Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

    İnsanın Köleleştirilmesi ve Sebepleri

    Yaklaşık yetmiş yıl öncesine kadar köleleştirme, köle edinme geleneği insan toplumlarında geçerli idi. Belki de günümüzde de
    bazı uzak ve ilkel Afrika ve Asya kabileleri arasında geçerlidir. Köle ve cariye edinmek, başlangıcı belli olmayan bir tarihten beri eski
    kavimler arasında yaygındı. Bu geleneğin milletler arasında geçerli, kendine özgü bir düzeni ve genel kuralları vardır. Ayrıca sadece
    belirli milletlerde geçerli olan özel kuralları da olmuştur. Bu geleneğin anlamının özü şudur: Bazı şartların varlığı hâlinde
    insanın kendisi, hayvan, bitki ve cansız madde kökenli eşyalar gibi bir eşya olarak kabul edilmektedir. İnsan mülk olunca iradesi

    ortadan kalkıyor, davranışları ve davranışlarının sonuçları başkasının yetkisinde olup onların üzerinde istendiği gibi tasarruf edilebiliyordu. İnsanlar arasında geçerli olan köleleştirme geleneği bu idi. Yalnız bu gelenek başı boş veya hiçbir şartı olmayan mutlak bir iradeye dayalı değildi. İnsanlar hoşuna giden herkesi mülkiyetine alamıyor, satın alma veya hibe gibi yöntemlerle her istedikleri, her diledikleri insanı köleleştiremiyorlardı. İşin temeli başı boşluk ve keyfîlik değildi. Gerçi kavimler arasındaki görüş ve gelenek farklılığına bağlı olarak uygulanan kanunlarda birçok başı boşluklar vardı. Köleleştirme geleneği aslında, galip gelip üstünlük kurma türlerinden birine dayanıyordu. Savaşta galip gelmek gibi. Bu galibiyet, ga-lip gelen tarafın yenilen düşmanına istediğini yapması sonucunu doğuruyordu. Öldürmek, esir almak veya başka bir işlem gibi. Başka bir üstünlük yolu reisliğin, şefliğin sağladığı üstünlüktü. Zorba bir şef, zalim bir hükümdar egemenlik alanında dilediğini yapabiliyordu. Diğer bir üstünlük yolu da dünyaya getirme ayrıcalığı idi. Yeni doğan güçsüz çocuk babasının veya velisinin güçlü avucuna düşmüş bir eşya gibi idi. Ona aklına geleni yapabilirdi. Satmak, hibe etmek, değiştirmek, kiralamak gibi. Daha önceki incelemelerimizde sık sık vurgulandığı gibi, insan toplumunda mülk edinmenin temel dayanağı, insanın mümkün olan her şeyden, mümkün olan her şekilde yararlanma içgüdüsüdür. Sömürücülük insanın doğasında saklıdır. İnsan, hayatını devam ettirme yolunda gücünün yettiği, sömürebildiği, faydalanabildiği her şeyi kullanır ve sömürür. Bu iş hammaddeden başlar. Ardından değişik maddî (cansız) temel elementler ve bileşiklerden hayvana, hayvandan hemcinsi olan insana kadar her şey bu kullanma ve yararlanma iç güdüsünün hedefidir.

    Yalnız insanın dayanışmaya ve birlikte yaşamaya muhtaç olması onu, diğer hemcinslerinin çalışmaları ile meydana gelen
    faydayı paylaşmayı kabul etmeye zorlamıştır. Bu yüzden toplumdaki her ferdin ayrı bir işi, bir mesleği oluyor, sonra toplu olarak bu
    çalışmaların hepsinden ortaklaşa yararlanıyorlar. Başka bir deyişle, çalışmaların sonuçları fertler arasında bölüştürülüyor ve her
    fert toplumsal ağırlığı oranında bu çalışmaların sonuçlarından yararlanıyor. İşte bundan dolayı şunu görüyoruz: Toplumun üyesi olan fertler güçlenip egemen oldukları oranda doğal uygarlığı ortadan kaldırıyorlar ve üstünlük kurma yolu ile insanları sömürmeye, onları boyundurukları altına almaya, şahısları, malları ve ırzları üzerinde canlarının istediği gibi hâkimiyet kurmaya başlıyorlar.Bundan dolayı toplumların insanı köleleştirme hususundaki geleneklerini objektif ve özgür bir şekilde değerlendirdiğimizde şu sonuca varırız: İnsanlar toplumlarının içinde yer aldıkça, toplumlarının bir parçası olduğu sürece insanı mülk edinmeyi caiz görmüyorlar. İnsanın mülk edinilmesi için ya toplum dışında olmasına hükmedilmesi gerekir. Savaşan düşman gibi ki, böyle bir insanın toplumu yok etmekten, fertlerin varlıklarını ortadan kaldırmaktan başka bir amacı olmaz.


