Neden Fatıma Değil de Aişe..!
Fatıma (sa) Resulullah’ın (s.a.a) kızıdır. İmam Ali’nin (as) eşidir. Hasan ve Hüseyin’in anasıdır. Ehl-i Beyt’in merkezidir. Vahiy evinin çocuğudur. Yaşamı boyunca hiçbir şakası, şikesi, şaibesi yoktur. Babası peygamber, eşi ve evlatları imamdır. Tevhit mücadelesinde şirkin baş düşmanlarının çocuğudur. Soyunun devam ettiricisidir. İlim, irfan, ahlak, ibadet, imam, takva, secaet, cesaret, açık sözlülük vb. her şeyi ile Resulullah’a (saa) en çok benzeyen ve nebinin ‘’Fatıma benden bir parçadır.’’ Sözüyle tüm şahsiyet ve fiziki zerrelerini üzerinde taşıdığını teyit ettiği tek kişidir. Peki, öyleyse ümmet içerisinde neden Fatıma değil de hep Aişe validemiz anılır oldu. Acaba Aişe de olup da Fatıma da olmayan bir şeyler mi vardı?
Evet, Fatıma ile Aişe arasında elbette ki bir şeyler vardır!
Çünkü Fatıma, babası Muhammed (saa) ve kocası Ali ile aynı takımdandı. Şirki devirip yerine tevhidi bina eden, insanlık tarihinin en büyük devrimci/ inkılâpçı takımıydılar. Devrim kendi çocuklarını hep yutmuştur… Peygamber (saa) gidince, bunlar da gitmeli, ya susmalı ya da yerlerine alternatif konulmalıydı… Öyle de oldu. Peygamber (saa) gitti… Fatıma’nın yerine alternatif olarak Aişe konuldu… Ali ise susturuldu…
Hasan’a önce zoraki barış imzalatıldı, sonra da zehirletildi, Hüseyin’in ise başı kesildi… İşte insanlık tarihinde inkılâpçı/ devrimciye ödetilen bedel hep böyle oldu!
Tarih süreci içerisinde bir işin failleri ile o işi sahiplenenler hep aynı sloganı kullanmışlardır ama çoğunlukla aynı gayeyi taşımamışlardır. Biri her zaman davası uğrunda her şeyini feda etmekten çekinmezken, diğeri de o dava sayesinde çıkar sağlama arayışına girmiştir ve hiçbir zaman da bu iki kesimin yıldızları barışık olmamıştır. İslam için de öyle olmuştur. Din için yaşayanlar ile din sayesinde geçinenler hiçbir zaman aynı takımda olamamışlardır. Ne yazık ki bunları birbirinde ayrıştırmak az bir kesim hariç ezici çoğunluğa nasip olmamıştır. Bunlar birbirine çok benzeyen kalp altın ile gerçeği gibidir. Ayırt etmek sarraflık ister!
Ayrıca Aişe validemiz Resulullah’a (saa) değil de daha çok o dönemin insanlarına benziyordu. Yani Aişe günümüz tabiriyle klasik bir müslümandı. Kendinden bir özelliği yoktu. Kendine ait bir insan değildi. Gücünü yalnızca peygamber’in zevcesi olmaktan alıyordu. Fakat Fatıma (sa) öyle değildi. Hem gücünü sahip olduğu kendine has hususiyetlerinden alıyordu hem de babasından. Haksızlıkla mücadele ve hakkı ikame etme gibi bir gene sahipti Fatıma. Aişe ise ancak eşinden (peygamberden) duyduklarını halka söylemekle yetiniyordu. Bir ara ashaptan Talha ve Zübeyr gibileri tarafından aldatılıp İmam Ali’ye karşı sahte kahramanlıkta bulunduysa da davası hak ve yolu da doğru olmadığı için yirmi bini aşkın evladının boş yere kanını akıtmaktan başka bir kazancı olmadı. Ali’nin haklılığı ve güçlü mantığı karşısında yenilgiye uğrayıp evinde oturmaktan başka hal yolu yoktu.
