Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #76
    : Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 70 )

    Bismillahirrahmânirrahîm

    Şimdi Bakara suresinin 268 ve 269. ayetleri:

    الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلاً وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ (*) يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ

    Yani:

    Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vâdeder. Allah herşeyi ihata eden ve herşeyi bilendir.
    Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.

    Şeytan ve şeytan kılığındaki insanlar türlü yollara baş vurarak insanları başkalarına yardım etmekten men eder ve örneğin sen gelecekte bu paraya ihtiyacın olur veya neden sen çalışırken başkasına vereceksin veya eğer Allah isteseydi o yoksul olmazdı gibi lafları gündeme getirerek bir yandan infakta bulunmak isteyen insanları engeller ve onları mal biriktirmeye teşvik eder, öbür yandan insanları gelecekte yoksul olmakla korkutur. Oysa bizlerin kıyamet gününde ilahi rahmete olan ihtiyacımız bu dünyadakinden çok daha fazladır. Bunun dışında yüce Allah, O'nun yolunda infakta bulunanların geleceğini güvence altına almış ve gerçekte yoksulluğa karşı sigortalamıştır.

    Ancak maalesef birçokları bu hikmet dolu sözleri dikkate almadan şeytanın telkinlerinin etkisi altında kalıyor.

    Bu tür insanlar ancak mal ve serveti hayır vesilesi olarak görüyor, oysa gerçek hayır, insanların doğru teşhis koyma gücüdür, böylece insanlar ilahi mağfiret vaadi ile şeytanın boş vaatlerine kanmaz.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Yoksulluktan korkarak cimri olmayalım, çünkü bu, şeytanın vesvesesidir ki infakta bulunmamamızı sağlamaya çalışıyor. Bu korkuya karşı ilahi rahmet ve fazileti hatırlayalım.

    2 - Sağlıklı akıl işareti, şeytanın vaadlerine karşın ilahi vaatlerini tercih etmektir. Dini açıdan ancak Allah'a itaat eden ve heveslerine yenik düşmeyen insan, akıl sahibidir.

    Şimdi, Bakara suresinin 270 ve 271. ayetlerini dinliyoruz.

    وَمَا أَنفَقْتُم مِّن نَّفَقَةٍ أَوْ نَذَرْتُم مِّن نَّذْرٍ فَإِنَّ اللّهَ يَعْلَمُهُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ (*) إِن تُبْدُواْ الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَ وَإِن تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَاء فَهُوَ خَيْرٌ لُّكُمْ وَيُكَفِّرُ عَنكُم مِّن سَيِّئَاتِكُمْ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ

    Yani:

    Yaptığınız her harcamayı ve adadığınız her adağı muhakkak Allah bilir. Zalimler için hiç yardımcı yoktur.
    Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.

    Bu ayetler şöyle buyurmakta: Belki başkaları senin iyiliklerini görmeyebilir veya teşekkür etmeyebilir, lakin bu amelleri yüce Allah görmekte ve kaydetmektedir. Yoksa sen Allah için infakta bulunmadın mı? O zaman neden karşılığını kullardan istiyorsun? İnsan yaptığı iyi amellerin Allah tarafından görüldüğünü bilmesi bile iyi amellerde bulunmak için en iyi gerekçedir. Nitekim mağdurlara ilgisizlik Kuran-ı

    Kerim'de insanları kıyamette her türlü yardımdan mahrum bırakmak ve evliyaların şefaat zeminini yok eden zulümdür.

    İnfakın biçimi konusunda da rivayetlere göre şöyle denir: İnsanları farz olan zekâtı aleni, fakat müstehap olan sadakayı gizlice vermesi uygundur. Belki bu yüzdendir ki farz olan ameller genel bir görevdir ve genellikle her türlü riyakârlıktan uzak bir şekilde yapılır.

    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Yüce Allah bizlerin infak ettiklerimizin farkındadır. O zaman en iyi malımızı ve en yüce saiklerle Allah yolunda infak edelim.

    2 - İnfak bazen aleni ve bazen de gizli olmalı. Aleni yapılan infak, başkalarını infak etmeye teşvik eder ve gizli infak, bizi riyakarlıktan uzaklaştırırken sadakayı kabul edenin onurunu korur.

    3 - İnfak, günahların affedilmesine sebep olur ve bazen tevbe ve dönüş için biraz paradan vazgeçmek gerekir ki Allah da bizi bağışlasın.

    Şimdi, Bakara suresinin 272. ayetini dinliyoruz.

    لَّيْسَ عَلَيْكَ هُدَاهُمْ وَلَـكِنَّ اللّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَلأنفُسِكُمْ وَمَا تُنفِقُونَ إِلاَّ ابْتِغَاء وَجْهِ اللّهِ وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ

    Yani:

    (Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah'ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.

    Tefsir kitaplarında belirtildiği üzere müslümanlar müşrik yoksullara sadaka verme konusunda kuşkuluydu. Bu konuda İslam peygamberinden sorduklarında işte bu ayet nazil oldu. Ayet şöyle buyurmakta: Dini kabul etmek baskı altında olmamalı, öyle ki yoksullar bir lokma ekmek için müslüman olduğunu ilan etsin ve Müslümanlardan sadaka alsın. İlahi bağış ve nimetler bu dünyada tüm insanları ister kafir ister mümin, kapsadığı gibi müminler de yoksullara yardım ederken mümin olmayanları da gözetlemeleri gerekir ve onlara da Allah'ın kulları olduğu için yardımda bulunmaları gerekir. Böylece yüce Allah'ın mükâfatı da tam olur.

    Kuşkusuz gayri Müslimlere infakta bulunmak, ancak küfür ve düşmanların amacına hizmet etmediği takdirde ve sadece onların İslam dininin insan sever ruhu ile tanışmalarına sebep olması durumunda caizdir.

    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Dini benimsemekte zorunluluk yoktur ve hiç kimse, hatta İslam peygamberi hiç kimseyi İslam'ı kabul etmeye zorlayamaz.

    2 - İslam dini, insan sever bir dindir ve yoksullara yardım etmeyi hatta gayri müslimler olsa bile tavsiye eder.

    3 - Eğer infak etmenin amacı Allah rızası olursa infakta bulunan kimse hem dünyada hem ahirette mükâfatlandırılır.

    Yorum


      #77
      : Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 71 )

      Bismillahirrahmânirrahîm

      Şimdi Bakara suresinin 273 ve 274. ayetleri.

      لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لاَ يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافًا وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ (*) الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ


      Yani:

      (Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.

      Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarfedenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.

      Geçen bölümde anlatıldığı üzere İslam dini toplumda dengeyi sağlamak için infak gibi bir takım tavsiyelerde bulunmuştur, şöyle ki zenginler toplumun yoksul kesimlerine yardım etmelidir.

      Bu ayetler hicret ve cihat yolunda evinden barkından olan ve gurbette ne malı ne de iş imkânı bulunan, fakat onurları yüzünden insanlardan bir şey istemeyen ve ihtiyaçlarını gündeme getirmeyen ve bu yüzden başkaları tarafından hiç bir ihtiyaçları bulunmayan insanlar şeklinde algılanan muhacirler ve mücahitler hakkındadır. Oysa mümin insanlar bu tür onurlu ve haysiyet sahibi insanları düşünmeli ve onların zor koşullar altında yaşamalarına izin vermemelidir. Nitekim tarih sayfalarında şöyle okumaktayız:

      Asr-ı saadette İslam peygamberinden bir grup insan o hazretle birlikte Mekke'den Medine'ye hicret etti, lakin Medine'de ne evleri vardı ne de işleri. Çünkü Mekke müşrikleri onların malına el koymuştu. Medine halkı bu insanların bir kısmını kendi evlerine aldı, lakin birçokları da İslam peygamberinin inşa ettirdiği caminin çevresinde Suffa adında bir yerde yaşıyordu. İşte bu ayetler müminlere bu insanların durumu ile ilgilenmeye tavsiyede bulundu.

      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Yüce Allah zenginlerin malında muhtaç insanlar için bir hak yerleştirmiştir.

      2 - İslami toplumda muhtaç insanlar ihtiyaçlarını dile getirmeden önce durumları ile ilgilenmek ve mümin insanların onurunun kırılmamasını ve toplumda aşağılanmamasını sağlamak gerekir.

      3 - Kuran-ı Kerim kültüründe yoksul insan, hastalık, yaşlılık, sel, deprem gibi doğal afetler veya savaş yüzünden yaşamını idare etmekten aciz olan fakat her şeye karşın orununu maddi refahtan daha önemli sayan kimseye denir. O zaman çeşitli topluluklarda halktan ısrarla para toplamak isteyenler yoksul sayılmaz.

      4 - Yüce Allah, O'nun yolunda infakta bulunanlara yoksulluğa karşı sigortalamıştır. Nitekim bu insanlar Allah'a tevekkül ettikleri için asla yaptıkları infaktan pişman olmaz veya üzülmez.

      Şimdi, Bakara suresinin 275 ve 276. ayetlerini dinliyoruz.

      الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لاَ يَقُومُونَ إِلاَّ كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَن جَاءهُ مَوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّهِ فَانتَهَىَ فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (*) يَمْحَقُ اللّهُ الْرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ

      Yani:

      Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların "Alım-satım tıpkı faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.

      Allah faizi tüketir (Faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.

      Hatırlanacağı üzere yüce Allah'ın Bakara suresinin ard arda gelen 14. ayetinde mümin kullarını infakta bulunmaya teşvik ettiğini ve bu iyi amelin bireysel ve toplumsal tesirlerini anlattığını söylemiştik. İnfak bir yandan insanlarda cömertlik ve dünyaya daha az bağımlı olma ruhunu geliştirirken öbür yandan da sınıfsal mesafeyi azaltır ve İslami toplumda kardeşlik ve eşitlik ruhunu egemen kılar.

      Şimdi bu ayetlerinden devamında Kuran-ı Kerim, faiz gibi şom bir olgunun üzerinde odaklanıyor. Faiz hem toplumun iktisadi dengesini bozan, hem faiz alan kimsenin psikolojisindeki dengeyi alt üst eden bir olgudur. Faiz bir yandan yoksulların zenginlere karşı kin ve nefretini körükler ve toplumu patlama düzeyine kadar götürür, öbür yandan da faiz alan kimseyi paradan puldan başka hiç bir şey düşünemeyen ve hatta beşeri duyguları bile para ile ölçen birine dönüştürür.

      Faiz alan kimse toplumun üretim sürecinde hiç bir etkisi olmaksızın veya hiç bir düşünce veya çalışması olmaksızın muhtaç insanlara parasını borç vererek borç alan kimseden verdiği borç paradan daha fazlasını talep eder. Bu işin sonucu zayıf kesimlerin daha da zayıflaması ve güçlü kesimin daha da güçlenmesidir ve bu da toplumun mağdur kesimlerine yönelik en büyük zulümdür. Bu yüzden tüm semavi dinlerde faiz haramdır ve faiz alan kimseye cezalar belirlenmiştir. Gerçi görece olarak faiz, serveti arttır ve sadaka azaltır, lakin her malın bereketi, Allah'ın elindedir. Bu yüzden faiz yolu ile elde edilen servet, insanların saadete kavuşması yerine mağdurların kin ve nefretine yol açtığı için faiz alan kimsenin can ve mal güvenliğini tehlikeye atar ve hatta malın esasının heba olmamsına yol açar. Oysa sadaka veren kimse toplumda kazandığı saygınlıkla huzur ve güvenlik içinde yaşar ve refahı için tüm şartlar hazırlanır.

      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Faiz, toplumun iktisadi ve insanların psikolojik dengesini bozar, öyle ki sevgi nefretle ve adalet zulümle yer değiştirir.

      2 - İslam dini geniş kapsamlı bir dindir ve bu yüzden toplumun ekonomisi için programları vardır ve sırf insanlar için belirlediği ibadetten ve onları kendi haline bırakmaktan ibaret değildir.

      3 - Faiz almak, Allah'ın bizlere birer emanet olarak sunduğu mal ve servete karşı bir nevi küfürdür. Bu mallardan infaktan bulunmamak da öyledir ve bu da malımızın heba olmasına yol açar.

      Şimdi, Bakara suresinin 277. ayetini dinliyoruz.

      إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ

      Yani:

      İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.

      Bu ayet, gerçek müminleri tanıtır. Gerçek mümin yaratanı ile namaz aracılığı ile irtibat kurmanın yanı sıra Allah'ın mahlûkları ile de zekât yolu ile irtibat kurmaya çalışan ve dini, sadece kuru ve ruhsuz görevlerle dolu bir şey sanmayan kimsedir. Mümin insan sürekli başkalarına yardımda bulunmayı düşünür.

