Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #61
    Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

    siteyi eleştirirken bir söz var yiğidi öldür hakkını yeme diye. hızlı bir soru cevap sistemiyle internetteki en iyi İslami site bence ama bahsettiğim davranışları maalesef zulüm oluyor inşallah farkederler. Dün onlara mesaj attım bu yaptığınız yasalara aykırı diye.


    Peki münazaraya isterseniz devam edelim. Siz de bana sorabilirsiniz tabiki. Ben hatalıysam o da çıkar. İlk 3 halifeyi Hz. Ali'den üstün sayıyorsunuz diye anladım en azından ilk 2'sini. Mumsema'da Hz. Ali'nin mertebesi için en az 3. demiştiniz. Yani o şekilde inanıyorsunuz. Sünni kaynaklarda Hz. Muhammed Efendimiz'in(s.a.a) vefatından biraz sonra Ebu bekir ve Ömer'in halifelik işi için orayı terkettiği yazılıdır. Yani sünnileri bu konuda anlamıyorum. Bu olayda yanlış yok mu? Yoksa neden? Hani sahabeler ümmetin en seçkinleriydi, asr-ı saadetti o devir. Neden böyle acele ettiler? Böyle huzurlu ve güvenilir bir ortamda bu acele niye? Bu Peygamber Efendimize yapılan bir saygısızlık gibi durmuyor mu? Siz de o sıra bu konularda konuşuyordunuz hatta. Bu olayı sorguluyordunuz.



    Yorum


      #62
      Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

      Ehlisünnet alimleri 3.mertebe konusunda ihtilafa girmişlerdir kimi Hz.Osmanı koymuştur.kimide Hz.Aliyi .yani bir Ehlisünnet Hz.Aliyi 3.sıraya alabilir hiçbir sakınca yoktur.bu onu ehlisünnetten sünillikten çıkarmaz.

      Ensardan saideoğulları toplanmıştı kendi aralarında halife seçiyorlardı.Ebubekir ve Ömer duydular bunu derhal olay yerine sakifeye gittiler.fitne çıkmaması için bir an önce halifeyi seçtiler devletin başı boş kalmamalıydı.orada aralarında en faziletlisi Ebubekir idi o seçildi.Kendisi peygamberin mağara arkadaşı .yakın arkadaşı malını canını islama adamış biriydi.biat edildi ona.Sorun Ebubekir ve Ömerde değil o sırada sakifede toplanan ensardan bazı kişiler onlar acele etti

      Yorum


        #63
        Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

        Verdiğin bilgi için Allah razı olsun. Açıklayıcı oldu gerçekten. Zaten ben Nehcul Belaga'da ilk 3 halifenin kafir ilan edilmediğini düşünüyorum.Bir yerde Osman'ın damat olma şerefine eriştiği yazılıdır. Aynen Kuran'da olduğu gibi ilk hicret eden sahabeyi över Hz. Ali. Osman'a bundan önceki 2 kişi bu işe senin kadar layık değillerdi onlar Rasulullah'a(s.a.a) damat olma şerefine erişemedi sen de ise bu üstünlük vardır der. Bu kıyası yapan İmam'dır ve yine Ammar Selman ve Ebu Zer gibi sahabeleri sevdiği bunları övdüğü Şiilerce açıktır. O durumda Hz. Osman'ı onlardan da üstün sayıyor gibi anlıyorum ben.

        Yorum


          #64
          Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

          Ilginç bu bilgileri nereden aldın kardeşim nehcul belagadaki ifadeleri paylasabilir misin

          Yorum


            #65
            Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

            Orasını bilemeyiz ne kasttediğini imamın.ben bilirimki imamımız Hz.Osmanı severdi.onu koruması için peygamber torunlarını Hz.Hasan ve Hüseyinin yollamıştır

            Yorum


              #66
              Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

              "Tutsak olup azad edilenlerle onların oğullarının, ilk hicret edenlerle, onların dereceleriyle, onların üstün olanlarıyla, olmayanlarıyla ne ilgisi olur; bunları anlatmak, onlara mı düşer?"(Muaviye'ye konuşması)


              "Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'la sohbet ettin. Ebû-Kuhâfe oğluyla Hattâboğlu, senden daha doğru harekete, senden daha lâyık değillerdir; sen, yakınlık bakımından Rasulullah'a, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna, daha yakınsın; onlar, ona dâmât olmadılar; sense bu şerefi elde ettin."(Osman'a konuşması)


              Kaynak: Nehcul Belaga

              Yorum


                #67
                Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

                Ben su an tatildeyim yanımda kitap yok bakamıyorum kitabın yayınevi ile hangi sayfada geciyor yazar mısın _ehlibeytin_ yazdıkları da yanlis ama cep telefonundan yazdigim için uzun cevap veremiyorum

                Yorum


                  #68
                  Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

                  [quote author=_Ehli Beyt_ link=topic=25030.msg170026#msg170026 date=1375737907]
                  Ehlisünnet alimleri 3.mertebe konusunda ihtilafa girmişlerdir kimi Hz.Osmanı koymuştur.kimide Hz.Aliyi .yani bir Ehlisünnet Hz.Aliyi 3.sıraya alabilir hiçbir sakınca yoktur.bu onu ehlisünnetten sünillikten çıkarmaz.

