Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nura Giden Yol

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Nura Giden Yol

    Nura giden yol ( 115 )

    Bismillahirrahmânirrahîm

    Nisa suresinin 11 ve 12. ayetlerine kulak veriyoruz.

    يُوصِيكُمُ اللّهُ فِي أَوْلاَدِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الأُنثَيَيْنِ فَإِن كُنَّ نِسَاء فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَ وَإِن كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُ وَلأَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ إِن كَانَ لَهُ وَلَدٌ فَإِن لَّمْ يَكُن لَّهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُ أَبَوَاهُ فَلأُمِّهِ الثُّلُثُ فَإِن كَانَ لَهُ إِخْوَةٌ فَلأُمِّهِ السُّدُسُ مِن بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِي بِهَا أَوْ دَيْنٍ آبَآؤُكُمْ وَأَبناؤُكُمْ لاَ تَدْرُونَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاً فَرِيضَةً مِّنَ اللّهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيما حَكِيمًا (*) وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ أَزْوَاجُكُمْ إِن لَّمْ يَكُن لَّهُنَّ وَلَدٌ فَإِن كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِن بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِينَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ إِن لَّمْ يَكُن لَّكُمْ وَلَدٌ فَإِن كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُم مِّن بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ وَإِن كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلاَلَةً أَو امْرَأَةٌ وَلَهُ أَخٌ أَوْ أُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا السُّدُسُ فَإِن كَانُوَاْ أَكْثَرَ مِن ذَلِكَ فَهُمْ شُرَكَاء فِي الثُّلُثِ مِن بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصَى بِهَآ أَوْ دَيْنٍ غَيْرَ مُضَآرٍّ وَصِيَّةً مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَلِيمٌ

    Yani:

    Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın

    iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin

    mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan

    hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah

    ilim ve hikmet sahibidir.

    Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının

    dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır

    (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, ana babası ve çocukları

    bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan

    fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar

    Allah'tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkiyle bilendir, halîmdir.


    Din ahkâmı, beşeri yaratan yegâne Allah tarafından olduğundan, dolaysıyla getirdiği kanunlar da beşerin doğal ve fıtri ihtiyaçlarına da uygundur. Bizim başka bir dünyaya gitmemizin kanalı olan ölüm, beşerin tüm dünyevi mülkiyet hakkını ve maddi işler üzerindeki hâkimiyetini keser. Ancak burada akla bir soru gelmektedir, o da şöyle ki insanın bir ömür boyunca elde ettikleri ne olacak ve kime teslim edilecektir?
    Bazı kavimlerde vefat eden kimsenin malı sadece baba, kardeş ve erkek evladı gibi kimseler arasında paylaşılır ve eş ve kız çocukları mirastan mahrum bırakılırdı. Günümüz dünyasında bazı ülkelerde de vefat eden kimsenin tüm malları kamu malları olarak sayılıyor ve çocukları veya akrabalarının hiç bir hakkı bulunmuyor. Lakin İslam dini tamamen doğal ve fıtri olan ve anne ve babanın cismi ve ruhi özelliklerini evlatlara taşıyan veraset kanununa göre insanların mal ve servetini mirasçıların arasında paylaştırıyor ve ölen kimsenin malının eşi ve çocukları ve yakınlarına ait olduğunu belirtiyor. Tabi İslam dini vefat eden kimseye de ölümünden malının bir bölümünü, bir başka ifade ile üçte birini istediği şekilde paylaştırma hakkı da tanıyor. Buna göre bazı insanlar yaşamları için gerekli miktarda mal ve serveti olduğu halde ömrünün sonuna kadar çalışıyor, çünkü ölümünden sonra bile malının, kendisinden sonra adını yaşatacak olan evlatlarına verileceğini biliyor. Bu yüzden İslam dini en başta mirası evlatlar arasında paylaştırıyor ve daha sonra mirastan pay alabilecek şartlara sahip olanların arasında paylaştırıyor. Bu paylaştırmada erkeklerin hakkı kız evlatların iki katıdır, çünkü evin geçimi erkeklerin üzerinedir ve onlar çalışmak ve gelir elde etmek için daha fazla paraya ve sermayeye ihtiyacı vardır. Gerçi bu yasa görece olarak kadınların zararınadır, ancak dinin diğer hükümleri ile birlikte ele alındığında gerçekte kadınların yararına olduğu açıkça ortaya çıkar. Çünkü İslam'ın aile düzeninde kadınların geçim konusunda hiç bir sorumlulukları yoktur ve evin tüm ihtiyaçlarını karşılamak erkeğin görevidir. Dolaysıyla kadınlar paylarına düşen mirası tamamen kendine saklayabilir veya en azından sadece kendi işlerinde harcayabilir. Oysa erkekler mirasın en az yarısı kadarını aile ve eşinin yaşamı için ve hatta mehir ve nafaka için harcaması gerekir. Gerçekte kadın hem kendi payına düşen mirasın hem de erkeğin payının yarısının sahibi ve ortağıdır, öyle ki birini tasarruf olarak saklayabilir ve birini de harcayabilir. Oysa erkeğin kadının hakkı üzerine hiç bir hakkı yoktur ve ayrıca onun tüm ihtiyaçlarını da karşılamalıdır.
    Nisa suresinin bu iki ayeti mirasın nasıl evlatlar, ebeveyn ve eş arasında paylaşılması gerektiğine açıklık getirmekte, fakat bu paylaşımın sadece bir bölümünü anlatmakta ve bu yüzden detayları için muteber rivayetlere başvurmak gerekmektedir. Öte yandan şunu unutmamak gerekir ki mirasın paylaşımı vefat eden kimsenin borçlarının ödenmesi ve yine vasiyetinin uygulanmasının ardından yapılmalıdır, çünkü ölen kimsenin kendi hakkı ve halkın hakkı, varislerden önce gelir.
    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Evladın varlığı, babasının varlığının devamı sayıldığı gibi babanın mallarının ilk varisleri de evlatlarıdır. O zaman hiç kimse onları mirastan mahrum bırakamaz ve hatta ebeveynler de onların hakkını kesemez.

    2 - Gerçi kadınların mirastan payı erkeklerin yarısı kadardır, lakin bu fark sosyal yaşamdaki gerçek farklılıkların üzerine kurulmuş ve gerçekte hikmet sahibi yüce Allah'ın hükmüne göredir. İman gereği ise Allah'ın hükümlerine teslim olmaktır.

    3 - Halkın hakkını ödemek ve bu hakkı gözetlemek o kadar önemlidir ki bu iki ayette dört kez vurgulanmıştır, böylece varisler başkalarının hakkını unutmaması gerekir.

    Şimdi,
    Nisa suresinin 13 ve 14. ayetlerini dinliyoruz.

    تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ (*) وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ

    Yani:

    Bunlar, Allah'ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan

    cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.


    Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir

    azap vardır.


    Mirasla ilgili hükümleri içeren ayetlerin devamında bu ayetler mümin kulları mali konularda ve özellikle miras hakkında Allah'ın emirlerine itaat etmeyi emrederken her türlü isyan ve baş kaldırıdan men ediyor. Çünkü ilahi hükümlere baş kaldırmanın cezası çok ağırdır. Bu ayetler açık bir şekilde Allah'a itaat etmenin sadece O'na ibadet etmek olmadığını, halkın sosyal ve iktisadi konularda haklarının riayet edilmesinin de dindarlık ve Allah'a itaat etmenin şartı olduğunu ve bu durumda hem birey ve hem toplumun saadete ereceğini vurguluyor.
    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

    1 - Dünyevi ve uhrevi saadete ermenin yolu, din ahkâmına uymaktır, nefsanî istek veya beşeri kanunlara uymak değil.

    2 - Halkın haklarına tecavüz edenler kâfirler zümresinden sayılacak ve ağır bir şekilde cezalandırılacaktır.

    3 - Gerçi vefat eden kimse borçlarının verilmesini veya malının evlatları arasında paylaşılmasını gözetlemek için yoktur, lakin onun Allah'ı

    hazır bulunmaktadır ve halkın ve varislerin hakkına el uzatanları en ağır bir şekilde cezalandıracaktır.


    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234227-nura-giden-yol--115

    Yorum


      Ynt: Nura Giden Yol

      Nura giden yol ( 116 )

      Bismillahirrahmânirrahîm

      Nisa suresinin 15. ayetine kulak veriyoruz.

      وَاللاَّتِي يَأْتِينَ الْفَاحِشَةَ مِن نِّسَآئِكُمْ فَاسْتَشْهِدُواْ عَلَيْهِنَّ أَرْبَعةً مِّنكُمْ فَإِن شَهِدُواْ فَأَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتَّىَ يَتَوَفَّاهُنَّ الْمَوْتُ أَوْ يَجْعَلَ اللّهُ لَهُنَّ سَبِيلاً

      Yani:

      Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye

      yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.


      Nisa suresinin ilk ayetlerinin ailevi konularla ilgili olduğunu anlatmıştık. Şimdi ailenin hürmetini kirleten ve kötü amelleri ile bu ocağı çökerten günahkâr kadın veya erkeklerin cezalandırılmalarını anlatacağız.
      Bu ayet kocası olduğu halde diğer erkeklerle gayri meşru ilişkiye giren kadınların nasıl cezalandırılması gerektiğine işaret ediyor. Tabi İslam dini ailenin hürmetinin korunması için hiç kimseye başkalarının özel yaşamını kurcalamasına izin vermiyor veya hiç kimseyi başkalarının suçunu ispatlamak için teşvik etmiyor. Dolaysıyla eğer üç adil şahit bile bir kadının zina suçu işlediğine şahitlik ederse bu yeterli değil ve dördüncü şahit de gereklidir.
      Bu ayette gündeme gelen ceza ise sonundan da anlaşıldığı üzere zina ile ilgili geçici hükümdür ve o da kadının ölüm zamanı gelinceye dek kocasının evinde hapsedilmesidir ki bu da müebbet hapistir. Kuşkusuz bu hüküm ailenin şeref ve onurunu korumak ve suçlu insanların bir noktada toplanıp suç işleme yöntemlerini bir birine öğretmelerini engellemek içindir. Nitekim günümüzde hapishanelerin suçluların bir birini eğitme mekânına dönüştüğünü görmekteyiz.
      Zina ile ilgili geçici hükmün ardından kocası olup zina işleyen kadınların taşlanması hükmü gelmiştir ve ev hapsinde olan kadınlar yeni hüküm gelince serbest bırakılıp ailelerine geri döndüler ve başkalarına ibret oldular.
      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Müminin onurunu korumak hatta onun kanından daha önemlidir. Cinayet iki şahit ile kesinlik kazanırken zina konusunda en az dört şahit gereklidir. Zina çok çirkin bir ameldir, lakin zinakarın şerefini beş paralık etmek, daha da çirkindir.

      2 - İslam dini ailevi veya sosyal hükümlerinin uygulanmasını güvenceye almak için ağır cezalar belirlemiştir ki bunlardan biri zina suçu işleyen kadın için müebbet hapistir.

      3 - Toplumu temiz tutmak için suçluları hapse atmak gereklidir ve ilahi hükümlerin yerine getirilmesinde duygusal davranmamak gerekir.


      Şimdi,
      Nisa suresinin 16. ayetini dinliyoruz.

      وَاللَّذَانَ يَأْتِيَانِهَا مِنكُمْ فَآذُوهُمَا فَإِن تَابَا وَأَصْلَحَا فَأَعْرِضُواْ عَنْهُمَا إِنَّ اللّهَ كَانَ تَوَّابًا رَّحِيمًا

      Yani:

      İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara ceza verip eziyet etmekten

      vazgeçin; çünkü Allah tövbeleri çok kabul eden ve çok esirgeyendir.


      Gerçi bu ayetin kapsamı geneldir ve fuhuş yapan her erkeği, ister karşıt cinsten ister kendi cinsinden biri ile yapsın, kapsamaktadır. Lakin birçok müfessire göre bu ayet kocası olmayan bir kadınla zina yapan erkeklerle ilgili olduğunu düşünüyor ki onların cezası da sadece kırbaçlanmaktır. Tabi bu suç mahkemede ispatlanmadığı ve kırbaç hükmü kesinlik kazanmadığı sürece eğer suçlular ister kadın ister erke tevbe eder ve kendini ıslah etmeye yönelirse onları bağışlamak ve Allah'a havale etmek gerekir ki yüce Allah onlara istediği gibi davransın. Çünkü yüce Allah bağışlayan ve esirgeyendir ve gerçek tevbekarların tevbelerini kabul eder.
      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Suçlu insan kendini İslami toplumda güvende hissetmemelidir. Hükümet yetkilileri uygun ceza vererek suçluları cezalandırması gerekir.

      2 - Suçluların tevbe yolunu kapatmamalı ve onlara eğer gerçekten yaptıklarından pişman olmuşlarsa topluma geri dönme şansı tanımalıyız.

