Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

    [quote author=ehlibeytin_izinde link=topic=3987.msg63465#msg63465 date=1259789286]
    [quote author=CEPNİ61 link=topic=3987.msg63374#msg63374 date=1259768722]
    Bir sorum olacak;
    ''müslümanlar'' dünya nüfusunun % kaçıdır;ve dünya toplam üretiminin % kaçını gerçekleştirebiliyor........
    Paralel bir soru daha;Dünyada en fazla gevezelik yapıp,dünya üretimine katkıda bulunmayan ülkeler hangileridir......
    Bu sorulara cevap alabilirsem yukarıdaki esip gürlemeleri de aynen kabul edeceğim.....
    [/quote]

    inceleyin tekrar...

    bazı sorular cevabı içinde barındırır. muhatabı bir sonuca götürmek için bilinçli sorulur...

    bu tür soruları samimi olan diğerlerinden ayıran ipuçları çok da gizli değildir. işte sizin sorunuzda "işte gevezelik yapıp" diye devam eden bölümü bu ipuçlarından biri...

    siz dert etmeyin sizin anlatmak istediğinizden çoğunu anlarız biz..

    üstelik sıra da önemli değil isterseniz en son söyleyeceğinizi en başta söyleyin.. sorun değil.. elhamdülilah biz takılmayız...
    [/quote]
    Bunun cevabı basit be arkadaşım;üretmiyoruz,çalışmıyoruz,alınteri akıtmıyoruz,çok affedersiniz ama söyleyeceğim,...EDİT..........Olmaz böyle birşey.......
    Üreteceğiz,paylaşacağız,dünyanın en zengini olacağız ve de dünyaya örnek olacağız............ve de bizim ülkemizde dünyanın en az suçu işlenecek,en az yoksulu olacak,en az hırsızı olacak,hiç fahişesi olmayacak..............hayal değil mi ..........Evet hayal,ama söylermisiniz bana bu hayal islam anlayışına ters düşer mi..........

    Yorum


      Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

      senin dediklerin kalkınmış da ne olmuş

      nereye kadar kalkmışlar

      soyları tükeniyo bak çare bulamıyorlar... bizlere de enjekte etmeye çalışıyorlar...

      bırak biz de geri kalalım...

      modernizm artık iflas etmiştir insanlıktan aldığı onca şeylere rağmen vereceği hayal bile kalmamıştır. avrupada sokaklarda artık yaşlılar bir değil iki köpekle gezmeye başlamışlardır... moruklardan geçilmiyor yaşama sevinci kalmamış. tıpkı burda sizin özendiğiniz zengin muhitlerinde olduğu gibi...

      hangi ruh kalmıştır bu gün avrupada sizin beğenmediğiiz islam ülkelerinden gidneler, onca özüne yabancılaşmasına rağmen avrupanın insansız kalmaması için son ümittir...

      Yorum


        Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

        "Daha önce de belirttiğimiz nedenler ve şartlar gereğince bu vak'adan bir yıl sonra İran İslam Cumhuriyeti'yle Irak, 598 no'lu bildiriyi kabul etmiş, böylece İran'a zorla yüklenen tahmilî savaş son bulmuştu. Müslüman İran halkının bu 8 yıllık mukaddes müdafaa boyunca gösterdiği fedakarlık ve İslam savaşçılarının sergilediği kahramanlıklar ve düşmanın bu savaşı çıkarma nedeni olan gaye ve emellerinden hiçbirini gerçekleştirme başarısını gösterememiş olması ve işgal ettiği topraklardan çıkarılarak tamamen eşitsiz bir savaşla kendi sınırlarına kadar geri püskürtülmesi ve İslam ordusunun zafer kazanarak bu savaşa son vermesi sevindirici bir hadiseydi; ama bu savaşın bitiminden önce vuku bulan facilar ve bu cümleden olmak üzere mazlum Halepçe halkının Irak tarafından kimyasal bombalarla katledilip binlerce masum kadınla çocuğun kendi hükumeti tarafından barbarca öldürülmesi ve yine Baasçı güçlerin İran'ın nice sivil yerleşim merkezlerini bombalaması sonucu binlerce masum insanın hayatını yitirmesi, Saddam'ın yardımına koşması amacıyla bölgedeki sözde müslüman ülkelerin uzlaşması iktidarlarının Amerika'yla Avrupa'ya yeşil ışık yakarak Fars Körfezi'nin ABD ve Avrupa savaş filolarıyla dolmasına neden olması ve nihayet İran yolcu taşıma uçağının Amerikan savaş gemisi tarafından düşürülerek Fars körfezi'nin masum insanların kanına boyanması gibi dayanılmaz hadiseler, gayret ve izzet sahibi her müslümanın kalbini cenderede sıkacak kadar büyük acılardı; bütün varlığını İslam ümmetinin salahına adamış ve müslümanların tekrar geçmişteki onur ve izzetlerine kavuşabilmesi için hayatını ortaya koymuş bulunan İmam Humeyni gibi bir evliyanın bu hadiseler karşısında acı duymaması elbette ki mümkün değildi.