                  Ensardan saideoğulları toplanmıştı kendi aralarında halife seçiyorlardı.Ebubekir ve Ömer duydular bunu derhal olay yerine sakifeye gittiler.fitne çıkmaması için bir an önce halifeyi seçtiler devletin başı boş kalmamalıydı.orada aralarında en faziletlisi Ebubekir idi o seçildi.Kendisi peygamberin mağara arkadaşı .yakın arkadaşı malını canını islama adamış biriydi.biat edildi ona.Sorun Ebubekir ve Ömerde değil o sırada sakifede toplanan ensardan bazı kişiler onlar acele etti
                  [/quote]


                  Maalesef yanlış bilgiler mevcut.
                  Aşağıdaki linklerden bu mevzuları öğrenebilirsiniz.
                  Bu örnekler daha çok çoğaltılabilir.


                  http://www.caferilik.com/kutuphane/d...saver/0-17.htm

                  Yorum


                    #69
                    Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

                    Selmancan,


                    İnternetten indirilen Nehcul Belaga'da.(Abdülbaki Gölpınarlı)


                    2. Kısım(Mektupları,Emirnameleri, Vasiyetleri
                    2. Bölüm: Sıffin Dolayısıyla
                    28 numaralı mektubun ikinci paragrafı:


                    İslâm'da falan, feşman kişinin en üstün kişiler olduğunu sanıyorsun. Bir şeyi anıyorsun ki öyle olsa sana bir üstünlük gelmez; olmasa seninle bir ilgisi düşünülmez. Senin, üstün olanla, olmayanla buyruk verenle, buyruğa uyanla ne işin var? Tutsak olup azad edilenlerle onların oğullarının, ilk hicret edenlerle, onların dereceleriyle, onların üstün olanlarıyla, olmayanlarıyla ne ilgisi olur; bunları anlatmak, onlara mı düşer? bizim oklarımızdan olmayan kanatsız bir okun vınlaması duyuldu. Buyruk altında olan biri hüküm vermeye kalkıştı.


                    1.Kısım (Hutbeleri
                    5.Bölüm: Tarihi Hutbeleri
                    164 nolu hutbenin girişi:


                    Halk, Osman aleyhine toplanıp onu, Hazreti Emir'e şikayet edince Hazret, Osmân'ın yanına varıp ona buyurdu ki:
                    Halk arkamda, beni, seninle aralarından sefir olarak sana gönderdiler. Andolsun Allah'a ki sana ne diyeyim, ne söyleyeyim, bilemiyorum. Bir şey bilmiyorum ki sen onu bilmeyesin; bir yol yok ki sana göstermeye kalkayım da sen onu tanımayasın; sen de bizim bildiklerimizi biliyorsun. Bir şeyde, senden ileri geçmiş değiliz ki onu sana haber verelim; bir şeyi gizlice haber almış değiliz ki onu sana tebliğ edelim. Bizim gördüğümüz gibi sen de gördün; bizim duyduğumuz gibi sen de duydun; bizim sohbet ettiğimiz gibi sen de, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'la sohbet ettin. Ebû-Kuhâfe oğluyla Hattâboğlu, senden daha doğru harekete, senden daha lâyık değillerdir; sen, yakınlık bakımından Rasulullah'a, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna, daha yakınsın; onlar, ona dâmât olmadılar; sense bu şerefi elde ettin.

                    Yorum


                      #70
                      Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

                      Bu metinler genel olarak Imam as dan nakledilen sahih metinlere tamamen zıt döndüğümde değerlendirmemi yapacağım insaallah

                      Yorum


                        #71
                        Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

                        Değerli _Ehli Beyt_ kardeşim,bu konu başlığındaki bütün mesajları okudum.Senin gayet ciddi,seviylei bir yazışmacı olduğunu anladım,hatta bir ara konu devam ederken forumdan ayrılma mesajını görünce üzülmüştüm.Allahtan daha sonra paylaşımlarına devam etmişsin.
                        Bir mesajındada cihandar adlı üyemizden bahsetmişsinki sanırım onun arkadaşısın yada onu tanıyor olmalısın.Cihandar bizim çok sevdiğimiz ve değer verdiğimiz araştırmacı bir kardeşimizdir.Kendisiyle gayet düzeyli bir çok paylaşımımız oldu.
                        Değerli _Ehli Beyt_ kardeşim hayatımın 31 yılını sünni ve son 8 yılınıda şii olan bir kardeşin olarak yazıyorum şuanda.Lütfen inançları kişilere göre yargılama.İnançlar kaynaklarla öğrenilir ve yargılanacaksada kaynaklarla yargılanır.
                        Değerli kardeşim Ali(as) ve onun 11 evladı Hz Muhammed(saa) haricinde bütün nebi ve peygamberlerden mutlak üstündür bu bir iman esasıdır ve bunu kabul etmeyende imameti çiğnemiştir diye bir kaide kural yoktur.
                        ama herşeyden önce imamet ve velayet kavramlarının çok iyi anlaşılması gerekir,bu ikilemlerden bende geçtim ve seni çok iyi anlıyorum.O yüzden vakit buldukça seninle bu tür konularda yazışmak istiyorum.Ama lütfen ahmete,mehmete kızıpta ben gidiyorum yaklaşımında olma,cihandar kardeşimizle gerçekten ilmi mecrada çok güzel paylaşımlarda bulunduk ve seninlede bulunmak isteriz
                        Gönülleriniz bir olmadıktan sonra sayıca çok olmanızın bir anlamı yoktur
                        İmam Ali (a.s)

                        Yorum


                          #72
                          Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

                          [quote author=faramirofgondor link=topic=25030.msg170036#msg170036 date=1375803640]
                          İnternetten indirilen Nehcul Belaga'da.(Abdülbaki Gölpınarlı)

