BİSMİLLAHİR RAHMANİR RAHİM
HAMD OLSUN ALEMLERİN RABBİNE
VE SELAM OLSUN MEVLAMIZ MUHAMMEDE VE TERTEMİZ EHLİ BEYTİNE
HAMD OLSUN ALEMLERİN RABBİNE
VE SELAM OLSUN MEVLAMIZ MUHAMMEDE VE TERTEMİZ EHLİ BEYTİNE
bundan sonra... Ashabı Ress küfürleri ve yalanlamaları sebebi ile Allah c.c'ın helak ettiği bir kavimdir. Allah c.c bu kavimi kitabımız Kur'an'ı Şerif'te 2 yerde, Furkan suresi 38 ve Kaf suresi 12-ci ayette zikretmiş ve onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
- [li]وَعَادًا وَثَمُودَ وَأَصْحَابَ الرَّسِّ وَقُرُونًا بَيْنَ ذَلِكَ كَثِيرًا
Âd ve Semûd kavimlerini, Ress halkını ve bunların arasında pek çok nesilleri de helâk ettik.
Furkan suresi 38-ci ayet
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَأَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُ
Onlardan önce Nûh kavmi, Ress halkı ve Semûd kavmi de yalanlamışlardı.
Kaf suresi 12-ci ayet[/li]
ilk ayette Allah c.c helak edilen kavimleri bildirirken Ress halkını da bunların içerisinde zikretmektedir, ikinci ayette ise Ress halkının da inkarcı ve hakkı yalanlayan bir kavim olduğu bildiriyor. her iki ayette zikredilen Ress ashabının nerede yaşadıkları, küfürlerinin ne olduğu gibi konularda Şeyh Saduk r.a "Uyunu ahbar er-Rıza a.s" ve "İleluş Şerai" adlı kitaplarında bir hadis rivayet etmiştir.
[img height=350 width=224]http://velayet.files.wordpress.com/2012/12/ashabi-ress-saduk.jpg?w=478[/img][img height=350 width=224]http://velayet.files.wordpress.com/2012/12/ashabi-ress-saduk1.jpg?w=481[/img][img height=350 width=224]http://velayet.files.wordpress.com/2012/12/ashabi-ress-saduk2.jpg?w=481[/img][img height=350 width=224]http://velayet.files.wordpress.com/2012/12/ashabi-ress-saduk3.jpg?w=481[/img][img height=350 width=224]http://velayet.files.wordpress.com/2012/12/ashabi-ress-saduk4.jpg?w=479[/img]
resimde gördüğünüz Şeyhul Muhaddisin Saduk r.a'ın "İleluş Şerai" adlı kitabıdır, işaretlediğim yerde şu ifadeler var:
- [li]حدثنا أحمد بن زياد بن جعفر الهمداني رضي الله عنه قال: حدثنا علي ابن إبراهيم بن هاشم، عن أبيه قال: حدثنا أبو الصلت عبد السلام بن صالح الهروي قال حدثنا علي بن موسى الرضا عليه السلام عن أبيه موسى بن جعفر، عن أبيه جعفر ابن محمد، عن أبيه محمد بن علي، عن أبيه علي بن الحسين، عن أبيه الحسين ابن علي عليهم السلام قال: أتى علي بن أبي طالب قبل مقتله بثلاثة أيام رجل من أشراف بني تميم، يقال له عمرو، فقال يا أمير المؤمنين أخبرني عن أصحاب الرس في أي عصر كانوا؟ وأين كانت منازلهم؟ ومن كان ملكهم؟ وهل بعث الله عز وجل إليهم رسولا أم لا? وبماذا أهلكوا فإني لا أجد في كتاب الله عز وجل ذكرهم ولا أجد خبرهم؟ فقال له علي عليه السلام لقد سألت من حديث ما سألني عنه أحد قبلك ولا يحدثك به أحد بعدي، وما في كتاب الله عز وجل آية: إلا وانا اعرف تفسيرها، وفي أي مكان نزلت من سهل أو جبل، وفي أي وقت نزلت من ليل أو نهار، وان هاهنا لعلما جما - وأشار إلى صدره - ولكن طلابه يسيرة وعن قليل يندمون لو (قد) يفقدوني، وكان من قصتهم يا أخا تميم، انهم كانوا قوما يعبدون شجرة صنوبر يقال لها: شاه درخت. وكان يافث بن نوح غرسها على شفير عين يقال لها روشاب. كانت أنبعت لنوح عليه السلام بعد الطوفان، وإنما سموا أصحاب الرس، لأنهم رسوا نبيهم