Fatıma (sa) Resulullah’ın (s.a.a) kızıdır. İmam Ali’nin (as) eşidir. Hasan ve Hüseyin’in anasıdır. Ehl-i Beyt’in merkezidir. Vahiy evinin çocuğudur. Yaşamı boyunca hiçbir şakası, şikesi, şaibesi yoktur. Babası peygamber, eşi ve evlatları imamdır. Tevhit mücadelesinde şirkin baş düşmanlarının çocuğudur. Soyunun devam ettiricisidir. İlim, irfan, ahlak, ibadet, imam, takva, secaet, cesaret, açık sözlülük vb. her şeyi ile Resulullah’a (saa) en çok benzeyen ve nebinin ‘’Fatıma benden bir parçadır.’’ Sözüyle tüm şahsiyet ve fiziki zerrelerini üzerinde taşıdığını teyit ettiği tek kişidir. Peki, öyleyse ümmet içerisinde neden Fatıma değil de hep Aişe validemiz anılır oldu. Acaba Aişe de olup da Fatıma da olmayan bir şeyler mi vardı?
Evet, Fatıma ile Aişe arasında elbette ki bir şeyler vardır!
Çünkü Fatıma, babası Muhammed (saa) ve kocası Ali ile aynı takımdandı. Şirki devirip yerine tevhidi bina eden, insanlık tarihinin en büyük devrimci/ inkılâpçı takımıydılar. Devrim kendi çocuklarını hep yutmuştur… Peygamber (saa) gidince, bunlar da gitmeli, ya susmalı ya da yerlerine alternatif konulmalıydı… Öyle de oldu. Peygamber (saa) gitti… Fatıma’nın yerine alternatif olarak Aişe konuldu… Ali ise susturuldu…
Hasan’a önce zoraki barış imzalatıldı, sonra da zehirletildi, Hüseyin’in ise başı kesildi… İşte insanlık tarihinde inkılâpçı/ devrimciye ödetilen bedel hep böyle oldu!
Tarih süreci içerisinde bir işin failleri ile o işi sahiplenenler hep aynı sloganı kullanmışlardır ama çoğunlukla aynı gayeyi taşımamışlardır. Biri her zaman davası uğrunda her şeyini feda etmekten çekinmezken, diğeri de o dava sayesinde çıkar sağlama arayışına girmiştir ve hiçbir zaman da bu iki kesimin yıldızları barışık olmamıştır. İslam için de öyle olmuştur. Din için yaşayanlar ile din sayesinde geçinenler hiçbir zaman aynı takımda olamamışlardır. Ne yazık ki bunları birbirinde ayrıştırmak az bir kesim hariç ezici çoğunluğa nasip olmamıştır. Bunlar birbirine çok benzeyen kalp altın ile gerçeği gibidir. Ayırt etmek sarraflık ister!
Ayrıca Aişe validemiz Resulullah’a (saa) değil de daha çok o dönemin insanlarına benziyordu. Yani Aişe günümüz tabiriyle klasik bir müslümandı. Kendinden bir özelliği yoktu. Kendine ait bir insan değildi. Gücünü yalnızca peygamber’in zevcesi olmaktan alıyordu. Fakat Fatıma (sa) öyle değildi. Hem gücünü sahip olduğu kendine has hususiyetlerinden alıyordu hem de babasından. Haksızlıkla mücadele ve hakkı ikame etme gibi bir gene sahipti Fatıma. Aişe ise ancak eşinden (peygamberden) duyduklarını halka söylemekle yetiniyordu. Bir ara ashaptan Talha ve Zübeyr gibileri tarafından aldatılıp İmam Ali’ye karşı sahte kahramanlıkta bulunduysa da davası hak ve yolu da doğru olmadığı için yirmi bini aşkın evladının boş yere kanını akıtmaktan başka bir kazancı olmadı. Ali’nin haklılığı ve güçlü mantığı karşısında yenilgiye uğrayıp evinde oturmaktan başka hal yolu yoktu.
Yorum