                          2. Kısım(Mektupları,Emirnameleri, Vasiyetleri
                          2. Bölüm: Sıffin Dolayısıyla
                          28 numaralı mektubun ikinci paragrafı:

                          İslâm'da falan, feşman kişinin en üstün kişiler olduğunu sanıyorsun. Bir şeyi anıyorsun ki öyle olsa sana bir üstünlük gelmez; olmasa seninle bir ilgisi düşünülmez. Senin, üstün olanla, olmayanla buyruk verenle, buyruğa uyanla ne işin var? Tutsak olup azad edilenlerle onların oğullarının, ilk hicret edenlerle, onların dereceleriyle, onların üstün olanlarıyla, olmayanlarıyla ne ilgisi olur; bunları anlatmak, onlara mı düşer? bizim oklarımızdan olmayan kanatsız bir okun vınlaması duyuldu. Buyruk altında olan biri hüküm vermeye kalkıştı.


                          1.Kısım (Hutbeleri
                          5.Bölüm: Tarihi Hutbeleri
                          164 nolu hutbenin girişi:


                          Halk, Osman aleyhine toplanıp onu, Hazreti Emir'e şikayet edince Hazret, Osmân'ın yanına varıp ona buyurdu ki:
                          Halk arkamda, beni, seninle aralarından sefir olarak sana gönderdiler. Andolsun Allah'a ki sana ne diyeyim, ne söyleyeyim, bilemiyorum. Bir şey bilmiyorum ki sen onu bilmeyesin; bir yol yok ki sana göstermeye kalkayım da sen onu tanımayasın; sen de bizim bildiklerimizi biliyorsun. Bir şeyde, senden ileri geçmiş değiliz ki onu sana haber verelim; bir şeyi gizlice haber almış değiliz ki onu sana tebliğ edelim. Bizim gördüğümüz gibi sen de gördün; bizim duyduğumuz gibi sen de duydun; bizim sohbet ettiğimiz gibi sen de, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'la sohbet ettin. Ebû-Kuhâfe oğluyla Hattâboğlu, senden daha doğru harekete, senden daha lâyık değillerdir; sen, yakınlık bakımından Rasulullah'a, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna, daha yakınsın; onlar, ona dâmât olmadılar; sense bu şerefi elde ettin.
                          [/quote]

                          İmam Ali a.s Osman hakkında Şıkşıkiyye hutbesinde, şöyle diyor:

                          “Andolsun Allah’a ki filân, onu bir gömlek gibi giyindi; oysa daha iyi bilirdi o, ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim; hilâfet benim çevremde dönerdi; sel benden akardı; hiçbir kuş, uçtuğum yere uçamazdı. Hilâfetle arama bir perde çektim; onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş elimle hamle mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker.[1]
                          Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik vardı; mirâsımın yağmalandığını görüyordum. Birincisi, ona falâna verip gitti[2] (sonra A’şâ’nın şu beytini okudular
                          Bugün deveye binmişim; yolculuk zahmetine düşmüşüm;
                          Câbir’in kardeşi Hayyanla bulunduğum günle bu günüm kıyaslanır mı hiç?
                          [3]
                          Ne de şaşılacak şey ki yaşarken halkın kendisini bırakmasını teklif ederdi; ölümünden sonra yerine öbürünün geçmesini sağladı.[4] Bu iki kişi hilâfeti, devenin iki memesi gibi aralarında paylaştılar. O, hilâfeti, düz ve düzgün olmayan çorak bir yere attı; sözü sertti, insanı yaralardı; onunla buluşup görüşeni incitirdi. Meselelerde şüphesi çoktu; özür getirmesinin sayısı yoktu. Onunla konuşan, arkadaşlık eden, serkeş bir deveye binmişe benzerdi; burnuna geçen yularını çekse burnu yırtılır, yaralanırdı; bıraksa üstündekini helâk olma çukuruna götürür, atardı. Allah’ın bekasına andolsun, halk, onun zamanında ne edeceğini şaşırdı; yoldan çıktı; renkten renge boyandı; oradan oraya yeldi-durdu.[5] Uzun bir zaman, çetin mihnetlere düştüm; sabrettim; derken o da yoluna düzüldü; halîfeliği bir topluluğa bıraktı ki ben de bunların biriyim sanıldı.
                          Allah’ım, sana sığınırım; ne de danışma topluluğuydu bu. Onlardan benim hakkımda, birincisiyle ne vakit bir şüpheye düşen oldu ki bu çeşit kişilere katıldım ben? Fakat inerlerken onlarla indim; uçarlarken onlarla uçtum; inişte, yokuşta onlarla beraber oldum. İçlerinden biri, hasedinden gerçekten saptı; öbürü, damadı olduğundan ona uydu, benden yüz çevirdi; öbürleri de öyle işler ettiler ki anmak bile çirkin.[6]
                          Derken kavmin üçüncüsü kalktı; hem de bir halde ki iki yanı da yelle dolmuştu; işi gücü, yediğini çıkaracak yerle yiyeceği yer arasında gidip gelmekti. Onunla beraber babasının oğulları da işe giriştiler; Allah malını ilk baharda devenin otları, çayırı-çimeni yiyip sömürmesi gibi yediler, sömürdüler. Sonunda onun da ipi çözüldü; hareketi tezce yaralanıp öldürülmesine sebep oldu, karnının dolgunluğu onu bu hale getirdi; işini tamamladı gitti.[7]
                          Derken, halkın benim etrâfıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni üzen bir şey olmadı; her yıldan, birbiri ardınca çevreme üşüştüler; bir derecede ki kalabalıktan Hasan’la Hüseyn, ayaklar altında kalacaktı neredeyse. Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme toplandı-lar; bu hengamede elbisem bile yırtılmıştı.[8]
                          Ama işi elimle aldıktan sonra bir bölük, biatten döndü; ahdini bozdu. Öbür bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, inancından vazgeçti; öbürleri de itâatten çıktı; sanki onlar, her türlü noksan sıfatlardan münezzeh Allah’ın “İşte âhiret yurdu; biz onu, yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz ve sonuç, çekinenleridir” buyurduğunu duymamışlardı (Kasas/83). Evet, andolsun Allah’a, elbette duydular da, ezberlediler de; fakat dünya, gözlerine bezenmiş bir şekilde göründü, onun bezentisi hoş geldi onlara.[9]
                          Ama şunu da bilin ki andolsun tohumu yarana, insanı yaratana, bu topluluk, biat için toplanmasaydı, Allah’ın, zâlimin doyup zulmetmemesi, mazlûmun aç kalmaması hakkında bilginlerden aldığı ahd-ü peyman olmasaydı hilâfet devesinin yularını sırtına atardım; ümmetin sonuncusunu, ilkinin kâsesiyle suvarır giderdim. Siz de anlamışsınızdır ki şu dünyânızın değeri, bir dişi keçinin aksırığından da değersizdir bence.”
                          (Demişlerdir ki: hutbelerinde söz, buraya gelince, Irak ili halkından biri kalktı, Hazrete bir kâğıt sundu. Hazret kâğıdı okumaya daldılar. Okuyup bitince İbn-i Abbas, Ey Müminler Emiri dedi, sözüne, bıraktığın yerden başlasan; Emir’ül-Müminin aleyhisselâm buyurdular ki:
                          “Heyhât ey Abbas oğlu, bu, erkek devenin, esridiği zaman ağzına gelen bir köpüktü; geldi, gene geriye gitti.”[10]
                          _____________
                          Açıklamalar:
                          [1] – Hutbenin baş tarafında geçen “filân”dan maksat birinci halife Ebubekir’dir.
                          [2] – Buradaki falan”da ikinci halife Ömer’dir.
                          [3] – A’şâ, Ebu-Basir Meymûn b. Kays’tır. Cahiliyye şâir-lerinden olan, sesi de gayet güzel bulunan bu zat, İmri’ül-Kays ve Nâbıga gibi ünlü şâirlerden sayılmıştır. Vakt-i Saâdete erişmiş, Hz. Rasûl-i Ekrem’e (s.a.a) methiyeler yazmış; onları, huzurunda okumaya giderken Ebu-Süyfan mâni’ olmuş, avdetinde, Menfuha denen yerde deveden düşüp ölmüştür. Heyyan, boyunun ulusu olan bir zattı; İran şâhıyla dostluğu vardı, A’şâ ile de dosttu; sohbet arkadaşıydı. Bâzı sebeplerle ondan uzaklaşmıştı; o münasebetle söylediği kasîdede bu beyit geçer.
                          Emir’ül-Mümi’nin (a.s), bu beyti inşad ederek Hazreti Rasûl-i Ekrem (s.a.a) zamanındaki haliyle ondan sonraki haline işaret buyurmaktadır.