    O hâlde böyle bir insan, düşmanı olan toplumun dışındadır. Bu yüzden toplumun onu yok etmesi, onu dilediği gibi mülkiyetine alması mubahtır. Çünkü hiçbir dokunulmazlığı yoktur, saygınlığı ortadan kalkmıştır. Küçük çocukları ve kendisine bağlı olanlar karşısında baba da böyledir. O eli altındakileri, toplumun kendisine bağlı fertleri olarak görür. Bu fertleri kendisi ile denk, benzer ve eş ağırlıklı saymaz. O hâlde onlar üzerinde dilediği gibi tasarrufta kendisini yetkili kabul eder. Öldürmeyi, satmayı ve başka uygulamaları bile bu yetkinin kapsamında görür. Ya da köle edinen kimsenin (malik insanın) imtiyazlı bir kimse olması gerekir. Bu ayrıcalık kendini toplumun üstünde görmesine yol açar. Toplumun diğer fertlerini kendisine eş ağırlıkta veya toplumsal menfaatlerden eşit pay alma hakkına sahip kişiler olma hakkına sahip kişiler olarak görmez. Tersine kendini sözü geçerli egemen olmaya, avantajlı tercihlerden yararlanmaya, mülk edinme ve köleleştirme de dahil olmak üzere toplumun diğer fertleri üzerinde tasarrufta bulunmaya yetkili kabul eder. Anlattıklarımızdan şu sonuç çıkıyor: İnsanoğlunun köleleştirme geleneğini dayandırdığı temel esas, insanın kendisinin kendisi için varolduğuna inandığı ayrıcalık ve mutlak mülk edinme yetkisidir. İnsanoğlu bu yetkisinden sadece kendisi ile eşit sosyal ağırlıkta olan, dayanışma ve işbirliği zırhına bürünebilen fertleri müstesna sayar. Diğer fertleri mülkiyetine alıp köleleştirmesi önünde hiçbir engel görmez.

    Bu anlayışa göre, köleleştirilmesi mubah görülen insanlar başlıca
    şu üç zümreden oluşur:

    1- Savaş hâlindeki düşmanlar.
    2- Babalara nispetle güçsüz konumda olan evlâtlar ve velilerine nispetle kadınlar.
    3- Üstün konumdakiga-liplere nispetle boyunduruk altına düşmüş mağluplar.


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    #2
    Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

    Tarih Boyunca Köleleştirme Süreci



    İnsan toplumunda kölelik geleneğinin ne zaman yaygınlaşmaya başladığı bilinmemekle birlikte ilk kölelerin savaşlardaki galipler

    tarafından alınmış olması çok muhtemeldir. Sonra bunlara köleleştirilen kadınlar ve çocuklar eklendi. Bundan dolayı diğer milletlere oranla güçlü savaşçı milletlerin tarihlerinde esirlerin köleleştirilmesi ile ilgili masallara, hikâyelere, kanunlara ve hükümlere daha çok rastlarız.

    Köleleştirme geleneği Hind, Yunan, Roma ve İran gibi eski uygar milletlerde yaygındı. Tevrat'tan ve İncil'den edindiğimiz bilgilere

    göre, eski dinlerin ümmetlerinde de bu gelenek vardı. İslâm gelince, uygulama alanını daraltarak ve hükümlerini düzelterek aslını yürürlükte tuttu. Bundan yaklaşık yetmiş yıl önce ise Bruksel kongresinde köleliğin kaldırılmasına karar verildi.

    Ferdinand Tautal, Doğunun ve Batının Ünlü Simaları adını taşıyan ansiklopedisinde bu konuda şöyle diyor: "Kölelik eski milletlerde yaygındı. Köleler savaş esirlerinden ve savaşta yenilen milletlerden alınırdı. Yahudilerde, Eski Yunanlarda, Romalılarda, Cahiliye ve İslâm dönemi Araplarında köleliğin belirli bir yasal düzeni vardı."

    "Kölelik düzeni tedricî bir şekilde Hindistan'da (1843), Fransız Sömürgelerinde (1848), iç savaş bölümü sonrasında Amerika'da
    (1865) ve Brezilya'da (1888) ortadan kaldırıldıktan sonra 1890 yılındaki Brüksel kongresinde kesin olarak lağv edildi. Fakat bazı
    Afrika ve As-ya kabileleri arasında fiilen varlığını sürdürmektedir."


    "Köleliğin kaldırılışının dayanağı bütün insanların haklarda ve yükümlülüklerde eşit oldukları ilkesidir." (Alıntı burada son buldu.)


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #3
      Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

      Kölelik Hakkında İslâm'ın Görüşü



      Daha önce söylediğimiz gibi İslâm başlıca köleleştirme sebeplerini üç olarak belirledi. Savaş, üstünlük kurma, babalık ve benzeri
      velilik. İslâm bu üç sebebin ikisi olan üstünlük kurma ile veliliği kökünden yasakladı. Padişah-halk, yöneten-yönetilen, komutan-er, efendi-hizmetçi ayırımı yapmadan bütün insanların saygınlığını yasal teminata bağladı. Şöyle ki: Hayatî ayrıcalıkları ve farklılıkları ortadan kaldırdı. Herkese can, ırz ve mal saygınlığı hususunda eşitlik sağladı. İnsanların bilinçlerine ve iradelerine özen gösterdi. Yani saygın haklar çerçevesinde herkese eksiksiz bir tercih serbestisi tanıdı. Ayrıca yaptıklarına ve kazandıklarına da özen gösterdi. Yani [çalışma ve kazanma özgürlüğü getirerek] insanları malları edinme ve mallarından elde edilen menfaatleri üzerinde yetkili kıldı.

      Buna göre, İslâm'da devlet başkanlarının halkı yönetmenin, hadleri ve hükümleri uygulamanın ve topluma yönelik kamu yararını
      gözetmenin dışında bir yetkisi yoktur. Ferdî hayatı için canının istediği ve sevdiği hususlarda ise diğer fertler gibidir, herhangi bir
      ayrıcalığı yoktur; şahsî arzularının ne çoğu ve ne azı ile ilgili emirleri uygulanmaz. Böylece üstünlük kurma ile köleleştirme geleneği, konusu ortadan kaldırılmak suretiyle ortadan kalkmış oluyor.

      İslâm, babalarının çocukları üzerindeki velilik yetkisine de dengeli bir düzen getirdi. Çocuklara korunma ve bakılma hakkı tanıdı. Velilere çocukları yetiştirme, eğitme, mallarında tasarruf etmekten uzak tutuldukları küçüklük yaşlarında mallarını koruma
      görevi verdi. Çocuklar bulûğ ve rüşt çağına erince de bütün sosyal haklarda ana-babaları ile eşit olurlar. Hayatlarında özgürler, kendileri için istedikleri tercihi yapabilirler.