      Yorum


        #78
        : Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 72 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Bakara suresinin 278 ve 279. ayetleri

        يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ (278) فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَإِن تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُوسُ أَمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ


        Yani:

        Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terk edin.

        Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.

        Faiz ile ilgili ayetler nazil olduğu sıralarda bazı müslümanlar faiz yüzünden bazı insanlardan alacaklıydı. Bu yüzden bu konuda İslam peygamberinden sorular sordular ve işte o zaman bu ayetler nazil oldu ve Allah resulü Müslümanlara faiz ile ilgili tüm anlaşmalarının batıl olduğunu ve herkesten önce kendi akrabalarının bu işten vazgeçmeleri gerektiğini ilan etti.

        Geçen ayetlerde mağdurlara yardım etmek ve onlara borç vermenin Allah'a borç vermek gibi olduğunu ve yüce Rabbin onların mükâfatını vereceğini belirtmiştik. Bu ayetler de faiz alarak mağdurlara zulmedenleri uyarıyor ve faizden el çekmedikleri takdirde Allah ve resulünün muhtaç insanları destekleyeceği ve faizcilere savaş açacakları vurgulanıyor.

        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - İman sadece namaz ve oruç tutmak değil, haram maldan uzak durmak iman ve takva işaretidir.

        2 - İslam mülkiyete saygı duyuyor, ancak zenginlere sömürme izni vermiyor.

        3 - Sultacılık ve sultaya boyun eğmek, her ikisi kınanmıştır. Bu yüzden hem faiz almak ve hem vermek yasaktır.

        Şimdi, Bakara suresinin 280 ve 281. ayetlerini dinliyoruz.

        وَإِن كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ إِلَى مَيْسَرَةٍ وَأَن تَصَدَّقُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ (*) وَاتَّقُواْ يَوْمًا تُرْجَعُونَ فِيهِ إِلَى اللّهِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ

        Yani:

        Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya (veya zekâta) saymak sizin için daha hayırlıdır.

        Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının.

        Müminlerle infak ve borç vermeye teşvik eden ve onları faiz almaktan men eden geçen ayetlerin devamında bu ayetler önemli bir ahlaki noktaya temas ediyor, şöyle ki sadece borç vermekte faiz almaktan vazgeçmeyin, aynı zamanda eğer borçlu kimse borcunu zamanında ödeyecek gücü olmazsa ona mühlet verin ve daha da önemlisi hatta borcunu bağışlayın ve bilin ki bu ameliniz mükafatsız bırakılmayacak ve yüce Allah kıyamet gününde hiç eksiksiz telafi edecektir.

        Gerçekten de eğer bu tavsiyeler toplumda uygulansaydı, ne güzel bir toplum olurduk. Çünkü hem muhtaç insanların ihtiyaçları giderilir, hem de zenginler hırs ve cimrilikten kurtulur ve fakirle zengin arasındaki mesafe kısalırdı.

        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - İnfak ve borç vermekte önemli olan konu, yoksulların refahını sağlamaktır. O zaman onları borçlarını geri ödemekte zor durumda bırakmamalıyız ki tekrar yoksulluğa sürüklenmesinler.

        2 - İslam dini mustaz'af insanların gerçek hamisidir ve faizi haram kılmak ve infakı teşvik etmekle toplumun iktisadi boşluklarını doldurmaya çalışır.

        3 - Allah'ın ve mağdurların rızasını kazanmak, servet kazanmaktan daha iyidir.

        Şimdi, Bakara suresinin 282. ayetini dinliyoruz.

        يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا تَدَايَنتُم بِدَيْنٍ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى فَاكْتُبُوهُ وَلْيَكْتُب بَّيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ وَلاَ يَأْبَ كَاتِبٌ أَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّهُ فَلْيَكْتُبْ وَلْيُمْلِلِ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّهَ رَبَّهُ وَلاَ يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْئًا فَإن كَانَ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفِيهًا أَوْ ضَعِيفًا أَوْ لاَ يَسْتَطِيعُ أَن يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ وَاسْتَشْهِدُواْ شَهِيدَيْنِ من رِّجَالِكُمْ فَإِن لَّمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ مِمَّن تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاء أَن تَضِلَّ إْحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا الأُخْرَى وَلاَ يَأْبَ الشُّهَدَاء إِذَا مَا دُعُواْ وَلاَ تَسْأَمُوْاْ أَن تَكْتُبُوْهُ صَغِيرًا أَو كَبِيرًا إِلَى أَجَلِهِ ذَلِكُمْ أَقْسَطُ عِندَ اللّهِ وَأَقْومُ لِلشَّهَادَةِ وَأَدْنَى أَلاَّ تَرْتَابُواْ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدِيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَلاَّ تَكْتُبُوهَا وَأَشْهِدُوْاْ إِذَا تَبَايَعْتُمْ وَلاَ يُضَآرَّ كَاتِبٌ وَلاَ شَهِيدٌ وَإِن تَفْعَلُواْ فَإِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّهُ وَاللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

        Yani:

        Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıkları vakit şahitler gelmezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. (Genellikle) alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan, ne de şahit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız (zarar verirseniz) şüphe yok ki bu, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah'tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir.

        Kuran-ı Kerim'in en uzun ayeti olan bu ayet halkın mali haklarını korumak olan kul hakkı ile ilgilidir.

        Halkı infak ve borç vermeye teşvik ve faizi yasaklama ile başlayan İslam'ın iktisadi ahkâmının devamında bu ayet ticaretin doğru yollarını ifade ederek insanların alış verişte her türlü hatadan uzak durmalarını sağlıyor, öyle ki hiç bir taraf zarar görmesin.

        Bu ayetin doğru ticaret yapmak için belirlediği kurallar özetle şöyledir:

        1. Her türlü borç için, ister kredi, ister veresiye alışveriş, ister az ister çok, mutlaka bir belge hazırlanmalıdır.

        2. Belgeyi tarafların dışında biri hazırlamalı, fakat borçlu tarafın beyanına göre hazırlamalıdır.

        3. Borçlu kimse ve belgeyi hazırlayan Allah'ı göz önünde bulundurmalı ve haktan eksik bırakmamalıdır.

        4. Yazmanın dışında yapılan muamele için tarafların güvendiği iki şahit de hazır bulunmalıdır.

        5. Nakit ticarette belgeye hacet yoktur ve iki şahit yeterlidir.

        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - İslam dini geniş kapsamlı bir dindir ve insanların bireysel ve ruhsal gelişmelerinin yanı sıra toplumun hukuki ve iktisadi konularına da ciddi olarak yaklaşmaktadır.

        2 - Yazmaya tavsiyede bulunmak, üstelik insanların çoğunun okuma yazma bilmediği bir çağda, İslam dininin eğitime ve okuma yazmaya önem verdiğinin işaretidir.

        3 - Anlaşmanın yazılmasına vurgu yapmak, insanlar arasında güven duygusunu geliştirmek içindir, güvensizlik işareti değil. Çünkü unutmak, hata veya inkar, toplumun iktisadi huzur ve güvenliğini bozar.

        4 - Ticaret konusunu titizlikle kayda geçirmenin üç faydası vardır. İlkin adaletin uygulanmasını güvenceye alır. İkincisi muamele şahitleri için bir belgedir ve üçüncüsü toplumda kötümserlik ve güvensizliğin yayılmasını engeller.

        Yorum


          #79
          : Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 73 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          Bakara suresinin 283. ayeti

          وَإِن كُنتُمْ عَلَى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُواْ كَاتِبًا فَرِهَانٌ مَّقْبُوضَةٌ فَإِنْ أَمِنَ بَعْضُكُم بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ أَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّهَ رَبَّهُ وَلاَ تَكْتُمُواْ الشَّهَادَةَ وَمَن يَكْتُمْهَا فَإِنَّهُ آثِمٌ قَلْبُهُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ

          Yani:

          Yolculukta olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin de yeterlidir. Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin ve (bu hususta) Rabbi olan Allah'tan korksun. Şahitliği bildiklerinizi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi günahkârdır. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.

          Geçen bölümde anlatıldığı üzere İslam dini insanların mali haklarının korunması için her türlü nakit olmayan muamelenin veya kredinin yazılı olarak belgelenmesini ve bu olayın iki şahit huzurunda yapılmasını, böylece hata veya unutkanlık veya inkar durumlarında bir sorunun çıkmasını engelleme tavsiyesinde bulunmuş ve hatta yolculukta bile bunun yapılmasını ve yazabilen biri bulunmadığı takdirde borçlu olan taraftan rehin olarak bir şey alınmasını ve böylece yapılan muameleyi sağlamlaştırılmasını vurgulamıştır.

          Ancak hem alacaklı, hem borcu olan kimsenin onların nezdinde bulunan şeyin gerçekte bir emanet olduğunu ve zamanında ve en doğru biçimde esas sahibine iade etmesini bilmeleri gerekir. Alacaklının nezdinde bulunan rehin emanettir ve alacaklı bu malı haksız yere kullanamaz, bilakis onu en iyi şekilde korumalı ve zamanı gelince ve alacağını tahsil ettiği vakit, esas sahibine sağ salim iade etmelidir. Borçlu olan taraf da gerçekte emin sayılmış ve yapılan muameleye taraf olmuştur. O zaman borcunu zamanında ödemelidir ki alacaklı zarara uğramasın. Bu durum özellikle alacaklı, karşı tarafa güvenip rehin almadığı durumlarınlda daha da önemlidir. Bu durumda borçlu olan taraf Allah'ı gözetlemeli ve hakkı çiğnememelidir.

          Ayetin sonunda müminlere insanların hakkı beyan etmekte müsamahakar davranmamaları tavsiye edilir, zira Allah insanların gönlünen geçen her şeye vakıftır ve hakkı gizlemek, gerçi görece olarak susmaktır ve insan günah işlediğini hissedecek bir şey yapmamıştır, lakin gerçekte bu, en büyük günahtır, çünkü insan ruhunu kirletir.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Nakit olmayan muameleleri sözlü sözlerle yapmayın. Burada muamele konusunu yaparak gerektiğinde rehin almak sureti ile işi sağlama alın.

          2 - Halka olan borcunuzu zamanında ödeyerek güvensizliği önleyin ve böylece toplumun da iktisadi güvenliğini koruyun.

          Şimdi, Bakara suresinin 284. ayetini dinliyoruz.

          لِّلَّهِ ما فِي السَّمَاواتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِن تُبْدُواْ مَا فِي أَنفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُم بِهِ اللّهُ فَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

          Yani:

          Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.

          Bu ayet müminlere günahların sadece göz, kulak ve el ayak gibi vücuttaki organlarla hesaplanacağını zannetmemeleri konusunda uyarıda bulunuyor ve yüce Allah'ın gönüllerden geçen her şeye vakıf olduğunu ve insanları ruhsal günahları yüzünden de yargılayacağını vurguluyor.

          Kuşkusuz ayetin ruhsal günahtan maksadı, içten ve fikir ve ruhtan kaynaklanan günahlardır. Örneğin küfürvari inançlar veya insanların haklarını gizlemek gibi durumlar bu tür günahlardan sayılır. Lakin eğer insanların kafasına şeytani vesveseler hakim olur ve günah işlemeye karar verir, fakat günah işlemezse, bunun cezası yoktur. Gerçi günaha düşüncesi insanların gönlünü zamanla karartır ve günah için zemin oluşturur.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - İnsanlar günah konusunda sadece göz ve kulaklarına değil, ruhuna ve düşüncesine de dikkat etmeli ve gönlüne çirkinlik ve kötülüklerin hakim olmasını engellemelidir, aksi takdirde şeytan hemen insana musallat olur ve günah kaçınılmazdır.

          Şimdi, Bakara suresinin 285. ayetini dinliyoruz.

          آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ

          Yani:

          Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.

          İslam açısından dünya, tarih boyunca yüce Allah tarafından öğrencilerini hidayete erdirmek için peygamberler gönderen bir okul gibidir. Bu peygamberlerin her biri bu okulda insanoğluna dersler vermiş ve insanların yücelmesine yardımcı olmaya çalışmıştır, öyle ki insan aklı ve fikri en mükemmel ilahi programı algılamak için hazırlanmış ve yüce Allah en son İslam peygamberini görevlendirmiştir. Bu yüzden müslümanlar yüce Allah tarafından ve melekler aracılığı ile nazil olan tüm semavi kitaplara ve ilahi peygamberlere inanır ve Allah'ın peygamberleri arasında hiç bir ayrım yapmaz.