        Müslüman milletlerin İslama duydukları sevgiye rağmen, başlarındaki uzlaşmacı iktidarların İslamın yeminli düşmanı olan ülkelerle işbirliği yapıp saldırgandan yana tavır koyduklarını görmek İmam'ı fevkalade üzüyordu. Üstelik o, bütün bu ihanetlerin getireceği acı akibeti önceden görmekteydi; nitekim İslam nizamının karşısına dikilip saldırgan Baasçılara destek vermenin hiçbir olumlu sonuç getirmeyeceği gibi, yakın bir gelecekte bu küllenen ateşin bizzat kendilerini yakacağı yolunda sözkonusu ülkeleri defalarca uyarmıştı. İmam'ın bu şaşırtıcı basireti ve isabetli tahminlerinin en bariz örneklerinden biri, henüz Saddam Küveyt'e saldırmadan 8 yıl önce çarpar. Aynı yıl Sahife-i Nur külliyatında (c:16 s:150) basılan bu konuşma metninde İmam Humeyni -ks- Saddam'ı himaye eden arap ülkelerine hitaben şöyle diyordu: "Bölgedeki devletler dikkat etsinler şuna: Amerika veya bir başka blok için kendilerini uçuruma atmaları isteniyor onlardan... "Sizler süper güçlerin oyuncağı haline getirilmişsiniz" diye defalarca uyarmışızdır kendilerini... Şunu biliniz ki Saddam, kurtulur da yeniden gücünü elde edecek olursa gelip size teşekkür edecek ve sizin gibilere kadirşinaslıkta bulunacak biri değildir asla. O, kendisini dev aynasında görmekte ve cinnet geçirmektedir şimdi; kendisine yardımcı olan sizlere saldıracak, sizinle de savaşacaktır o!.." Aynı konuşmadan bir yıl önce de İmam Humeyni -ks- bu görüşünü dile getirmiş ve hş.11.9.1360 tarihli bir konuşmasında şu uyarıda bulunmuştu: "Bölge hükumetlerinin tamamına nasihatte bulunuyorum: Saddam'ı desteklemekten vazgeçin ve Allah Tebarek ve Tealâ'nın sizlere gazab edeceği o günden korkun!" Bu ihtar ve nasihat karşısında bugün hayretlere kapılmamak elde değildir; zira Allah'ın bu has evliyasının vefatından çok kısa bir süre sonra bu olay vuku bulacak ve saldırgan Saddam'ı barışçı, saldırıya uğrayan İran'ı ise savaş yanlısı olmakla suçlayan bölge ülkeleri bizzat Saddam'ın saldırısına maruz kalacaklardı!.. Arada sadece şu fark vardı: İslami İran'ın tam tersine, bu ülkeler Saddam'ın elinden Saddam'ın efendilerine sığınmış ve bu savaşları çıkarıp Saddam'ı kışkırtan şeytanlardan medet ummuşlardı yine!