                          [4] – Ebubekir’in biatten sonra “Bırakın beni, ben sizin en hayırlınız değilim” dediği rivayet edilmiştir. Bu sözü, “Sizin en hayırlınız olmadığım halde beni, başınıza getirdiniz; siz beni veliyy-i emr ettiniz” tarzında söylediği de rivayetler arasında-dır (Muhammed Abduh Şerhi, s.32, 3. not). Hz. Emir’i, Ebubekir’e götürdükleri zaman, Ömer, biat etmedikçe senden el çekmeyiz deyince Ömer’e, “İyi sağ bu sütü, yarısı senin olacak; bugün onun faydası için düzüp koştuğun bir iş yarın sana dönecek” dediği rivayet edilmiştir.
                          [5] – Ömer’in, zâtı içtihatlarına işarettir. Meselâ, 9. sûrenin (Tevbe) 60. âyet-i kerîmesinde zekâtın, yoksullara, hiçbir varlığı olmayanlara, zekât toplayan memurlara, müellefet’ül-kulûb’a (gönülleri Müslümanlığa malla, servetle ısındırılmak istenenlere), kölelere, tutsaklara, borçlulara, yolda kalmışlara, Allah yolunda savaşanlara verilmesi buyrulmuşken, Ebubekir’in zamanında Ömer, artık müellefet’ül-kulûba vermeye lüzum kalmadı demiş, onlara zekât verdirmemişti. 8. sûrenin (Enfâl) 41. âyet-i kerimesinde ganimetin beşte biri Allah yolunda sarfedilecek, Peygamber’e ve yakınlarına, yetimlerine, hiçbir şeyi olmayanlarına ve bu yolda savaşanlarına verilecekken bu payı kaldırmış, Mâlik b. Nüveyre’yi, Müslüman olduğu halde öldürten ve şer’i süresini beklemeden zevcesini alan Halid b. Velid’i, evvelce onun şiddetle aleyhinde bulunduğu halde, kendi zamanında bağışlamış, hac töreninden umreyi, törenden nisâ tavafını kaldırmış, Müslim’in rivâyetine göre kendi zamanında bile yapıla gelen muvakkat nikâhı yasak etmişti.
                          Ezandan, “Hayye alâ hayr’il-amel-haydin en hayırlı işe” sözünü, halk ibâdete koyulur da savaşı boşlar diye okutmamış, bir kerede üç talak vermeyi, kadın boşamaktan halkı çekindirmek için câiz görmüş, sünnet ve nâfile namazlarda cemâat olmadığı halde terâvih namazını cemaatla kıldırmış, su bulunmadığı vakit teyemmümle namaz kılınmamasını emretmiş, miras ve iddet meselelerinde içtihatlarda bulunmuştu. Daha bu çeşit birçok içtihatları olmuş, sabah ezanına “namaz uykudan hayırlıdır” sözünü katmıştı (Ali kuşçı’nın “Şerh-u Tecrid”inde, “imâmet” bahsinîn sonlarında; “En-Nass-u ve’l-İçtihâd”a da bakınız, 1383-1943, s. 199-220). Mâlik’in “El-Muvatta”ı ve Zerkaanî’nin Şerhi, cüz’ 1, s.25.Abdül-Huseyn Ahmed’il-Emini’nin “El-Gadir-u fi’l-Kitâbı ve’s-Sünneti ve’l-Edeb”inin 7. cüz’üne de bakınız; 2. basım, Tehran-1372, s.63-64).
                          [6] – Ömer yaralanınca vefat edeceğini anlayıp yanında-kilere Ebu-Ubeyde sağ olsaydı onu halife yapardım; Huzeyfe’nin kölesi Sâlim sağ olsaydı bu işi ona verirdim demiş, sonra yedi kişinin adını söylemiş, bunlardan Sâid b. Zeyd’i kendi soyundan olması dolayısıyla öbürlerine katmamış, Sa’d b. Ebi-Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr, Osman ve Ali’den meydana gelen bir şûrâ kurulma-sını, şûrâya Abdurrahman’ın riyâset etmesini söylemişti. Ancak bunlardan Sa’d'i serttir, Abdurrahman b. Avf’ı, bu ümmetin Karûn’udur diye yerdi. Talha’nın kibirli, Zübeyr’in nekes olduğunu, Osman’ın boyunu sevdiğini, Ali’nin de halifeliğe haris bulunduğunu söyledi. Sonra Suheyb’e, üç gün halka namaz kıldırmasını emretti. Ebu-Talha’yı, elli kişiyle, şûrâ erkânının topladığı evi kuşatmaya memur edip bunların beşi birleşir, birisi ayrılırsa onun öldürülmesini, üçü birini üçü de başka birini tutarsa Abdurrahman’ın bulunduğu tarafın kabûl edilmesini söyledi. Abdurrahman kendisini ve Sa’d'i bu işten ayırdı. Sa’d ise ona; Osman sana biat ederse üçüncü biat eden ben olurum; fakat Osman’ı tayin edersen Ali tarafını tutarım dedi. Nihayet Abdurrahman, Ali’ye, Ebubekir ve Ömer’in yolunu tutup tutmayacağını sordu. Ali, ben Allah’ın kitabı, Peygamber’in sünneti üzere ve kendi içtihadımla hareket ederim cevabını verdi. Aynı suali üç kere Osman’a sordu; Osman her üçüne de müspet cevap verince ona biat etti.