      Şimdi,
      Nisa suresinin 17 ve 18. ayetlerini dinliyoruz.

      إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوَءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِن قَرِيبٍ فَأُوْلَـئِكَ يَتُوبُ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللّهُ عَلِيماً حَكِيماً (*) وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الآنَ وَلاَ الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُوْلَـئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا

      Yani:

      Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah

      bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.


      Yoksa kötülükleri yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim" diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek)

      tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.


      Suçlu insanlara tevbe kapısının açık olduğunu ifade eden geçen ayetlerin devamında bu ayetler tevbe için zaman ve şartlar belirliyor. Tevbenin en önemli şartı günahın cehalet veya gaflet yüzünden işlenmiş olması ve içgüdülerin baskısı ile yapılmış olması ve bir alışkanlık haline gelmemiş olması veya günahın çirkinliği göz ardı edilmemiş olmasıdır.
      İkinci şart tevbenin günah işlendikten sonra hemen gerçekleşmesidir, yoksa tevbeyi erteleyip aynı günahı tekrarlamak ve ancak ömrün sonunda artık o günahı işleyemeyeceğini bilip tevbe etmek hiç bir işe yaramaz. Çünkü tevbenin kabul edilmesinin şartı ıslah olmaktır ve ıslah olmak için fırsat yoksa o tevbe kabul edilmez. Genelde tevbeyi geciktirmek, günahın insanın huyu haline gelmesine sebebiyet verir ve öylesine insanı bulaştırır ki asla tevbe etmeye fırsat bulmaz ve eğer sözlü olarak tevbe ederse bile kalbi ve gönlü günaha alışmıştır ve geriye dönüş imkânı yoktur.
      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

      1 - Yüce Allah günahkâr insanların gerçek tevbelerini kabul etmeyi kendine farz kılmıştır. O zaman yaşadığımız müddetçe bu fırsattan yararlanalım.

      2 - Hevesleri ve içgüdülerine karşı direnci olmayan bir insan, alim görünse bile gerçekte cahildir.

      3 - Tevbenin kabul edilme şartı hemen tevbe etmektir ve genelde günahlar artmadıkça tevbe etmek kolaydır.

      4 - Tevbe ancak hür irade ve özgürken değerlidir, yoksa sıkışınca veya ölüm anının geldiğini görünce tevbe etmenin hiç bir değeri

      olamaz.


      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234228-nura-giden-yol--116

      Yorum


        Ynt: Nura Giden Yol

        Nura giden yol ( 117 )

        Bismillahirrahmânirrahîm

        Nisa suresinin 19. ayetine kulak veriyoruz.

        يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ يَحِلُّ لَكُمْ أَن تَرِثُواْ النِّسَاء كَرْهًا وَلاَ تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُواْ بِبَعْضِ مَا آتَيْتُمُوهُنَّ إِلاَّ أَن يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِن كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا

        Yani:

        Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir

        kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok

        hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.


        Kadınların aile içindeki haklarını savunan bu ayet en başta erkekleri kadınlara karşı her türlü uygunsuz davranıştan men etmekte ve sonunda da aile düzeninin korunması için gerekli olan önemli bir ilkeyi beyan etmektedir.
        Eş seçerken en çirkin kriterlerden biri eşin malı ve servetidir, şöyle ki erkek o kadınla evlenmeye meyilli olmadan sadece malına sahip olmak için onunla evlensin. Bu ayet bu çirkin ameli reddederken şöyle buyurmakta: İman iddiasında bulunan sizler için böyle bir iş helal değildir.
        Öte yandan bazı kavimlerde yaygın olan kötü bir gelenek erkeğin, eşini mehirinin özellikle yüklü bir miktar olduğu zamanlarda bir bölümünü bağışlaması için baskı altında tutmasıdır. Kuran-ı Kerim bu çirkin davranışı reddederken eşin hakları ve malına saygı göstermeyi vurguluyor ve ancak fuhuş durumunda kadınların malına sahip olunabileceğini ve böylece kadının mehirini bağışlayarak boşanmayı kabul etmesinin sağlanabileceğini belirtiyor. Gerçekte bu da zinakar kadınlara verilen bir cezadır.
        Yüce Allah daha sonra genel bir kuralı gündeme getirerek erkeklere eşlerine iyi davranmalarını emrediyor ve şöyle buyuruyor: Hatta eğer eşinizden razı değilseniz veya ona karşı sevginiz azalmışsa veya ondan hoşlanmıyorsanız, hemen boşanmaya karar vermeyin ve ona kötü davranmayın, çünkü nice durumlar vardır ki insanların gözünde çirkin gözükür, lakin yüce Allah onda büyük hayır ve bereketler yerleştirmiştir.
        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Eş seçerken mal ve servet kriter olmamalı. Esas kriter sevgidir, servet değil.

        2 -Kadın mehir ve diğer mallarının malikidir ve erkeğin bunun üzerine hiç bir hakkı yoktur.

        3 - Aile düzenini korumak erkeğin görevidir ve zorlukların ve kuşkuların eşine kötü davranmasına ve sonuçta boşanmasına izin vermemelidir.

        Şimdi,
        Nisa suresinin 20 ve 21. ayetlerini dinliyoruz.

        وَإِنْ أَرَدتُّمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَّكَانَ زَوْجٍ وَآتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنطَارًا فَلاَ تَأْخُذُواْ مِنْهُ شَيْئًا أَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَإِثْماً مُّبِيناً (*) وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ أَفْضَى بَعْضُكُمْ إِلَى بَعْضٍ وَأَخَذْنَ مِنكُم مِّيثَاقًا غَلِيظًا

        Yani:

        Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir

        şeyi geri almayın. Siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alır mısınız?

        Vaktiyle siz birbirinizle haşir-neşir olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız!


        Cahiliye döneminin en çirkin adetlerinden biri bir erkeğin yeni bir eş almak istediğinde ilk eşine iftira atması ve böylece ona psikolojik baskı uygulayarak mehirinden vazgeçerek eşinden boşanmasını sağlamasıydı. Bu durumda erkek geri aldığı mehiri ile ikinci eşi ile evleniyordu. Bu ayet bu çirkin geleneği reddederken evliliğin başındaki misakı hatırlatarak şöyle buyurmakta: Sizler bir birinizle evlilik anlaşması bağladınız ve içinde eşinizin mehirini vermeyi taahhüt ettiniz ve buna göre yıllarca haşir neşir oldunuz. Şimdi nasıl olur da başkalarından zevk almak için eski misakınızı çiğniyor ve hatta pak olan eşinize iftira bile atıyorsunuz?
        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - İslam dini kadın haklarını savunur ve birinci eşin haklarını çiğnemek pahasına ikinci evliliğe izin vermez.

        2 - Ödenen mehiri geri almak caiz değildir, hele bunun için erkek, kadının şerefi ile oynarsa, bunun günahı iki kattır.

        3 - İzdivaç misakı, yüce Allah'ın kadın ve erkeği bir birine helal eden güçlü bir anlaşmadır, o zaman bu anlaşmaya riayet etmek her iki taraf için gereklidir.

        Şimdi,
        Nisa suresinin 22 ve 23. ayetlerini dinliyoruz.

        وَلاَ تَنكِحُواْ مَا نَكَحَ آبَاؤُكُم مِّنَ النِّسَاء إِلاَّ مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًا وَسَاء سَبِيلاً (*) حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالاَتُكُمْ وَبَنَاتُ الأَخِ وَبَنَاتُ الأُخْتِ وَأُمَّهَاتُكُمُ اللاَّتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُم مِّنَ الرَّضَاعَةِ وَأُمَّهَاتُ نِسَآئِكُمْ وَرَبَائِبُكُمُ اللاَّتِي فِي حُجُورِكُم مِّن نِّسَآئِكُمُ اللاَّتِي دَخَلْتُم بِهِنَّ فَإِن لَّمْ تَكُونُواْ دَخَلْتُم بِهِنَّ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ وَحَلاَئِلُ أَبْنَائِكُمُ الَّذِينَ مِنْ أَصْلاَبِكُمْ وَأَن تَجْمَعُواْ بَيْنَ الأُخْتَيْنِ إَلاَّ مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا

        Yani:

        Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.

        Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız,

        eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikâhlanıp

        da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden

        almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.


        Bu iki ayet, onlarla evlenmenin haram olduğu kadınları detaylı olarak anlatıyor ve bunun insanların fıtratına aykırı olduğunu vurguluyor. Genelde evliliğin kutsallığını koruyan üç durum söz konusudur. İlkin kan bağıdır ki anne, kız kardeş, kız evlatı, hala, teyze ve kız kardeşin ve erkek kardeşin kızı ile evlenmeyi engeller. İkincisi evlilikten doğan bağdır, şöyle ki bir erkek bir kadınla evlenince, o kadının annesi, kız kardeşi ve kızı ile evlenemez. Üçüncüsü, süt anne olma durumudur, şöyle ki eğer bir kadın bir bebeği belli bir süre emzirirse o kadın ve emzirdiği kızlar o bebeğe haram olur ve onlarla evlenmesi caiz değildir.
        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

        1 - Aile ocağının hürmetini korumak için insanlara mahrem olan kadınlarla evlenmek caiz değildir, böylece insan onlara karşı zevk ve şehvet duygusu beslemez.

        2 - Her şeyde helal ve haram meselesini belirlemek ister yiyecekler ister içecekler, ister ticaret ister izdivaç, hepsi insanoğlunun gerçek ihtiyaçlarını bilen yüce Allah'ın elindedir.


        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234229-nura-giden-yol--117

        Yorum


          Ynt: Nura Giden Yol

          Nura giden yol ( 118 )

          Bismillahirrahmânirrahîm

          Nisa suresinin 24. ayetine kulak veriyoruz.

          وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَاء إِلاَّ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ كِتَابَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَأُحِلَّ لَكُم مَّا وَرَاء ذَلِكُمْ أَن تَبْتَغُواْ بِأَمْوَالِكُم مُّحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ فَمَا اسْتَمْتَعْتُم بِهِ مِنْهُنَّ فَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ فَرِيضَةً وَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا تَرَاضَيْتُم بِهِ مِن بَعْدِ الْفَرِيضَةِ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا

          Yani:

          (Harp esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı. Allah'ın size emri budur.

          Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan

          faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra (bir miktar indirim için) karşılıklı anlaşmanızda size

          günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.


          Geçen bölümde anlatılan ayetlerin devamında bu ayet, Allah'ın hükmüne göre iki çeşit izdivacın daha helal olduğunu buyurmakta ve müminlerden ilahi hükümlere uymalarını istemektedir.
          Beşeri toplumların en acı gerçeklerinden biri ezelden beri dini ve etnik çatışmalar ve savaşlardır ki bir çok insanın ölümüne ve bir çok aile ocağının yıkılmasına sebep olur. Bu savaşlarda esas yükün erkeklerin omuzu üzerinde olduğundan bu yüzden her savaştan sonra her iki taraftan bir çok aile sahipsiz kalır. Öte yandan eski savaş kanunlarına göre savaş tutsaklarını tutmak için özel bir yer bulunmadığından esir erkekler köle ve kadın köleler cariye olurdu. İslam dini bu kanunu tek yanlı olarak feshetmedi, lakin bir takım şer'i kanunlar getirerek kölelerin fidye karşılığı serbest kalması ve esir kadınlarla evlenilmesini kolaylaştırdı. Bu kanun esir kadının eş ve anne olarak iyi bir konum kazanmasına yardımcı oldu, lakin burada bir sorun vardı, o da esir düşen kadınlardan bazılarının evli olmasıydı. İslam dini esareti boşanma gibi eski eşten ayrılma sebebi saydı ve yeniden evlenmeleri için bir süre belirledi ki eski eşinden gebe olup olmadıkları anlaşılsın. Doğal olarak bu kanun, esir kadını kendi haline bırakmaktan ve doğal ihtiyaçlarını göz ardı etmekten daha iyi ve daha mantıklıdır. Ancak iç cephede de bir çok müslüman şehit düşer ve aileleri kimsesiz kalırdı. İslam dini bu sorunu bertaraf etmek için de iki yol öneriyor. Bunlardan biri bir erkeğin bir kaç eş edinme hakkıdır ki böylece eşi olan bir erkek eşini kaybeden kadını ikinci eş olarak daimi nikâhına alabilir ve onunla ilk eşi gibi davranması gerekir. Bu mesele bir önceki ayette gündeme geldi. Burada ayet ikinci bir yol öneriyor ki o da geçici evliliktir. Geçici evlilik daimi evlilik gibi Allah'ın hükmü ile helal olan bir misaktır ve kendine göre şartları vardır. Lakin bu anlaşmanın süresi kısıtlı, fakat uzatılabilen türdendir.
          Bu meselede ilginç olan nokta, bazı aydın geçinen batı hayranı kesimlerin İslam'ın bu kanunu ile alay etmesi ve bunu kadınlara hakaret şeklinde değerlendirmesidir. Oysa batılı ülkelerde kadın erkek ilişkilerine hiç bir kısıtlama getirilmiyor ve bir kadının açık gizli birçok erkekle birlikte olmasını caiz görüyor. Şimdi bu zümreye sorulması gereken soru şu ki acaba kadın erkeğin hesapsız ve sadece heves ve şehvet üzerine kurulan ilişki mi kadın haklarına aykırı, yoksa bu ilişkinin belli bir kural çerçevesinde ve daimi nikâh gibi gayet açık ve şeffaf bir biçimde kurulan ilişki mi?
          Maalesef Allah hükmüne karşı bu tür mantıksız yaklaşımlar asr-ı saadet döneminde de gündeme geldi ve geçici evlilik yasaklandı ve böylece kadınlarla erkeklerin gizli ilişkileri için zemin oluştu. Çünkü geçici evliliğin yasaklanması ile beşeri ihtiyaçları yasaklamak mümkün değil ve bu ihtiyaçlar yanlış şekillerde gideriliyor.
          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Ailevi ve sosyal meselelere karşı duygusal değil, gerçekçi olmak gerekir ve bu süreçte en iyi yol, insanoğlunun bireysel ve sosyal ihtiyaçlarını bilen Allah'ın hükümlerine teslim olmaktır.