        Siyonist İsrail'in Filistin'i işgal ettikten sonra Güney Lübnan'a da saldırmaya başlaması ve sözde İslam ülkelerinin İsrail'e karşı hiçbir tepki göstermemesi ve bundan cüret alan siyonist İsrail'in Filistinli inkılâbi gençleri acımasızca işkenceler altında öldürmesi ve daha da kötüsü, arapların Kudüs'ü kurtaracakları yerde işgalci İsrail'le uzlaşmaya başlaması "Cemaran Evliyası"nın iman dolu kalbini cendereye alan acılardı... O, siyonist İsrail tarafından işgal edilen İslam topraklarının kurtarılması için daha ilk günlerde İsrail'le onun asıl hâmisi Amerika'ya karşı itiraz edip haykırmış ve bu yüzden ülkesinden uzaklaştırılarak tam 14 yıl sürgüne gönderilmiş, İslam inkılabının zaferinden sonra da bütün maddi ve manevi imkanlarını bu gaye için seferber etmekten geri durmamıştı. Ve şimdi; bütün İslam dünyasında olduğu gibi Filistinli gençlerde de başlayan İslami uyanış hareketlerinin mevcut şartları hızla değiştirerek dengeyi ABD ve İsrail aleyhine bozmaya başladığı bir sırada İslam ülkelerinin başındakilerle Filistin teşkilatlarının yöneticileri İsrail'le uzlaşıp kendilerini ona teslim edecek olan "Barış Süreci"ne giriyor ve İsrail'e teslim olmak için gerekli anlaşmaları imzalamaya hazırlanıyorlardı! İmam'ın ömrünün son yıllarında vuku bulan bu olaylar onu derinden etkilemekte ve gece namazlarındaki dua ve yakarışlarının çoğu, bu sorumsuzlukları Rabbine şikayet edip ahvalin ve bu ahvale sebebiyet verenlerin ıslahı için duayla geçmekteydi."
        Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

        Yorum


          Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

          "İran dahilinde de benzeri hadiseler vuku bulmadaydı ki bunların en başta geleni hş.8.1.1368'de rehber vekilinin görevinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanan şartlar ve gelişmelerdi. İran İslam Cumhuriyeti anayasasına bizzat İmam Humeyni'nin önerisiyle getirilip onaylanan çok önemli maddelerden biri de, İslam nizamını idare salahiyetini belirleme ve bu salahiyete haiz rehberi tayin amacıyla bir "Uzmanlar Meclisi" kurulmasıdır. Bu uzmanlar, gerekli şartlara haiz seçkin fakihlerle müçtehidlerden müteşekkil olup bizzat halk tarafından seçilmektedirler ki böylece halk, İslam nizamının kaderini belirleyecek en önemli mesele olan rehberliğin tespit ve tayinine doğrudan doğruya müdahele etmekte ve bu makamı belirleyecek ve gerekli denetimi yapacak uzmanları bizzat seçmektedir.

          İlk Uzmanlar Meclisi hş. Tir-1362'de yaptığı bir oturumda Ayetullah Muntazari'yi rehber vekili olarak seçti. Muntazari, İmam'ın seçkin öğrencilerindendi ve 15 Hordad kıyamıyla ondan sonraki gelişmelerde fiilen mücadeleye katılmış ve bu nedenle de Ayetullah Talagani ve diğer inkılâbî alimler gibi o da uzun süre şah rejiminin hapislerinde yatmıştı.

          İmam'ın ona yazdığı son mektup, onun istifasının kabulü ve rehber vekilliğinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanacak gelişmelerin habercisiydi; İmam -ks- bu mektubunda, Muntazari beyin İslam nizamının gelecekteki rehberi olarak seçilmesine kendisinin daha ilk baştan beri karşı olduğunu ve onu, bu ağır, tehlikeli ve çetin sorumluluğun yükünü kaldırabilecek güç ve tahammüle sahip biri olarak görmediğini belirtiyordu (93).

          İmam, bu mektubunda Uzmanlar Meclisi'nin onu seçtiği sırada kendisinin meseleye müdahele etmemesinin nedenini açıklıyor ve "Uzmanlar Meclisi'nin yetkilerine müdahelede bulunmak istemediği"ni hatırlatıyordu. Evet, İmam'ı yakından tanıyanlar, onun ahdine ve İslam nizamının kanunlarına bağlılık konusunda ne kadar ciddi ve samimi olduğunu bilirler. İslam nizamı mesulleri ve müslüman İran halkının kendisini can-u gönülden sevmesine ve görüşüne öncelik verileceğini bilmesine rağmen İmam -ks- bunca önemli bir konuda bile kanunu çiğnememiş ve meclisi etkileme yoluna gitmemişti.

          Aynı mektupta İmam Humeyni -ks- kendisinin ona ilgi duyduğunu ve bu nedenle de geçmişteki hatalarını tekrarlamamasını ve evini dürüst olmayan kimselerle İslam nizamına muhalif unsurların uğrak yeri haline getirmemesini salık verdiğini vurguluyor, böylece halkın, medrese çevresinin ve nizamın onun fıkhî görüşlerinden faydalanabilmesinin mümkün olabileceğini hatırlatıyordu.