          Şimdi, Bakara suresinin 286. ve son ayetini dinliyoruz.

          لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

          Yani:

          Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağış.

          Yüce Allah insanları farklı yaratmıştır. Kimileri çok zeki ve yetenekli, kimileri az akıllı ve az yetenekli, kimileri güçlü, kimileri zayıf, biri beyaz biri siyah ve en sonunda biri kadın, biri erkek yaratılmıştır. Ancak şu noktayı kabul etmek gerekir ki bu farklılıkların bazıları insanoğlunun bekası için gereklidir ve bazıları da bazı insanların bir birine karşı zulüm ve adaletsizliğinden kaynaklanır. Doğal olarak bu farklılıklar ister haklı ister haksız, insanların fiziksel ve zihinsel gücünde etkilidir ve eğer yüce Allah tüm insanlardan bunca farklılıklara karşın aynı beklentide olamaz. Dolaysıyla bu ayet yüce Allah'ın en önemli sıfatlarından biri olan ilahi adaletine işaret ederek şöyle buyurmaktadır: Yüce Allah hiç kimseye gücünün ötesinde görev vermez ve bundan fazlasını da beklemez. Bu yüzden ceza ve mükafat da verilen görevle orantılıdır ve yüce Allah kıyamet gününde de herkesten şuuru ve bilincine göre hesap sorar. Nitekim yüce Allah, adaleti gereği farz bir görevi unutan veya kasıtlı olarak değil de sahven işlediği günahtan sorumlu tutmaz ve sadece kasıtlı olarak işlenen günahların hesabını sorar ve cezalandırır.

          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - İslam dini kolay bir dindir ve insanların gücü ötesinde görev vermez. Nitekim İslam peygamberi de ben sade ve kolay bir din için seçildim, şeklinde buyuruyor.

          2 - Ceza ve mükafat, amele göredir ve amel de kasıt ve saiklerle ölçülür. Bu yüzden hata veya unutkanlık yüzünden işlenen bir günahın hesabı sorulmaz.

          3 - Yüce Allah'ın insanlara karşı tutumu rahmet ve mağfiretine göredir. Bu yüzden eğer insan tevbe ederse günahları affedilir ve gönlü de o günahtan arındırılır.

          Yorum


            #80
            : Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 74 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            Geçen bölümde Bakara suresinin sonuna geldik. Bu gün Kuran-ı Kerim'in yeni bir suresine başlıyoruz. Suremizin adı, Al-i İmran
            Suresidir. Bu sure Medine'de nâzil olmuştur. 200 (İki yüz) âyettir. 34-37. âyetlerde Hz. Meryem'in babasının mensup olduğu İmrân ailesinden söz edildiği için sûre bu adı almıştır.

            Şimdi Al-i İmran suresinin ilk ayetleri

            الم (*) اللّهُ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ


            Yani:

            Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla
            Elif. Lâm. Mîm.
            Hayy ve kayyûm olan Allah'tan başka ilâh yoktur.

            Elif lam mim hakkında Bakara suresinin başında bahsettik ve dedik ki Kuran-ı Kerim'in 29 suresinin başında yer alan bu harfler Kuran-ı Kerim sırlarındandır ve yüce Allah ile resulü arasında söz konusudur ve belki de ilahi mucize Kuran-ı Kerim'in şu bilinen harflerle tüm insanlara sunulmak üzere hazırlandığını belirtiyor ve başkalarından da eğer yapabiliyorlara Kuran-ı Kerim gibi bir kitap yazmalarını istiyor.

            Bir sonraki ayet yüce Allah'ın bazı sıfatlarına işaret ediyor ve O'nun tüm kemallere sahip olduğunu ve her türlü kusurdan arınmış olduğunu vurguluyor. Yüce Allah sadece zat itibarı ile değil, sıfatlarda da yegane ve eşsizdir. O'nun ilim ve kudreti bizim ilim ve kudretimizin aksine sonsuzdur. O'nun hayatı ebedi ve daimidir. Bizler O'ndan önce yoktuk ve bundan sonra da olmayacağız, ama O sürekli vardı, vardır ve var olacaktır ve bu yüzden bir tek O, tapılmaya layıktır ve hiç kimse O'ndan başka tapılmayı hakedemez.

            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Başkalarına karşı mal ve mevkileri ve servetleri yüzünden huzu ve huşu edeceğimize sadece her türlü kemalin esas sahibi olan ve her türlü kusurdan pak olan yegan Allah'a tapalım.

            Şimdi, Al-i İmran suresinin 3 ve 4. ayetlerini dinliyoruz.

            نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَأَنزَلَ التَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ (*) مِن قَبْلُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَأَنزَلَ الْفُرْقَانَ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ

            Yani:

            (Resûlüm!) O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti.

            Daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Furkan'ı indirmiştir. Bilinmeli ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.

            Bazı kitap ehli olanlar İslam peygamberinin döneminde yüce Allah'ın Tevrat ve İncil'den sonra bir başka kitap göndermiş olduğundan payret ediyor ve Allah resulüne ve Kuran-ı Kerim'e iman etmek istemiyordu. Bu ayetler onlara şöyle karşılık veriyor:

            Yüce Allah tarih boyunca insanların hidayete ermeleri için peygamberler gönderdi ve onlardan bazıları ile birlikte kitaplar ve yeni şeriat nazil etti. Bu kitaplar ve peygamberler, hepsi bir birini tasdik ediyor, zira hepsi bir tek Allah tarafından gönderildi ve hepsinin temeli hak ve hakikattir. Bu yüzden Tevrat ve İncil'i Musa ve İsa'ya nazil eden Allah'ın Kuran-ı Kerim'i Muhammed'de nazil etmesine şaşmamak gerekir. Eğer sizler hak peşinde iseniz, Kuran-ı Kerim ayetlerine iman etmelisiniz ve eğer kafirlerden olursanız, ilahi azab hem bu dünyada ve hem ahirette sizi bulacaktır ve bundan kaçış yoktur.

            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Semavi peygamberler ve kitapların gayesi insanları hidayete erdirmek ve hak ekseninde vahdetini sağlamaktır, bu kitaplar tefrika ve ihtilaf ve çatışma sebebi olsun değil.

            2 - Hakikati tanırken şaşkınlığa kapılabileceğimizden Kuran-ı Kerim'e baş vurmalıyız, çünkü Furkan'dır ve hakkı batıldan ayırt etmemize yardımcı olur.

            Şimdi, Al-i İmran suresinin 5 ve 6. ayetlerini dinliyoruz.

            ) إِنَّ اللّهَ لاَ يَخْفَىَ عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء (*) هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاء لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

            Yani:

            Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.
            Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O mutlak güç ve hikmet sahibidir.


            Günahın köklerinden biri, Allah'tan gafil olmaktır. İnsanlar bazen Allah huzurunda olduğunu ve O'nun her söylediğimiz ve her yaptığımızı gördüğünü unutur. Sadece insanların amelleri değil, yer yüzünde ve göklerde var olan her şey yüce Allah'a aşikardır ve hiç bir şey O'ndan saklanamaz. Hatta bizler anamızın karnında birer cenin gibi yaşarken bizim varlığımızdan haberdar olan Allah'tır. Yüce Allah orada da hikmet dolu iradesi ile gerektiği gibi bizleri şekillendirirdir ve hatta anadan babadan genetik yolu ile gelen özellikler de O'nun tedbir ve hikmeti ile olur ve O'nun iradesinin dışında değildir. İşin ilginç tarafı semavi kitabın nazil oluşu ile ilgili gelen ayetlerin arasında zikredilen yüce Allah'ın insanların suratını belirlemesi meselesi, belki de şunu demek istiyor ki ananızın rahminde size can veren ve şekillendiren
            Allah, kitaplar göndererek sizlerin içinizi ve batınlarınızı da geliştirmek ve topluma çeki düzen vermek istiyor.

            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - İnsanların, varlıkların, zaman ve mekanların çokluğu, hiç bir şeyin yüce Allah'tan saklanmasına neden olamaz.

            2 - Gerçi yüce Allah her şeye kadirdir, lakin hikmete aykırı hiç bir şey yapmaz ve herşey O'nun hikmetine tabidir.

            Şimdi, Al-i İmran suresinin 7. ayetini dinliyoruz.

            هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ

            Yani:

            Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.

            Burada mukem ve müteşabih ayetlere işaret edilmiştir. Muhkem ayetler anlamları açık ve net olan ayetlerdir örneğin Kulhu Allah-u Ahad, yani Allah birdir, muhkem ayetlerdendir.

            Bu ayetler Kuran-ı Kerim'in temelidir, yani diğer ayetlerin mercii ve onlarlı açıklayıcı ayetlerdir.

            Lakin müteşabih ayetler anlamları biraz karmaşık ve ayette birden çok ihtimalin söz konusu olduğu ayetlerdir. Örneğin Yedullah-i Fevki Aydihim, yani Allah'ın eli onların elinin üzerindedir, bu ayetlere bir örnektir. Kuşkusuz yüce Allah cisim değil ki eli olsun ve bu tür durumlarda elden maksat, Allah'ın kudreti ve sultasıdır.

            Genelde yüce Allah bu alemle ilgili maarif ve büyük gerçekleri mümkün mertebe tüm insanların anlayacağı sade bir dille ve Kuran-ı Kerim çerçevesinde beyan etmiştir. Buna karşın ilahi sıfat ve fiiller gibi bazı kavramların tüm insanlar tarafından anlaşılması zordur ve sadece akıllı ve pak yürekli salih insanların bu terimlerin içini anlamaları mümkündür. Fakat başkalarını saptırmak isteyenler Kuran-ı Kerim'in açık ayetlerini bırakıp bu tür ayetleri gündeme getirir ve hakikati ters yüz göstererek amaçlarına ulaşmaya çalışır. Onlar ayetleri kendi isteleri doğrultusunda tefsir ederek kendi görüşlerini bu ayetlerin çerçevesinde dayatmaya çalışır ve bizim söylediklerimizi Kuran-ı Kerim de söylediğini telkin etmeye çalışır ve işte bu şekilde kendi sapkın düşüncelerini Kuran-ı Kerim'in adına mal etmek ister.

            Oysa yüce Allah ayetin sonunda şu hatırlatmada bulunmaktadır: Sadece peygamberler ve evliyalardan oluşan alimler tevili, yani ilahi ayetlerin hakikatini bilir ve onları insanlara beyan edebilir. O zaman sonsuz iliminden kaynaklanan ilahi kelamın bu ilimden biraz nasibini alan ve O'nun ne demek istediğini anlama gücüne sahip olan müfessirlere ihtiyacı vardır.

            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Bazı Kurani ayetlerin kavramları öylesine derindir ki sadece gerçek ve hakikat peşinde olan bilginler bu kavramları anlayabilecek yolda ilerleyebilir. O zamana anlamadığımız her şeyi inkar veya tahrif etmeye kalkışmamalıyız.

            2 - Bazıları İslam adına ve Kuran-ı Kerim'i suistifade ederek kendi sapkın düşüncelerini toplumda yaygınlaştırmaya çalışır. Bu tür insanlara dikkat etmek ve suyu kaynağından, yani Allah resulü ve ehli beytinden almaya özen göstermeliyiz.

            3 - Fitnecilik, sadece kavga ve isyan çıkarmak değildir. En büyük fitneler dini hakikatleri tahrif etmek ve ilahi ayetleri kendi isteklerine uygun tefsir etmekten kaynaklanır.

            Yorum


              #81
              : Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 75 )

              Bismillahirrahmânirrahîm


              Şimdi Al-i İmran suresinin 8 ve 9. ayetleri:

              رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ (*) رَبَّنَا إِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لاَّ رَيْبَ فِيهِ إِنَّ اللّهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ

              Yani:

              (Onlar şöyle yakarırlar Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.
              Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez.

              Geçen bölümde bilginlerin Kuran-ı Kerim ayetlerine karşı iki gruba ayrıldığını anlattık. Bir grup kendileri sapıktır ve Kuran-ı Kerim anlamını tahrif etmeye çalışır ve böylece kendi istediği manaları bu semavi kitaba yüklemeye çalışır. Bir başka grup ise gerçek bilimden yararlanmış ve marifetin derinlerine inmiştir. Bu grup Allah'a ve emirlerine karşı mutlak teslimiyet içinde olduklarından, Allah ayetlerini tahrif etmeksizin ayetlerin hakikatlerine ulaşır ve gerektiğinde beyan ederler.