                          Bir de şu var: Şûrâda riyaset eden Abdurrahman’ın zevcesi ana tarafından Osman’ın kız kardeşiydi. Sa’d b. Ebi-Vakkas, Abdurrahman’ın amca oğullarındandı, ikisi de Zühre oğulları boyundandı; ayrıca Hazreti Emir’le de arası açıktı. Sa’d'in anası, Süfyan b. Ümeyye b. Abdüşşem’in kızıydı; Ali, bu boydan bir çoğunu savaşlarda öldürmüştü. Talha Teyim boyundandı; bu boyun Hâşim oğullarıyla arası açıktı. Nitekim sonradan, Osman’ın kanını almak bahanesiyle isyanı da, gizlediği fikri açığa vurdu. Zübeyr, Ebubekir’in hilâfetinden beri Ali’ye taraftar görünmekteydi, fakat halifeliğe özendiği sonraki isyanıyla meydana çıktı.
                          Şûrâdan sonra Mikdâd b. Esved’in, Abdurrahman’a, “andolsun Allah’a ki Ali’yi terk ettin ama o, hak üzere hüküm veren ve gerçek olarak adalete riayet edenlerdendi” demiş, “Kureyş’e bakıyorum, en doğru söyleyen, en gerçek olarak hükmeden kişiyi bırakıyor” sözlerini de sözüne eklemişti. Abdurrahman, korkuyorum fitneye kapılmandan, Allah’tan çekin sözüyle Mikdâd’a cevap vermişti. Sonra Osman’ın zamanındaki ayaklanma sırasında Abdurrahman’a, bu, ellerinle hazırladığın şey demiş, o da, ben böyle sanmıyordum, fakat Allah’a and olsun, onunla konuşmayacağım artık demiş, sözünü de tutmuş, ölüm hastalığında kendisini dolaşmaya gelen Osman’dan yüzünü duvara çevirmiş, ona bir söz bile söylememişti (Muhammed Abduh Şerhi, s.34-35, 1. not).
                          [7] – Osman, Abdüşşems oğlu Ümeyye oğlu Ebi’l-Âs’ın oğlu Affan’ın oğludur. Yetmiş beş, yetmiş altı, diğer rivayette seksen, yahut seksen sekiz yıl yaşamış, hicretin yirmi dördüncü yılında halifelik makamına gelmiş, on iki yıldan on iki, yahut sekiz gün eksik bir müddet hilafet makamında kalmış, hicretin otuz beşinci yılı zilhiccesinin on sekizinci günü öldürülmüştü. Hazreti Rasûl’ün (s.a.a), Rukayye, sonra da Ümmü Külsûm adlı iki kızını aldığından Zü’n-Nûreyn, yâni iki nur sâhibi diye anılmıştır. Kavmin üçüncüsünden maksatları Osman’dır.
                          Osman, ana tarafından kardeşi Velîd b. Ukbe’yi Kûfe’ye tayin etmiş, beytülmâli, sıla-i rahimde bulunuyorum diye Ümeyye oğullarına pay etmiş, Hazreti Rasûl’ün (s.a.a) Medîne’den sürdüğü Hakem’i ve oğlu Mervan’ı Medine’ye getirtmiş, kızını Mervan’a vermiş beytülmâlden ona yüz bin dirhem verdiğinden başka Fedek’i de demlik etmiş, Hakem’e yüz bin, Abdullah b. Hâlid b. Üseyyid’e dört yüz bin dirhem ihsanda bulunmuş, diğer kızını Hâris b. Hakem’e verip ona da beytülmâlden yüz bin dirhem bağışlamıştır. Ebu-Süfyân’a iki yüz bin dirhem vermiş, Medine yaylaklarını Ümeyye oğullarının hayvanlarına tahsîs edip Trablus’tan Tanca’ya dek bütün Afrika gelirini Abdullah b. Sa’d b. Ebi-Serh’a bağışlamıştır.
                          Bütün bunlar, Velid b. Ukbe’nin, Kûfe’de beytülmâli istediği gibi harcaması, şarap içtiği sabit olduğu halde kendisine had vurulmaması, Abdullah b. Mes’ud’un, Ammâr’ın dövülmesi, bunlarla beraber Ebû-Zer’in ve diğer birçok sahâbinin sürülmesi, ehliyle buluşana, kendisinden inzâl olmadıkça gusûl icâb etmediği hakkındaki fetvâsı, 46. sûrenin (Ahkaaf) 15. âyetinde haml müddetiyle çocuğun sütten kesilmesinin otuz ay, 2. sûrenin (Bakara) 233. âyetinde süt verme müddetinin tamamının iki yıl olduğu bildirilmesine göre haml müddetinin en azının altı ay olduğu anlaşıldığı halde evlendikten altı ay sonra çocuk doğuran bir kadını recmettirmesi, bayram namazını dört rek’at kıldırması, seferde namazları kasretmemesi, umreyi men etmesi, bayram hutbelerinin namazdan önce okunması gibi şeyler de ashabın, Osman aleyhine dönmesine sebep oldu. Başta Âişe, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr olmak üzere bir çok kimseler, şiddetle aleyhinde bulunmaya başladılar. Sonunda isyan başladı ve Osman öldürüldü (Osman’ın icrââtı ve içtihatları için Şeyh Zebihullâh’ı Mahallâti’nin, ana kaynaklara dayanarak meydana getirdiği “Keşf’ül-bunyân der zindegânî-î Cenâb-ı Osmân b. Affân” adlı kitabına bakınız, Tehran 1382, 430 sahife).