          Bu arada şu noktayı bilhassa hatırlatmakta fayda vadır: İmam Humeyni -ks- Uzmanlar Meclisi'nin Ayetullah Muntazari'yi rehber vekili olarak seçmesi üzerine bu görüşe katılmadığını açıklamamakla kalmamış, onun zaaflarını gidermesi ve hatalarını düzeltmesi için de müşfik bir baba gibi elinden gelen hiçbir yardımı esirgemeyip gelecekte İslam nizamının rehberliği gibi ağır bir vazifeyi üstlenebilmesi için onu hazırlamaya da başlamış; hatta bu gayeyle birçok önemli ve stratejik işi de onun insiyatifine bırakmıştı. Ne var ki "böylesine ağır bir vazifeyi kaldırabilecek güç ve takatten yoksun olduğu" gerçeği daha ilk günlerde kendisini göstermeye başlamıştı. Büro olarak da kullandığı evi, dürüst ve sağlam olmayan insanların uğrak yeri haline geliyordu; karanlık emeller taşıyan bazı odaklar kolaylıkla oraya sızmayı başarmışlardı. Nitekim televizyonda yayınlanan itiraflarında geçmişlerinin ne kadar karanlık olduğu ve ne gibi çirkin emeller taşıdıkları herkesçe görülmüştü. Bu çirkin emelleri taşıyanlar, Ayetullah Muntazari'nin sözkonusu zaafını kullanarak İmam'ın müşfik öğütlerine kulak verilmesini engellediler ve eski gidişatlarında da hiçbir değişikliğe gerek duymadılar. İmam Humeyni -ks- yazılı mesajlar ve ikili görüşmelerde ve unsurlarla irtibatın kesilmesi gerektiğini ve nizamın samimi yetkilileriyle meşverette bulunulmasının faydalı olacağını defalarca hatırlatmış, müşfikçe uyarılarını sürekli tekrarlamıştı.

          İslami İran tarihinin bu olayına dair kritik noktaları kavrayıp bu olayın İmam'ı ne kadar üzmüş olduğunu anlayabilmek ve İmam'ın İslam nizamının maslahatı için özel ve duygusal ilişkilerini nasıl kolayca bir kenara bırakabildiğini görebilmek için onun hş. 21 Ferverdin 1368'de İslamî Şûrâ Meclisi'ne yazmış olduğu resmi mektubun şu cümlelerine dikkat etmek yeterli olacaktır: "Muntazari Bey meselesini gereğince bilmediğinizi ve hadisenin aslından haberiniz olmadığını duydum. Şu kadarını bilmeniz yeter: Meselenin bugünkü boyutlara ulaşmaması için şu ihtiyar babanız iki yıldır bildiri ve mesajlarla elinden geleni yaptı ama ne yazık ki başarılı olamadı"...(94) "... Diğer taraftan, şer'i vazifesi gereği, İslam nizamının muhafazası için gerekli kararın alınması gerekiyordu, binaenaleyh onun elinden içim kan ağlayarak hayatımın mahsulünü İslam ve nizamın maslahatı için berkenar ettim!"(95)

          Böylece İslam nizamının geleceğiyle ilgili son derece tedirginlik verip kaygı uyandıran meselelerden biri daha, rahmetli İmam'ın güçlü insiyatifiyle halledilmiş oluyordu ki, ondan başkasının uhdesinden gelemeyeceği kadar zor ve çetrefilli bir problemdi bu. İmam Humeyni -ks- bu prensibini daha önce de defalarca tekrarlamış ve şöyle demişti:"İnkılab, hiçbir gruba borçlu değildir", "Defalarca açıkladım bunu, ben kimseyle "herşeye rağmen" denilebilecek bir dostluk ahdinde bulunmuş değilim" "Benim dotluğum, muhatabımın yolunun doğruluğuyla orantılıdır." Yine İmam -ks- dînî ilmiye medreselerine gönderdiği meşhur mesajında şöyle diyordu: "Allah da bilir ki kendi şahsım için zerrece özel bir hak ve ayrıcalık veya dokunulmazlık istemiyorum ben... Eğer bir hata işlersem ben de hesap vermeye hazırım..."(96)"
          Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