              Ancak insanlar her zaman sapma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu yüzden bu ayet bu ayetler ilimde kararlı insanlar hem ilimli ve hem imanlı oldukları halde yüce Allah'tan gönüllerini her türlü sapkınlıktan uzak tutmasını, böylece birinci grubun kaderine düşmemesini isterler.

              Onlar sürekli kıyamet gününü kendi gözleri önünde bulunduruyor ve sebepsiz yere hiç bir şeyi Allah'ın adına mal etmiyor. Çünkü onlar bunun için ilahi mahkemede hesap vermeleri gerektiğini biliyor, üstelik bu mahkemede günahlar asla kabul edilmez, çünkü vadeye uymamak ya unutkanlıktan, ya da pişmanlıktan, ya güçsüzlükten ya da korkudandır ve bunların hiç birine Allah zatında yer yoktur.

              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Kendi ilmimiz ve imanımızdan gurura kapılmamalıyız. Nice bilginler hizmet yerine ihanet ettiler ve nice müminler sonunda bu dünyadan dinsiz ve kafir ayrıldılar.

              2 - İlmin gerçek işareti, Allah'a tevekkül ve O'nun katına acziyeti ifade etmek ve O'ndan yardım istemektir.

              Şimdi, Al-i İmran suresinin 10 ila 12. ayetlerini dinliyoruz.

              إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَن تُغْنِيَ عَنْهُمْ أَمْوَالُهُمْ وَلاَ أَوْلاَدُهُم مِّنَ اللّهِ شَيْئًا وَأُولَـئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِ (*) كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَأَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ وَاللّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ (*) قُل لِّلَّذِينَ كَفَرُواْ سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَى جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمِهَادُ

              Yani:

              Bilinmelidir ki inkâr edenlerin ne malları ne de evlâtları Allah huzurunda kendilerine bir fayda sağlayacaktır. İşte onlar cehennnemin yakıtıdır.

              (Onların yolu) Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin tuttuğu yola benzer. Onlar bizim âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah'ın cezası çok şiddetlidir.

              (Resûlüm!) İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir!

              Yüce Allah bu ayetlerde İslam peygamberi ve müslümanlara şöyle buyurmakta: Kafirlerin gücü ve serveti ve kavmi sizleri şaşırtmasın. Bunlar sadece bu dünyadadır ve kıyamet gününde hiç bir onların işine yaramaz. Çünkü kafirlerin cisme ve bedeni kendi başına cehennem odunu ve yanma aracıdır. O zaman hiç bir şey onları cehennem ateşinden kurtaramaz.

              Yüce Allah daha sonra müslümanlara şu uyarıda bulunuyor: Zannetmeyin ki sadece sizin döneminizde bazı insanlar Allah'a ve kitabına karşı küfür beslediler veya sizinle savaşmaya kalkıştılar. Tarih boyunca bir çok kavim hak karşısında bu tür yöntemlere baş vurdular, lakin hakkı yok edemedikleri gibi kendileri yok oldular. Hatta gücün simgesi olan Firavun, Allah'ın gazabı karşısında bir an bile dayanamadı.

              Son ayet Kuran-ı Kerim'in bir nevi öngürüsüdür ki kendi resulüne yakında Mekke ve Medine kafirlerinin yakında senin elinle yok olacağını ve cezalarını bulacağını buyuruyor.

              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Malımıza, evlatlarımıza ve hanedanımıza gönül bağlamayalım. İhtiyaçsızlığı malda ve evlatlarda görenler kafirlerdir.

              2 - Küfürvari düşünceler ve batıl ameller, insanların kimliğini değiştirir, öyle insanı cansız cisimler gibi yapar ve ateşin odunu oluverir.

              3 - Günah işlemek kötüdü, lakin daha da kötüsü günahın insanların huyu haline dönüşmesidir ki bu durumda kötü bir sonuç bizleri beklemektir.

              4 - Küfür, yenilmeye mahkumdur ve hak sonunda kazanır.

              Şimdi, Al-i İmran suresinin 13. ayetini dinliyoruz.

              قَدْ كَانَ لَكُمْ آيَةٌ فِي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَا فِئَةٌ تُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَأُخْرَى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُم مِّثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِ وَاللّهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِهِ مَن يَشَاء إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لَّأُوْلِي الأَبْصَارِ

              Yani:

              (Bedir'de) karşı karşıya gelen şu iki gurubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir gurup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir gurup. Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır.

              İslam peygamberi ve müslümanlar tam 13 yıl boyunca Mekke'de müşriklerin eziyeti ve tacizi altında yaşadılar, ta ki düşmanlar Allah resulünü öldürmeye karar verdi ve bu yüzden İslam peygamberi ve müslümanlar Allah'ın emri üzerine Mekke'den Medine'ye hicret etti. Hicretin ikinci yılında Bedir bölgesinde bir savaş yaşandı. Bu savaşta müslümanların sayısı 113 kişi iken müşrikler bini aşkındı. Ancak düşmanlar 70 ölü ve 70 tutsak geride bırakarak yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı. Bu ayet ise bu savaşta ilahi nusret ve yardıma değinirken şöyle buyurmakta:

              Rabbiniz sizi onların gözünde bir kaç kat fazla gösterdi, öyle ki büyük bir paniğe kapıldılar ve size karşı direniş gücünü kaybettiler.
              Ayetin başı ve sonu, Bedir savaşında hakkın batıla galip gelmesinde sergilenen ilahi yardımın ibret konusu olması gerektiğine ve hak cephesinde mücahitlerin sayısının az olmasından korkmamak ve görevinizi yerine getirmek gerektiğine çünkü yüce Allah'ın size yardım edeceğine vurgu yapıyor.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - İslam'da savaş, Allah için ve Allah dinini savunmak içindir, gövde gösterisi yapmak veya ülke fethetmek veya sulta kurmak için değil.

              2 - İlahi imdatlardan biri düşmanların yüreğine korku ve panik yerleştirmektir, böylece düşmanlar müslümanların gücünü kat kat fazla görür ve karşı koymaktan aciz kalır.

              3 - Çevremizdeki tüm olaylar, hepsi işaret ve nasihat içindir, ama tabi sadece düşünce sahibi olanlar için. Bu yüzden onlardan ders ve ibret almak gerekir.

              Yorum


                #82
                : Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 76 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                Al-i İmran suresinin 14. ayeti:

                زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ


                Yani:

                Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.

                Yüce Allah bu dünyada insanoğlunu yarattı ve onun hayatı ve meşru zevkleri için gerekli olan her şeyi ona sundu. Bizim kendi bekamız için eşe ve çocuğa ihtiyacımız vardır. Bizim rahat bir yaşam için para ve servete ihtiyacımız vardır. Ev, yiyecek için çeşitli hayvan ve bitki türlerine ihtiyacımız vardır. Ve yüce Allah tüm bunları bize sunmuştur. Ancak unutmamak gerekir ki tüm bunlar fani ve geçicidir ve ömürleri ancak insan ömrü kadardır. Eğer bizler Allah'a ve kıyamet gününe iman ediyorsak, dünya ve dünyevi işler gözümüze görünmemeli ve kibire kapılmamıza vesile olmamalı, çünkü kıyamet gününde bunların hiç bir değeri ve etkisi yoktu.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Maddiyat sevgisi her insanın fıtratında vardır. Ancak esas tehlikeli olan şey, dünyevi ziynetlere ve cilvelere kanmaktır.

                2 - Dünya nimetlerinden ve muhibetlerinden zevk almak kötü değil, esas kötü olan onlara gönül bağlamaktır.

                3 - İstek ve heveslerimizi kontrol altına almak için sürekli dünyanın fani nimetlerini ahiretin ebedi nimetleri ile karşılaştıralım.

                Şimdi, Al-i İmran suresinin 15. ayeti

                قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

                Yani:

                (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah'ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.

                İnsanların ilgi duyduğu dünyevi bazı konuları anlatan geçen ayetin devamında bu ayet, kıyamet gününde cennette sunulacak bazı ebedi nimetlere işaret ederek insanları bu iki çeşit nimetleri karşılaştırıp aralarından birini seçmesini ve böylece dünyanın şatafatlı görünümüne kanmamalarını istemektedir. Eğer dünyada bağ bahçe ve güzel doğa insanların ilgisini çekiyorsa, cennette ağaçlar ve bitkilerle dolu orman gibi bahçeler vardır, öyle ki ağaçların dibinde ırmaklar akıyor ve dallarında meyveler ve yiyecekler doludur. Bunun dışında bu ayet insanları cennette pak eşlerle müjdelemektedir. Bu müjdeler ahiretin maddi nimetlerinin sadece küçük bir bölümüdür. Cennet ehli olanların en büyük mükafatı Allah'ın mümin kullarından hoşnutluğudur ki hiç bir şey Allah katına yakın olmak kadar değerli olamaz.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Cennetin ebedi nimetlerine kavuşma yolu kötülüklerden uzak durmak ve takvadır. Çünkü cennet pak insanların mekânıdır.

                2 - Cennetin lezzetleri maddi lezzetlerle sınırlı değil, Allah'ın rızasını kazanmak, cennetin en büyük manevi lezzetidir.

                3 - Paklık ve iffet, kadınlar için en üstün değerdir. Yüce Allah cennet eşlerini pak şeklinde tanımlamaktadır.

                Şimdi, Al-i İmran suresinin 16 ve 17. ayetlerini dinliyoruz.

                الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ (*) الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ

                Yani:

                (Bu nimetler) "Ey Rabbimiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!" diyen;
                Sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler (içindir).

                Bu ayetlerden önceki ayet, takvalı insanları cennet ehli olarak tanıttı. Bu iki ayet ise takvalı insanların fikri, ahlaki ve davranış özelliklerini beyan ederken kimlerin cennete girmeye hak kazandığını beyan buyuruyor.

                İlk ayet takvalı insanların tevbe halinde olan ve Allah'ın mağfiretine sığınan insanlar olduğunu beyan ediyor. Gerçekte takvalı olmanın yolu, Allah'ın varlığına iman etmek ve inanmaktır. İnsanoğlu tüm her şeyin O'nun gözetiminde olmadığına inanmadığı sürece söz ve davranışlarını kontrol etmez. Lakin takvanın esas anlamı günahtan arınmak değil, günahtan sakınmaktır.

                Takvalı insanlar da günah işleyebilir, lakin onların diğer günahkâr insanlarla iki temel farklılıkları söz konusudur. İlkin günah takvalı insanların huyu ve adeti değildir ve sadece bazen ve gaflet üzerine işlenir. İkincisi takvalı insan günah işlese bile hemen telafi etmeye ve tevbeye yönelir ki o günahın olumsuz tesiri hem bu dünyada ve hem ahirette yok olsun.

                İkinci ayet, takva işareti olan beş özelliğe açıklık getiriyor. Hak yolunda sabırlı olmak ve direnmek, batıl ve şeytani vesveselere teslim olmamak bu özelliklerin en önemlileridir. İnançta, sözde ve amelde sadakat, takvalı insanların diğer özellikleridir. Tüm bu sıfatlara bürünmek insanları her türlü nifak, riyakârlık, yalan ve sahtekârlıktan uzak tutar. Öte yandan takvalı insanların Allah'a karşı itaat duygusu, huşu ve alçak gönüllülükle birliktedir. Takvalı insanlar ilahi hükümleri canı gönülden kabul eder ve yaratana itaat etmenin yanı sıra mahlûkları da düşünür ve mağdur insanlara infakta bulunmakla onların yaşamındaki boşluğunu doldurmaya çalışır. Ancak bu tür iyi amelleri işlemek onların kibirlenmesine sebep olmaz veya bu tür işler onların gözünde büyümez. Aksine Allah'a ibadet ve kula hizmet etmekte her türlü kusuru çok büyük görür ve tevbe ederek Allah'tan af dilerler.

                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - Takva, bir köşeye çekilmek ve inzivada yaşamak değil, günahtan uzak durmaktır.

                2 - İyi ameller ve sıfatları kendimizde yaşatmalı ve topluma ihlâslı hizmeti düşünmeliyiz.

                Yorum


                  #83
                  : Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 77 )

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  Al-i İmran suresinin 18. ayeti.

                  شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ


                  Yani:

                  Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilâh yoktur.