      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

      Yorum


        #4
        Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

        Evet; İslâm, evlâtların ana-babalarına iyilik etmelerini, büyütülmeleri için verilen emeklere saygı ile karşılık vermelerini ısrarla
        tavsiye etmiştir. Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "Biz insana, anababasını tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflık döneminde (karnında) taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olmuştur. '(Öyleyse Bana ve ana-babana şükret, dönüş banadır.' Eğer onlar seni, hakkında bir bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin ve bana yönelen kimsenin yoluna uy. Sonra dönüşünüz banadır; (o zaman ben) size yaptıklarınızı haber vereceğim." (Lokmân, 14-15)

        "Rabbin, yalnız kendisine tapmanızı ve ana-babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden biri veya her ikisi, senin yanında
        ihtiyarlık çağına ulaşırlarsa, sakın onlara 'öf' deme. Onları azarlama, onlara güzel ve saygılı sözler söyle. Onlara karşı besleyeceğin acımadan dolayı küçülme kanadını indir (alçak gönüllü ol) ve 'Rabbim! Bunlar beni küçükken nasıl (acıyıp) yetiştirdilerse, sen de bunlara (öyle) acı!' de." (İsrâ, 24)

        İslâm şeriatinde, anababaya asi olmak mahvedici büyük günahlardan biri sayılmıştır. Kadınlara gelince; İslâm onlara toplumda öylesine yüksek bir konum verdi, kendilerine öylesine itibarlı sosyal ağırlık tanıdı ki, aklıselim gereği onun bir adım bile önüne geçilmesi caiz değildir. Böylece kadınlar insan toplumunun iki (onurlu) kesiminden biri oldu. Oysa daha önce dünyada bu konumdan yoksundular. Evlenme ve mal edinme dizginleri ellerine verildi. Oysa daha önce bu yetkilerden ya yoksundular veya o yetkileri tek başlarına kullanamıyorlardı.



        Bazı konularda erkeklere ortak olurlarken, bazı konular onlara ve bazı konular da erkeklere mahsus sayıldı. Bütün bu konularda
        kadınların fonksiyonları ve yapısal nitelikleri gözetildi. Sonra bazı alanlarda yükümlülük erkeklerin omuzlarına yüklenerek onlara
        kolaylık tanındı. Geçim temini, savaş alanlarında görev almak ve benzeri gibi.



        Daha önce ikinci ciltte Bakara suresinin sonlarında ve dördüncü ciltte Nisâ suresinin başlarında bu konuda ayrıntılı açıklamalar
        yaptık. Bu açıklamalarda, İslâm'da kadınlara erkeklerden daha fazla yumuşaklıklar tanındığı ve bu yumuşaklıkların bir benzerine eski yeni hiçbir sosyal sistemde rastlanmadığı ortaya konmuştu.

        Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Erkeklere de kendi kazandıklarından bir pay var, kadınlara da kendi kazandıklarından
        bir pay vardır." (Nisâ, 32)

        "Kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur." (Bakara, 234)

        "Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır." (Bakara, 228)

        "Ben, erkek olsun, kadın olsun, içinizden çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmam." (Âl-i İmrân, 195)

        Sonra bu ilkeler bir tek açıklamada şöyle dile getirilmiştir:
        "Herkesin kazandığı (iyilik) kendine ve işlediği (kötülük) de kendinedir." (Bakara, 286)
        "Herkesin kazanacağı kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez." (En'âm, 164)

        Bu anlamda Kur'ân'da daha başka ayetler de vardır. Bu ayetler mutlak ifadelidir. Her ferdi, toplumun eksiksiz bir birimi olarak
        ele alırlar ve o ferde davranışlarının sonuçları bakımından kendisini diğer fertlerden ayıran tam bir bağımsızlık tanırlar. Bu davranışların sonuçları ister hayır, ister şer, ister fayda, ister zarar olsun.

        Bu konuda küçük-büyük, erkek-kadın ayırımı yapılmaz ve bunların hiçbiri bu hükmün dışında tutulmaz.


        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #5
          Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

          Arkasından İslâm bütün fertleri onur ve üstünlük bakımından eşit ilân ederek takva ve iyi amelle kazanılan dinî üstünlük dışındaki her türlü üstünlüğü ve onuru ortadan kaldırdı. Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah'ın, Peygamberin ve müminlerindir." (Munafikun 8)

          "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yolunda en üstün olanınız en çok korunanınızdır." (Hucurât, 13)

          İslâm köleleştirme sebeplerinin üçüncüsü olan savaş sebebini yürürlükte bıraktı. Bu da Allah'a, Peygambere ve müminlere savaş
          açan kâfirlerin esir alınmasıdır. Müminlerin aralarında çıkan savaşlarda esir almak ve köleleştirmek yoktur. Böyle durumlarda
          saldırgan tarafla Allah'ın emrine teslim olmayı kabul edinceye savaşılması emredilmiştir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
          "Eğer müminlerden iki grup birbiriyle vuruşurlarsa, aralarını düzeltin. Şayet biri diğerine saldırırsa, Allah'ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse (Allah'ın emrine teslim olursa), artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz, Allah adaletli davrananları sever. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin." (Hucurât, 10)

          Şöyle ki, insanlığı yok etmekten, maddî ve manevî her şeyi yakıp yıkmaktan başka amacı olmayan bir saldırgan düşman düşünelim. Böyle bir düşmanın, hayatın nimetlerinden ve toplumsal hukukun avantajlarından yararlanmaya hakkı olan toplumun bir parçası sayılmaması gerektiği, onun öldürülerek veya başka yollarla ortadan kaldırılması gerektiği hususunda insan fıtratının en ufak bir şüphesi olamaz. İnsanoğlunun yeryüzüne yerleştiği günden bugüne kadar bu kural geçerli olmuştur ve gelecekte de geçerli olmaya devam edecektir.