          2 - İzdivaç, ister daimi ister geçici, kadın ve erkeğin iffetini ve şerefini korumak için en sağlam kaledir.

          3 - İzdivaçta mehir miktarı tarafların rızası ile belirlenmeli ve sadece erkek tarafından belirlenmemelidir.

          Şimdi,
          Nisa suresinin 25. ayetinidinliyoruz.

          وَمَن لَّمْ يَسْتَطِعْ مِنكُمْ طَوْلاً أَن يَنكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِن مِّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِكُمْ بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ فَانكِحُوهُنَّ بِإِذْنِ أَهْلِهِنَّ وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلاَ مُتَّخِذَاتِ أَخْدَانٍ فَإِذَا أُحْصِنَّ فَإِنْ أَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْ وَأَن تَصْبِرُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

          Yani

          İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan)

          cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur). Öyle ise

          iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ve sahiplerinin izni ile onları (cariyeleri) nikâhlayıp alın, mehirlerini de

          normal miktarda verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır). Bu (cariye ile evlenme

          izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

          Cariyeler ve savaş tutsakları ile evlenmeyi caiz sayan geçen ayetin devamında bu ayet, hür kadınlarla ağır mehirleri yüzünden evlenemeyen müslüman erkekleri esir kadınlarla evlenmeyi tavsiye ediyor, böylece hem doğru yoldan cinsel ihtiyaçlarını karşılar hem de toplumda fesat ve fuhuşun yayılmasını engeller ve üstelik eşsiz kalmazlar.
          Burada ilginç olan nokta İslam dininin ister hür kadın ister tutsak kadın, izdivacın temel şartını iman şeklinde belirlemesidir. Bu durum bir birini hiç tanımayan ve sosyal mevki olarak aynı düzeyde olmayan kızlar ve erkeklerin iman sahibi oldukları ve din taalimini uyguladıkları durumunda mutlu olabileceklerini gösteriyor. Nitekim eğer iman yoksa, fakat sadece mal, cemal ve mevki bakımından yüksek konumda bulunuyorlarsa yaşamları devam edemez, çünkü tüm bu özellikler fanidir ve bir gün yok olup gidecektir.
          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

          1 - Bir cariye ile evlenme sıkıntısına katlanın, ama günah ayıbına asla.

          2 - İslam dininde yüklü paralarla evlenmekten aciz olan insanlar için de çözüm vardır.

          3 - İzdivacın ve bekasının şartı, iffet ve pak olmak ve gayri meşru ilişkilerden uzak durmaktır.

          4 - Toplumda fuhuşun yayılmasına sebep olan fasık insanlar kıyamet gününde cezalandırılmanın yanı sıra bu dünyada da

          cezalandırılmalıdır ki hem başkalarına ibret olsun, hem de kendileri bu suçtan vazgeçsin.


          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234230-nura-giden-yol--118

          Yorum


            Ynt: Nura Giden Yol

            Nura giden yol ( 119 )

            Bismillahirrahmânirrahîm

            Nisa suresinin 26 ila 28. ayetlerine kulak veriyoruz.

            يُرِيدُ اللّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (*)
            وَاللّهُ يُرِيدُ أَن يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُرِيدُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ أَن تَمِيلُواْ مَيْلاً عَظِيمًا (*) يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفًا (*)


            Yani:

            Allah size (bilmediklerinizi) açıklamak ve sizi, sizden önceki (iyi) lerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak

            istiyor. Allah hakkiyle bilicidir, yegâne hikmet sahibidir.

            Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar (kötü arzuların esiri olanlar) ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.

            Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.


            Evliliğe teşvik ve şartları belirleyen geçen ayetlerin devamında bu ayetler tüm bu hükümlerin sizin yararınıza olduğunu belirtiyor. Yüce Allah sizi saadete ulaştırmak ve kötülüklerden uzaklaştırmak için bu hükümleri belirlemiştir. Çünkü Allah'ın sünneti, insanları irşad etmek ve hidayete erdirmektir ve bu yüzden insanlara peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Lakin kendileri sapık olan bazı insanlar başkalarını da saptırma peşindedir ve nefsanî ve şehvetvari içgüdüleri gündeme getirerek başkalarını da kendileri gibi adi hevesler ve şehvetin tutsağı yapmaya çalışır.
            Son ayet yüce Allah'ın hükümlerinin zor olmadığını, yüce Allah'ın insanların bu tür isteklere karşı genel zafiyetlerini gözeterek kolay hükümler getirdiğini ve çeşitli izdivaç yollarını göstererek beşeri içgüdülere gem vurmak için meşru ve kontrol altındaki yolları belirlediğini ve böylece insanları günaha bulaşmaktan ve toplumu kirletmekten koruduğunu vurguluyor.
            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Dinin hükümleri, Allah'ın kullarına lütfudur, çünkü onlara doğru yaşama yolunu gösterir.

            2 - Cinsel içgüdü, beşerin diğer içgüdüleri gibi doğal ve fıtridir. Ancak cinsel özgürlük ve gayri meşru ilişkiler aile ve sonuçta toplum düzenini çökertir.

            3 - İslam dini kolay bir dindir ve bu dinde çıkmaz yoktur. Dinin hükümleri kolay ve uygulaması mümkün olan hükümlerdir.

            Şimdi,
            Nisa suresinin 29 ve 30. ayetlerini dinliyoruz.

            يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ وَلاَ تَقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا (*) وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ عُدْوَانًا وَظُلْمًا فَسَوْفَ نُصْلِيهِ نَارًا وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللّهِ يَسِيرًا

            Yani:

            Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile

            aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.

            Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe koyacağız; bu ise Allah'a çok kolaydır.

            Kendimizin ve halkın namusunu her türlü cinsel tecavüze karşı korumayı ve başkalarının iffetine el uzatmayı men eden geçen ayetlerin devamında bu ayetler müminleri başkalarının mal ve canına tecavüz etmekten men ederken şöyle buyurmakta:
            Başkalarının malını ve canını kendi malınız ve canınız gibi görün ve onlara zulmetmeye gönlünüz razı olmasın. Başkalarının malına el uzatmak her ne şekilde olursa olsun, batıl ve yanlıştır. Ancak eğer arada bir nevi muamele ve ticaret söz konusu ise ve mal sahibi gönül rızası ile bu muameleyi gerçekleştirmiş ise sorun yoktur.
            Öte yandan başkalarının canına kıymak, zulüm ve saldırganlıktır ve bu yüzden ağır cezası bulunmaktadır. Bu ceza kıyamet gününde cehennem ateşi şeklinde ortaya çıkar ve zalimin her tarafını sarar.
            Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - İslam'da bireysel mülkiyet önemlidir ve her türlü alış verişte mal sahibinin rızası şarttır.

            2 - Yanlış iktisadi düzen sosyal dengesizliklere sebep olur ve toplumda kavga ve cinayetin zeminini hazırlar.

            3 - İnsanın canı saygındır ve hem intihar etmek ve hem başkalarını öldürmek haramdır.

            4 - Yüce Allah kullarını sever, ancak mütecavizlere karşı serttir, çünkü O'nun katında insanların hakları daha önemlidir.

            Şimdi,
            Nisa suresinin 31. ayetini dinliyoruz.

            إِن تَجْتَنِبُواْ كَبَآئِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُم مُّدْخَلاً كَرِيمًا

            Yani:

            Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.

            Bu ayetten günahların yüce Allah nezdinde küçük ve büyük olmak üzere iki grup olduğu anlaşılır. Kuşkusuz her günah ister küçük ister büyük, Allah'ın emrine karşı çıkma anlamına geldiği için çirkindir. Fakat günahların getirileri ve tesirlerine göre onları küçük ve büyük günahlara ayırmak mümkün. Nitekim rivayetlerde de bu günahların adı detaylı olarak gelmiştir. Günahın kapsam alanı büyüdükçe ve bireye, aileye ve topluma daha fazla zarar verdikçe o günah daha büyük ve daha çirkindir. Nitekim bir günahı bir kişi işlerse küçük, fakat bir başka kişi tarafından işlenirse büyük sayılabilir. Örneğin toplumun büyük insanları ve yöneticileri halka örnektir ve davranışları sadece kendileri ve ailelerini değil, milyonlarca insanı ilgilendirmektir ve bu yüzden onların en küçük günahı en büyük günahlardan sayılır.
            Her halükarda yüce Allah bu ayette kendi lütfu ve rahmeti üzerine şöyle buyurmakta: Eğer siz insanlar günahlardan uzak durursanız, ben küçük günahlarınızı göz ardı eder ve sizleri bağışlayarak cennete gönderirim.
            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

            1 - Yüce Allah bizlerin cüz'i günahlarını affeder. O zaman biz de başkalarının küçük günahlarını affetmeliyiz.

            2 - Eğer insanın fikri ve pratik ilkeleri doğru olursa yüce Allah küçük günahlarını hatta tevbe etmeksizin bağışlar.


            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234231-nura-giden-yol--119

            Yorum


              Ynt: Nura Giden Yol

              Nura giden yol ( 120 )

              Bismillahirrahmânirrahîm

              Nisa suresinin 32. ayetine kulak veriyoruz.

              وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ وَالَّذِينَ عَقَدَتْ أَيْمَانُكُمْ فَآتُوهُمْ نَصِيبَهُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدًا

              Yani:

              Allah'ın sizi, birbirinizden üstün kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayanı) hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah'tan lütfunu isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir.


              Yaratılışın temeli, farklılıklar üzerine kurulmuştur ve yüce Allah varlık âleminin çarkını çevirmek için farklı mahlûklar yaratmış, bazılarını cansız, bazılarını bitki, bazılarını hayvan ve bazılarını da insan kılığında yaratmıştır. Bu arada insanları da bazılarını kadın ve bazılarını erkek yaratmıştır. Öte yandan erkekler ve kadınlar arasında da belki de her açıdan tıpatıp aynı olan iki insanı bulamazsınız. İnsanlar beden ve ruhsal açıdan bir birinden farklıdır. Kuşkusuz insanlar arasındaki bu farklılık hikmet doludur ve beşeri toplumun çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak içindir. Nitekim bir aracın yürümesi için hem esnek olan lastik, hem de motoru için güçlü çelik, hem de şoförün önünü görmesi için şeffaf cam, hem de gece vakti yolu aydınlatması için ışık lazımdır. Demek ki bir taşıtın yapımında hiç biri ham madde ve işlevi ve şekli itibarı ile bir birine benzemeyen binlerce parça kullanılmış, lakin hepsi bir araya gelince bir startla çalışan bir aracı oluşturmuştur. Varlık âlemi de bunca azameti ile birlikte milyarlarca farklı parçaya ihtiyacı vardır ki bu parçaların her birinin belli bir görevi söz konusu olup varlığın çarkını doğru çevirmeye katkı sağlamaktadır. Beşeri toplumun sosyal yaşamında da farklı yetenekleri ve fiziksel güçleri olan insanlar gerekir ki halkın çeşitli ihtiyaçlarını karşılayabilsin. Bu farklılıklar kesinlikle ayrımcılık değildir. Çünkü evvela hiç bir mahlûk Allah'tan alacaklı değildir ki bu alacağını talep etsin. İkincisi bu farklılıklar hikmet üzerinedir, zulüm veya kıskançlık üzerine değil.