في الأرض، وذلك بعد سليمان بن داود عليه السلام، وكانت لهم اثنتا عشرة قرية على شاطئ نهر يقال له (الرس) من بلاد المشرق وبهم سمي ذلك النهر، ولم يكن يومئذ في الأرض نهر أغزر ولا أعذب منه ولا أقوى، ولا قرى أكثر ولا أعمر، منها تسمى إحديهن: أبان: والثانية آذر، والثالثة دي، والرابعة بهمن، والخامسة اسفنديار، والسادسة پروردين، والسابعة أردي بهشت والثامنة ارداد، والتاسعة مرداد، والعاشرة تير، والحادية عشر مهر، والثانية عشر شهريور. وكانت أعظم مداينهم اسفنديار، وهي التي ينزلها ملكهم، وكان يسمى تركوذ بن غابور بن يارش بن سازن بن نمرود بن كنعان - فرعون إبراهيم عليه السلام وبها العين والصنوبر، وقد غرسوا في كل قرية منها حبة من طلع تلك الصنوبرة فنبتت الحبة وصارت شجرة عظيمة وأجروا إليها نهرا من العين التي عند الصنوبرة فنبتت الصنوبرة وصارت شجرة عظيمة وحرموا ماء العين والأنهار فلا يشربون منها ولا أنعامهم، ومن فعل ذلك قتلوه، ويقولون هو حياة آلهتنا، فلا ينبغي لاحد أن ينقص من حياتها، ويشربون هم وأنعامهم من نهر الرس الذي عليه قراهم، وقد جعلوا في كل شهر من السنة في كل قرية عيدا يجتمع إليه أهلها، فيضربون على الشجرة التي بها: كلة من حرير فيها أنواع الصور، ثم يأتون بشاة وبقر فيذبحونها قربانا للشجرة، ويشعلون فيها النيران بالحطب، فإذا سطع دخان تلك الذبايح وقتارها في الهواء وحال بينهم وبين النظر إلى السماء خروا للشجرة سجدا من دون الله عز وجل، يبكون ويتضرعون إليها ان ترضى عنهم فكان الشيطان يجئ ويحرك أغصانها ويصيح من ساقها صياح الصبي، إني قد رضيت عنكم عبادي، فطيبوا نفسا وقروا عينا، فيرفعون رؤسهم عند ذلك ويشربون الخمر ويضربون بالمعازف ويأخذون الدستبنذ، فيكونون على ذلك يومهم وليلتهم ثم ينصرفون. وإنما سمت العجم شهورها بأبان ماه، وآذر ماه وغيرها، اشتقاقا من أسماء تلك القرى لقول أهلها بعضهم لبعض هذا عيد قرية كذا حتى إذا كان عيد قريتهم العظمى اجتمع إليها صغيرهم وكبيرهم، فضربوا عند الصنوبرة والعين سرادقا من ديباج عليه أنواع الصور، وجعلوا له اثنى عشر بابا كل باب لأهل قرية منهم، فيسجدون للصنوبرة خارجا من السرادق ويقربون لها الذبايح أصناف ما قربوا للشجرة التي في قراهم فيجئ إبليس عند ذلك فيحرك الصنوبرة تحريكا شديدا، ويتكلم من جوفها كلاما جهوريا ويعدهم ويمينهم بأكثر مما وعدتهم ومنتهم الشياطين في تلك الشجرات الاخر للبقاء فيرفعون رؤسهم من السجود وبهم من الفرح النشاط ما لا يفيقون ولا يتكلمون من الشرب والعزف فيكونون على ذلك اثنى عشر يوما، ولياليها بعدد أعيادهم ساير السنة، ثم ينصرفون. فلما طال كفرهم بالله عز وجل وعبادتهم غيره بعث الله عز وجل إليهم نبيا من بني إسرائيل من ولد يهودا بن يعقوب، فلبث فيهم زمانا طويلا يدعوهم إلى عبادة الله عز وجل ومعرفة ربوبيته فلا يتبعونه فلما رأى شدة تماديهم في الغي به والضلال وتركهم قبول ما دعاهم إليه من الرشد والنجاح وحضر عيد قريتهم العظمى، قال: يا رب: ان عبادك أبو إلا تكذيبي والكفر بك وغدوا يعبدون شجرة لا تنفع ولا تضر فأيبس شجرهم أجمع وأرهم قدرتك وسلطانك فأصبح القوم وقد يبس شجرهم كلها فهالهم ذلك وقطع بهم وصاروا فريقين: فرقة قالت سحر آلهتكم هذا الرجل الذي يزعم أنه رسول رب السماء والأرض إليكم ليصرف وجوهكم عن آلهتكم إلى إلهه وفرقة قالت: لابل غضبت آلهتكم حين رأت هذا الرجل يعيبها ويقع فيها ويدعوكم إلى عبادة غيرها فحجبت حسنها وبهائها لكي تغضبوا لها فتنتصروا منه، فاجتمع رأيهم على قتله، فاتخذوا أنابيب طوالا من رصاص واسعة الأفواه، ثم أرسلوها في قرار العين إلى أعلا الماء واحدة فوق الأخرى مثل