          İslâm dini, bir toplum olarak toplumunun temelini tevhit esasına ve İslâm hükümetine dayandırdığı için tevhit inancını ve dinî
          hükümeti reddeden fertleri dışlıyor, onları toplumun parçası saymıyor. Onları ancak zimmî veya antlaşmalı olarak toplumunda
          barındırmayı kabul ediyor. Buna göre dinin, hükümetinin ve antlaşmalarının dışında kalan kimseler, İslâm nazarında insan toplumunun dışındadırlar. İslâm onlara insan değillermiş gibi davranır ki, insan böylelerini insanın haytta yararlandığı nimetlerden mahrum edebilir, onu ortadan kaldırıp müstekbirliğinin ve fesadının pisliğinden yeryüzünü temizleyebilir. Böyle bir kimsenin can, çalışma ve çalışmasının sonuçlarına sahip olma saygınlığı, dokunulmazlığı yoktur. Dolayısıyla İslâm ordusu onu savaşta yendiği takdirde esir alıp köleleştirmeye de yetkilidir.


          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

          Yorum


            #6
            Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

            İslâm'da Köleleştirmenin Yolu



            Müslümanlar sınırdaşları ve komşuları olan kâfirlere karşı askerî hazırlık yaparlar. Arkasından o kâfirleri hikmetle, tatlı öğütlerle
            ve en güzel ifadeli tartışmalarla hakka çağırarak onlara hücceti tamamlarlar [ve tanıtım çalışmalarını eksiksiz bir şekilde gerçekleştirirler]. Eğer bu çağrıları kabul ederlerse, din kardeşleri olurlar; onların da Müslümanlar gibi hakları ve sorumlulukları olur. Yok, eğer hak çağrısını reddederlerse, eğer Ehlikitap iseler ve cizye vermeyi kabul ederlerse, zimmî olarak kendi hâllerine bırakılırlar. Eğer kendileri ile bir anlaşma yapılırsa, Ehlikitap olsunlar, olmasınlar yapılan antlaşmaya uyulur. Eğer bunların hiçbiri söz konusu değilse, kendilerine savaş ilân edilerek öldürülürler. Savaşta onların sadece kılıç çekip savaşa katılanları öldürülür.

            Barış teklif edenleri öldürülmez. Güçsüz durumdaki erkekleri, kadınları ve çocukları öldürülmez. Onlara karşı pusu ve suikast
            düzenlenmez. Suları kesilmez. Kendilerine işkence ve müsle yapılmaz. Fitne ortadan kalkıp Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşılır. Eğer düşmanlığa son verirlerse, zalimlerden başkasına saldırılmaz.



            Savaş alanında yenilgiye uğratıldıklarında ve savaş sona erdiğinde, Müslümanlar onlardan ele geçirdikleri insanlara ve mallara
            sahip olurlar. Peygamberimizin (s.a.a) yaptığı savaşları anlatan tarih kitaplarının sayfaları parlak ve adil uygulamalarla doludur. Bu uygulamalarda, en güzel mertlik ve erkeklik örnekleri ile en duygulandırıcı iyilik ve merhamet örnekleri vardır.


            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

            Yorum


              #7
              Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

              İslâm'ın Kölelere Ve Cariyelere Karşı Tutumu



              Köle olanların köleliği kesinleşince efendilerinin mülkü olurlar. Artık onların kazançları başkalarının olur ve geçimlerini sağlamak
              efendilerine düşer. İslâm efendilere, kölelerine ailelerinin bir ferdi gibi davranmayı tavsiye etmiştir. Köle aileden biridir; dolayısıyla hayatî gereklerde ve ihtiyaçlarda aile fertleri ile eşittirler.

              Nitekim Peygamberimiz (s.a.a) köleleri ve hizmetçileri ile birlikte yemek yer, onlarla bir arada otururdu; yemek, elbise gibi konularda kendini onlardan üstün tutmazdı.

              Bunların yanı sıra İslâm kölelerin angaryalara koşulmamasını, işkence edilmemesini, sövülmemesini ve zulmedilmemesini de
              tavsiye etmiştir. Kölelerin ailelerinin izni ile birbirleri ile evlenmelerini, hür kişilerle de evlilik yapmalarını, hem köle iken, hem azat
              edildikten sonra şahitlik yapmalarını ve ortak işler yapmalarını serbest bırakmıştır.


              İslâm'da onlara gösterilen yumuşaklık, kamu görevlerine katılmalarına, bütün işlerde hür insanların yanında yer almalrına
              varmıştır. Sadr-ı İslâm tarihinin bildirdiğine göre, aralarında birçokları vali, emir ve ordu komutanı olabilmişlerdir. Büyük
              sahabîler arasında Selman ve Bilal gibi azımsanmayacak sayıda köleler vardır.

              işte Peygamberimiz (s.a.a) cariyesi Safiyye bint-i Hayy b. Ahtab'ı azat edip onunla evlenmiştir. Yine Peygamberimiz (s.a.a)
              Benî Mustalak olayından sonra bu savaşın esirleri arasında bulunan Cüveyriye bint-i Haris ile evlenmiştir. Bu esirler, kadınlar ve
              çocuklar da dahil iki yüz aileden oluşuyordu. Peygamberimizin (s.a.a) Cüveyriye ile evlenmesi bu esirlerin hepsinin serbest bırakılmasına sebep oldu. Bu kitabın dördüncü cildinde bu olayı kısaca anlatmıştık.