              Evet, eğer yüce Allah tüm insanlardan aynı görevi bekleseydi, bu durumda farklılıklar zulüm sayılırdı, çünkü hepsine aynı yetenekleri vermemiştir. Lakin Kuran-ı Kerim ayetleri ve rivayetlere göre yüce Allah herkese gücü kadar yükümlülük vermiştir. Nitekim Talak suresinin 7. ayetinde de yüce Allah'ın herkesten ona verdiği kadar yükümlülük beklemektedir, şeklinde buyrulmuştur. Tabi bu arada insanlarla diğer canlı türleri arasında önemli bir fark vardır, o da insanların düşünme kabiliyet ve seçme hakkıdır ki onun yücelmesi veya helak olmasına zemin hazırlayabilir. Bir başka ifade ile yüce Allah'ın insanlara sunduğu şeyler iki çeşittir. Bunların birincisi insanların üzerinde hiç bir rolü bulunmayan maddi ve cismi özelliklerdir ve ikincisi de insanların kendi inisiyatifine bırakılan bilim ve servet gibi durumlardır.

              Doğal olarak bu bölümde insanlar tüm gücünü harcamalı ve eğer tembellik edecek olursa kendisi sorumludur ve bu konuda Allah'ın müdahalesi söz konusu değildir. Bu yüzden bu ayet en başta Allah'ın nimetlerine değinirken şöyle buyurmakta: Yüce Allah'ın bazılarına verdiği ve bazılarına vermediği nimetler hakkında bir birinizi kıskanmayın ve yersiz arzularda bulunmayın. Kazanılan nimetler hakkında ise ister kadın ister erkek, kim daha çok çaba harcarsa daha çok yararlanır. Siz de çaba harcayın ve yüce Allah'tan çabalarınızı kendi kerameti ile sonuçlandırmasını talep edin.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - Bizi kıskançlığa sürükleyecek başkalarının nimet ve yeteneklerine göz dikmek yerine kendi yeteneklerimizi geliştirip onlardan yararlanmaya çalışalım.

              2 - Yersiz arzular ve istekleri kendi içimizde yok edelim, çünkü bir çok ahlaki rezalete yol açar.

              3 - Gerçi çalışmak ve çaba harcamak bizim işimiz, lakin zannetmeyin ki rızkımızda Allah'ın hiç bir rolü yoktur. Bizler çalışmalı ve rızkımızı Allah'tan talep etmeliyiz.

              4 - Kadınlar da erkekler gibi kendi malları üzerinde mülkiyeti vardır.

              Şimdi,
              Nisa suresinin 33. ayetini dinliyoruz.

              الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا

              Yani:

              (Erkek ve kadından) her biri için, ana, baba ve akrabanın bıraktığından (hisselerini alacak olan) vârisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin. Çünkü Allah her şeyi görmektedir.

              Her bir kadın veya erkeğin kendi çabası ile elde ettiği malın sahibi olduğunu vurgulayan geçen ayetin devamında bu ayet
              şöyle buyurmakta:


              Ayrıca her kadın ve erkek, annesinden veya babasından veya yakınlardan miras aldığı malın sahibidir.

              Ayrıca çalışmak veya miras yolu ile elde edilen malların dışında meşru anlaşmalar çerçevesinde elde edilen malların da sahibidirler.
              Tarihte şöyle okumaktayız: İslam'dan önce Araplar arasında bir nevi anlaşma vardı, şöyle ki iki kişi bir birine yardımcı olmak için anlaşma yapıyordu ve eğer biri ziyana uğrarsa ötekinin bu ziyanı telafi etmesi gerekiyor ve hatta ölümden sonra bir birinin varisi da oluyordu. İslam dini günümüzün sigorta anlaşması gibi olan bu anlaşmayı kabul etti, ancak varis olmayı ancak başka bir varis olmadığı durumunda kabullendi.

              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

              1 - İslam dininde miras kanunu ilahi bir kanundu ve hiç kimse bu kanunun özünü veya miktarını değiştiremez.

              2 - Ahde vefa farzdır, özellikle mali yükü olan ve çiğnenmesi karşı tarafa zarar verecek anlaşmalar.

              3 - Herkesin yükümlülükleri ve anlaşmaları hatta ölümünden sonra da geçerlidir ve ölümü ile anlaşma bozulmaz. [/color]

              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234232-nura-giden-yol--120

              Yorum


                Ynt: Nura Giden Yol

                Nura giden yol ( 121 )

                Bismillahirrahmânirrahîm

                Nisa suresinin 34. ayeti:

                الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا

                Yani:

                Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

                Aile ve karı koca ilişkilerinde Kuran-ı Kerim'in anahtar konumundaki ayetlerinden biri olan bu ayet, bu semavi kitabın diğer birçok ayeti gibi dindar cahillerin ve dinsiz düşmanların suistifade etmelerine maruz kalmıştır. Bazı bağnaz ve cahil insanlar Kuran-ı Kerim'in bu ayetine istinat ederek kendilerini malik ve kadınları köle gibi görmektedir, öyle ki kadın hiç bir hakkı olmaksızın kocasının kulu kölesi olmalı ve kendinden hiç bir iradesi olmamalı ve erkeğin her emri onun için Allah'ın emriymiş gibi olmalı ve eğer kadın, eşinin emirlerine karşı çıkarsa en ağır bir şekilde cezalandırılmalıdır. İşte bu radikal ve yanlış yaklaşım yüzünden İslam düşmanları alaylı bir şekilde İslam dinini ve Kuran-ı Kerim'i sorgulamakta ve bu ayetin kadın haklarına aykırı olduğunu ileri sürmektedir. Oysa onlar asla ayetin manası ve tefsirine dikkat etmemekte ve sadece kendi zevklerine göre anlam çıkarmaktadır. Şimdi konuya açıklık getirmek için ayeti iki bölüme ayırıp her bölümü ayrı olarak izah etmeye çalışacağız.

                Ayetin ilk bölümü erkekleri, kadınların işlerinden sorumlu yöneticiler olarak tanıtır. Günümüzde sosyoloji biliminde aile birimi, toplumu oluşturan temel taşı olarak tanıtılır ve bu birimin büyük önemi söz konusudur. Her aile bir kadın ve bir erkeğin izdivaç anlaşması ile şekillenir ve çocukların dünyaya gelmesi ile birlikte gelişir. Kuşkusuz bu küçük toplum kendi ihtiyaçlarını karşılamak ve yönetmek için bir yöneticiye ihtiyacı vardır, yoksa aile içinde kargaşa yaşanır. Nitekim bir öğrenci yurdunda bir arada yaşayan öğrenciler bir kişiyi yemek işleri ve bulaşıkları yıkamakla görevlendirmezse düzensizlik yaşanır.

                Dolaysıyla aile içinde bir yöneticinin bulunması kaçınılmaz bir zarurettir. Doğal olarak çocuklar ailenin ve ebeveynlerin yöneticisi olamazlar. Kuran-ı Kerim kadın ve erkek arasında erkeği iki sebepten ötürü evin yöneticisi olarak tanıtır. İlkin erkekler fiziksel olarak kadınlardan daha güçlüdür ve bu yüzden çalışıp gelir elde etmek için daha elverişlidir. İkincisi ise evin geçimini sağlamak erkeğin işidir ve bu bağlamda kadınlar hatta özel geliri olsa bile hiç bir sorumluluğa sahip değiller. Bir başka ifade ile İslam dini evin geçimi gibi ağır bir yükümlülüğü erkeklerin omzuna koyduğundan evin yönetimini de onlara teslim etmiştir ve bu konuda erkek sadece sorumludur, zorbalıkta bulunma veya sadece hükmetme hakkı yoktur. Öte yandan erkeğin sorumluluk alanı aileyi yönetmektir, kadını kendi işlerini yaptırmak için sömürmek ve zulmetmek değil.

                Eğer erkek, aileyi yönetmekte suçlu davranırsa ve kadının nafakasını ödemekten kaçınır veya yaşamı eşine ve çocuklarına zehir edecek olursa bu durumda kadının talebi üzerine kadı veya yargıç duruma müdahale eder ve gerektiğinde erkeği kendi yükümlülüklerini yerine getirmeye zorlar.

                Genel olarak şunu unutmamak gerekir ki erkeğin aile ortamındaki yöneticiliği kesinlikle onun kadından üstün olduğu anlamına gelmez. Üstünlüğün kriteri takva ve imandır.

                Ayetin ikinci bölümü ise iki grup kadına işaret ediyor. Bir grup kadınlar aile düzenine karşı sorumluluk duygusu taşıyan saliha kadınlardır ki sadece eşinin huzurunda değil, onlar yokken bile şahsiyetlerini, sırlarını ve haklarını korumuştur. Bu tür kadınlar takdir edilmiştir. Ancak ikinci bir kadın grubu vardır ki eşlerine itaat etmekten kaçınmıştır. Kuran-ı Kerim burada isyankârlıklarından çekindiğiniz kadınları nasihat edin diyor ve eğer nasihatleriniz etkili olmaz ise onlarla bir süre konuşmayın ve evlilik işlerinde ona ilgisizlik gösterin ve böylece onlardan razı olmadığınızı belirtin diyor. Lakin eğer kadın isyan etmeye ve evlilik görevini yerine getirmemeye devam ederse ve şiddete başvurmaktan başka çare kalmaz ise o zaman kocaya eşini vurma hakkı tanıyor, lakin bu vurmak gayet yumuşak ve sadece kadını hatası hakkında bilinçlendirmek için olmalı diyor.

                Yukarıda sözü edilen üçlü aşama kadının, kocasının isteklerini yerine getirmekte gösterdiği itaatsizlik derecesine göredir. Bazen kadın sadece sözlü olarak eşine isyan eder ki bu durumda onu nasihat etmek gerekir. Bazen kadının itaatsizliği pratiktedir ki bu durumda koca da pratik olarak karşılık vermeli ve eşini yatağından uzaklaştırmalı. Ancak bazen kadının itaatsizliği çok şiddetlidir ki bu durumda onu vurmak gerekir.

                Kuşkusuz eğer erkek de yaşamı ile ilgili görevini yerine getirmez ise yargıç onu yargılar ve gerektiğinde ceza verir, çünkü kocanın nafaka ödememesi hukuki bir meseledir ve bu durumu yargıya taşıyarak takip etmek mümkündür. Ancak kadın ve erkeğin özel ilişkileri gizli bir mesele ve aile içinde kalması gereken bir konu olduğundan İslam dini bu meselenin mümkün mertebe aile içinde halledilmesini tercih etmiş. Bu yüzden erkek eğer bu konudan rahatsız ise hatta eşini vurma derecesine kadar ceza verebilir ve böylece ailenin hürmeti ve onurunu korumuş olur. Tabi biraz önce bahsettiğimiz gibi bu vurmak kesinlikle yumuşak olmalı ve kadının vücuduna kısas veya diyet ödemeyi gerektirecek kadar zarar vermemeli.

                Eğer İslam'ın bu yaklaşımı dikkatlice irdelenirse çok zarif bir şekilde ve aşama aşama aile ocağını çöküşten kurtarmaya çalıştığı görülecektir.

                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                1 - İki kişilik bir toplulukta bir kişi mutlaka yönetici seçilmeli ve bu kişi, yaşamın giderlerini karşılayan taraf olmalı.

                2 - Kadının eşine itaat etmesi zafiyet işareti değil, aileye ve bekasına verilen önemin işaretidir.

                3 - Salih amel sadece oruç ve namaz değil, aile haklarını korumak ve aile içindeki görevleri yerine getirmek de salih ameldir.

                4 - Kocanın hatakar eşi ile ilişkisi, iyilik ve ıslah etmeye yönelik olmalı, intikam almak veya bahane aramaya yönelik değil.

                5 - Erkekler şunu bilmelidir ki eğer yüce Allah ailenin sorumluluğunu onlara teslim etmiş ise, aynı zamanda onların davranışını de gözetlemektedir ve kıyamet gününde eş ve çocuklarına karşı davranışlarının hesabını vermelidir.


                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234233-nura-giden-yol--121

                Yorum


                  Ynt: Nura Giden Yol

                  Nura giden yol ( 122 )

                  Bismillahirrahmânirrahîm

                  Nisa suresinin 35. ayeti:


                  وَإِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُواْ حَكَمًا مِّنْ أَهْلِهِ وَحَكَمًا مِّنْ أَهْلِهَا إِن يُرِيدَا إِصْلاَحًا يُوَفِّقِ اللّهُ بَيْنَهُمَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيمًا خَبِيرًا


                  Yani


                  Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.


                  Bu ayet karı ve koca arasındaki ihtilafların çözümü için bir aile mahkemesini gündeme getirirken şöyle buyurmakta: Eğer karı koca arasındaki anlaşmazlık tırmanacak olursa, iki tarafın aileleri bu ihtilafları gidermek için harekete geçmeli ve işin boşanmaya uzanmasına izin vermemeli ve her iki tarafın haklarının korunması için erkeğin hanedanından bir hakem ve kadının hanedanından da bir hakem, sadece durumu ıslah etmek ve onları barıştırmak amacı ile bir oturum düzenlemeli ve tarafları yargılayıp birini suçlu bulmak değil, uzlaşmaya götüren bir tarzla sorunu çözümleyecek sonuçlara varmalıdırlar.

