları, Allah'ı bile sadece kendilerine ait görecek dereceye kadar alçalttığını gösteriyor. Oysa yüce Allah hiç bir dinin, kavmin veya ırkın tekelinde değil, tüm dünyalılara aittir.

                            Şimdi, Bakara suresinin 140. ayetini dinliyoruz.


                            أَمْ تَقُولُونَ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَـقَ وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطَ كَانُواْ هُودًا أَوْ نَصَارَى قُلْ أَأَنتُمْ أَعْلَمُ أَمِ اللّهُ وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَتَمَ شَهَادَةً عِندَهُ مِنَ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

                            Yani:

                            Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâtın yahudi, yahut Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
                            Bazı Yahudiler ve Hıristiyanlar kendi dinlerini haklı ve diğerlerini batıl göstermek için hatta Hz. İbrahim ve ondan sonra gelen peygamberlerin Yahudi veya Hıristiyan olduğunu iddia ediyordu.

                            Gerçi tarihi açıdan Hz. Musa ve Hz. İsa bu peygamberlerden sonra geldi ve böyle bir iddiada bulunmak yersiz bağnazlık ve ırkçılıktan başka hiç bir sebebi yoktur.

                            Kuran-ı Kerim hakikati tahrif etmek veya ört bas etmeye çalışmayı en büyük zulüm olarak görüyor, çünkü bu durum gelecek kuşakların düşüncesinde sapkınlığa yol açarken beşeri toplumların kültürel açıdan gelişmesini engelliyor.

                            Şimdi, Bakara suresinin 141. ayetini dinliyoruz

                            تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُم مَّا كَسَبْتُمْ وَلاَ تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

                            Yani:

                            Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.
                            Bu ayet bir önceki ayette gündeme gelen bazı Yahudi ve Hıristiyanların boş iddialarını şöyle cevaplıyor: Neden kendi tarihi mazinizi Hz. İbrahim dönemine kadar uzatmaya çalışıyorsunuz? Dinamik bir toplum kendi ameline güvenmeli, tarihi geçmişine değil. Geçmiş peygamberler ve kavimler hepsi öldü gitti ve amelleri de kendilerine aittir, nitekim sizler de kendi amellerinizden sorumlusunuz.

                            Fazilet kazanılması gereken bir özelliktir ve herkes ve her toplum fazileti bizzat elde etmelidir. Fazilet miras yolu ile babadan oğula geçmez.


                            Şimdi, Bakara suresinin 142. ayetini dinliyoruz

                            سَيَقُولُ السُّفَهَاء مِنَ النَّاسِ مَا وَلاَّهُمْ عَن قِبْلَتِهِمُ الَّتِي كَانُواْ عَلَيْهَا قُل لِّلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ يَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ

                            Yani:

                            İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir. Geçen bölümlerde yahudilerin müslümanları eleştirdiği bir konunun, kıble yönünün Beyt'ul Mukaddes'ten Mekke'ye değiştirilmesiydi. Bu ayet ve bundan sonraki bir kaç ayet bu meseleye net bir şekilde açıklık getiriyor.

                            İslam peygamberinin bisetinden sonra Mekke'de bulunduğu 13 yıl süresinde Beyt'ul Mukaddes'e doğru namaz kılardı. Çünkü bu kılbe o dönemde tüm kitap ehli olanların kıblesiydi. İkincisi putperestler Kabe'yi puthane'ye dönüştürmüştü ve eğer İslam peygamberi Kabe'ye doğru namaz kılsaydı, gerçekte putlara doğru durmuş olurdu.

                            Medine'ye hicretin ardından da müslümanlar bir kaç ay, Beyt'ul Mukaddes'e doğru namaz kıldı, ta ki Yahudiler bunu gerekçe göstererek müslümanları bağımsız kılbeleri olmadığı için bağımsız olmamakla suçladı ve müslümanlar ve İslam peygamberi ile alay etmeye başladı.

                            Sonunda yüce Allah tarafından kıblenin değiştirilmesi emri geldi ve İslam peygamberi camide namaz kıldığı sırada Hz. Cebrail namazın ortasında Allah resulünün yönünü Kâbe'ye doğru değiştirmekle görevlendirildi. Bu yüzden bu cami iki kıbleli anlamına gelen Zukıbleteyn olarak ün yaptı.

                            Bu kez yahudiler yeni bir mazeret ileri sürmeye başladı ve müslümanlara eğer önceki Kıble doğru ise neden ona yüz çevirdiniz ve eğer bu kıble doğru ise neden bunca zaman Beyt'ul Mukaddes'e doğru namaz kıldınız, demeye başladı.