          Yorum


            Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

            [quote author=ehlibeytin_izinde link=topic=3987.msg63479#msg63479 date=1259795376]
            senin dediklerin kalkınmış da ne olmuş

            nereye kadar kalkmışlar

            soyları tükeniyo bak çare bulamıyorlar... bizlere de enjekte etmeye çalışıyorlar...

            bırak biz de geri kalalım...

            modernizm artık iflas etmiştir insanlıktan aldığı onca şeylere rağmen vereceği hayal bile kalmamıştır. avrupada sokaklarda artık yaşlılar bir değil iki köpekle gezmeye başlamışlardır... moruklardan geçilmiyor yaşama sevinci kalmamış. tıpkı burda sizin özendiğiniz zengin muhitlerinde olduğu gibi...

            hangi ruh kalmıştır bu gün avrupada sizin beğenmediğiiz islam ülkelerinden gidneler, onca özüne yabancılaşmasına rağmen avrupanın insansız kalmaması için son ümittir...
            [/quote]
            Tamamdır be arkadaşım;sen islam dünyasının başıboş bir şekilde üreyip;gelişmiş ülkelerin kanalizasyon ve lağım işlerini yapmaya aday insan yetiştirdikçe;o ülkelerin üremesine gerek kalmaz ki.....Sen de kalabalığını birşey zannedip boş bir gururun mağruru olarak yaşamaya devam et....
            Soyları tükeniyormuş;300 yıllık terane bu...........Hiç de tükenmemiş soyları işte....O size anlatılan şeyler;sizleri bulunduğunuz derinliklere hapsetmek için uydurulmuş şeylerdir...Biraz aklınızı kullanın,yani ''Litübeyyineküm''....Ne dersiniz......

            Yorum


              Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

              Mescid-i Aksa;
              İran;islam nizamının uygulandığı bir ülke mi size göre.......
              Ve de TÜRKİYE CUMHURİYETİ hakkında ne düşünüyorsunuz....
              Bu iki soru her ne kadar belirli bir kişiye sorulmuşsa da;bu forumdakilerin tümüne sorulmuş bir soru olarak algılayıp,herkes kendi cevaplarını verebilir.......

              Yorum


                Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI (*)

                (Kurucu Mecliste Kabul Tarihi : 18.10.1982; Halkoyuna Sunulmak Üzere Tasarının Resmî Gazetede İlanı: 20.10.1982-17844; Kanunun Halkoyu ile Kabul Tarihi: 7.11.1982; Halkoyu Sonucunun Yayımlandığı Resmî Gazete Tarihi: 9.11.1982-17863 Mükerrer)

                Kanun No. : 2709 Kabul Tarihi : 7.11.1982


                BAŞLANGIÇ (Değişik: 23.7.1995-4121/1 md.)

                Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda;

                Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;

                Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;

                Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;

                (Değişik: 3.10.2001-4709/1 md.) Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;

                Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;

                Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;

                FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,

                TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.


                BİRİNCİ KISIM

                Genel Esaslar

                I. Devletin şekli

                MADDE 1. – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

                II. Cumhuriyetin nitelikleri

                MADDE 2. – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

                III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti

                MADDE 3. – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

                Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

                Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.

                Başkenti Ankara’dır.

                IV. Değiştirilemeyecek hükümler

                MADDE 4. – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.


                V. Devletin temel amaç ve görevleri

                MADDE 5. – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

                VI. Egemenlik

                MADDE 6. – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

                Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.

                Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

                VII. Yasama yetkisi
                MADDE 7. – Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.

                Bu Türkiye Cumhuriyeti anayasası.
                Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                Yorum


                  Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                  II. II. Kanunların İslâmîliği:

                  4’üncü madde şöyle der: “Medenî, cezaî, malî, iktisadî, idarî, kültürel, askerî, siyasî ve diğer bütün kanun ve kararlar İslâmî ölçülere dayanmalıdır.”

                  Bu madde kayıtsız şartsız olarak Anayasa’nın bütün maddelerinin ve diğer kanun ve kararların üstündedir. Bu hususun tespiti ve belirlenmesi Denetim Şûrâsı’nın (Şûrâ-i Nigehbân) mensubu olan fakîhlerin uhdesindedir.