                  İslam dininin bu ilginç yönteminin çok özel imtiyazları vardır. İlkin aile içi sorunlar başkalarına açılmıyor ve böylece bu kurumun saygınlığı korunmuş oluyor ve kadın ve erkeğin aileleri uzlaştırmak amacı ile durumdan haberdar oluyor. İkincisi kurulan mahkemenin hekemiyet yapacağı için hükmetmesi gerekenler tarafların seçimi ile seçilmiştir ve bu yüzden verilen kararı kabul edeceklerdir. Oysa günümüz mahkemelerinde verilen karara kesinlikle bir taraf itiraz etmektedir. Üçüncüsü, bu mahkeme hak ve batılı belirlemek ve iki taraftan birini mahkûm etmek için kurulmamıştır ki zaten bu durum eşleri boşanma sürecine daha da yakınlaştırır. Bu mahkeme sadece tarafları uzlaştırmak için bir yol aramaktadır.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Toplum ve akrabalar ailelerin anlaşmazlıkları ve acı olaylarına karşı sorumludur ve duyarsız davranmaması gerekir.

                  2 - Önlemek, çare bulmaktan daha iyidir. Aile içindeki ihtilaflar boşanma ile sonuçlanmadan harekete geçmek gerekir.

                  3 - Hakem belirlerken kadın ve erkek arasında eşitlik vardır ve her biri sadece bir kişiyi seçme hakkı vardır.

                  4 - Eğer işlerde iyi niyet ve ıslah etme amacı olursa, ilahi tevfik de nasip olur.

                  Şimdi,
                  Nisa suresinin 36. ayetinidinliyoruz.

                  [color=blue]وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا[/color)

                  Yani:

                  Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.

                  Mümin bir insanın aile içindeki sorumlulukları hakkında açıklamada bulunan geçen ayetlerin devamında bu ayet ve daha sonraki ayetler, mümin insanların topluma karşı yükümlülüklerini belirleyerek, insanların sadece kendi ailelerine karşı sorumlu olmadığını, mümin insanın Allah'a iman etmek ve O'na tapmanın yanı sıra kendi ebeveynlerine, akrabalarına, dostlarına ve daha da önemlisi yetimlere ve mağdur insanlara karşı sorumlu olduğunu ve onlara iyi etmeleri gerektiğini buyuruyor.

                  Maalesef bir çok kız ve erkek, ortak yaşam kurduktan sonra anne ve babalarını unutuyor ve hatta aile ve akrabalardan kopuyor. Bu ayette önemli olan nokta, insanların görevinin ihsan etmek olduğunu belirlemesidir ki bu da infaktan daha önemlidir. İhsanda bulunmak için karşı tarafın yoksul olması gerekmez ve insanın herkese yaptığı iyilik ihsandır ve bu yüzden ebeveynlere sevgi göstermek onlara karşı yapılan en büyük ihsandır. Nitekim ayetin sonunda da ebeveynlerine, dostlarına ve komşularına ihsanda bulunmayan kimse kibirli ve daima böbürlenen biri olarak tanıtılmıştır.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Bu ayette hem ibadet ve tapılmak olan Allah hakkı, hem de iyilik ve ihsan etmek olan kul hakkı beyan edilmiştir ki bu da İslam'ın geniş kapsamlı bir din olduğunu gösterir.

                  2 - Sadece ibadet ve namaz yeterli değil, yaşamımızda Allah'ı da göz önünde bulundurmalı ve O'nun rızasını kazanmaya çalışmalıyız, yoksa şirke sapmış oluruz.

                  3 - Allah'tan sonra yaratılışımızda en önemli rolü ifa edenler anne ve babalarımızdır. O zaman sorumluluklarımızın arasında onların rızasını kazanmak da yer almalıdır.

                  4 - Komşular, dostlar ve elimizin altında çalışanların da bir takım hakkı vardır ki onlara riayet etmek gerekir.
                  Şimdi,
                  Nisa suresinin 37. ayetinidinliyoruz.

                  ) الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا

                  Yani:

                  Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah'ın kendilerine lütfundan verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.

                  Bu ayet bazı insanların mal ve servet sahibi oldukları halde infakta bulunmadıkları gibi hatta başkalarının bile yoksullara yardım etmelerini istemediğini ifade ederken şöyle buyurmakta: Bunlar öylesine cimrilik duygusuna esir olmuştur ki hatta kendileri bile yaşam imkânlarından tam olarak yararlanmaz ve mağdurlar onların yaşamını görüp onlardan bir şeyler isteyecek diye servetlerini başkalarından gizler.

                  Kuran-ı Kerim bu tür bir cimriliğin imana aykırı olduğunu belirtirken bu tür insanları kâfirlerden ve cezayı ve zillet içinde yaşamayı hak edenlerden saymaktadır.

                  Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Cimrilik gibi bazı ruhsal hastalıklar da bulaşıcıdır ve cimri insan, başkalarının da infakta ve ihsanda bulunmasını engeller.

                  2 - İlahi nimetlere şükretmenin bir yolu, onları doğru biçimde kullanmaktır, çünkü ilahi nimeti gizlemek küfürdür.

                  3 - Nimetleri kendi çabamızın ürünü değil, Allah'ın lütfu ve rahmeti olarak görmeliyiz ki cimrilik ve bencilliğe kapılmayalım.

                  Şimdi,
                  Nisa suresinin 38 ve 39. ayetlerini dinliyoruz.

                  وَالَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ رِئَـاء النَّاسِ وَلاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَن يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَرِينًا فَسَاء قِرِينًا (*) وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ آمَنُواْ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَأَنفَقُواْ مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّهُ وَكَانَ اللّهُ بِهِم عَلِيمًا

                  Yani:

                  Allah'a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarfedenler de (ahirette azaba dûçâr olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o! Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah'ın kendilerine verdiğinden (O'nun yolunda) harcasalardı ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkiyle bilmektedir.

                  Geçen ayetlerin devamında bu iki ayet şöyle buyurmakta: Cimrilik insanları Allah'a ve kıyamet gününe iman etmekten vazgeçirir. Çünkü iman gereği zekât ve sadaka ödemek gerekir ve bu farzı yerine getirmeyen kimse gerçekte Allah'a karşı gelmiş olur ve kendi servetini Allah'tan üstün tutmuştur. Doğal olarak bu tür insanlar genellikle infakta bulunmaz, fakat bazen sırf kendi sosyal konumlarını korumak için hastane inşa etmek gibi işler yapar, fakat bu süreçte amaçları Allah rızası değil, kendi çıkarlarını gözetlemektir ve bu yüzden kıyamet gününde hiç bir yarar elde edemeyeceklerdir. Ve ne kötü ki insan hem malını versin hem bundan hiç bir yarar elde etmesin ve bu da şeytanın hilesidir ki bazılarına öylesine nüfuz eder ki Kuran-ı Kerim'in tabiri ile şeytanla haşır neşir olurlar.

                  Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                  1 - Riyakârlık ve gösteriş için yapılan infakın cimrilikten hiç bir farkı yoktur ve hatta riyakârlık yapıldığı için günah da yazılır.

                  2 - Riyakârlık imansızlık işaretidir. Çünkü riyakâr insan Allah'tan mükâfat beklemek yerine halktan takdir ve mükâfat beklemektedir.

                  3 - İnfaktan maksat sadece aç insanları doyurmak değildir. Çünkü bu amaca riyakârlıkla da ulaşmak mümkündür. Esas amaç infak eden kimsenin manevi gelişmesi ve Allah katına yaklaşmasıdır.

                  4 - İnfak sadece mal ve servetten olmaz. İnsan Allah'ın verdiği bilim ve mevki gibi konulardan da mağdurlarına yararına infakta bulunabilir.


                  http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234234-nura-giden-yol--122

                  Yorum


                    Ynt: Nura Giden Yol

                    Nura giden yol ( 123 )

                    Bismillahirrahmânirrahîm

                    Nisa suresinin 40. ayeti:

                    إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ وَإِن تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِن لَّدُنْهُ أَجْرًا عَظِيمًا

                    Yani:


                    Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş, eğer bir kötülük ise, onun cezasını adaletle verir.) İyilik olursa onu katlar
                    (kat kat arttırır), kendinden de büyük mükâfat verir.


                    Geçen bölümde anlatılan ayetlerde kim yoksullara infakta bulunmakta cimrilik yapar ve ilahi nimetlerin kıymetini inkâr eder ve kâfirlerden olursa ağır bir şekilde cezalandırılacağını ifade ettik. Bu ayet şöyle buyurmakta: İlahi cezalar Allah'ın kullara yaptığı zulüm değil, onların kendi amellerinin sonucudur. Çünkü zulmün kökü ya cehalettir ya da psikolojik kompleksler veya bencillik. Oysa yüce Allah tüm bu kusurlardan paktır ve kendi mahlûkuna zulmetmesi için hiç bir sebep yoktur. Esas insanın kendisi yaptıkları çirkin amelleri ile kendine zulmeder.
                    Ayet şöyle devam etmekte: Allah sizi insanlara iyilik ve ihsana davet eder ve kim bu daveti kabul ederse dünyada ve ahirette mükâfatlandırılır, üstelik kat kat ve insan ilahi özel mükâfattan da yararlanır. Nitekim Kuran-ı Kerim'in diğer ayetlerinde ihlâsla yapılan infakın mükafatı 700 kat kadar ifade edilmiştir.
                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz:

                    1 - Dünyevi afet ve musibetleri Allah'ın zulmü olarak saymamalıyız, çünkü bu zulüm kendi cimrilik ve küfrümüzün ürünüdür ve başımıza gelen her şeyin sebebini kendimizde aramamız gerekir.

                    2 - Kötülüklerin cezası yapılan kötülükler kadardır ve yüce Allah onlara bir zerre kadar eklemez, lakin iyiliklerin mükâfatı kat kat fazladır.

                    Şimdi,
                    Nisa suresinin 41 ve 42. ayetlerini dinliyoruz.

                    فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَـؤُلاء شَهِيدًا (*) يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَعَصَوُاْ الرَّسُولَ لَوْ تُسَوَّى بِهِمُ الأَرْضُ وَلاَ يَكْتُمُونَ اللّهَ حَدِيثًا
                    Yani:

                    Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak! Küfür yoluna sapıp peygamberi dinlemeyenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah'tan hiçbir haberi gizleyemezler.

                    Yüce Allah'ın hiç kimseye zulmetmediğinin en iyi delillerinden biri, kıyamet mahkemesinde birçok şahidin hazır bulunmasıdır. İnsan vücudundaki organları ve meleklerin yanı sıra her Peygamber de kendi ümmetinin amellerine şahittir ve İslam peygamberi de kendi ümmetine şahittir. Kuşkusuz İslam peygamberi en büyük ilahi Peygamber olduğundan kendi ümmetinin yanı sıra kendisinden önceki peygamberlerin de hücceti ve şahididir ve o hazretin varlığı tüm amellerin ölçeğidir. İslam peygamberinin kıyamet günündeki varlığı yüzünden kafirler ve muhalifleri keşke asla doğmasaydık ve toprakta kalırdık veya ölümden önce yeniden mahşur olmasaydık diyeceklerdir. Ancak bunun sadece boş bir arzu olduğu belirtilmelidir, çünkü artık fırsatlar kaybolmuş ve ömrün meyvesini toplama zamanıdır ve bunca şahidin huzurunda hiç bir şey inkâr edilemez. Tabi hiç bir amel ve düşünce yüce Allah'ın gözünden saklı olmadığını da unutmamak gerekir.

                    Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                    1 - Peygamberler Allah'ın insanlara hücceti ve şahididir. Yüce Allah kıyamet gününde her ümmetin amelini, o ümmetin peygamberinin ahkam ve tealimi ile ölçer ve ona göre hüküm verir.

                    2 - Yüce Allah'ın şahide ihtiyacı yoktur. Sadece insanlar Allah'tan başka şahitlerin de olacağı ve kıyamet gününde şahadet getireceklerini bilmesi kendi amellerini kontrol etmeleri bakımından önemlidir.

                    3 - Allah'ın ve resulünün emirlerine itaatsizlik etmek, küfür düzeyindedir.

                    4 - Kıyamet günün hasret ve pişmanlık günüdür, eyvah ve keşke demenin günüdür, öyle ki keşke toprakta kalsaydım ve mahşur olmasaydım diyenler olacaktır.

                    Şimdi,
                    Nisa suresinin 43. ayetinidinliyoruz.

                    يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْرَبُواْ الصَّلاَةَ وَأَنتُمْ سُكَارَى حَتَّىَ تَعْلَمُواْ مَا تَقُولُونَ وَلاَ جُنُبًا إِلاَّ عَابِرِي سَبِيلٍ حَتَّىَ تَغْتَسِلُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مِّنكُم مِّن الْغَآئِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا غَفُورًا

                    Yani:

                    Ey iman edenler! Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye kadar- cünüp iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.