                  Bu ayet İslam peygamberi (sav) ve Müslümanlara kâfirlerin küfrü ve müşriklerin şirkinin onlarda kuşku yaratmaması gerektiğini buyurmaktadır. Zira gerçek ve akıl ve mantık sahibi olan bilginler Allah'ın yegâne olduğuna şahadet getirmektedir. Bunun dışında adalet eksine üzerinde ve her türlü ifrat ve tefritten uzak bir şekilde kurulan varlık düzeni kendi başına yüce Allah'ın yegane oluşuna en iyi şahittir ve yüce Rahmana tek bir düzen altında yönelen varlık alemini kendi yeganeliği için bir şahit olarak belirlemiş ve O'nun alemi
                  yönetmekte kendisinin buyruklarını yerine getiren melekler de buna şahadet getirmektedir.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Yüce Allah'ın vahdaniyyetine en iyi delil, varlık âlemi ve bu âlemdeki tüm varlıkların arasında kurulan ilişki ve uyumdur.

                  2 - İlim, ancak insanları yüce Allah'a ulaştırdığı takdirde değer kazanır. Nitekim iman da ancak ilim ve marifetle elde edildiği takdirde değerlidir.

                  Şimdi, Al-i İmran suresinin 19 ve 20. ayetlerini dinliyoruz.

                  إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ (*) فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

                  Yani:

                  Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur.
                  Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmîlere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.

                  Hz. Musa, Hz. İsa veya diğer peygamberlerin döneminde insanların görevi onlara ve kitaplarına iman etmekti. Lakin Kuran-ı Kerim nazil olduktan sonra kitap ehli olanlar ve başkalarının İslam peygamberine iman etmesi ve onun dinini izlemeleri gerekir. Fakat dini veya ırkçı bağnazlıklar birçoklarının İslam'ı kabul etmelerini engelledi. Bu ayetler kitap ehli olanlara şöyle buyurmakta: Eğer Allah'a karşı teslim oluyorsanız o zaman İslam dinini kabul etmeniz gerekir. Çünkü Musa ve İsa'yı gönderen Rabbiniz şimdi de Muhammed'i Peygamber olarak gönderdi ve sizlere onu izlemenizi emretti. O zaman madem ki şimdi İslam'ın hakkaniyetine inandınız, eğer yine küfrü seçerseniz dünyada ve ahiret'te ilahi cezayı bekleyin, çünkü yüce Allah beklediğinizden çok daha erken kulların hesabına bakacaktır.

                  Ayetler daha sonra İslam peygamberine kâfirlerin ve müşriklerin iman etmesi için boşuna kendini zor duruma sokmamasını ve onlarla sürtüşmesini tavsiye ediyor. Zira peygamberin görevi sadece ilahi daveti tebliğ etmek ve insanlara hakkı tanıtmaktır. Bundan sonra kim isterse kabul eder ve hidayete ermiş olur, ancak hakkı anlayıp da her nedense kabul etmek istemeyenlerle konuşmak ve delil getirmek faydasızdır. Bu tür insanların kaderini Allah'a bırak, çünkü O, tüm kullarını gözetleyendir.

                  Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Birçok anlaşmazlığın kaynağı kıskançlık ve bağnazlıktır, haktan habersiz olmak değil.

                  2 - Yüce Allah'ın kabul ettiği tek din, İslam'dır ve şimdi diğer semavi dinlerin izleyenleri eğer Allah'a karşı teslimiyet duygusu içinde iseler bu dini kabul etmeleri gerekir.

                  3 - Gayri Müslimlere ve özellikle inatçı insanlara karşı görevimiz tebliğ ve delil göstermektir, sürtüşmek ve çatışmak değil.

                  4 - İnsanlar din konusunda hürdür ve onları dini inançları kabul etmeye zorlayamayız. Tabi herkes seçtiği yolun cezası veya mükâfatından kendi sorumludur.

                  Şimdi, Al-i İmran suresinin 21 ve 22. ayetlerini dinliyoruz.

                  إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الِّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ (*) أُولَـئِكَ الَّذِينَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ

                  Yani:

                  Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adaleti emreden insanları öldürenler (yok mu), onlara acı bir azabı haber ver!
                  İşte bunlar dünyada da ahirette de çabaları boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur.

                  Küfür ve şirkin zeminleri, yani inatçılık ve kıskançlık duygularına işaret eden geçen ayetlerin devamında bu ayetler küfür ve hakkı gizlemenin çirkin ve kötü tesirlerini beyan ediyor.

                  Genelde her insanın amelleri, onun inanç ve düşüncelerine tabidir. İnancında hakkı kabul etmek istemeyen bir kimse, kendisi hakka aykırı amel etmenin yanı sıra, toplumda hak ve adaleti sağlamak isteyenlerle de savaşır ve eli masum insanların kanına bulaşacak düzeye kadar ilerler ve toplumun adalettalep liderlerini öldürmekte ortaklık eder veya onların ölümüne razı olur veya en azından sevinir. Kuşkusuz hakka karşı fikir ve amelde bu tür bir pazarlık insanların iyi amellerini de heba eder. Bu durum bir ömür patronuna hizmet eden ancak sonunda onun çocuğunu sebepsiz yere öldüren bir hizmetkârın işine benzer. Doğal olarak bu amelin çirkinliği söz konusu hizmetkârın tüm yaşamı boyunca yaptıkları iyilikleri silip atar.

                  Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Küfür ve hakkı gizlemek, bazen insanları cinayete bile sürükler. İnancımızda sapmamaya özen gözetmeliyiz, çünkü sapmanın kökü batıl düşüncelere uzanır.

                  2 - Adaleti sağlamak için hakka davet etmek gereklidir, hatta insanın öldürülmesine veya şehit düşmesine neden olsa bile. Nitekim imam Hüseyin (sa) kendinin ve evlatlarının canını bu yolda feda etti.

                  3 - Bazı günahlar, insanların iyilik ağacını bir anda yakıp kül eden bir şimşek gibidir.

                  Yorum


                    #84
                    : Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 78 )

                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    Al-i İmran suresinin 23 ve 24. ayetleri:

                    أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوْتُواْ نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ إِلَى كِتَابِ اللّهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِّنْهُمْ وَهُم مُّعْرِضُونَ (*) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ لَن تَمَسَّنَا النَّارُ إِلاَّ أَيَّامًا مَّعْدُودَاتٍ وَغَرَّهُمْ فِي دِينِهِم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ

                    Yani:

                    (Resûlüm!) Kendilerine Kitap'tan bir pay verilenleri (yahudileri) görmez misin ki, aralarında hükmetmesi için Allah'ın Kitab'ına çağırılıyorlar da, sonra içlerinden bir gurup cayarak geri dönüyor.

                    Onların bu tutumları: Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle uydurdukları şeyler de dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır.

                    Geçen bölümde Yahudi kavminin ve özellikle bilginlerinin İslam dininin hakkaniyetini bildikleri halde bu dini kabul etmek istemediklerini ve düşmanlık ve kıskançlıkları yüzünden küfre saptıklarını anlattık. Bu ayetler ise İslam peygamberine şöyle buyurmakta: Eğer yahudiler senin dinine iman etmiyorsa üzülme, zira onlar kendi dinlerine bile bağlı değildir. Nitekim onlardan biri zina suçu işlediğinde Tevrat'a göre cezası taşlanmak iken bu hükümden kaçmak için sana geldiler ki belki İslam'da cezası farklı olsun. Ancak sen Tevrat'ın hükmü gibi olan Kuran-ı Kerim hükmüne göre hükmettiğinde Tevrat'ın hükmünü inkâr etmeye ve Allah'ın emrini gizlemeye kalkıştılar. Kuran-ı Kerim bu tür üstünlük taslamaları bir nevi dini kibir olarak görmektedir ki İsrailoğulları bu hastalığa kapılmıştı. Onlar kendilerini yüce Allah katında daha saygın sanıyor ve kendilerini üstün ırk olarak görüyor ve bu yüzden kıyamet gününde cehenneme gitmeyeceklerini veya en çok bir kaç gün azap çekeceklerini zannediyordu.

                    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - İddia, iman işareti değildir. Allah'ın kısas gibi hükümleri uygulanmak istendiğinde işte o zaman insanların iman derecesi belli olur.

                    2 - Her türlü kibir ve bencillik yasaktır, hatta dini kaynaklı olsa bile.

                    3 - Tüm insanlar ister dünyada ister ahirette, Allah'ın kanunlarına karşı eşittir ve hiç kimsenin başkasına üstünlüğü yoktur.

                    Şimdi, Al-i İmran suresinin 25. ayetini dinliyoruz.

                    فَكَيْفَ إِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لاَّ رَيْبَ فِيهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ

                    Yani:

                    Fakat onları gelmesinde şüphe edilmeyen bir gün için topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese kazandığı şeyler tamamen ödendiği zaman halleri nice olur?

                    Yahudilerin batıl düşüncelerini beyan eden geçen ayetin devamında bu ayet onların bu düşüncelerinin yanlış olduğunu ve Allah için yahudi ve yahudi olmayanların hiç bir farkı olmadığını, herkesin kendi amelinden sorumlu olduğunu ve hiç bir din ve inanca ayrıcalık söz konusu olmadığını vurguluyor. Yüce Allah insanlar arasında adalete göre hükmeder ve ceza ve mükâfatta ayrımcılık yapmaz.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Ceza ve mükafat, iman ve amele göre verilir, dini, etnik veya ırk etkenlerine göre değil.

                    Şimdi, Al-i İmran suresinin 26 ve 27. ayetlerini dinliyoruz.

                    قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (*) تُولِجُ اللَّيْلَ فِي الْنَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الَمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ وَتَرْزُقُ مَن تَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ


                    Yani:

                    (Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.

                    Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin.

                    Bazı kitap ehli olanların İslam'a karşı kibir ve bağnazlıklarını ifade eden geçen ayetlerin devamında bu ayetler İslam peygamberi ve Müslümanlara hitaben şöyle buyurmakta:

                    Her şey yüce Allah'ın elindedir ve gerçek izzet ve güç, O'nundur. Nitekim Rabbiniz Mekke'yi bir damla kan bile akıtmadan fethetti ve sizlere zafer kazandırdı. İran ve Roma gibi diğer devletlerde yaşayan insanların gönlü de sizin dininize yönelmiştir ve İslam tüm dünyaya egemen olacaktır.

                    Bu ayet hakkında tarihte şöyle okumaktayız: Ahzab savaşı sırasında Medine çevresinde handek inşa edildiği sıralarda İslam peygamberinin elinde bulunan kazma bir taşa çarptı ve o sırada bir kıvılcım göründü. İslam peygamberi şöyle buyurdu: Ben bu kıvılcımlarda İslam'ın küfre karşı zaferini ve Medain ve Roma saraylarının fethini görüyorum. Müslümanlar bu müjdenin ardından zafer tekbiri çektiler, ancak münafıklar onlarla alay ederek şöyle dediler: Sizler ne batıl arzular besliyorsunuz. Düşmandan korku yüzünden çevrenize handek inşa ederken kafanızda İran ve Roma fethini canlandırıyorsunuz. İşte o sırada bu ayetler nazil oldu ve yüce Allah peygamberine şöyle buyurdu: Şu aklı kısa olanlara de ki esas malik ve tedbir eden Allah'tır. O, sadece yeryüzünü ve gökleri değil, aynı zamanda onların arasındaki muazzam düzeni ve gece ve gündüzü yaratır. Ölümünüz, yaşamınız, yiyecekleriniz ve rızkınız O'nun elindedir. O zaman neden Rabbinizin Müslümanlara iktidar bağışlamasından şaşırıyorsunuz? Neden izzet ve güç kazanmak için Allah'tan başkasına sığınıyorsunuz. Eğer bunları istiyorsanız, bunu dinde arayın. Sizler dinin tealimine uyun, yüce Allah da sizlere öylesine izzet ve güç kazandırır ki hiç bir zalim size musallat olamaz.

                    Eğer günümüzde kâfirler dünyaya hükmediyor ve müslümanlar pasif konumda ise bunun kökü iki meseleye dayanır: Birincisi, müslümanlar arasında tefrika ve ayrılıktır ki Allah'ın sünnetine göre zillete ve zalimlerin musallat almasına neden olur ve ikincisi, kafirlerin bilim ve ilim öğrenme yolunda çaba harcaması ve kanun ve düzeni egemen kılmasıdır ki bu da yüce Allah'ın sünnetine göre bir iktidarın bekası ve izzetinin vesilesidir. Dolaysıyla yüce Allah hiç kimseye boş yere izzet kazandırmaz ve yine hiç kimseyi zillete düşürmez. İzzet ve zilletin zeminini oluşturan bizleriz ve bizler kendimizin ve yaşadığımız toplumun kaderini belirleriz.

                    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Varlık düzeni Allah'ın elindedir, ister varlıkları yaratırken, ister yönetirken. O zaman Allah'ın kanun ve sünnetlerine göre hareket ederek saadetimizi güvence altına alalım.