              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

              Yorum


                #8
                Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

                İslâm'ın kaçınılmaz bir tavrı da şudur: Bu din takva sahibi bir köleyi, hür fakat fasık bir efendiye tercih eder. Ailesinin izni ile kölenin mülk edinmesini ve hayatın her türlü nimetinden yararlanmasını serbest bırakır. Bunlar İslâm'ın köleler hakkındaki tutumunun özetidir.



                Ayrıca İslâm ısrarla ve en güzel yöntemlerle köleleri azat etmeye, onları kölelik çemberinden özgürlük alanına çıkarmaya çağırmıştır. Bu çağrının sonucu olarak kölelerin sayısı sürekli biçimde azalmış ve birçok köle Allah rızası için kölelikten kurtularak efendi ve özgür insan konumuna kavuşmuştur.



                Bununla da yetinmeyerek köle azat etmeyi adam öldürme ve oruç yeme keffaretleri gibi keffaretlerin bir unsuru yapmış ve onlara iştirat [=efendinin kölesine şart koşması, özgürlüğünü belli bir işi yapmasına bağlaması; örneğin, evimi yapınca sen artık özgürsün, demesi], kitabet [=efendinin yazılı anlaşma yaparak her ay belli miktarda ödeyeceği bir bedel karşılığında kölesinin yavaş yavaş özgür kılınması] veya tedbir [=efendinin, kölesinin özgürlüğünü ölümüne bağlaması ve sonuçta efendinin ölmesiyle kölesinin azat olması] hakkı tanımıştır.

                Bütün bunların amacı, onlarla yakından ilgilenmek, kurtulmalarını istemek, onları bir daha zillete düşmeyecek şekilde sağlıklı
                bir toplumun bünyesine tam olarak katmaktır.


                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

                  Aslında kölelik demek, kullara yön veren kuralları kullar koyuyorsa o köleliktir. Eğğr kullar arasındaki her türlü ilişkiyi Allah belirliyorsa o da özgürlüktür.


                  Bu yüzden İslamın uygulandığı toplum hayatı haricinde bütün toplumlarda köle efendi ilişkisi söz konusudur ve bu yüzden İslami İran hariç bütün dünya köleler ve egemenler dünyasıdır.
                  Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                  Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

                    İncelememizin Sonuçları



                    Şimdiye kadar söylediklerimizden şu üç sonuç çıkar:

                    a) İslâm, kölelik sebeplerini ortadan kaldırmaya, azaltmaya ve etkisizleştirmeye büyük önem vermiştir. Bu çabaların sonucu olarak kölelik sebeplerini bire indirmiştir ki, fıtratın kesin hükmü gereği olan bu sebebi geçerli saymak kaçınılmazdır. Bu da dine karşı savaş açan, insanî topluma düşman, hiçbir şekilde hakka boyun eğmeye yanaşmayan kimselerin köleleştirilmelerinin caiz olmasıdır.


                    b) İslâm, özgür toplumun normal üyeleri gibi olmasalar da onlara yakın konumda olmaları için kölelere ve cariyelere iyi davranıp
                    hayat standartlarını toplumun öbür fertlerinin hayat standardına yaklaştırmak hususunda mümkün olan bütün araçları kullanmıştır. Denebilir ki, onların üzerinde sadece tül bir perde kalmıştır. O da şudur: Ortalama bir hayatın zarurî ihtiyaçlarından artacak olan kazançları onların değil, efendilerinin olacaktır. Başka bir deyişle İslâm'da özgür kimse ile köle arasındaki tek fark, köle için efendisinin izninin gerekli olmasıdır.



                    c) İslâm, köleleri özgürlerin toplumuna katmak için bütün etkili çarelere başvurmuştur. Bunun için bazı durumlarda teşvik yöntemini kullanmış, kefaretler gibi diğer bazı durumlarda zorunluluk yöntemine başvurmuş, iştirat, tedbir ve kitabet gibi durumlarda da bu anlaşmaları caiz kılarak geçerlilik kazandırma yoluna gitmiştir.


                    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

                      Köleliğin Tarihî Süreci



                      Tarihçilere göre1 kölelik ilkönce savaş esirleri alınması ile ortaya çıktı. Daha önce kabileler savaşlarda galip geldiklerinde aldıkları
                      esirleri hemen öldürüyorlardı. Sonra onları sağ bırakıp diğer savaş ganimetleri gibi mülkiyetlerine geçirmelerini uygun gördüler.
                      Bunu onların emeklerinden yararlanmak için yapmadılar. Bilâkis, esirlere iyilik yapmak için, insan türüne kıymaktan kaçındıkları
                      için ve uygarlık yolundaki adım adım ilerlemelerinin sonucunda ortaya çıkan ahlâk kurallarını gözetmek için bu yolu seçmişlerdir.
                      Bu geleneğin kabileler arasında ortaya çıkması, avcılıkla geçinme döneminin sona ermesi ile olmuştur. Çünkü avcılık döneminde
                      köleleri ve cariyeleri besleme imkânı yoktu. Kabileler avcılık dönemini aşıp yerleşik düzene geçtikten sonra köle besleyecek
                      ekonomik imkânlara kavuşabildiler.



                      Hangi süreci izleyerek olursa olsun kabileler ve milletler arasında köleliğin yaygınlaşması ile insanların sosyal hayatı değişti.
                      Birinci olarak toplumlarda belirli bir düzen ve disiplin ortamı meydana geldi. İkinci olarak işbölümü düzeni oluştu. O dönemde kölelik dünyanın her tarafında aynı süreci izlemedi. Meselâ Avustralya, Orta Merkezî Asya, Sibirya, Kuzey Amerika,
                      Kutup, Nil Irmağının kuzeyinde ve Rambiz'in güneyinde kalan bazı Afrika yörelerinde bu uygulama gelenekleşmedi.