                            Kuran-ı Kerim bu konuya şöyle açıklık getiriyor: Kıble'nin anlamı yüce Allah'ın belli bir mekânı olduğu anlamında değil ki bunun doğu veya batı olduğunu tartışalım. Esasen hem doğu, hem batı ve hem diğer yönler O'na aittir. Hiç bir mekân kendinden bir asaleti yoktur ve sadece Allah'ın buyruğu ile kutsiyet ve saygınlık kazanır. Önemli olan O'na teslim olmak ve O'nun emrettiği her yöne namaz kılmaktır.

                            Şimdi bu yön ister Kâbe olsun ister Beyt'ul Mukaddes, fark etmez. Ve ancak O'nun emirlerine boyun eğenler, O'nun buyruklarını kayıtsız şartsız kabul edenler doğru yola hidayet edilmiş olur.
                            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Yüce Allah, tüm insanların ve tüm varlıkların Rabbidir. O, hiç bir dinin ve inancın tekelinde değil veya hiç bir ırk veya soy O'nun katında üstün sayılmaz. Ancak salih amel yüce Allah katına yakınlaşmaya sebep olur.

                            2 - Dini ve tarihi gerçekleri tahrif etmek, gelecek kuşaklara yapılan kültürel zulümdür ve Kuran-ı Kerim nezdinde en büyük zulüm sayılır.

                            3 - Ancak kendi amellerimizi düşünmeli ve geçmişlerimizin amelleri ile gurura kapılmamalıyız. Onların yaptığı iyiliklerin bize mükâfatı olmayacağı gibi kötülükleri de bizim cezalandırılmamıza neden olmaz.

                            4 - Kıble, Allah'ın buyurduğu yöne dönmektir, yoksa yüce Allah'ın o yönde olduğu anlamına gelmez. O zaman ister Beyt'ul Mukaddes'e yöneldiğimiz zaman ister Kabe'ye doğru, fark etmez, çünkü her iki halde yüce Allah'ın buyruğuna uymuş oluruz, kendi irademize değil.

                            Yorum


                              #44
                              Nura Giden Yol

                              Sayın yöneticiler, mesaj yazma bölümünde kutucuğu almayan uzunlukta mesajları düzenlemek zor oluyor. çünkü hep kutucuktaki yazılar görünüyor. aşağısını açtığımda düzeltmek için bir tuşa bassam yine yukarısı açılıyor.. bu da düzenlemeyi çok güçleştiriyor. İlgilenebilirlerse memnun oluruz..

                              Yorum


                                #45
                                Nura Giden Yol

                                Nura giden yol ( 42 )

                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                Şimdi Bakara suresinin 143. ayeti


                                وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ


                                Yani:

                                İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.

                                Geçen bölümlerde İsrailoğullarının kıblenin değişmesi ile ilgili türlü bahanelerini anlatırken yüce Allah'ın onlara doğu ve batı ve tüm yönlerin kendisine ait olduğunu ve gerçek hidayetin ilahi doğru yolu izlemekte olduğunu, Allah'ın doğuda veya batıda olduğunu ve bu yüzden bu yönlere yöneldiğimizi düşünmemek gerektiğini buyurduğunu anlattık.

                                Bu ayet İslam ümmetini ılımlı ve her türlü ifrat ve tefritten uzak bir ümmet olduğunu ve ister maddi ister manevi, ister itikadi ister iktisadi, hiç bir alanda denge yolundan sapmadığını ve tüm beşeri toplumlar için uygun bir örnek oluşturduğunu söylüyor.

                                Kuşkusuz tüm müslümanlar böyle değildir ve birçokları düşüncede veya amelde ifrat ve tefrite kapılır. O zaman bu ayet ne demek istiyor?

                                Gerçek şu ki İslam dini, denge ve ılımlılık dinidir ve ancak bu dinin hükümlerinin sadece bir kısmına değil, tüm hükümlerine uyanlar bir yerlere varır ve yüce Allah onları halk için şahit ve hüccet olarak gösterir. Nitekim İslam peygamberinin ehli beyti ki ilahi hükümleri en iyi bilen ve en iyi şekilde uygulayan ve söz konusu örnek ümmeti simgeleyenlerdi, şöyle buyurmaktadırlar: Yüce Allah'ın şahit ve hüccet olarak örnek gösterdiği ümmet biziz.

                                Ayetin devamında kıble yönünün değiştirilmesi emrinin yüce Allah'ın diğer emirleri gibi ilahi bir sınav olduğunu ve teslim olanlarla nefsine yenik düşenleri bir birinden ayırdığını vurgulamaktadır. Çünkü bu emri kabul etmek, ilahi özel hidayete ermemiş olanlarca kabul edilmesi zordu ve bu emrin karşısında direnmeye çalıştılar.