                  İslâm İnkılâbı, yeni Anayasa’nın tespiti ile sonuçlandı. Bu anayasanın pek çok maddesinde (örn: 1 ve 2’inci maddeler) devletin İslâmîliğine vurgu yapılmıştır. 2’inci madde bu konuyu şu şekilde tasrih etmektedir:

                  “İslâm Cumhuriyeti:



                  Tek İlah’a (lâ ilahe lallallah) ve egemenlik ile yasama yetkisinin O’na mahsus bulunduğuna ve O’nun emrine uyma gereğine,
                  İlahî vahye ve O’nun kanunlarının açıklanmasındaki temel etkinliğine,
                  Ahirete ve onun insanın Allah’a doğru gelişim çizgisindeki yapıcı etkinliğine,
                  Hilkat (yaradılış) ve yasamada (ilahî kanunların konulması) ilahî adalete,
                  Sürekli İmâmet ve Rehberliğe ve bunun İslâm İnkılâbı’nın sürdürülmesindeki temel etkinliğine,
                  İnsanın yüce saygınlık ve değerine, onun karşısında sorumluluğu ile birlikteki hürriyetine ve imam esasına dayanan bir nizamdır ki
                  a. Gerekli şartları hâiz fakîhlerin Kitap ve Masumlar’ın (as) sünneti esasına dayanan sürekli içtihatları,

                  b. İnsanlığın ileri düzeydeki ilim, fen ve deneylerinden yararlanma ve bunların ilerletilmesi çabası,

                  c. Her türlü zulmün ve zulme boyun eğmenin bertaraf edilmesi yoluyla dürüstlük, adalet ve siyasî, iktisadî, içtimaî ve kültürel bağımsızlığı ve millî dayanışmayı sağlar.

                  Yukarıdaki hususları, aşağıdaki açıklamalar ışığında daha da belirgin kılabiliriz:

                  1. Yasamanın Kökeni:

                  Tanrı, evrenin yaratıcısıdır. Evreni kendi kudreti ve bilgisiyle yaratmıştır. Evrenin salahını ve zararını herkesten daha iyi bilir. Öte yandan, Kur’ânî dünya görüşüne göre, insanoğlu dünya hayatıyla sınırlı bir varlık değildir, ömrünün her ânındaki büyük küçük her davranışı ahiretteki yaşamına etki etmektedir.

                  Eğer insan yaşamındaki kanunlar, insanın ruhî istidatlarına ve çok boyutlu yapısına uygun düşecek şekilde konulmazsa, insan hem bu dünyada hem de ahirette bunun olumsuz sonuçlarıyla yüz yüze gelecektir. Marksizm ve diğer sistemlerin uygulanması, insanın manevî olanaklarının ziyan edilmesi, buna ek olarak toplumsal sömürünün ve zulmün artmasına yol açmıştır. Bütün bu sistemlerin iflası (her ne kadar birbirlerinin zıddı da olsalar) insanoğlunun; toplumun ve ferdin bütün boyutlarını ihata edebilme yetkisinden yoksun olduğunu gösterir. İslâmî bakış açısına göre birey veya toplum Tanrı tarafından insanın hidayeti için gönderilmiş tümel esasları (usûl-i küllî) kabul etmekle mükelleftir. Fakat daha cüzî meselelerinde yine ilahî bir armağan olan akla başvurabilir. Örneğin, İslâm şerîatında hem özel mülkiyet, hem de devlet mülkiyeti meşrû kabul edilmiştir. Kadın ve erkeğin ilişkileri, insanın kerâmetinin ve ailenin bekâsını korunmasını sağlayacak bir dizi kurala bağımlı kılmıştır. Sultacılık ve buna boyun eğme, hem bireysel hem de devletlerarası ilişkilerde yasaklanmıştır. Öğrenim ve öğretim zorunludur. Sağlığı korumaya önem verilir. Can, mal ve omur kutsaldır.

                  Bütün bunlar, İslâmî hükümler arasında yer alırlar. Ama ilahî hükümlerin hâkim olması demek, insanın ihtiyaç duyduğu her şeyin, meselâ kalkınma plânlarının, ülke bütçesinin fıkıhta mevcut olması anlamına gelmez. Bu konularda, insanın maddî ve manevî hedeflerine ulaşmasına sağlayacak şekilde düzenlemelerde bulunma yetkisi, insanın kendi elindedir. Elbette bu çaba, dinin velev ki çoğunluğun onayına elde etmiş olsun, ahlâka mugâyir davranışların kabulünü reddeder. Ayrıca bizden, zâlimlerin halkın kaderine tasallut ederek, ahlâkî, ekonomik, sanatsal ve ilmî rüştlerine engel olmalarına karşı çıkmamızı ister.
                  Bu da İran İslam Cumhuriyeti Anayasası.