                      Bunun tersine kölelik Arap Yarımadasında, ilkel Afrika kabileleri arasında, Avrupa'da, Güney Amerika'da ve Yahudiler arasında
                      yaygındı. Tevrat'ta kölelerin efendilerine itaat etmeleri ile ilgili bir çağrı vardır. Hıristiyanlar arasında kölelik yaygındı. Nitekim
                      Pols'un Wil-men'e yazdığı mektupta Efsimos'un kaçak bir köle olduğu ve Pols tarafından efendisine geri verildiği bildiriyordu.
                      Kölelerine karşı en yumuşak davranan millet Yahudiler idi.

                      Bunun göstergelerinden biri şudur: Yahudilerde Mısır'da inşa edilen piramitlere ve tarihî Aşûr yapılarına benzer görkemli yapılara
                      rastlamıyoruz. Çünkü bu yapılar kölelerin ağır çalışmaları ile meydana getiriliyordu. Kölelere karşı en sert davranan milletler ise,
                      Romalılar ve Yunanlılar idi.


                      Doğu Roma'da İmparator Konstantin'den sonra köleleri azat etme akımı yaygınlık kazandı. Bu akımın sonucu olarak Miladî on
                      üçüncü yüz yılda orada kölelik kaldırıldı. Batı Roma'da ise şekil değiştirerek devam etti. Bu yeni şekle göre tarla çiftçiler ile birlikte alınıp satılıyordu. Tarla ekip biçmek ise köleler tarafından yapılan bir işti. Fakat Batı Roma'da da kölelerin zorla çalıştırılmasına son verilmişti.


                      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

                        Kölelik, Avrupa ülkelerinin çoğunda Miladî 1772 yılına kadar uygulamada idi. Bu tarihten önce İngiltere ile İspanya arasında
                        yapılan bir anlaşmaya göre, otuz yıl boyunca her yıl İngiltere dört bin sekiz yüz Afrika kökenli köleyi yüklü bir ücret karşılığında İspanya'ya satmayı taahhüt etmişti.

                        İngiliz kamuoyu Miladî 1761 yılında köleliğe karşı çıktı. Bu karşı çıkışın başını Quaker adlı bir dinî tarikat çekiyordu. Halkın bu
                        tepkisinin devam etmesi üzerine Miladî 1772 yılında Britanya topraklarına ayak basan herkesin özgür olacağını ön gören bir kanun çıkarıldı.

                        Fakat titiz araştırmalardan sonra Miladî 1788 yılında ortaya çıktı ki, İngiltere yılda iki yüz bin köle alıp satıyor ve bunların yüz
                        bin tanesi Afrika'dan alınıp Amerika'ya gönderiliyor.

                        Bu durum Miladî 1833 yılına kadar devam etti. Bu tarihte İngiltere'de kölelik tamamen kaldırıldı. Devlet köle ticareti yapan
                        kumpanyalara ellerindeki köleleri ve cariyeleri azat etmeleri karşılığında yirmi milyon İngiliz Lirası tazminat ödedi. Bu uygulama ile İngiltere'de 770380 (yedi yüz yetmiş bin üç yüz seksen) köle özgürlüğe kavuştu.

                        Amerika'da kölelik halkın büyük mücadeleleri sonucunda Miladi 1862 yılında kaldırıldı. Köle edinme konusunda Amerika'nın
                        kuzeyi ile güneyi arasında tutum farklılığı vardı. Kuzey Amerikalılar sadece lüks olsun diye köle alırken, Güney Amerika'da ekonomik faaliyetler tarıma dayalı olduğu için el emeğine şiddetle ihtiyaç vardı. Bu yüzden onlar emeklerini sömürmek için köle alıyorlardı.

                        Bundan dolayı genel köle yasağını kabul etmek istemiyorlardı. Böylece köle yasağı kampanyası ülkeden ülkeye yayılarak devam
                        etti. Nihayet Miladi 1890 yılında Bruksel'de imzalanan bir anlaşma ile kölelik geleneği tamamen kaldırıldı. Bu anlaşmayı bütün
                        devletler imzalayıp ülkelerinde yürürlüğe koydular. Böylece dünyada kölelik uygulaması son buldu ve bu kararla milyonlarca
                        köle özgürlüğe kavuştu. (Kısaca alıntısını yaptığımız sözler burada son buldu.)



                        Şu nokta dikkatli bir okuyucunun gözünden kaçmaz: Bu açıklamalarda uzun ve çetin mücadelelerden sonra çıkarılan yasalardan
                        ve bu yasaların yürürlüğe konmasından söz ediliyor. Bunların hepsi velilik veya üstünlük kurma yolu ile yapılan köleleştirmeler
                        ile ilgilidir. Bunun böyle olduğu, alınan kölelerin çoğunluğunun veya tümünün bu uygulamaların revaçta olduğu Afrika kökenli oluşlarından anlaşılıyor. İslâm'ın yürürlükte tuttuğu savaşta esir alma yolu ile meydana gelen köleliğe gelince, okuduğumuz açıklamalarda ondan hiç söz edilmiyor.


                        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

                          Köleleştirmenin Kaldırılması Yönündeki Bakış Açıları Ne Ölçüde Doğrudur?



                          Doğuştan özgürlüğün sadece insana bağışlanmış bir ayrıcalık olduğu söylenir. Oysa (bu özgürlüğün diğer hayvan türleri için söz
                          konusu olamayacağının hangi gerekçeye dayandırıldığını bilmiyoruz. Halbuki o hayvan türlerinde de insanda olduğu gibi
                          psikolojik bilinç ve harekete geçirici irade vardır. Sadece şunu söyleyebiliriz ki: İnsan sırf kendisi ondan yararlansın diye bu özgürlüğü hayvanların elinden alıyor.) İşte bu doğuştan (fıtrî) özgürlüğün temel dayanağı şudur: İnsan batınî bir bilinç ile ve harekete geçirici bir irade ile donatılmıştır. Batınî bilinci sayesinde kendisine haz veren şeyler ile acı veren şeyleri birbirinden ayırt ediyor; iradesi sayesinde de haz veren şeyleri kendine çekerken, acı veren şeyleri kendinden uzaklaştırıyor. Buna göre istediği şeyleri seçme hakkı vardır.