                    2 - Gerçek hükümet, Allah'ındır ve diğer hükümetler geçicidir, yani bugün vardır, yarın yoktur.

                    3 - Doğanın evrimi yaşam ve ölüm gibi iki olgunun üzerine kurulmuştur. Yüce Allah'ın gücü ile cansız bir tohumdan bitkiler yeşerir ve cansız gıda maddeleri canlı hücrelere dönüşür.

                    Yorum


                      #85
                      : Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 79 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm

                      Al-i İmran suresinin 28 ve 29. ayetleri:

                      لاَّ يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُوْنِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّهِ فِي شَيْءٍ إِلاَّ أَن تَتَّقُواْ مِنْهُمْ تُقَاةً وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَإِلَى اللّهِ الْمَصِيرُ (*) قُلْ إِن تُخْفُواْ مَا فِي صُدُورِكُمْ أَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأرْضِ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ


                      Yani:

                      Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır.

                      De ki: İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kadirdir.

                      Bu ayetler Müslümanların bir biri veya kâfirlerle irtibat kurmaları konusunda şöyle buyurmakta: Mümin insanın başkaları ile ilişkisi iman üzerine kurulmalıdır, zira bu tür bir ilişki ve bağlar, akrabalık veya aşiret veya vatani bağlardan daha önemlidir. Bu yüzden mümin insanlar nerede olursa olsunlar, başkaları ile ilişkilerini güçlendirmek ve vahdet ve gönül birliğini sağlamak için çalışmalı ve kâfirlerin onlara musallat olmasını engellemelidir.

                      Kuşkusuz küfür ve şirkin hâkim olduğu ve ifade özgürlüğü bulunmadığı yerde kendisinin veya diğer müminlerin yok olmasına sebebiyet vereceği kendi düşüncesini açık bir şekilde ifade etmek yerine inançlarını saklayarak düşmanlarla geçici olarak geçinmelidir. Kuşkusuz bu tür bir davranış gerçekte dini korumak içindir. Ancak dinin esası tehlikede olduğu yerlerde her şeyi feda etmek ve hiç bir şeyden korkmamak gerekir. Nitekim imam Hüseyin (sa) da zalim Yezid'e karşı kıyam etti ve kendisinin ve sahabesinin şehit olacağını ve hanedanının tutsak edileceğini bildiği halde hiç kimseden korkmadı.

                      Ayetin devamında şu hatırlatmada bulunmakta: Sakın takiyye bahanesi ile düşmanların eline düşüp onların sulta ve velayetine teslim olmayın, çünkü Allah sizin içinizdeki sırlara vakıftır ve kâfirlerle hangi amaçların doğrultusunda irtibat kurduğunuzu bilir.

                      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Kâfirlerin müminlere musallat olmasını sağlayacak her türlü durumu kabullenmek yasaktır ve müminler kendi aralarındaki bağları öylesine güçlendirmeli ki düşmanların sızmasına mahal bırakmasın.

                      2 - Kâfirlerin şerrinden korunmak için inancımızı gizlemek veya onlarla uzlaşmak caizdir, tabi dinin temeli yok olmamak kaydıyla.

                      Şimdi, Al-i İmran suresinin 30. ayetini dinliyoruz.

                      يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوَءٍ تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُوفُ بِالْعِبَادِ


                      Yani

                      Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir.

                      Bu ayet müminleri ister iyi ister kötü tüm amellerinin bu âlemde yok olmayacağı ve yüce Allah katında ve meleklerce kaydedildiği ve kıyamette hepsinin hesabı sorulacağı konusunda uyarmaktadır. Dolaysıyla Allah'ın gazabından korkmak ve çirkin amelleri bir kenara bırakmak gerekir, çünkü kıyamet gününde çirkin amelleriniz, kokusundan ve çirkinliğinden nefret edeceğiniz bir şekilde karşınıza çıkacak ve keşke amellerinizle kendi aranızda bir mesafe olsaydı da kokusundan rahatsız olmasaydık, şeklinde arzu edeceksiniz.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Dünyada ilgi duyduğumuz birçok amel, kıyamet gününde nefretimizi kazanacaktır. O zaman geleceğimizi düşünmeliyiz.

                      2 - İlahi uyarıların kaynağı, yüce Allah'ın sevgi ve rahmetidir. Çünkü O, bizleri sever ve tehlikeler konusunda uyarır.

                      Şimdi, Al-i İmran suresinin 31 ve 32. ayetlerini dinliyoruz.

                      قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ (*) قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ

                      Yani:

                      (Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

                      De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.

                      Dinin afetlerinden biri de esasen Allah'ın emirlerine uymayan sözde dindar insanların türlü mazeretler uydurmak suretiyle dini tealimi yerine getirmekten kaçmaya çalışmalarıdır. Bu insanlar kendi amellerini haklı göstermek için insanların Allah'a ve evliyalarına gönülde sevgi beslemesi gerektiğini ve dinin görece ve halkı kandırmak için yapıldığını iddia ettikleri amellerin gerekli olmadığını ve önemli olan şeyin amel değil, gönül olduğunu ileri sürüyorlar.

                      Aydın ve dindar kisvesinde bu sözleri sarf eden bu zümre gerçekte kendilerini kandırdıklarının bilincinde değildir. Çünkü Allah'a sevgi beslemek, O'nun ve peygamberinin emirlerine itaat etmeden hiç bir anlamı olamaz ve hiç kimse böyle bir iddiayı kabul edemez. Öte yandan Allah'ın rahmet ve sevgisi de bizlerin O'nun emirlerine itaat etmemize bağlıdır. Ancak Allah'ın emirlerine itaat eden bir kimse, O'nun rahmetinden yararlanabilir ve bu durumda yüce Allah o kimsenin günahlarını affeder.

                      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - İnsanlar Allah resulünü hoşnut ederek Allah'ı hoşnut edebilir. Nitekim bu ayet Allah resulüne itaat etmenin yüce Allah'a itaat etme anlamına geldiğini buyurmuştur.

                      2 - Gönülden sevgi beyanında bulunmak, ibadet ve amel olmaksızın anlamsızdır. Her iddia amelde ispat edilmelidir.

                      3 - İslam peygamberinin sünneti Allah'ın kelamı gibi bizlere hüccettir ve onun emrine karşı çıkmak küfürle birdir.

                      Yorum


                        #86
                        : Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 80 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        Al-i İmran suresinin 33 ve 34. ayetleri:

                        إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ (*) ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِن بَعْضٍ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

                        Yani:

                        Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı.

                        Bunlar birbirinden gelme bir nesillerdir. Allah işiten ve bilendir.

                        Yüce Allah insanları hidayete erdirmek için kendi dinini tebliğ etmek üzere peygamberler seçti. Bu seçim hem zati hem iktisabi açıdan olabilir, yani yüce Allah risalet gibi önemli bir görevin en iyi şekilde yerine getirilmesi için yaratılışta bazı insanları diğerlerine nazaran daha seçkin yarattı ki onları insanların hidayeti için kullansın. Kuşkusuz yaratılışta sunulan bu imtiyaz onları hak yolunu seçmeye zorlayamaz ve onlar ancak kendi iradeleri ile bu yolu seçmeleri ve bu yolda çaba harcamaları gerekir ve aynı ölçüde onların görev ve yükümlülükleri de daha ağır olur.

                        Bu ayetler peygamberlerin en önemli imtiyazlarından birini, yani pak ve muvahhid bir ailede doğmaya işaret ederken şöyle buyurmakta: Sadece Hz. İbrahim değil, onun soyu ve hanedanı, yani Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed (sav) de Allah'ın yeryüzündeki seçkin kullarıdır ve insanları hidayete erdirme ve tebliğ görevini üstlenmektedir.

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - İnsanların hepsi aynı seviyede değildir. Yüce Allah kendi hikmetine göre insanların hidayete ermeleri için bazı insanları örnek olarak belirlemiştir.

                        Şimdi, Al-i İmran suresinin 35 ve 36. ayetlerini dinliyoruz.

                        إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (*) فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

                        Yani:

                        İmrân'ın karısı şöyle demişti: "Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin."

                        Onu doğurunca, Allah, ne doğurduğunu bilip dururken: Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum, dedi.

                        Surenin 33. Ayetinde Al-i İmran'a işaret edildikten sonra bu ayetler ilkin İmran'ın kızı Meryem'in ve ardından oğlu Hz. İsa'nın doğuşunu anlatıyor ve bu sure bu yüzden Al-i İmran olarak adlandırılmıştır.

                        Tarih sayfalarında ve tefsir kitaplarında şöyle okumaktayız: İmran ve Zekeriya, İsrailoğullarının iki seçkin şahsiyeti ve peygamberiydi ve iki kız kardeşle evlenmişti, ancak hiç biri evlat sahibi olmadı, ta ki İmran'ın eşi adakta bulundu ve yüce Allah onlara bir evlat verirse onu Beyt'ul Mukaddes'in hademesi yapacağını ve Allah yolunda azat edeceğini dile getirdi. Bu talep yüce Allah tarafından icabet edildi, lakin evladı doğduğunda doğan bebeğin kız olmasından kaygı duymaya başladı, çünkü o güne dek bir kızın Beyt'ul Mukaddes'te hademe olarak kabul edilmesi görülmemişti. Dolaysıyla Kuran-ı Kerim şöyle buyurmakta: Allah hikmet ve maslahata göre evlat verir ve nasıl bir evlat vereceğini çok iyi bilir. Dolaysıyla gerçi bu evlat, kızdır, lakin annesini beklediği erkek evlattan daha iyidir ve başta İsa'nın annesi olmak üzere bir takım yüce özelliklere kavuşacaktır.

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Geleceği düşünen insanlar evlatları doğmadan önce bile onun doğru yaşam yolunu düşünür ve dine ve topluma hizmet etmeye adar.

                        2 - Camiye hizmet etmek öylesine değerlidir ki tarih boyunca pak insanların evlatlarını bu kutsal iş için adadığı görülür.

                        3 - Evlatlarınız için güzel adlar seçim. İmran'ın eşi kızına ibadet ve hizmet ehli olan insan anlamına gelen Meryem adını seçti.

                        4 - Evlatlarımızın eğitim için sadece kendi çabalarımıza dayanmamalı, aynı zamanda yüce Allah'tan onların sapkınlıktan ve şeytan vesveselerinden uzak durmasını dilemeliyiz.

                        Şimdi, Al-i İmran suresinin 37. ayetini dinliyoruz.

                        فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَـذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ

                        Yani:

                        Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya'yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi.

                        Geçen ayetlerde ifade edildiği üzere Meryem'in annesi, evladının Beyt'ul Mukaddes'in hademesi olması için adakta bulunmuştu ve bu yüzden evladının erkek olmasını ve böylece adağını yerine getirilmesinin sağlanmasını istiyordu. Ancak yüce Allah ona kız evladını da Beyt'ul Mukaddes'te hademe olarak kabul edeceğini ilham yolu ile buyurdu.

                        Meryem'in babası o dünyaya gelmeden vefat etti ve annesi Meryem'i Beyt'ul Mukaddes'e getirerek Yahudi bilginlere şöyle dedi: Bu bebek, Beyt'ul Mukaddes'e hediyedir, o zaman sizlerden biri onun sorumluluğunu üstlenmeli. Böylece Zekeriya bebeğin kefaletini üstlendi ve Meryem, Zekeriya'nın gözetiminde büyüdü. Lakin Meryem öylesine Allah'a ibadetle meşguldü ki asla kendi yiyeceğini düşünmüyordu. Bu yüzden kendisine yüce Allah tarafından cennetten yiyecekler gönderiliyordu ve ne zaman Zekeriya, Meryem'in ibadet ettiği mekâna girecek olursa orada özel yiyecekleri görüyordu.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Bir iş Allah için yapıldığı zaman Allah da o işi geliştirir.

                        2 - Kadınlar manevi erdemlilikte Allah resulünü şaşırtacak derecede ilerleyebilir.

                        3 - Biz Allah'a kulluk görevimizi yerine getirmeye bakalım. Yüce Allah da kullarına rızıklarını ulaştırma görevini en iyi şekilde yerine getirecektir.

                        Yorum


                          #87
                          : Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 81 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          Al-i İmran suresinin 38 ve 39. ayetleri:

                          هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِن لَّدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاء (*) فَنَادَتْهُ الْمَلآئِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَـى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ

                          Yani:

                          Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.

                          Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler.