البرانج، ونزحوا ما فيها من الماء، ثم حفروا في قرارها من الأرض بئرا عميقة المدخل، وأرسلوا فيها نبيهم وألقموا فاها صخرة عظيمة، ثم اخرجوا الأنابيب من الماء وقالوا نرجو الآن ان ترضى عنا آلهتنا إذا رأت إنا قد قتلنا من كان يقع فيها ويصد عن عبادتها ودفناه تحت كبيرها ليشتفي منه فيعود لنا نورها ونضرتها كما كان، فبقوا عامة يومهم يسمعون أنين نبيهم عليه السلام وهو يقول: سيدي قد ترى ضيق مكاني وشدة كربتي فارحم ضعف ركني وقلة حيلتي، وعجل بقبض روحي ولا تؤخر إجابة دعائي، حتى مات عليه السلام فقال الله تبارك وتعالى لجبرئيل: يا جبرئيل أيظن عبادي هؤلاء الذين غرهم حلمي، وأمنوا مكري، وعبدوا غيري، وقتلوا رسلي، ان يقوموا لغضبي أو يخرجوا من سلطاني، كيف وانا المنتقم ممن عصاني، ولم يخش عقابي، وإني حلفت بعزتي لأجعلنهم عبرة ونكالا للعالمين. فلم يدعهم وفي عيدهم ذلك إلا بريح عاصف شديد الحمرة فتحيروا فيها وذرعوا منها وتضام بعضهم إلى بعض ثم صارت الأرض من تحتهم حجر كبريت يتوقد وأظلتهم سحابة سوداء مظلمة، فانكبت عليهم كالقبة جمرة تتلهب فذابت أبدانهم كما يذوب الرصاص في النار، فنعوذ بالله من غضبه ونزول نقمته
bana Ahmed b. Ziyad b. Cafer el-Hemedani anlattı, dedi ki: Ali b. İbrahim bana babasından, o da Ebu Ebu Salt Abdusselam b. Salih el-Herevi'den anlattı, dedi ki: Ali b. Musa er-Rıza (imam Rıza a.s) bana babası Musa b. Cafer (imam Kazım a.s)'dan, o babası Cafer b. Muhammed (imam Sadık a.s)'dan, o babası Muhammed b. Ali (imam Bakır a.s)'dan, o babası Ali b. Hüseyin (imam Seccad a.s)'dan, o babası Hüseyin b. Ali (imam Hüseyin a.s)'dan anlattı, dedi ki: Ali b. Ebu Talib a.s’ın şehadetinden üç gün önce Temim kabilesi eşrafından olan Amr adında birisi hazretin yanına gelerek Ashab-ı Ress hakkında şu soruları sordu: "ey Müminlerin Emiri! Ashab-ı Ress hangi zamanda yaşıyordu? Bulundukları yer neresiydi? Hükümdarları kimdi? Allah-u Teala onlara bir peygamber göndermiş midir? Nasıl yok oldular? Kur’an’da onların zikrolunduklarını görüyor ama, onlarla ilgili bir haber görmüyorum." imam Ali a.s cevaben şöyle buyurdular: "Benden hiçbir kimsenin senden önce sormadığı bir konu hakkında soru soruyorsun. Benden sonra da bu konu hakkında hiçbir kimse sana benden duyduğunun dışında bir şey söylemeyecektir. Allah’ın kitabında kendisini ve tefsirini dağda mı, ovada mı nazil olduğunu, gece ve gündüzün hangi saatinde indiğini bilmediğim hiçbir ayet yoktur. Şüphesiz burada (göğsünü göstererek) çok ilim vardır ama, onu arayanlar azdır. Beni kaybettiklerinde çok yakın bir zamanda pişman olacaklardır. Ey Temimi! Onların hikâyesi şöyledir, Onlar "Şah-ı Diraht" diye adlandırılan bir çam ağacına tapıyorlardı. O ağacı Yafis bin Nuh "Dûşâb" denilen bir pınarın başına dikmişti. Bu pınar, tufanın ardından Hz. Nuh a.s için çıkmıştı. Onlara Ashab-ı Ress denilmesinin sebebi de şu ki; onlar yeri kazarak evlerini yerin içinde yaparlardı. Zamanları Süleyman b. Davud a.s’dan sonra idi. Onların, dünyanın doğusunda vaki olan Ress adlı nehrin kıyısında on iki köyleri vardı. O nehir de onlardan adını almıştı. O zamanlar yeryüzünde o nehirden suyu daha çok ve daha güzel olan bir nehir ve o köylerden daha büyük, gelişmiş, güzel köy de yoktu. Onların adları