                          [8] – Osman’ın öldürülmesinden sonra kendilerine biat etmek hususunda halkın tehaccümünü anlatıyorlar. (9) Biatten dönenler anlamında “Nâkisin” denmiştir. Bu sözde, 48. sûrenin (Feth), “Şüphe yok ki seninle biatleşenler, ancak Allah’la biatleşmişlerdir; Allah’ın (kudret) eli, onların ellerinin üstündedir; artık kim dönerse zararı kendi nefsinedir ve kim Allah’la ahitleştiği şeyde durursa ona, yakında büyük bir ecir vardır” meâlindeki 10. âyetine işaret vardır. “Ok yaydan fırlar gibi fırlayanlar” “Mârıkun” diye anılırlar; bunlara ait 4. bölüm olan “İçtimâî-İktisadi hutbeleri”nde, 26. hutbenin şerhindeki 11. notta gereken izâhât verilmiştir. “İtâatten çıkanlar”, “Kaasitûn” diye anılmıştır. Kur’ân-ı Mecid’-in 72. sûresinin (Cinn), “Ve gerçekten de bizden, Müslüman olanlar da var, doğruluk yoluna itâatten sapıp zulmedenler de; artık kimler Müslüman olurlarsa onlardır doğruluk yolunu arayıp bulanlar. Fakat gerçekten sapıp zulmedenlere gelince,onlar da cehenneme odun olurlar” meâlindeki 14-15. âyet-i kerimelerinde “İtâatten çıkanlar, sapıp zulmedenler”, “Kaasitûn” diye anılmışlardır. “Müstedrek’üs-Sahihayn”de, Ömer’in zamanında, Ebû-Eyyüb’ül Ansâri’nin (r.a), Rasûlullah (s.a.a) Ali b. Ebû-Tâlib’e Nâkisin Kaasitûn ve Mârikin ile savaşmasını buyurdu” dediği rivâyet edilmiştir. Buna dair “Müstedrek”te, “Tarihu Bağdad”-da, “Üsd’ül Gaabe”de, Suyûti’nin “Dürr’ül-Mensûr’unda, Kenz’ül-Ummâl’de Mecma’uz-Zevâid’de, bundan başka daha on sekiz hadis vardır. “Kaasıtûn” Muâviye ve ona uyanlardır (Fedâil’ül-Hamse, 2, s.358-363).
                          Bu bahse son verirken şunu da söylememiz gerekir:
                          Emir’ül-Müminin Ali (a.s), hilâfeti kendi hakkı olarak görü-yordu; fakat bu görüş Hz. Peygamber’in (s.a.a), tebliğine dayanıyordu; Peygamber’in tebliğiyse vahye istinâd etmekteydi; çünkü o, kendi dileğine göre söz söylemezdi (53, Necm, 3-4)
                          . Rasûlullah (s.a.a) Ali’ye (a.s) kendilerine, Mûsâ’ya Hârun ne menziledeyse o menzilede olduğunu bildirmişler, ancak kendilerinden sonra peygamber gelme-yeceğini beyan buyurmuşlardı; onu kendilerine kardeş edinmişlerdi; zürriyetinin ondan geleceğini bildirmişlerdi; daha ilk tebliğlerinde onu kendilerinin veziri olarak tanıtmışlardı, halifemdir demişlerdi; kendileriyle aynı yaratılışta olduklarını, kendilerinden sonra her inananın velisi bulunduklarını söylemişlerdi; ona sövenin, kendilerine sövmüş olacağını bildirerek ileride olacakları anlatmışlardı; bütün bunlara ilâveten, Veda haccından avdet ederlerken, 5. sûre-i celilenin (Mâide) 67. âyet-i kerimesine ittibaen Cuhfe denen yerdeki Gadiru Humm’da ashabı toplayıp 33. sûrenin (Ahzâ 6. âyet-i kerîmesini hatırlatarak, Müminler üzerindeki mutlak vilâyetini tasdik ettirdikten sonra Ali’yi Müminlere veliyy-i emr tayin buyurmuşlardı ve ashab, onu kutlamış, ona biat etmişti (Bütün medrekleriyle bu hadisler için “Fedâil’ül-Hamse’ye 1, s.299-406, merhum Âyetullah Abdül-Huseyn Şerefüddin’in “El Murâcaât”ına, Necef 1383, s.202-222, Âyetullah Ahmed Emini’nin “El-Gadir” adlı muhalled kitabına ve “Hz. Muhammed ve İslâm” adlı eserimize bk. (Milliyet kültür kulübü yayınları, İst. 1969 s.168-174).