                          Geçen bölümde Meryem'in annesinin adağı üzerine Beytulmukaddes'te hizmet ettiğini ve sürekli Allah'a ibadet ettiğini, öyle ki kendine yiyecek hazırlamayı unuttuğunu anlattık. Ancak ne zaman onun kefaletini üstlenen Hz. Zekeriya, Meryem'in ibadet ettiği mekâna girecek olursa orada semavi yiyecekler görüyordu. Bir keresinde yine Hz. Zekeriya bu durumu görünce tepki gösterdi ve yüce Allah'tan Meryem'in annesine kısır olduğu halde böylesine pak bir evlat verdiği gibi kendi eşine de Meryem gibi evlatlar vermesini istedi.

                          Zekeriya'nın bu talebi icabet edildi ve mihrapta ibadetle meşgul olduğu bir sırada melekler nazil oldu ve ona yakında Yahya adında bir evlat sahibi olacağını müjdeledi. Bu evladın bir kaç özelliği vardı. İlkin, çağının peygamberi, yani Hz. İsa'ya iman edecekti, gerçi kendisi ondan daha büyüktü ve halk arasında takva ve paklık konusunda daha ünlüydü ve bu işi, insanların Hz. İsa'ya iman etmesine vesile olacaktı. İkincisi, iyi ahlak ve ameli yüzünden insanlar onu kendi büyüğü ve serveri görecekti. Üçüncüsü, dünyevi heveslerden uzak durup asla fani dünyaya bulaşmayacaktı ve daha da önemlisi bu özellikleri yüzünden yüce Allah tarafından peygamberliğe seçilecek ve salih insanlardan olacaktı.

                          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Evladın değeri pak ve iffetli oluşuna bağlıdır, cinsiyetine değil. Yüce Allah İmran'a kız ve Zekeriya'ya erkek evladı verdi, ama her ikisi de tarihin en pak insanlarından oldu.

                          Şimdi, Al-i İmran suresinin 40 ve 41. ayetlerini dinliyoruz.


                          قَالَ رَبِّ أَنَّىَ يَكُونُ لِي غُلاَمٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ قَالَ كَذَلِكَ اللّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاء (*) قَالَ رَبِّ اجْعَل لِّيَ آيَةً قَالَ آيَتُكَ أَلاَّ تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ إِلاَّ رَمْزًا وَاذْكُر رَّبَّكَ كَثِيرًا وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالإِبْكَارِ


                          Yani:

                          Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini yapar.

                          Zekeriyya: Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir alâmet göster, dedi. Allah buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.

                          Gerçi Zekeriya bizzat Allah'tan evlat istemişti, lakin müjdeyi duyunca çok şaşırdı, çünkü eşi genç yaşta kısırdı, oysa şimdi çok yaşlanmış ve gebe olmaya gerekli şartlardan yoksundu.

                          İnsanların doğa kurallarının tersine bir durumla karşılaşınca düşünmeye başlamaları doğaldır ve bu durumu akıl ve imanla kabul etmesine karşın kendi gözü ile görmek ister. Bu yüzden Zekeriya yüce Allah'tan sonsuz gücünün bir bölümünü göstermesini istedi ve Allah da ona ilahi mucize olarak bir işaret belirledi, şöyle ki Zekeriya sağlıklı biriydi ve konuşma sorunu yoktu, fakat tam üç gün konuşma yeteneğini kaybetti ve bu süre zarfında sadece el kol ve dudak hareketleriyle başkalarına ne demek istediğini ifade ediyordu. Ancak ne zaman Allah'ı zikretmek isterse dili açılıyor ve tesbih çekiyordu.

                          Bu ayetlerden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Allah'ın iradesi her şeyden üstündür. Yüce Allah irade ederse kısır bir anne ve yaşlı bir babanın evlat sahibi olması için hiç bir engel söz konusu olamaz.

                          2 - Yüce Allah her şeye muktedirdir. Eğer O irade ederse konuşan dili susturabilir ve istediği anda yeniden konuşturabilir.

                          Şimdi, Al-i İmran suresinin 42 ve 43. ayetlerini dinliyoruz.

                          وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ (*) يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ

                          Yani:

                          Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti.

                          Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O'nun huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil.

                          Meryem'in pak ve ihlâslı namaz ve ibadetleri, yüce Allah'ın kendisini daha büyük bir mevki için seçmesine ve diğer kadınlardan üstün kılmasına sebep oldu, öyle ki bu mekvi, melekler onunla konuşmaya ve ilahi müjde ve emirleri doğrudan ona iletmesine kadar ilerledi.
                          Meryem, Hz. İsa gibi bir peygamberi doğurmak ve onu yetiştirmek için seçildi. Melekler, Meryem'e şöyle dediler: Bu ilahi lütuf ve inayet için yüce Allah'a karşı huşu ve alçak gönüllülüğünü sürekli yap ve diğer namaz kılanlarla birlikte rükû ve secde yap.

                          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Yüce Allah sebepsiz yeri hiç kimseyi seçmez. Bu seçimler seçilenlerin liyakat ve yeteneklerine göredir. Bir ömür Allah'a kulluk eden Meryem, böyle bir mevkiye layık görüldü.

                          2 - Melekler Peygamber olmayanlarla da konuşur, tabi bu durumu kaldırabilecek kapasiteye sahip olmak gerekir.

                          3 - Kadınların cemaat namazlarında bulunması uygundur, tabi Meryemvari olmak kaydıyla.



                          Not: bu Hz. Meryem ve Zekeriyya a.s. kıssalarının filmini izlemeyen kardeşlerim şu linkten izleyebilirler:

                          Yorum


                            #88
                            : Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 82 )

                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            Al-i İmran suresinin 44. ayeti:

                            ذَلِكَ مِنْ أَنبَاء الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيكَ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يُلْقُون أَقْلاَمَهُمْ أَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يَخْتَصِمُونَ


                            Yani:

                            (Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.

                            Kuran-ı Kerim'in vahiy yolu ile nazil olduğunu inkâr etmek isteyen Mekke müşrikleri bu kitabın bir efsaneden ibaret olduğunu ve Hz. Muhammed'in (sav) onu Yahudi büyüklerinden veya geçmişteki kitaplardan öğrendiğini ileri sürüyordu. Yüce Allah ise onlara şu cevabı vermekte: Kuran-ı Kerim'de gelen birçok öykü, hiç kimsenin bilmediği ve İslam peygamberinin de sadece vahiy yolu ile haberdar olduğu gaybi durumlardan ibarettir. Nitekim Meryem'in annesinin adağını da Allah'tan başka hiç kimse bilmiyordu veya Meryem'in kefaleti meselesi de öyle ve sizlerden hiç biriniz bunları bilmezdi ve hepsi gaybi haberlerdir ki peygambere vahiy yolu ile intikal etmiştir.
                            Meryem'in kefaleti konusunda da geçen bölümlerde annesinin onun Beytulmukaddes'in hademesi olması için adakta bulunduğunu anlattık.

                            Annesi Meryem'i Mescid'ul Aksa yetkililerine getirince hepsi onun kefaletini üstlenmek için adeta bir biri ile yarışırlar, çünkü Meryem'in anne ve babası, İsrailoğullarının en soylu ve saygın ailelerindendi ve herkes bu onurun kendisine nasip olmasını istiyordu.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Kuran-ı Kerim vahiydir ve hiç bir kaynaktan alınmamıştır.

                            2 - Rekabet, manevi ve kutsal sorumlulukları üstlenmek için olmalı, dünyevi mevki ve mekân için değil.

                            Şimdi, Al-i İmran suresinin 45. ayetini dinliyoruz.

                            إِذْ قَالَتِ الْمَلآئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِّنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ


                            Yani:

                            Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa'dır. Mesîh'tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır.

                            Meryem, annesinin adağı üzerine cami hademesi olan ve bir ömür Allah'a ibadet eden bir kızdır. Onun yiyecekleri melekler tarafından getirilirdi ve böylece yüce Allah ona bir erkek evlat sundu ki hem halk arasında makam ve onur sahibi olsun, hem de yüce Allah katında önemli bir yeri bulunsun.

                            Hıristiyanların inancının aksine Hz. İsa ne Allah'a benzer ve ne de Allah'ın oğludur. Hz. İsa, Meryem'in oğlu ve Allah'ın mahlûkudur, tabi içinde ilahi yaratılışın güç ve azametinin işaretleri olan bir mahlûk. Bu yüzden yüce Allah onu, Kelime olarak tanıtır. Nitekim Kaf suresinin 109. ayetinde de tüm mahlûklar, Kelime olarak adlandırılmıştır.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Melekler, peygamberlerden başka ister kadın ister erkek, Allah'ın salih kulları ile konuşurlar.

                            2 - Gerçi Hz. İsa babasız doğdu, lakin Allah'ın oğlu değil, Meryem'in oğludur, çünkü cenin dönemini annesinin karnında geçirmiştir.

                            Şimdi, Al-i İmran suresinin 46. ayetini dinliyoruz.

                            وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَمِنَ الصَّالِحِينَ


                            Yani:

                            Sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara (peygamber sözleri ile) konuşacak.

                            Meryem, evlat sahibi olacağı müjdesini duyunca insanlar onu pak olmamakla suçlamaktan kaygı duydu, zira onun bir eşi yoktu. Bu yüzden melekler ona şöyle dedi: Rabbin senin pak olduğunu savunmak için bebeğini konuşturacak ve o, sana yönelik her türlü ithamı bertaraf edecek. O büyük insanlar gibi öylesine net ve açık konuşacak ki herkesi hayrete düşürecek ve insanlar onda ilahi mucizeyi görecek.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Allah'ın gücüne kuşku duymamalıyız. Meryem'e eş olmaksızın evlat veren Allah, bebeği beşikte de konuşturabilir.

                            2 - Eğer anne seçkin ve salih olursa evladında da liyakat ve saadet zemini oluşur.

                            Şimdi, Al-i İmran suresinin 47. ayetini dinliyoruz.

                            قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاء إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ

                            Yani:

                            Meryem: Rabbim! dedi, bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece "Ol!" der; o da oluverir.

                            Evlat müjdesi, üstelik böyle bir evladın müjdesini aldıktan sonra Meryem'in aklına gelen ilk soru, eşi olmadığı halde nasıl evlat sahibi olabileceğiydi, çünkü dünya bir vesiledir ve her varlığın yaratılışı bir takım etkenlere bağlıdır. Bu doğal soruya karşı yüce Allah melekleri aracılığı ile doğa düzeninin Allah'ın mahluku ve O'nun emrine karşı mahkum olduğunu, O'nun hikmet dolu gücünün doğal vesileler olmaksızın da istediğini yaratabileceğini buyurdu.

                            Ayetin sonunda yaratılış konusunda temel bir ilkeye değinirken şöyle buyurmakta: Allah'ın iradesi bir şeye hükmedince o şey hemen oluverir ve bunun için doğal zaman sürecinin gelip geçmesi gerekmez. Bu, bir şeyi yaratmak isteyen ve ol demesi ile birlikte yaratılan bir durum gibidir.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Yüce Allah'ın yaratılışta eli açıktır. O'nun için doğal veya doğal olmayan yollardan yaratmak birdir.

                            Yorum


                              #89
                              : Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 83 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm

                              Al-i İmran suresinin 48 ve 49. ayetleri:

                              وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ (*) وَرَسُولاً إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنِّي قَدْ جِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ أَنِّي أَخْلُقُ لَكُم مِّنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللّهِ وَأُبْرِىءُ الأكْمَهَ والأَبْرَصَ وَأُحْيِـي الْمَوْتَى بِإِذْنِ اللّهِ وَأُنَبِّئُكُم بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

                              Yani:
                              (Melekler, Meryem'e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek.

                              İsrailoğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek Size Rabbinizden bir mucize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır.

                              Geçen bölümde Hz. İsa'nın beşikte insanlarla konuştuğunu ve annesinin iffetini savunduğunu anlattık. Bu ayetler ise Hz. İsa'nın diğer özelliklerini gündeme getiriyor.

                              Toplumun liderliğini üstlenmek isteyen bir peygamberin bir takım özellikleri olmalı ki bunlardan biri bilgili olmaktır. Bu yüzden insanların eğitimi peygamberlerce gerçekleşir ki evvela, onların bilimi ve görüşü her türlü hatadan uzak olsun, ikincisi bütün insanların eli altında bulunan zahiri ilimlerin yanı sıra gayıpdan ve geçmiş ve gelecekten haberdar olsun. Lakin bilgili olmak tek başına yeterli değildir ve her Peygamber bazı mucizeler gerçekleştirerek nübüvvetinin ve risaletinin ilahi olduğunu ispatlaması ve böylece insanların tam güvenle sözlerine dinlemesini ve emirlerini uygulamasını sağlaması gerekir.