                                Şimdi, Bakara suresinin 144. ayetini dinliyoruz.


                                قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ


                                Yani:

                                (Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
                                Yahudilerin Müslümanlarla bağımsız bir kıbleleri olmadığı için alay etmelerinin ardından İslam peygamberi kıble yönünün değiştirilmesi emrini bekliyordu, ta ki öğle namazının ortasında bu emir nazil oldu ve Resulullah'ın (sav) yönü Beyt'ul Mukaddes'ten Mekke'ye doğru çevrildiğinde arkasında cemaat namazı kılan müslümanlar da Kâbe'ye doğru yöneldiler.

                                İşin ilginç tarafı daha önceki semavi kitaplarda İslam peygamberinin bir işaretinin de iki kıbleye namaz kılacağının belirtilmesiydi. Bu yüzden bu ayet kitap ehli olanları uyarıyor ve bunun hak fermanı olmasına karşın neden itiraz ettiklerini sorguluyor.

                                Şimdi, Bakara suresinin 145. ayetini dinliyoruz

                                وَلَئِنْ أَتَيْتَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ بِكُلِّ آيَةٍ مَّا تَبِعُواْ قِبْلَتَكَ وَمَا أَنتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ وَمَا بَعْضُهُم بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم مِّن بَعْدِ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ إِنَّكَ إِذَاً لَّمِنَ الظَّالِمِينَ

                                Yani:

                                Yemin olsun ki (habibim ! ) sen ehl-i kitaba her türlü âyeti (mucizeyi) getirsen yine de onlar senin kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun.
                                Bu ayet İslam peygamberine kitap ehli onun belirlediği kıbleyi kabul etmemeleri yüzünden üzülmemesini söylüyor ve gerçekte bağnazlığın onların hakkı kabul etmelerini engellediğini ve her türlü delil gösterse bile bu zümrenin inatçılıkları yüzünden hakkı kabul etmeyeceğini, bu yüzden yeni kıble konusunda geri adım atmamasını ve kesin bir tavırla bu tür yaygaralara teslim olmayacaklarını ve tutumunu değiştirmeyeceğini belirtmesini buyuruyor.

                                İslam dininde yasalara karşı herkesin eşit olduğundan yüce Allah kendi peygamberini uyarıyor ve hatta Peygamber onları cezbetmek için yeni kıblenin hakkaniyetinden geri adım atmak istese, kendi ümmeti hakkında büyük bir zulüm işlemiş olacağı uyarısında bulunuyor.

                                Şimdi, Bakara suresinin 146 ve 147. ayetlerini

                                الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمْ وَإِنَّ فَرِيقاً مِّنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ (*) الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ


                                Yani:

                                Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler.

                                Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde kuşkulananlardan olma!


                                İslam peygamberinin işaretleri Tevrat ve İncil'de gelmişti ve bu yüzden kitap ehli olanlar onu tanıyordu, lakin bağnazlık ve inatçılık onlardan bir kesimin bu gerçeği gizlemeye yöneltiyordu. Kuşkusuz bazı kitap ehli olanlar İslam peygamberini görür görmez ona iman ettiler, çünkü o hazretin tüm özellikleri daha önceki semavi kitaplarda beyan edilmişti ve Kuran-ı Kerim'in tabiri ile onlar İslam peygamberini kendi evlatları gibi tanıdılar.

                                Son ayet ancak yüce Allah tarafından nazil olanların hak olduğunu ve hakka sırt çevirmenin hatta çoğunluk sırt çevirse bile, ilahi vahyin hakkaniyetine inanmakta kuşku yaratmaması gerektiğini vurguluyor.

                                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Kıble hem bağımsızlık sırrı, hem teslimiyet işaretidir. Bu bağımsızlık, Müslümanların üzerine sulta kurmak isteyen her dinden veya ırktan bağımsızlık ve kayıtsız şartsız her buyruğunu yerine getirdiğimiz Allah'a karşı tam teslimiyet anlamındadır.

                                2 - İslam dini ılımlı bir dindir ve eğer müslümanlar ilahi doğru yolda yer alırsa diğer ümmetlere örnek oluşturabilir.

                                3 - İnatçılık ve bağnazlık, mantıklı düşünmeyi ve hakkı görmeyi engeller. Bu yüzden din bu anlayış ile mücadele eder.

                                4 -Eğer haktaleplik ruhu olmazsa, bilim tek başına yeterli olmaz, çünkü insan nefsi bazen bilimi tahrif eder veya gizler.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X