                          Bu hutbenin Şerif Radi tarafından uydurulduğunu söyle-yenlerde olmuştur. Ancak, Seyyid Radi, hicri 359 da (969-970) doğmuş, 406 Muharreminde (1015) Bağdad’da ebediyete intikal etmiştir. Halbuki ondan 176 yıl önce vefât eden Hafız Yahyâ b. Abdülhamid-i Himmânî, 246 da (860) vefat eden Ebu Câ’fer Ahmed b. Mehmed’ül-Barkî, 303′te vefât eden (915) Ebu-Aliyy’ül-Cubbâî, 312 de vefât eden (924) Ebü’l-Hasan Ali b. Furât, 317 de vefât eden (929) Ebü’l-Kaasım’ül-Belhî, 332 de vefât eden (943) Ebû-Ahmed Abdül’aziz’ül-Celûdiyy’il-Bışrî, 360 da vefât eden (970) Hâfız Süeyman b. Almed’üt-Taberânî, 381 de vefât eden (991) Ebû-Ca’fer İbn-i Bâbıveyh’il Kummî, 382 de vefât eden (992) Ebû-Ahmed Hasan b. Abdullâ’il-Askerî, 412 de vefât eden (1021) Ebû-Abdullah Mufid, 415′te vefat eden (1024) Kaadi Abdülcebbâr’ül-Mu’tezili, çeşitli yollarla kitaplarında bu hutbeyi anmışlar, yazmışlar, kendisinden sonra da “Lisân’ül-Arab” sahibi Ebü’l-Fadl Cemalüddin (711 H. 1311) ve Kaamûs sâhibi Firûzâbadi’ye kadar (816-817 H. 1413-1414) on beş bilgin bu hutbeden bahsetmiştir (El-Gadîr, 7, ikinci basım, s.82-85). Kaldı ki söz, üslûptan anlaşılır ve hutbenin uslûbu tamamıyla Emir’ül-Müminin’in (a.s) üslûbudur.
                          [9] – 3, 14.
                          [10] – İbn-i Abbas, valahi demiştir, bu sözün yarım kalmasına eseflendiğim gibi hiçbir söze eseflenmedim; Emir’ül-Müminin (a.s) ne olurdu, dilediği gibi söyleseydi.