                          İnsan bilinci, bir şeyle bağlantı kurup diğer bir şeyle bağlantı kur-mayacak şekilde kayıtlı değildir. Yani zayıf ve ezilen bir insan,
                          güçlü ve üstün konumlu bir insanın hissettiklerini hissetmez diye bir şey yoktur. Aynı şekilde insan iradesi, hoşlandığı bazı şeylerle bağlantı kurmasını engelleyen veya başkasının iradesinin ilişki kurduğu şeylerde kendini unutup başkasının yararına kenara çekilerek o şeylerle ilişki kurmamaya zorlayan bir sınırla sınırlanmış değildir.



                          Başka bir deyişle yenik düşmüş zayıf bir insan da, kendisini yenip boyunduruğu altına alan insanın istediği şeylerin hepsini
                          kendisi için ister. Dolayısıyla zayıf insanın iradesi ile güçlü kişinin iradesi arasında şöyle doğal bir ilişkinin olduğu söylenemez: Zayıf kişinin iradesi güçlü kişinin iradesinin bağlantı kurduğu şeyler ile bağlantı kurmayacak veya zayıf kişinin iradesi güçlü kişinin iradesinde eriyerek iki irade bir tek irade olacak ve bu bileşik irade güçlünün çıkarına işleyecek ya da zayıfın iradesi bağımsızlığını yok edecek şekilde güçlünün iradesine bağlanacaktır. [Böyle bir şey düşünülemez.]


                          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

                            Durum böyle olunca ve hayatla ilgili kanunların doğal yapıya dayalı olması gerektiğine göre, insanın şahsî itibari ile ve davranışlarında özgür olarak yaşaması gerekir. İşte köleliği kaldırmanın beslenme kaynağı budur.

                            Fakat insana bağışlanan bu özgürlüğü düşünmemiz gerekir. Acaba bu özgürlük, ortaya çıktığından ve insanlık bünyesinde varolduğundan beri insan toplumunda yaşayan bütün fertleri kapsayacak şekilde mutlak mıdır?


                            Bildik bileli insan türü toplum hâlinde yaşamaya devam ediyor. Yapısal özelliklerinin gereği olarak onun için başka türlü bir
                            hayat mümkün değildir. Öte yandan bir toplumun belirli bir süre için bile olsa hayatını devam ettirebilmesi için mutlaka fertleri arasında ortak bir konunun gelenek sistemi olması gerekir. Bu gelenek sistemi, ister akla dayalı adil bir sistem olsun, ister keyfî arzulardan kaynaklanan zalim bir sistem olsun, isterse başka bir nitelikte olsun varlığı kaçınılmazdır ve hangi nitelikte olursa olsun, bu sistem ferdî özgürlüğü sınırlar.

                            Üstelik insanın yaşayabilmesi için mutlaka âlemdeki maddeler üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunması gerekir. Hayatını
                            devam ettirebilmesinin teminatı budur. Bu tasarrufun mümkün olabilmesi için tasarrufta bulunduğu maddenin şöyle veya böyle ona ait olması gerekir ki, biz bu ait olmaya mülkiyet diyoruz. Mülkiyet derken de maksadımız onun genel anlamıdır; hem temel
                            hakları, hem de bildiğimiz mal edinmeyi kapsamına alır. Meselâ falanca kişinin giydiği elbiseyi, elbise onun üzerindeyken filânca
                            kişi giyemez. Bir kişinin yediği yemek, içtiği su ve oturduğu ev aynı zamanda başkasının olamaz. Bu da belirli bir maddeyi kullanma yanın mutlak iradesini kayıtlandırmak, özgürlüğünü sınırlandırmak anlamına gelir.


                            İşte bu nedenledir ki, insanlar yeryüzüne yerleştikleri ilk günden beri çatışmalarla boğuşuyorlar. Yeryüzüne dağılan fertlerin
                            her günü yeni bir çatışma ile başlayıp yeni bir çatışma ile bitiyor. Bu çatışmalar insanların ölmesi, ırzların çiğnenmesi ve malların
                            talan edilmesi ile son buluyor. Eğer insan kendisinin -yani insanlığın- mutlak özgür olduğu görüşünde olsaydı, bu çatışmaların hiçbiri meydana gelmezdi.


                            [İnsanların özgürlüğünü kısıtlayan bir diğer husus da, toplumlarda ceza kanunlarının varolmasıdır.] Cezalandırma kanunu uygar
                            ve ilkel bütün toplumlarda hep geçerli olmuştur. Cezalandırmanın tek anlamı, suçlunun doğuştan sahip olduğu bazı nimetlere
                            toplum tarafından el konması ve özgürlüğünün kısmen elinden alınmasıdır.
                            Eğer toplum veya toplumun yöneticileri idama mahkum edilen bir katilin hayatına malik olmasalar, canını alamazlardı. Eğer toplum organ kesme, dövme ve hapsetme gibi ceza türleri ile suçluyu rahatı, hayatı ve mülkiyeti ile ilgili bazı haklardan
                            mahrum etmeye yetkili olmasa, bu cezaları hükmedip uygulaması mümkün olmazdı. Zalimin ve saldırganın özgürlüğünü
                            kısıtlamadan onu zulümden ve saldırıdan alıkoymak nasıl mümkün olabilir? Zorbanın bazı özgürlüklerini elinden almadan can, ırz
                            ve mal dokunulmazlığı sağlanabilir mi?