                    Namazın bazı fıkhi hükümlerini ifade eden bu ayet, en başta namazın Allah'a yönelme olduğunun ruhunu gündeme getirir ve daha sonra gusül ve teyemmümün hükmüne beyan eder.

                    Genelde namazın ve diğer ibadetlerin esas amacı insanların daima yaratana tevekkül etmelerini sağlamaktır. Allah'a gönül bağlayan bir kimse tüm esaretlerden kurtulur ve bu da ibadetin marifetle birlikte olması ile gerçekleşir. Bu yüzden insanın namaz sırasında tam uyanık olmasını engelleyen her şey terk edilmelidir ki bu ayette şarap, sarhoşluk nedeni olduğu için yasaklanmış ve diğer ayetlerde uykulu halde veya hasta iken namaz kılmak men edilmiştir.

                    Her halükarda insanlar namaz kılarken kimin huzurunda olduğunu, O'na ne dediğini ve ne istediğini bilmesi gerekir. Ancak insanın ruhu Allah'a yönelirken cismi de bir o kadar pak ve her türlü kirden arınmış olmalıdır. Bu yüzden yakınlaşma yüzünden vücudu kirlenen kimse sadece namazdan uzaklaşmak değil, namazın kılındığı camilerden bile uzaklaşması gerekir. Tabi bu durumda caminin bir kapısından ve diğer kapısından çıkmasında bir sakınca yoktur. Gusül yapmak için pak su gerektiğinden ve bu pak su el altında bulunmadığı veya insanlar suyun zarar verebileceği bir hastalığa yakalandığı durumlarda yüce Allah toprağı suyun alternatifi olarak belirlemiş ve teyemmüm ederek namaz kılın şeklinde buyurmuştur. Tabi teyemmüm edilen toprağın da pak olması şarttır.

                    Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz:

                    1 - Namaz sadece bir dizi söz ve hareket değil, sadece oturup kalkmak ve bazı kelimeleri tekrarlamak değildir. Namazın ruhu, Allah'a yönelmektir ki bu da uyanık olmayı gerektirir.

                    2 - Caminin kutsiyeti ve hürmeti söz konusudur ve bu yüzden gusülsüz camiye girmek yasaktır.

                    3 - Cisim ve ruhun paklığı, ilahi katın huzuruna çıkmanın ve O'nunla konuşmanın ön hazırlığıdır. Yolculuk veya hastalık durumunda
                    namazın yükümlülüğü kalkmaz, sadece şartlar değiştiği için bir takım kolaylıklar sağlanır.


                    http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234235-nura-giden-yol--123

                    Yorum


                      Ynt: Nura Giden Yol

                      Nura giden yol ( 124 )

                      Bismillahirrahmânirrahîm

                      Nisa suresinin 44 ve 45. ayetleri:

                      أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُواْ نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلاَلَةَ وَيُرِيدُونَ أَن تَضِلُّواْ السَّبِيلَ
                      وَاللّهُ أَعْلَمُ بِأَعْدَائِكُمْ وَكَفَى بِاللّهِ وَلِيًّا وَكَفَى بِاللّهِ نَصِيرًا


                      Yani:
                      Kendilerine Kitap'tan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar! Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.

                      Bu ayetler İslam dini zuhur ettiğinde Medine'de bulunan ve ilk iman edenler olmak yerine ta baştan İslam peygamberine karşı muhalefet eden ve hatta Mekke müşrikleri ile ortaklık eden Yahudi kavminin önde gelen alimleri ile ilgilidir. Ayet kitap ehli olan bu âlimlerin Allah kelamı ile aşina oldukları halde bunu kendileri ve başkalarının hidayeti için kullanmadıklarını, bilakis insanları saptırmaya çalıştıklarını ve onların iman etmesini engellediklerini hatırlatırken Müslümanlara şöyle buyuruyor: Ancak siz onların düşmanlıklarından korkmayın, çünkü onlar ilahi sultanın dışında değildir ve sizler ilahi zaferden yararlananlardansınız.
                      Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Allah kitabı ve ahkâmını tanımak tek başına saadete götürmez, nitekim bazı din âlimleri bizzat saptılar ve başkalarını da saptırdılar. Saadet için pak ve hakikat talep ruh da gereklidir.

                      2 - İslami toplumun esas düşmanları, din ve düşünce düşmanlarıdır. İster içeride ister dışarıda.

                      3 - Ancak O'nun velayetinde olanlar ilahi zaferden nasibini alır, dünyevi güç peşinde olanlar değil.

                      Şimdi,
                      Nisa suresinin 46. ayetini dinliyoruz.

                      مِّنَ الَّذِينَ هَادُواْ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَيًّا بِأَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْنًا فِي الدِّينِ وَلَوْ أَنَّهُمْ قَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانظُرْنَا لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ وَأَقْوَمَ وَلَكِن لَّعَنَهُمُ اللّهُ بِكُفْرِهِمْ فَلاَ يُؤْمِنُونَ إِلاَّ قَلِيلاً

                      Yani:
                      Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) "İşittik ve karşı geldik", "dinle, dinlemez olası", "râinâ" derler. Eğer onlar "İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.

                      İslam karşıtlarının çirkin yöntemlerinden biri, alay etmek ve aşağılamaktı ki Kuran-ı Kerim bu ayette buna bir örnek veriyor. Kuşkusuz bu yöntemi İslam'ın mantığına karşı direnemeyen ve kendi kin ve komplekslerini ifade etmek isteyenler kullanırdı. Nitekim bu ayet şöyle buyurmakta: Bazı Yahudiler bazı kelimeleri yersiz kullanarak İslam peygamberine şöyle derdi: Senden söylemek, bizden dinlememek, bizden de söylemek ve senden de duymamak, zira senin söylediklerin bizi ahmak yapmak içindir ve bu yüzden biz boyun eğmeyiz.

                      Onlar hatta bir kaç anlamı olan kelimeleri kullanırdı. Bazen Peygamber yüce Allah'ın ayetlerini insanlara okurken müslümanlar şöyle derdi:

                      Ey Peygamber raina, yani bizi riayet et ve bize sözünü daha iyi anlamak ve aklımızda tutmak için süre tanı. Ancak Yahudiler bu kelimeyi İslam peygamberine karşı kullanırdı, çünkü raina'nın diğer anlamı ahmak etmekti. Bu yüzden yüce Allah onlara ve müslümanlara hitaben şöyle buyurmakta: Bu kelimenin yerine Unzurna kelimesini kullanın ki mühlet vermek anlamında olup o çirkin anlamı da taşımıyordu.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Muhaliflere karşı da insaflı davranmalıyız. Bu ayet tüm yahudileri serzeniş etmiyor ve sadece bazı yahudilerin böyle yaptığını buyuruyor. Çünkü bir grubun günahını tüm insanlara mal edemeyiz.

                      2 - Dini kutsallarla alay etmek ister din önderleri ister ahkâmı, caiz değildir.

                      3 - İnsanın hayırı ve maslahatı, peygamberlerin davetini icabet etmek ve ilahi ahkâma uymaktadır.

                      Şimdi,
                      Nisa suresinin 47. ayetini dinliyoruz

                      ا أَيُّهَا الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ آمِنُواْ بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقًا لِّمَا مَعَكُم مِّن قَبْلِ أَن نَّطْمِسَ وُجُوهًا فَنَرُدَّهَا عَلَى أَدْبَارِهَا أَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّا أَصْحَابَ السَّبْتِ وَكَانَ أَمْرُ اللّهِ مَفْعُولاً

                      Yani:

                      Ey ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce (davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kitab'a) iman edin; Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir.
                      Özellikle Yahudiler başta olmak üzere ehli kitap olanlara hitap eden geçen ayetin devamında bu ayet onlara hitaben şöyle devam etmekte: Siz Allah kitabını biliyorsunuz ve bu yüzden Allah'a iman etmek nedir bilmeyen İslam'ı kabul etmekte daha layıksınız, üstelik İslam'ın kitabı sizin kitabınızla birlikte aynı Allah tarafındandır.

                      Ayet daha sonra önemli bir ilkeye temas ederek şöyle devam etmekte: Sizler inatçılık ve kin yüzünden hakkı inkar ederek hatta alay ettiğinizde gerçekte kendi fikriniz ve fıtratınızı değiştirmiş ve yavaş yavaş insanlık yönünüzü yok etmiş olursunuz.

                      İnsanların idrak gücünü içeren araç ve gereçler yüzlerinde yer aldığından Kuran-ı Kerim insanların hakikatleri idrak etme gücünü kaybetmesini yüzünün değişmesine benzetir, çünkü bu gücü kaybetmek insanı karanlık ve helak olmaya götürür.

                      Gerçekten de ne zaman dil, din hakikatini itiraf etmekten kaçınırsa, göz ve kulak ve akıl da yavaş yavaş sapkınlığa uğrar ve hakikatleri ters yüz görür. Bu ayet ayrıca bazı yahudilerin Cumartesi günü yasağını ihlal ettiklerini hatırlatarak şöyle buyurmakta: Onlar Allah'ın hükmü ile oynadığı için dünyevi azabla cezalandırılarak maymuna dönüştükleri gibi sizler de Kuran-ı Kerim ayetleri ile alay ettiğiniz için aynı şekilde helak olacak ve zillete düşeceksiniz.

                      Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                      1 - Başkalarını İslam'a davet ederken onların iyiliklerini kabul ederek onaylamak gerekir.

                      2 - Tüm dinlerin ve peygamberlerin tealim ve programları uyumlu ve eşgüdümlüdür.

                      3 - İslam dini diğer semavi dinlerin mensuplarının imanlarını geliştirmeye ve İslam dinini benimsemeye davet ediyor.

                      4 - Dünyada azab inme durumlarından biri, dini mukaddesatlarıyla alay etmektir.


                      http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234236-nura-giden-yol--124

                      Yorum


                        Ynt: Nura Giden Yol

                        Nura giden yol ( 125 )

                        Bismillahirrahmânirrahîm

                        Nisa suresinin 48. ayeti:

                        إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا

                        Yani:

                        Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.

                        Yahudi ve Hıristiyanlar olmak üzere kitap ehli olanlara hitap eden geçen ayetlerin devamında bu ayet onları ve ayrıca müslümanları Allah'a şirk koşmak ve ihlas ve tevhitten uzak olan her türlü amel ve inançtan men ediyor ve Allah'ın bağışlayan ve esirgeyen biri olduğu halde şirk koşmanın günahının affedilmez bir günah olduğunu belirtiyor. Çünkü şirk imanın temelini yok ediyor. Tabi bu ayette bağışlamaktan maksat, tevbesiz bağışlamaktır. Yani yüce Allah başkalarının günahını layık oldukları takdirde affeder ve hatta tevbe etmezlerse bile günahlarını affeder. Ancak şirk koşma günahı için bu kural geçerli değildir ve müşrik kimse tevbe ederek iman ve ihlasa yönelmedikçe ilahi aftan yararlanamaz. Nitekim rivayetlerde belirtildiği üzere bu ayet müminler için en umut verici ayettir, çünkü günahkar insanların hatta günahları büyük olsa bile ilahi rahmetten umutlarını kesmelerini engeller ve onlara ilahi rahmet vaadinde bulunur.

                        Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Şirk, ilahi rahmetten yararlanmayı engeller ve müşrik kimse kendini ilahi özel lütuflardan mahrum bırakır.

                        2 - En büyük yalan Allah'a ortak koşmaktır.

                        Şimdi,
                        Nisa suresinin 49 ve 50. ayetlerinidinliyoruz.

                        ) أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يُزَكُّونَ أَنفُسَهُمْ بَلِ اللّهُ يُزَكِّي مَن يَشَاء وَلاَ يُظْلَمُونَ فَتِيلاً (*) انظُرْ كَيفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الكَذِبَ وَكَفَى بِهِ إِثْمًا مُّبِينًا

                        Yani:

                        Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin! Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez.
                        Bak, nasıl da Allah üzerine yalan uyduruyorlar; apaçık bir günah olarak bu (onlara) yeter!


                        Bu ayetler kitap ehli olanlar ve müslümanları her türlü üstünlük taslamaktan menederken şöyle buyurmakta: Neden her biriniz başkasını hatakar ve kendinizi iyi görüyorsunuz? Neden hep kendinizi övüyor ve kusursuz sanıyorsunuz? Oysa sizin içinizi bilen ve hanginizin methedilmeye layık olduğunuzu bilen Allah'tır. Allah insanları amellerine göre kötülüklerden arındırır ve takdir eder. Bir başka ifade ile gerçek fazilet, Allah'ın bildiği fazilettir, bencil ve kibirli insanların kendilerine saydıkları faziletler ve hatta Allah'ın adına mal edilen faziletler değil, çünkü bu Allah'a yalan bağlamaktır. Bazı dindar insanların dindarlıklarından doğan kibir ve bencillik, ilahi dinlerin izleyenlerini tehdit eden en büyük afet ve tehlikedir. Çünkü İslam dininin diğer dinlerden üstün oluşu, her müslüman insanın başkalarından üstün olduğu anlamına gelmez. Bu yüzden bu ayetler ve Kuran-ı Kerim'in diğer ayetleri dindarlıktan doğan kibrin tehlikesini gündeme getirerek müminleri uyarıyor.