şöyleydi: Âban, Âzer, Dey, Behmen, İsfendar, Ferverdin, Ordibeheşt, Hordad, Mordad, Tir, Mehr ve Şehriver. Şehirlerinin en büyüğü ise İsfendar idi ki, padişahları orada yaşamaktaydı. O padişahın adı Terkuz b. Gabur b. Yareş b. Sâzan b. Nemrut b. Kenan idi. Sonuncusu (Nemrut b. Kenan) İbrahim a.s zamanının Firavunu idi. Yine o çeşme ve o çam ağacı da bu şehirdeydi. Her köye o çam ağacının meyvesinden bir tohum ekmişlerdi de yeşerip kocaman ağaç oluvermişti. O pınarın ve nehirlerin suyunu haram etmişlerdi. Ne kendileri içerdi, ne de hayvanlarına içirirlerdi. İçeni de öldürürlerdi. Derlerdi ki: "Bu bizim ilahlarımızın yaşam kaynağıdır, kimsenin ilahlarımızın yaşamından bir şey eksiltmeye hakkı yoktur" Oysa kendileri de, hayvanları da kıyısında köyleri bulunan Ress nehrinden su içmedeydiler. Yılın her bir ayında her köyde bir bayram kararlaştırmışlardı ki, köyün ahalisi toplanır köyün büyük ağacına nakışlı resimli ipek cibinlik asarlardı. Sonra koyun ve sığırlar getirip ağaç için kurban keserlerdi. Kurbanlarının üzerine de odunlar döküp yakarlardı. Kurbanlıkların dumanı göğe yükselip gökyüzünü onların göremeyeceği derecede kaplayınca ağaca karşı secdeye kapanıp onlardan razı olması için ağlayıp sızlarlardı. Şeytan da gelip ağacın dallarını sallayarak ağacın gövdesinden çocuk sesi gibi bir ses çıkararak yüksek bir sesle şöyle derdi: "Ey kullarım! Sizden razı oldum. Öyleyse rahat ve hoşnut olun!" derken onlar başlarını kaldırarak şarap içip ut ve tambur çalarak dans ediyorlardı. Gündüzü ve geceyi bu vaziyette devam ettirip dağılırlardı. Acemler Âban ayı, Âzer ayı vs. ayların adlarını bu köylerin isimlerinden almışlardır. Çünkü o köylerin halkı birbirlerine: "Bu falan ayın bayramıdır ve bu da filan ayın bayramıdır" diyorlardı. Büyük köylerinin (İsfendar) bayramı gelince de büyüklü küçüklü herkes oraya toplanırdı. Pınarın ve çam ağacının yanında oniki kapısı bulunan ve üzerinde çeşitli nakışları olan ipekten bir çadır kurarlardı. Her kapı bir köyün ahalisi içindi. Çadırın dışında çam ağacına secde ediyorlardı. Ona kendi köylerindeki ağaçlar için kestiklerinin kat kat fazlasını kurban kesiyorlardı. Bu durumda İblis geliyor ve çamı hızlıca sallıyordu. Ağacın içinden yüksek sesle konuşuyor ve bütün şeytanlardan daha çok vade ve vaatlerde bulunuyordu. Onlar da başlarını secdeden kaldırıyor ve sevinçlerinin çokluğundan dolayı kendilerinden geçiyorlardı. Şarap içmek ve müzikle uğraşmaktan konuşamayacak duruma geliyorlardı. Bu işi oniki gün, yani yıl boyunca yaptıkları bayramlar süresince devam ettirir ve sonra dağılırlardı. Allah’ı inkâr edip Allah’tan başkasına ibadet etmeleri uzun sürünce Allah-u Teala onlara İsrailoğullarından, Yehûda b. Yakub’un evlatlarından olan bir peygamber gönderdi. O peygamber uzun süre onların arasında kalarak onları Allah’a ibadet etmeye ve onun rububiyetini tanımaya çağırdı. Ancak halk, ona uymadı. Peygamber de onların sapıklık ve dalalette haddi aştıklarını, hidayet ve kurtuluşa doğru davetini reddettiklerini görünce, onların büyük şehirlerinin bayramına