                            Kısacası aklı başında hiç kimse şüphe etmez ki, toplumda insanın bir an için olsa bile mutlak özgürlüğe sahip olması hemen
                            sosyal düzenin bozulmasını gerektirir. Toplum insan için fıtrî bir ihtiyaçtır.
                            İnsan onsuz yaşayamaz. İşte bu toplum insana iç güdüsel kaynaklı iradesi ve bilinci tarafından sağlanan fıtrî özgürlüğün
                            mutlaklığını kayıtlandırır. İnsan toplumu nasıl özgürlüğü kökünden yok ederek yaşayamaz ise, onu belirli oranda kayıtlandırmadan da yaşayamaz. İnsanlık toplumu, bu ifrat ve tefrit kutupları arasında bu özgürlüğünü eskiden beri koruyor. Oysa, yoğun Batı propagandasının etkisi altında kalan bizler, özgürlüğün içeriği ile ve adı ile Batılılar tarafından icat edilip mutlak niteliği ile korunduğunu sanıyoruz.
                            Evet, fıtratın çağrısına uyan bir toplumun kendisi, işte fıtrî olan bu özgürlüğü kayıtlandırıp sınırlandırıyor. Tıpkı bedenî ve bedenî
                            olmayan doğal güçlerin birbirlerini kayıtlandırmaları gibi. Bazı tabiî güçler, yerlerini alan başka bazı güçlerin fonksiyonlarını yerine
                            getirmelerini sağlamak için işlemeleri durdururlar. Meselâ mutlak olarak görmenin kaynağını oluşturan görme gücü gibi. Bu güç,
                            gözler duyarlığını kaybedinceye veya düşünme gücü yoruluncaya kadar fonksiyonunu yerine getirir. Duyarsızlık ve yorgunluk belirince görme gücü, yerini alan gücün fonksiyona geçmesi ile kayıtlanarak çalışmasını durdurur. Tat alma duygusu da lezzetli besin maddesini ağza alıp çiğnemekle ve yut-makla tat alır. Fakat sindirim sisteminin adaleleri yorulunca, tat alma duygusu kayıtlanır ve istediği yiyeceklerden uzak durur.



                            Buna göre fıtrata dayalı bir toplumun varolup devam edebilmesi için insanın davranışlarla ilgili bazı özgürlüklerinden ve nimetlerden yararlanma serbestliğinden bazı fedakârlıklar yapması gerekir.


                            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

                              Özgürlükler Ne Kadar Kısılır?



                              Fıtratın çağrısına uyan bir toplum tarafından bağışlanan özgürlüklerin kısıtlanma miktarı ve bu özgürlüklerin fıtrî mutlaklığının
                              kayıtlanma derecesi toplumdan topluma değişir. Bunu belirleyen faktör toplumdaki kanunların çokluğu ve azlığıdır. Toplumun kendisinden sonra özgürlükleri kısıtlayan husus, fertlere uygulanan kanunlardır. Bu kanunlar ne kadar çok olur ve fertlerin davranışlarını ne kadar titizlikle denetim altına alırlarsa, özgürlükten ve serbestlikten mahrum kalma oranı artar. Kanunlar ne kadar az ve davranışların denetim altında tutulma oranı ne kadar düşük ise, özgürlükten mahrum olma derecesi o kadar düşer.

                              Fakat düşünülebilecek her toplumda kaçınılmaz olan ve toplum hâlinde yaşayan insanın umursamazlıkla karşılayamayacağı
                              ve önemsiz sayamayacağı gereklilik, toplumun varlığını ve sürekliliğini korumaktır. Çünkü onsuz hayat olmaz. Bunun yanı sıra toplumda geçerli olan geleneklerin ve kanunların çiğnenmemelerini sağlamak da zorunludur. Bundan dolayı dünyadaki her toplumda mutlaka mensuplarını ve gelecek nesillerini yok olmaktan koruyacak bir savunma mekanizması ve geçerli gelenekleri ile aralarında saygı gören âdetlerini çiğnetmeyen bir baş yetkili vardır. Bu amaçlara varmak için toplumsal güvenlik yaygın hâle getirilir ve zorba saldırganlar cezalandırılır. Elimizdeki tarih de bunu doğruluyor.

                              Durum böyle olunca, fıtrat kanununa göre toplumun başta gelen ilk hakkı, özüne kasteden düşmanının özgürlüğünü elinden
                              almasıdır. Başka bir deyişle toplum, hayatını yok edecek, maddî ve manevî varlığına kasteden düşmanının şahsına ve davranışlarına el koyarak irade özgürlüğünü dilediği şekilde elinden alma hakkına sahiptir. Bu amaçla söz konusu düşmanını ölüm cezası da dahil olmak üzere dilediği her cezaya çarptırabilir. Bunun yanı sıra toplum, geleneklerinin ve kanun-larının düşmanını davranış özgürlüğünden ve ilkelerini çiğneme serbestliğinden yoksun bırakabilir.

                              Böylece toplum, düşmanını canından, malından ve diğer varlıklarından mahrum ederek cezalandırmak suretiyle onun yüzünden
                              kaybettiklerini ondan geri alabilir. Toplumlarına saygı göstermeyen, onunla işbirliği içinde kaynaşmayan, onu yok etmekten ve mahvetmekten kaçınmayan düşmanlarına toplumun göz yummasını, onların kendi başlarına bırakmasını insan -hatta tek bir insan bile- nasıl kabul edebilir?

                              Topluma yönelik fıtrî ilgi ile bu tür bir düşmanı davranış özgürlüğü ile baş başa bırakmak, iki apaçık zıddı bir araya getirmekten, aptallıktan ve delilikten başka nedir?


                              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...