                        İmam Ali (sa) Hammam hutbesinde şöyle buyuruyor: Muttaki insanların işareti, methedildiklerinde korkmayan ve sadece kendilerini methetmekten kaçınmayıp, başkalarını da kibre katılmaktan korktukları için sakındıran kimselerdir.

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Değer, Allah'ın insanı methetmesidir, insanın kendini methetmesi değil.

                        2 - Kendini övmenin kökü bencil insanın kibrine uzanır ki bu da kulun Allah'a kulluk etme psikolojisi ile aykırıdır.

                        3 - Kendini Allah katına yakın bilmek, Allah'a takılacak en büyük iftiradır ve cezası ağırdır.

                        Şimdi,
                        Nisa suresinin 51 ve 52. ayetlerini dinliyoruz.

                        أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُواْ نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ هَؤُلاء أَهْدَى مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ سَبِيلاً (*) أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمُ اللّهُ وَمَن يَلْعَنِ اللّهُ فَلَن تَجِدَ لَهُ نَصِيرًا

                        Yani:

                        Kendilerine Kitap'tan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve bâtıla (tanrılara) iman ediyorlar, sonra da kâfirler için: "Bunlar, Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar! Bunlar, Allah'ın lânetlediği kimselerdir; Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lânetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın.

                        Tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız: Uhud savaşından sonra Medine Yahudilerinden bir grup, Mekke müşriklerinin yanına gittiler ve Müslümanlara karşı müşriklerle birlik olmak istediler. Onlar müşriklerin ilgisini çekmek için putlara secde ettiler ve onların putperestliğinin Müslümanların imanından daha iyi olduğunu söylediler. Gerçi Yahudiler İslam peygamberi ile müslümanlara karşı komplo kurmamak hususunda anlaştılar, lakin bu anlaşmayı çiğnediler ve Kureyş büyükleri ile Müslümanlara karşı anlaşma imzaladılar ki bu da yahudilerin şom amaçları uğruna her türlü uzlaşmaya yanaştıklarını gösteriyor. Yahudiler kitap ehli oldukları halde putperestlerin hurafe inancını İslam dininden üstün saydılar ve hatta İslam ile mücadele için müşriklerle ortaklık ettiler ve bu büyük günahları yüzünden Allah'ın lanetine uğradılar ve ilahi rahmetten mahrum bırakıldılar.

                        Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                        1 - Yahudiler İslam ile mücadele için hatta dinsiz kâfirlerle anlaştılar, o zaman onlara karşı uyanık olmak gerekir.

                        2 - İnat ve kin duygusu insanlarını gözünü ve kulağını ve dilini hakikatlere karşı kapatır. İslam'a saldıranlar bu dinin kötü olduğu için değil, sadece dünyevi çıkarlarına engel olduğu için saldırıyorlar.

                        3 - İnsanların gerçek yardımcısı Allah'tır ve herkes kendi ameli ile bur yardımdan yararlanır veya kendini mahrum bırakır.


                        http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234237-nura-giden-yol--125

                        Yorum


                          Ynt: Nura Giden Yol

                          Nura giden yol ( 126 )

                          Bismillahirrahmânirrahîm

                          Nisa suresinin 53 ila 55. ayetleri:

                          أَمْ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّنَ الْمُلْكِ فَإِذًا لاَّ يُؤْتُونَ النَّاسَ نَقِيرًا (*) أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنَآ آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُم مُّلْكًا عَظِيمًا (*) فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ بِهِ وَمِنْهُم مَّن صَدَّ عَنْهُ وَكَفَى بِجَهَنَّمَ سَعِيرًا

                          Yani:

                          Yoksa onların mülkten (hükümranlıktan) bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi (kadar bir şey bile) vermezlerdi. Yoksa onlar, Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar?

                          Oysa İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik.

                          Onlardan bir kısmı İbrahim'e inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; (onlara) kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter.


                          Geçen bölümde Medine Yahudilerinin müslümanları yenmek için Mekke müşriklerinden yardım istediklerini ve böylece putperestlerle misak kurduklarını anlattık. Bu ayetler onlara hitaben şöyle buyurmakta: Acaba sizler güç ve iktidar kazanmak için mi böyle bir işi yapıyorsunuz? Oysa siz buna layık değilsiniz, çünkü tekelcilik ruhu öylesine sizi sarmış ki eğer iktidar olursanız hiç kimseye hak vermez ve tüm imtiyazları kendiniz için alırsınız. Bunun dışında neden Müslümanların iktidar olmasına katlanamıyorsunuz ve onları kıskanıyorsunuz? Yoksa Allah, İbrahim soyundan olan önceki peygamberlere hükümet vermedi mi ki şimdi siz buna çok şaşırıyorsunuz? Yoksa Allah Musa'ya, Süleyman'a ve Davud'a kitap ve hükümet vermedi mi ki bu gün İslam peygamberini kitabı ve hükümeti yüzünden kıskanıyorsunuz ve hatta haksız yargılarınızla müşrikleri Müslümanlardan daha iyi görüyorsunuz?

                          Daha sonra Kuran-ı Kerim Müslümanlara hitaben şöyle buyurmakta: Tabi o dönemin insanlarından da bazıları iman etti ve bazıları karşı çıktı. O zaman sizler de İslam'ı kabul etmeyen ve kin ve kıskançlığa kapılan yahudiler yüzünden umudunuzu kesmeyin ve bilin ki bu tarih boyunca hep böyle olmuştur.

                          Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Düşmanlarınızı tanıyın ve dini konumunuzu koruyun. Eğer onlar iktidar olursa haklarınızı göz ardı edecekleri kesindir.

                          2 - Adil olmayan ve kıskançlığa dayalı yargılar, maddicilik ve iktidar hırsının işaretleridir.

                          3 - Başkalarının neyi varsa Allah'ın lütuf ve merhametinden ötürüdür ve kıskanç kimse gerçekte Allah'ın iradesine itiraz etmiştir.Başkalarını nimetlerini zevalini arz etmek yerine Allah'ın lütuf ve merhametine umut etmek gerekir.

                          4 - Tüm insanların iman etmesini beklemek, yersiz bir beklentidir. Yüce Allah herkesi kendi yolunu seçmekte serbest bırakmıştır.

                          Şimdi,
                          Nisa suresinin 56. ayetini dinliyoruz.

                          إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِنَا سَوْفَ نُصْلِيهِمْ نَارًا كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُواْ الْعَذَابَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَزِيزًا حَكِيمًا

                          Yani:

                          Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve hakîmdir.

                          Bir grup insanın İslam peygamberi ve ilahi tealime karşı inatçılığını ifade eden geçen ayetlerin devamında bu ayet, onların kıyamet gününde ağır bir şekilde cezalandırılacağını belirtmekte ki bu da onların davranışına uygun olarak belirlenen bir ceza olacaktır, çünkü yaşamı boyunca sürekli hakka karşı duran ve her an inadını arttıran insanlar daimi cezayı hak etmiştir. Bu yüzden bu ayet şöyle buyurmakta: Asiler ve sapıklar zannetmesin ki kıyamet gününde bir kez ceza alarak vücutları bir kez yanacak ve daha sonra azab olmayacak. Çünkü yanan derileri tekrar tazelenip yeniden yanacak ve yeni bir işkencelerin acısını çekecekler.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Azabın sürekli oluşu acısını hafifletmez ve dünyadaki zorluklarımızın bir süre sonra normal hale gelmesine benzemez.

                          2 - Maad, fiziksel bir konudur, ruhani değil, yani sadece ruhumuz değil, derimiz ve etimiz de azab görür.

                          3 - İlahi cezalar kendi amellerimizin ürünüdür, Allah'ın kullarına zulmü değil, çünkü O hikmet sahibidir ve kullarına göre ona göre
                          davranır.

                          Şimdi,
                          Nisa suresinin 57. ayetinidinliyoruz.

                          وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا لَّهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَنُدْخِلُهُمْ ظِـلاًّ ظَلِيلاً

                          Yani:

                          İnanıp; iyi işler yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız.

                          Kâfirlerin kıyamet gününde ağır cezalar alacağını ifade eden geçen ayetin devamında bu ayet, müminlerin mükâfatını anlatırken şöyle buyurmakta: Eğer Allah'a iman, iyi amellerle birlikte olursa, kıyamet gününde iyi bir konum söz konusudur ve bu tür insanlar her tarafı yemyeşil bahçelerde bol nimetler içinde yaşar. Onlar kıyamet gününde yalnız değildir ve tertemiz eşler onlara eşlik edecektir.

                          Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                          1 - Gerçi insanlar kendi yolunu seçmekte serbesttir, lakin amelleri sonucu zorunludur. Küfrün sonu azab ve işkence ve imanın sonu huzur ve güvenliktir.

                          2 - Pak olmak kadın ve erkek için bir değerdir. Bu yüzden yüce Allah cennetteki eşler için güzellik yerine onların pak oluşuna vurgu yapar.


                          http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234238-nura-giden-yol--126

                          Yorum


                            Ynt: Nura Giden Yol

                            Nura giden yol ( 127 )

                            Bismillahirrahmânirrahîm

                            Nisa suresinin 58. ayetine kulak veriyoruz.

                            إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا

                            Yani:

                            Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.

                            Bazı insanların dini bireysel ve kulla Allah arasında özel bir ilişki görmelerinin aksine ilahi dinler ve özellikle İslam, semavi tealimin bireyin ve toplumun saadeti doğrultusunda olduğunu dile getiriyor ve iman ve dindarlık gereğinin toplumda adalet ve emanete uymak şeklinde beyan ediyor.

                            Bazı rivayetlerde insanların uzun süre rüku veya secde ettiklerine değil, doğruluk ve emanet tarlıklarına bakın deniliyor. Çünkü emanete ihanet etmek, nifak ve iki yüzlülüğün işaretidir.

                            Kuşkusuz emanet sözcüğünün anlamı çok geniştir ve mal emaneti, ilim ve aile emaneti gibi birçok şeyi kapsar. Hatta bazı rivayetlerde toplumun liderliğinin ilahi emanet olduğu ve insanların bunu salih insanlara teslim etmekte dikkatli davranmaları vurgulanır.

                            Toplumların mutluluk sırrı, salih ve adil insanların iş başında olmasıdır. Nitekim birçok sosyal sorunların kaynağı, zalimlerin hükümdar olmasıdır.

                            İnsanların üzerine düşen emanetler üç çeşittir. Bunlardan biri insanla Allah arasında söz konusudur ki ilahi ahkâmı bir emanet gibi korumak insanların görevidir. İkincisi insanların bir birine emanet ettiği şeylerdir ve hiç bir şeyin eksilmeden esas sahibine iade edilmesi gerekir.

                            Üçüncüsü insanın kendisi ile din arasında söz konusu olan emanetlerdir, örneğin ömür, güç, cisim ve ruhu gibi emanetler. Dini açıdan tüm bunlar bize emanettir ve biz hatta kendi malikimiz bile değiliz ve bunları sadece emanet olarak taşıyoruz ve bu yüzden onları en iyi şekilde gerçek maliki yani Allah'ın rızasını kazanacak şekilde kullanmalıyız.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Her emanetin bir ehli vardır ve onu ehline ulaştırmak gerekir. Hükümet ve yargı gibi sosyal emanetleri ehli olmayanlara emanet etmek, imanla bağdaşmaz.

                            2 - Emaneti sahibine iade etmek gerekir, hatta kâfir veya müşrik olsa bile. Emaneti iade etmekte sahibinin mümin olması şart değildir.

                            3 - Sadece yargıç adil olmamalı, aynı zamanda tüm müminler her alanda adil davranmalıdır.

                            4 - Emaneti korurken Allah'ın her şeyden haberdar olduğunu unutmayalım, çünkü o gören ve duyandır.

                            Şimdi,
                            Nisa suresinin 59. ayetinidinliyoruz.

                            يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
                            Yani:

                            Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ululemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu
                            hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.


                            Geçen ayette hükümet ve yargı işinin layık ve adil insanlara teslim edilmesi gerektiğinden söz ettik. Bu ayet müminlere şöyle buyurmakta: Allah'a ve peygamberine itaat etmenin yanı sıra toplumun yönetimini teslim ettiğimiz adil liderlere de itaat eden ve onları izleyin, çünkü bu Allah'a ve kıyamet gününe iman etmenin gereğidir

                            Tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız: İslam peygamberi Tebuk savaşına giderken Medine'de imam Ali'yi kendi yerine bıraktı ve şöyle buyurdu: Ey Ali, sen benim için Harun'un Musa'sı gibisin. Ardından bu ayet nazil oldu ve insanları ona itaat etmeye emretti. Bazı insanların ululemr konusunda anlaşmazlık yaşayabileceğinden dolayı bu ayet şöyle devam etmekte: Eğer bir anlaşmazlık yaşarsanız o zaman Allah'ın kitabına ve peygamberin sünnetine başvurun ki aranızda hükmedecek en iyi hakemdir ve en iyi sonucu beraberinde getirir. Kuşkusuz ululemre ve peygambere itaat etmek Allah'a itaat etmektir ve bu durumun tevhit ile hiç bir çelişkisi yoktur, çünkü biz Allah'ın emri üzerine peygambere ve ululemre itaat etmekteyiz.