katılarak şöyle dedi: "Allah’ım! Senin bu kulların beni yalanlayıp seni inkâr etmekten başka bir şey yapmadılar. Yarın, hiçbir faydası ve zararı olmayan ağaca tapacaklar. Öyleyse onların bütün ağaçlarını kurut; kudret ve saltanatını göster onlara!" Ertesi gün herkes kalktığında ağaçların tümünü kurumuş gördüler. Bu durum onları korkuttu. Acze ve ümitsizliğe kapılarak iki gruba ayrıldılar: Bir grup; "Kendisini yerlerin ve göklerin rabbi tarafından elçi gönderildiğini sanan bu adam, sizleri ilahlarınızdan döndürüp kendi ilahına yöneltmek için sizin ilahlarınıza büyü yaptı" diyordu. İkinci grup ise; "Hayır, tanrılarınız bu adamı kendilerini kötüleyip onlar hakkında yersiz konuştuğunu, sizi onlardan başkasına ibadet etmeye çağırdığını görünce öfkelenmişler ve siz de öfkelenip bu adamdan onların intikamını alasınız diye güzellik ve değerlerini sizlerden gizlemişlerdir" dedi. Böylece hep beraber onu öldürmeye karar verdiler. Bu iş için geniş ağızlı kurşun borular hazırladılar. Boruları nehrin dibinden suyun yüzeyine kadar künk (kanalizasyon boruları) gibi birbirine geçirdiler ve içinin (pınarın veya boruların) suyunu çektiler. Ardından onun dip kısmında dar ağızlı, derin bir kuyu kazıp peygamberlerini onun içine attılar ve o kuyunun ağzına büyük bir kaya koydular. Daha sonra boruları sudan çıkararak şöyle dediler: "Şimdi ilahlarımız, onlara karşı kötü konuşan ve bizleri onlara ibadet etmekten men eden adamı öldürdüğümüzü ve onu kalbinin şifa bulması için büyük ilahımızın altına gömdüğümüzü görünce ümit ederiz bizden razı olurlar ve (böylece) yeşillik ve güzellikler de eskisi gibi bize geri dönmüş olur." Halk, gün boyunca peygamberlerinin iniltisini ve şöyle dediğini duyuyorlardı: "Ey mevlam! Yerimin darlığını ve nefesimin kesildiğini görmektesin. Güçsüzlük ve çaresizliğime rahmetip ruhumu çabuk al, duamın icabetini geciktirme!" Nihayet o a.s öldü. Bunun üzerine Allah-u Teala Cebrâil’e şöyle buyurdu: "Ey Cebrâil! Acaba sabrıma aldanan, gazabımdan kendilerini güvende hisseden, benden başkasına taparak peygamberlerini öldüren bu kullarım benim gazabım karşısında durabilecek veya hakimiyetim altından dışarı çıkabilecek bir güce sahip midirler? Nasıl kurtulabilirler? Oysa, bana isyan eden ve azabımdan çekinmeyen kimselerden kendim intikam alacağım. İzzet ve celalime yemin ederim ki, onları bütün aleme bir ibret kılacağım!" Allah-u Teala, onları o bayramlarında şiddetli kızıl rüzgârlarla korkuya düşürdü. Onlar tufanda şaşkınlığa uğrayıp vahşete kapıldılar. Birbirlerine sığınmaya başladılar. Daha sonra yer, ayakları altında yanmakta olan bir kibrit taşına dönüştü. Siyah bir bulut da onlara gölge düşürdü. Üzerlerine kubbe şeklinde alevlenen bir ateş parçası attı. Bedenleri ateşte kurşun eriyiği gibi eridi. Allah’ın gazap ve azabından yine ona sığınırız."
Şeyh Saduk r.a, "İleluş Şerai", 1/46-49, hadis 1[/li]
hadisi Şeyh Saduk r.a "Uyunu ahbar er-Rıza a.s", 1/205-209, hadis 1'de aynı sened ile rivayet etmiştir. hadisin senedindeki tüm raviler sika (güveilir) ve isnadı muttasıldır.