                          Yorum


                            #73
                            Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

                            Ben Nechul Belaga'yı dipnotlarıyla ara vermeden okumuştum zaten selmancan. Bu hutbeleri de biliyorum dolayısıyla. Burda ilk 3 halifeye kafir diyen bir ibare yok. Zalim ve fasık hareketlerine değinilmiş. Ayrıca siz bu kitabı okurken hangi hutbelerin sahih, hangi hutbelerin batıl olduğunu neye göre karar veriyorsunuz. Beni Nehcul Belaga'yı Hz. Ali'nin yazdırdığına inandıran şey yazının mükemmel derecedeki güzelliği ve tamamında aynı üslubla yazılan söylenen bir kitap oluşuydu. Yani bu kitapta hiç okumamış halimle sizin aktardığınız hutbeleri okuduktan sonra, kaynağını bilmeden kendi aktardığım hutbeleri okusaydım. Bunu kim yazmış diyene==> "Hz. Ali" diye rahatlıkla cevap verirdim. Dediğim gibi aktardığınız hutbelerde ilk 3 halifeye kafir diyen bir ibare yok.

                            Yorum


                              #74
                              Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

                              3. HAlife Osman B. Affanı Emevi hakkında İmam Ali'nin şıkşıkiyye hutbesindeki paragraf şu idi:

                              "Derken kavmin üçüncüsü kalktı; hem de bir halde ki iki yanı da yelle dolmuştu; işi gücü, yediğini çıkaracak yerle yiyeceği yer arasında gidip gelmekti. Onunla beraber babasının oğulları da işe giriştiler; Allah malını ilk baharda devenin otları, çayırı-çimeni yiyip sömürmesi gibi yediler, sömürdüler. Sonunda onun da ipi çözüldü; hareketi tezce yaralanıp öldürülmesine sebep oldu, karnının dolgunluğu onu bu hale getirdi; işini tamamladı gitti."

                              http://www.ehli-beyt.org/ehlibeyt/hz...n-hutbesi.html


                              şimdi böyle diyen birisi Osman için Faramirofgondor ya da _Ehlibeyt_'in dediklerini diyebilir mi? bu iki metin tamamen birbirine zıt. Dolayısıyla bunlardan biri tamamen ya da kısmen uydurma.

                              bir kere İmam Ali a.s, Resul s.a.a'in tek damadı olduğunu kesin bir dille ifade ediyor. Bu şii kaynaklarında olduğu gibi sünni kaynaklarda da böyle. Örneğin sünni kütübü sitte müelliflerinden olan İbn Mace, Ehlibeyte özel hadisleri derlediği El Hasais adlı kitabında İmam Ali a.s'ın Nur sahibi benim kim bunu benden başkasında iddia ederse yalancıdır şeklinde dediğini nakleder.

                              Osman Peygamberin s.a.a damadı değildi. Rukiye ve Ümmü Gülsüm Osman'ın eşleriydi ancak bunlar Peygamber s.a.a'in kızları değildi. Bu kızların hikayesi şöyledir:


                              Hz. Hatice validemiz'in kız kardeşi Hale, Beni temim kabilesinden biriyle evlendi, kocası vefat edince, adiy kabilesinden başka bir erkekle evlendi. Bu kocasının bir karısı daha vardı. Hale'nin kuma olduğu diğer kadınla kocasından Ümmü Gülsüm ve Rukiye adında iki kızı vardı. Ancak bu kızların anne babası yani Hale'nin kocası ikisi birden vefat ettiler. İki kız üvey anneleri Haleye kaldı. Hale fakir olduğu için, kız kardeşi Hatice annemize geri geldi. bir müddet sonra Hale de vefat edince bu kızlar Annemiz Hatice'ye kaldılar. Hz. Hatice Peygamberimizle evlenince kızlar Peygamber s.a.a evine gelmiş oldular. Cahiliye araplarında, evlatlıklar öz kızlar gibi sayıldığı için bir süre sonra bu kızlara Peygamberin kızı diye çağırılmaya başlandı. Hatta Hz. Hatice'nin Peygamber'le dul olarak evlendiği ve bu kızların annesi olduğu bilgisi de bu cahiliye geleneği ile ortalığa yayılmış oldu. Oysa ne bu kızlar Hz. Hatice'nin kızıydı ne de Annemiz dul olarak Peygambere geldi. BKZ: Nehcül Belağa 164. Hutbeye ait 4 Nolu dipnot. Asr yayıncılık sayfa: 218-219

                              Evlatlık olarak da olsa Peygamber s.a.a bu kızları Peygamber s.a.a neden Osman'la evlendirdi, madem bakımları Peygamber s.a.a 'e aitti o halde bu kızları Osmanı Emeviye vermekle Osman'ı değerli addetmiş olmuyor mu sorusuna gelince: Bu kızların evliliklerinde Peygamberin rızasının alınıp alınmadığı, kızların Peygamberi dinleyip dinlemediği, hatta evlendikleri zamanlarda Ona İman edip etmedikleri öncelikle sahih olarak ortaya konmak zorundadır ki o zaman şüphe oluşsun. biz biliyoruz ki öz çocuğu olmasına rağmen Peygamberin inancını taşımayan kimseler vardı. Nitekim sünni kaynaklara göre Peygamberin kızı Zeynep müşrik biriyle evliydi. BKZ:

                              http://www.sorularlaislamiyet.com/qn...mus-mudur.html

                              Bunu nakleden sünniler müşriğe de mi fazilet sahibi nur sahibi diyecekler?





                              Yorum


                                #75
                                Ynt: Şiilere hakaret eden Zulüm Sitesi

                                [quote author=faramirofgondor link=topic=25030.msg170241#msg170241 date=1376426357]
                                Ben Nechul Belaga'yı dipnotlarıyla ara vermeden okumuştum zaten selmancan. Bu hutbeleri de biliyorum dolayısıyla. Burda ilk 3 halifeye kafir diyen bir ibare yok. Zalim ve fasık hareketlerine değinilmiş. Ayrıca siz bu kitabı okurken hangi hutbelerin sahih, hangi hutbelerin batıl olduğunu neye göre karar veriyorsunuz. Beni Nehcul Belaga'yı Hz. Ali'nin yazdırdığına inandıran şey yazının mükemmel derecedeki güzelliği ve tamamında aynı üslubla yazılan söylenen bir kitap oluşuydu. Yani bu kitapta hiç okumamış halimle sizin aktardığınız hutbeleri okuduktan sonra, kaynağını bilmeden kendi aktardığım hutbeleri okusaydım. Bunu kim yazmış diyene==> "Hz. Ali" diye rahatlıkla cevap verirdim. Dediğim gibi aktardığınız hutbelerde ilk 3 halifeye kafir diyen bir ibare yok.
                                [/quote]

                                ben "kafir dedi" mi diyorum?

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X