                            Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                            1 - Bu ayette peygambere ve ululemre itaat etmek mutlaktır ve hiç bir kaydı veya şartı yoktur. Bu mesele onların her türlü günahtan arınmış ve her türlü hatadan korunmuş olduğunu ispat eder.

                            2 - peygamberin iki mevki ve makamı vardı ki biri, Allah'ın ahkâmını beyan etmek ve O'nun risaletini yerine getirmek, diğeri ise toplumda hükümet etmek ve toplumun özel ihtiyaçlarına uygun olarak hükümetin emirlerini beyan etmekti.

                            3 - İnsanlar İslami nizamı benimsemeli ve adil liderlere itaat etmelidir.

                            4 - Çeşitli İslami mezhepler arasındaki ihtilafların halledilmesi için en iyi yol, tüm mezheplerin kabul ettiği Allah kitabına ve peygamberin sünnetine başvurmaktır.

                            5 - Müslümanlar arasında ihtilaf çıkaranların kendi imanları hakkında kuşkuya düşmeli ve ihtilafları körüklemek yerine ihtilafları gidermek için çare bulmalıdır.


                            http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234239-nura-giden-yol--127

                            Yorum


                              Ynt: Nura Giden Yol

                              Nura giden yol ( 128 )

                              Bismillahirrahmânirrahîm

                              Nisa suresinin 60. ayeti:


                              Yani:

                              Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.

                              Geçen bölümde tüm anlaşmazlıkların halledilmesi için en iyi merciin Allah'ın kitabı ve peygamberinin sünneti olduğunu anlattık. Bu ayet bu iki büyük ve salih kaynak yerine salih olmayan ve hatta batıl ve hak karşıtı hâkimlere başvuranları eleştiriyor ve onları derin bir sapkınlığa uğramış insanlar olarak sayıyor.

                              Bu bağlamda tarihi rivayetlerde şöyle okumaktayız:

                              Medine'de bir müslümanla bir yahudi arasında kavga çıkar ve yahudi, emin ve adil olmakla ün yapan İslam peygamberini aralarında hükmetmek için önerir. Ancak gayri meşru çıkarlar peşinde olan müslüman adam, yahudi bir alimi önerir, çünkü onu bazı hediyeler vererek kandırabileceğini bilmektedir. Bu ayet bu çirkin ameli kınamak üzere nazil olmuştur.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Batıldan ve Tağutlardan uzak durmadan iman etmek, gerçek iman değil, içi boş ve sahte imandır.

                              2 - İman iddiasında bulunan, ancak amelde Allah'tan başkasına başvuranlar sürekli tağut ve şeytanla birlikte Allah'a ve resulüne karşı duran insanlardır.

                              3 - Tağutların hükümetini kabul etmek, toplumda şeytanın faaliyetine zemin hazırlamaktır.

                              Şimdi,
                              Nisa suresinin 61. ayetini dinliyoruz.

                              وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ إِلَى مَا أَنزَلَ اللّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنكَ صُدُودًا

                              Yani:

                              Onlara: Allah'ın indirdiğine (Kitab'a) ve Resûl'e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.

                              Bu ayet, bir konuda yargı için ecnebilere baş vurmayı nifak işareti olarak görmekte ve şöyle buyurmakta: Allah'ın kitabı ve peygamberin sünnetinden kaçanlar ve kafirlerin görüşünü üstün tutanlar münafıktır. Onlar ilahi hüküm ve emirlere uymadığı gibi, başkalarına da mani olurlar ve böylece herkesi kendilerine benzeterek itiraza maruz kalmaktan korunurlar.

                              Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Bizim görevimiz insanları hakka davet etmektir, hatta kabul etmeyeceklerini bilsek bile.

                              2 - Hak liderliği ile muhalefet etmek, münafık insanların en belirgin özelliğidir.

                              Şimdi,
                              Nisa suresinin 62 ve 63. ayetlerinidinliyoruz.

                              فَكَيْفَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ ثُمَّ جَآؤُوكَ يَحْلِفُونَ بِاللّهِ إِنْ أَرَدْنَا إِلاَّ إِحْسَانًا وَتَوْفِيقًا (*) أُولَـئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُل لَّهُمْ فِي أَنفُسِهِمْ قَوْلاً بَلِيغًا
                              Yani:

                              Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felâket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirler! Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle.

                              Münafıkların Allah ve resulü yerine ecnebilerden medet umması gibi çirkin amellerini anlatan geçen ayetlerin devamında bu ayetler münafıklara karşı nasıl davranılması gerektiğini şöyle beyan ediyor: Onlara şiddet uygulamaktan kaçının ve sadece sözle ve konuşma ile onları nasihat edin ve yaptıklarının sonu hakkında uyarıda bulunun ve cezalarını Allah'a bırakın.

                              Münafıkların İslam peygamberine müracaatta bulunmamak için ileri sürdükleri bir mazeret de şöyle idi ki eğer peygamberin yanına gitseydik doğal olarak bir tarafın yararına ve diğer tarafın zararına hükmedecek e böylece bir tarafın Allah resulünden rencide olmasına sebep olacaktı ki bu da peygamberin şanına yakışmaz ve bu yüzden biz de onun onuru ve konumunu korumak için yargı konusunda ona baş vurmuyoruz.

                              Kuşkusuz bu tür bahaneler sadece görevden kaçmak içindir ve eğer İslam peygamberinin sempatisi bu tür şeylerle korunacak olsaydı bunu iyi bilen yine Allah olacaktı.

                              Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                              1 - Birey ve toplumun birçok sorunu insanların kendi amellerinden kaynaklanır, hatta bunun sebebini bilmese veya bilmezlikten gelse bile. Bu yüzden musibetlerden Allah'ı sorumlu tutmamalıyız.

                              2 - Batılı hakmış gibi göstermek münafıkların işidir, nitekim münafıklar İslam peygamberin konumunu bahane ederek gerçekte o hazretin konumunu zayıflatmaya çalışıyordu.

                              3 - Yemin etmek yalancı münafıkların arkasında saklandığı bir maskedir.

                              4 - Hatakar ve suçlu insanlar yaptıkları hata veya suçu kutsal kalıplara sığdırarak başkalarının itirazını engellemeye çalışır.

                              5 - Münafıklara davranış konusunda hem onlardan uzak durmak hem de onları nasihat etmek ve uyarmak gerekir.


                              http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234240-nura-giden-yol--128

                              Yorum


                                Ynt: Nura Giden Yol

                                Nura giden yol ( 129 )

                                Bismillahirrahmânirrahîm

                                Nisa suresinin 64. ayeti:

                                وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا

                                Yani:
                                Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.

                                Geçen bölümlerde bazı münafıkların sosyal ihtilaflarında İslam peygamberine başvurmak yerine ecnebi yargıçlara başvuruyorlardı. Bu ayet insanların çeşitli meselelerde İslam peygamberine itaat etmeleri gerektiğini hatırlatıyor. Peygamber sadece vahiy elçisi değil, aynı zamanda hükümetin başıdır ve Müslümanların başkalarına değil, ona itaat etmesi gerekir. Kuşkusuz Allah resulüne itaat etmek, Allah'a itaat etmek demektir, yoksa başkalarına itaat etmek ve hatta Allah izni olmaksızın peygamberlere itaat etmek şirk ve küfürdür.

                                Ayet şöyle devam etmekte: Peygambere itaat etmeme günahından tevbe etmenin yolu yine peygambere yönelmektir ve sadece peygamberin tevbeyi kabul etmesi ve tevbe eden için Allah'tan mağfiret dilemesi durumunda tevbe kabul edilir. Kuşkusuz bu ayet sadece İslam peygamberinin yaşadığı çağa ait değildir ve her çağda kim Allah'a ve peygamberine muhalefet ederse, eğer o hazreti ziyaret eder ve kendisinden işlediği günah için Allah'tan mağfiret talebinde bulunmasını isterse, Allah resulünün şefaati sayesinde tevbesini kabul etmesi için zemin hazırlanır.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - İnsanların hidayete ermesi, ilahi liderlere itaat etmelerine bağlıdır. Sadece iman yeterli değil, aynı zamanda amelde de itaat şarttır.

                                2 - Peygamberlerin tealiminden uzaklaşmak ve tağutlara yaklaşmak, kendi kendine zulmetmektir, başkalarına değil.

                                3 - Allah katında şefaat talebi maksadı ile evliyaların mezarını ziyaret etmek, Kuran-ı Kerim'in tasviyesidir.

                                Şimdi,
                                Nisa suresinin 65. ayetini dinliyoruz.

                                فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا

                                Yani:

                                Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde
                                hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.


                                Bundan önceki ayetler müminlerin ecnebilere rücu etmelerini men ederken ve onlara yargı için İslam peygamberine baş vurmalarını tavsiye ederken bu ayet şöyle buyurmakta:

                                Sadece peygambere rücu etmek yeterli değil, aynı zamanda onun vereceği hükme karşı da tam teslim olmanız gerekir ve sadece sözle değil, hatta gönlünüzde bile Allah resulünün verdiği hükmün sizin zararınıza olabileceğini düşünmeyin.

                                Asrı saadetle ilgili bir olayda şöyle okumaktayız: İki sahabe arasında hurma bahçelerini sulama konusunda bir anlaşmazlık yaşandı. Sahabeler İslam peygamberinin yanına geldi ve aralarında yargıda bulunmasını istedi. Ancak Allah resulünün hükmünü duyunca, kararın aleyhinde verilen taraf Allah resulünü suçladı ve öbür sahabenin kendisinin akrabası olduğu için onun lehine hükmettiğini iddia etti. Allah resulü bu suçlamadan çok rahatsız oldu, öyle ki yüzünün rengi değişti, ta ki bu ayet nazil oldu ve müslümanları uyardı.

                                Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - İman, tam teslimiyet olmaksızın olmaz. Mümin insan, hem Allah ve resulünün emirlerine uyan, hem de onların emrinden rahatsızlık duymayan kimsedir.

                                2 - İnsanlar arasında hükmetmek, peygamberlerin ve ilahi liderlerin görevlerinden biridir. Din sadece bir dizi sıkıcı ibadi hükümden ibaret değil, aynı zamanda halkın sosyal sorunları ile ilgilenmek de dini liderlerin görevidir.

                                Şimdi,
                                Nisa suresinin 66 ila 68. ayetlerini dinliyoruz.

                                وَلَوْ أَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ أَنِ اقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ أَوِ اخْرُجُواْ مِن دِيَارِكُم مَّا فَعَلُوهُ إِلاَّ قَلِيلٌ مِّنْهُمْ وَلَوْ أَنَّهُمْ فَعَلُواْ مَا يُوعَظُونَ بِهِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ وَأَشَدَّ تَثْبِيتًا (*) وَإِذاً لَّآتَيْنَاهُم مِّن لَّدُنَّـا أَجْراً عَظِيمًا (*) وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا
                                Yani:

                                Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu.
                                O zaman elbette kendilerine nezdimizden büyük mükâfat verirdik. Ve onları dosdoğru bir yola iletirdik.


                                Geçen ayetlerin devamında bu ayet Allah resulünün adil yargılarından rahatsızlık duyanlara şöyle buyurmakta:
                                Biz sizin üzerinize ağır görevler ve yükümlülükler yüklemedik ki böyle bir duyguya kapılıyorsunuz. Biz buzağıya tapan Yahudi kavmi gibi geçmişteki bazı kavimlere işledikleri günah için ölüm fermanı verdik ve onlara kendi diyarınızı terk edin ki bu günahtan arınsın, dedik. Kuşkusuz eğer bu emirleri size verseydik, sizden az sayıda kimse bunu yerine getirirdi.
                                Ayetler daha sonra Müslümanlara şöyle buyurmakta:

                                Eğer ilahi emirleri yerine getirirseniz bu, hepinizin yararınadır ve hem hidayete ermiş olur, hem de kıyamet gününde ilahi mükafattan yararlanırsınız.

                                Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

                                1 - İman iddiasında bulunanlar çoktur, lakin ilahi sınavı başarı ile geride bırakacak olanların sayısı çok azdır.

                                2 - Allah'ın emirler, yararı yine bize yeten bir takım tavsiye ve nasihatler gibidir, yoksa bunların Allah için hiç bir yararı söz konusu değildir.

                                3 - Allah yolunda adım attıkça imanımız daha da güçlenir[/color]

                                http://turkish.irib.ir/makaleler/nura-giden-yol/item/234241-nura-giden-yol--129

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X