                              Gerçi Hz. İsa'nın varlığı bile kendi başına ilahi bir mucize idi, zira Hz. Meryem, eşi olmaksızın ve sadece ilahi irade ile evlat sahibi oldu ve bu bebek doğar doğmaz beşikteyken insanlarla konuştu. Lakin Hz. İsa yüce Allah tarafından İsrailoğullarına Peygamber olarak gönderilmişti ve bu yüzden onlara bazı mucizeler göstererek onların iman etmelerini sağlamaya çalıştı.

                              Hz. İsa toprak ve çamurdan kuşlar yaratır, hastalara şifa dağıtır, ölüleri diriltir ve dirilere evlerinde olup bitenlerden haberdar ederdi ve tabi tüm bunlar yüce Allah'ın izin ve iradesi ile gerçekleşiyordu. Çünkü varlıkları yaratmak veya gaybi ilimler yüce Allah'a mahsustur ve ancak Allah'ın irade ettiği kimseler bu işleri yapabilir. Lakin o hazrete iman edenler bu mucizeleri yüzünden onu insan üstü bir varlık bildiler ve ona Allah'ın oğlu hitap ettiler. Oysa Hz. İsa, Meryem'in oğludur, Allah'ın değil ve onun yaptığı her şey ancak ve ancak yüce Allah'ın gücü ile olmuştur, kendi gücü ile değil.

                              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Evliyalar yüce Allah'ın güç ve iradesi ile doğa ve yaratılış düzeninde bazı değişiklikler yapabilir.

                              2 - Eğer Allah'ın salih kulları bu dünyada ölüleri diriltebiliyorsa, o zaman kıyamet gününde tüm ölülerin Allah tarafından yeniden dirilmesi pek zor bir iş olmayacaktır.

                              3 - Evliyalar hakkında abartma yapmamalı ve onları insan üstü saymamalıyız, çünkü bu, tevhid inancından sapma anlamınadır.

                              Şimdi, Al-i İmran suresinin 50 ve 51. ayetlerini dinliyoruz.

                              وَمُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَلِأُحِلَّ لَكُم بَعْضَ الَّذِي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَأَطِيعُونِ (*) إِنَّ اللّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هَـذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ

                              Yani:

                              Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.

                              Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur.

                              Hz. Musa İsrailoğullarının peygamberi olarak Tevrat'ı bu kavme getirdi. Bu ayet Hz. İsa insanlara ben de Musa'nın Rabbi tarafından görevlendirildim ve onun kitabını tasdik ve kabul ediyorum diyor. Hz. İsa İsrailoğullarına Tevrat'ta sizlerin günahları için getirilen cezaları kaldırdığını, tabi bunun için takvalı olmaları ve ilahi din olan yeni dini izlemeleri gerektiğini söylüyor.

                              Daha sonra Hz. İsa kendisini Allah'ın kulu olarak tanıtırken şöyle devam ediyor: Allah benim ve sizin Rabbinizdir. O zaman hepimiz O'na ibadet etmeli ve en doğru yol olan O'nun yolunda adım atmalıyız.

                              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - İlahi peygamberler, hepsi bir birini kabul eder ve her yeni gelen Peygamber kendinden önceki peygamberin dini ve kitabını tasdik eder.

                              2 - Peygamber göndermek, tarih boyunca ilahi bir süreçtir, belli bir mekan veya zamana özgü bir kıvılcım değil.

                              3 - Peygamberler tekvini velayet ve varlığa müdahale gücü olduğu gibi, teşrii velayet ve kanun yazma gücüne de sahiptir. Tabi her iki durum Allah'ın izni ile gerçekleşmektedir.

                              Şimdi, Al-i İmran suresinin 52 ve 53. ayetlerini dinliyoruz.

                              فَلَمَّا أَحَسَّ عِيسَى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللّهِ آمَنَّا بِاللّهِ وَاشْهَدْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ (*) رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنزَلَتْ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ


                              Yani:

                              İsa, onlardaki inkârcılığı sezince: Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir? dedi. Havârîler: Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah'a inandık, şahit ol ki bizler müslümanlarız, cevabını verdiler.
                              (Havârîler Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler.

                              İsrailoğulları Hz. İsa'da gördükleri tüm işaretlere karşın yine de birçokları ona iman etmedi ve küfre saptı ve sadece az sayıda insan ona iman ederek destekledi ki Kuran-ı Kerim onlara havariler adını vermiştir. Havariler halkın sapkın yolunu bırakan ve hak yoluna kavuşanlardır.

                              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Dine sadık mümin ve vefakâr insanları tanımak ve onları örgütlemek, dini liderlerin görevidir.

                              2 - Peygamberler insanları Allah için ister, kendileri için değil. Nitekim Hz. İsa, kim Allah'ın dinine yardım etmek istiyor, şeklinde buyuruyor.

                              3 - İmandan sonra teslim olmak gelir. Yani mümin insan Allah'ın ve peygamberinin emirlerine teslim olmalıdır.

                              Yorum


                                #90
                                : Nura Giden Yol

                                Nura giden yol ( 84 )

                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                Al-i İmran suresinin 54. ayeti:

                                وَمَكَرُواْ وَمَكَرَ اللّهُ وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ


                                Yani:

                                54. (Yahudiler) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır.

                                Bu Ayet Allah Teâlâ'nın sünnetlerinden bir diğerini ortaya koymakta ve Allah Teâlâ'nın tuzak kuranların en hayırlısı olduğunu beyan buyurmaktadır. Tuzak kurmak genellikle insanlar arasında kötülenen bir sıfat olup, insanlar genellikle başkalarına bir kötülükte bulunmak amacıyla tuzak kurmaktalar. Ancak Ayet'ten de anlaşıldığı üzere bu sıfat Allah Teâlâ'yla ilgili olduğunda hayra vesile olmakta ve Allah birini tuzak kurmak istediğinde gerçekte o insanın hayrına tamamlanmaktadır.

                                Ayette beyan edilen Yahudilerin tuzak kurmalarından gaye daha önceki ayetlerle birleştirildiğinde Yahudilerin İsa as. ı öldürmek için tuzak kurduklarını beyan etmekte ve bir sonraki ayette ise Allah İsa'yı onların elinden kurtararak göğe çektiğini beyan buyurmakla gerçekte düşmanların hilelerini etkisiz hale getirdiğin ve Allah'ın hilesinin hayra vesile olduğunu belirtmektedir.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Yahudi kavminin tarih boyunca isyankâr bir millet olduğunu ve sürekli olarak Allah'ın sünnetine isyanda bulunduklarını

                                2 - Allah'ın hile ve tuzağının dahi insanlar için hayra vesile olduğunu

                                3 - İnsanın tedbir ve hareketi Allah'ın ona karşı gazab veya lütfuna sebebiyet vermektedir.

                                4 - Allah'ın azabı insanın ameli ile aynı türden olmaktadır. Ve Mekeru ve Mekerellah

                                5 - Allah'ın irade ve tedbiri tüm tedbir, hareket ve girişimlerin üstündedir.

                                Şimdi, Al-i İmran suresinin 55 ve 56. ayetlerini dinliyoruz.

                                إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَجَاعِلُ الَّذِينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأَحْكُمُ بَيْنَكُمْ فِيمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ (*) فَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَأُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ

                                Yani:

                                55. Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.

                                56. İnkâr edenler var ya, onları dünya ve ahirette şiddetli bir azaba çarptıracağım; onların hiç yardımcıları da olmayacak.

                                Geçen ayette de belirttiğimiz gibi Allah Taala bu ayetlerde Yahudi kavminden bir grubun Hz. İsa as'ın canına kastettiklerini, onu öldürmeye kalkıştıklarını, ancak Allah'ın onların bu hile ve tuzağını etkisiz kılarak Hz. İsa'yı göğe çektiğini ve onların elinden kurtardığını söylemiştik. Ayette Allah'ın kendi velilerini ve Salih kullarını her zaman koruduğunu, düşmanlar karşısında onlar güç ve irade verdiğini, her zaman kendi katında üstün tuttuğunu beyan buyurmaktadır. Buna karşılık inkârcıların her zaman hem dünyada ve hem ahrette azab içinde bulunduklarını görmekteyiz ve bu ayette de belirtildiği gibi ilahi bir sünnettir.

                                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Tüm canlılar ölümü tadacaklardır. Hatta Allah tarafından kendi katına çıkartılan Hz. İsa dahi ölümü tatmıştır

                                2 - İlahi düsturlara ve Allah'ın peygamberlerine uyanlar her zaman kâfirlerden ve inkârcılardan üstündür.

                                3 - Allah kıyamet günü müminlerle inkârcılar arasında adaletle hükmederek müminlere mükâfat, kâfir ve inkârcılara ise azab verecektir.

                                4 - Kâfirler, inkârcılar ve sapıklar gerek bu dünyada ve gerekse ahrette sürekli azab içinde olacak ve cezalandırılacaklardır.

                                5 - Tüm insanların dönüşü Allah'a olacak ve o eşsiz bir hakemdir.

                                Şimdi, Al-i İmran suresinin 57 ve 58. ayetlerini dinliyoruz.

                                وَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ (*) ذَلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الآيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَكِيمِ


                                Yani:

                                57. İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez.
                                58. (Resûlüm!) Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz.


                                Allah'ın peygamberlerinden Hz. İsa as. a karşı zulümde bulunan Beni İsrail'in bizzat bu dünyada çetin bir azaba duçar oldukları belirtilmiştir tarih kitaplarında. Nitekim Etyebul beyan tefsirinde Hz. İsa Mesih'in urucundan 37 yıl sonra Rum kayserlerinden olduğu rivayet edilen Taltavus adında birinin Yahud kavmine musallat olduğu ve onlardan milyonlarcasını katlettiğini ve binlercesini esir aldığı aktarılmıştır. Taytavus hatta Yahudilerin tüm mal varlıklarının yakılmasını veya müsadere edilmesini ve esirlerin yırtıcı hayvanlara yem olarak verilmesini emretmiştir.

                                VuBu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Kâfirler bizzat Allah Teâlâ'nın kendisiyle taraftır ve Allah'ın kendisi onları azaplandıracaktır.

                                2 - Allah her ne kadar fazla hüccetini tamamlarsa kâfir ve inkârcılar üzerindeki kahır ve azabı da o kadar fazla olacaktır. Hz. İsa'nın ölüleri dahi dirilttiğini görmelerine rağmen yine de ona iman etmeyenler çok çetin bir ilahi azaba müstahaktır. Fe Azzibihum Azaben
                                Aliymen

                                3 - Bazen Allah Taala bu dünyada da kendi azabını nazil etmekte

                                4 - Allah'ın kahrı karşısında artık hiçbir kudret ve güç dayanacak konumda olamaz ve hiç kimse azab gören kimseye yardım edemez.

                                5 - Kur'anı Kerim her zaman bir hayat ve hikmet kitabı olarak insanlar tarafından dikkate alınması gerekir.

                                Şimdi, Al-i İmran suresinin 59 ve 60. ayetlerini dinliyoruz.

                                إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ (*) الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُن مِّن الْمُمْتَرِينَ

                                Yani:

                                59. Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "Ol!" dedi ve oluverdi.

                                60. Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma.


                                Hıristiyanlardan bir grub Allah Resulünün yanına giderek İsa Mesih'in baba olmaksızın dünyaya geldiğini ve bu meselenin onun ilahlığına bir delil olduğunu iddia ettiler. Bu söz üzerine söz konusu ayet nazil oldu ve onların cevabında dedi ki eğer babasız dünyaya gelmek tanrı olmak veya tanrı oğlu olmak için bir delil olursa o zaman Âdem'in yaratılışı daha önemli olmalıdır. Zira Âdem'in ne babası vardı ne de annesi. Öyleyse sizler niçin Âdem'i tanrı veya tanrının oğlu olarak kabul etmiyorsunuz?

                                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - Muhaliflerle kendi mantıklarıyla ve anlayacakları bir dille konuşmalıyız. Hıristiyanlar Âdem'in Allah'ın bir mahlûku olduğunu kabul ettiklerine göre aynı mantıkla İsa hakkında da onlara delil gösterebiliriz

                                2 - Tarihe ve geçmiş tecrübelere dayanarak kanıt göstermek hakka davet konusunda çok etkili ve önemlidir. Bu ayette de İsa Âdemle karşılaştırılmakta ve daha güçlü bir mantıkla inkârcılara gereken cevap verilmektedir.

                                3 - Yaratılışta Allah'ın kudreti sınırsız değil

                                4 - Hakikat yalnızca Allah Teâlâ'ya aittir, zira hak bizzat onun kendisidir.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X