                  İkisini de iyi oku varsa biraz izanınınız ve vicdanınız görürsünüz.


                  Faizini, içkinin, zinanın serbest olduğu ve kurumlarının olduğu ve o haramlarla ilgili yasaların çıkarıldığı bir ülke mi islam ülkesi?

                  Yoksa İslamın yasakladığı her şeyin yasak olduğu, kanunların İslam kanunları olduğu bir ülke mi islam ülkesi?

                  Araf Suresi Ayet 169

                  7:169 - Derken kitabı (Tevrat'ı) miras alan bozuk bir nesil bunların yerini aldı. Bize nasıl olsa mağfiret edilecek diyerek, şu alçak dünya malını alıyorlar, yine onun gibi bir mal ve rüşvet gelse onu da alırlar. Allah'a karşı haktan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden o kitabın hükmü üzere misak alınmamış mıydı? Ve onun içindekileri okuyup öğrenmemişler miydi? Oysa ahiret yurdu Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?
                  Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                  Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                  Yorum


                    Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                    [quote author=Mehmet UFUKALP link=topic=3987.msg64156#msg64156 date=1260170631]
                    TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI (*)

                    (Kurucu Mecliste Kabul Tarihi : 18.10.1982; Halkoyuna Sunulmak Üzere Tasarının Resmî Gazetede İlanı: 20.10.1982-17844; Kanunun Halkoyu ile Kabul Tarihi: 7.11.1982; Halkoyu Sonucunun Yayımlandığı Resmî Gazete Tarihi: 9.11.1982-17863 Mükerrer)

                    Kanun No. : 2709 Kabul Tarihi : 7.11.1982


                    BAŞLANGIÇ (Değişik: 23.7.1995-4121/1 md.)

                    Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda;

                    Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;

                    Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;

                    Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;

                    (Değişik: 3.10.2001-4709/1 md.) Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;

                    Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;

                    Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;

                    FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,

                    TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.


                    BİRİNCİ KISIM

                    Genel Esaslar

                    I. Devletin şekli

                    MADDE 1. – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

                    II. Cumhuriyetin nitelikleri

                    MADDE 2. – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

                    III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti

                    MADDE 3. – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

                    Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

                    Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.

                    Başkenti Ankara’dır.

                    IV. Değiştirilemeyecek hükümler

                    MADDE 4. – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.


                    V. Devletin temel amaç ve görevleri

                    MADDE 5. – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

                    VI. Egemenlik

                    MADDE 6. – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

                    Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.

                    Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

                    VII. Yasama yetkisi
                    MADDE 7. – Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.

                    Bu Türkiye Cumhuriyeti anayasası.

                    [/quote]


                    [quote author=Mehmet UFUKALP link=topic=3987.msg64157#msg64157 date=1260171051]
                    II. II. Kanunların İslâmîliği:

                    4’üncü madde şöyle der: “Medenî, cezaî, malî, iktisadî, idarî, kültürel, askerî, siyasî ve diğer bütün kanun ve kararlar İslâmî ölçülere dayanmalıdır.”

                    Bu madde kayıtsız şartsız olarak Anayasa’nın bütün maddelerinin ve diğer kanun ve kararların üstündedir. Bu hususun tespiti ve belirlenmesi Denetim Şûrâsı’nın (Şûrâ-i Nigehbân) mensubu olan fakîhlerin uhdesindedir.

                    İslâm İnkılâbı, yeni Anayasa’nın tespiti ile sonuçlandı. Bu anayasanın pek çok maddesinde (örn: 1 ve 2’inci maddeler) devletin İslâmîliğine vurgu yapılmıştır. 2’inci madde bu konuyu şu şekilde tasrih etmektedir:

                    “İslâm Cumhuriyeti:



                    Tek İlah’a (lâ ilahe lallallah) ve egemenlik ile yasama yetkisinin O’na mahsus bulunduğuna ve O’nun emrine uyma gereğine,
                    İlahî vahye ve O’nun kanunlarının açıklanmasındaki temel etkinliğine,
                    Ahirete ve onun insanın Allah’a doğru gelişim çizgisindeki yapıcı etkinliğine,
                    Hilkat (yaradılış) ve yasamada (ilahî kanunların konulması) ilahî adalete,
                    Sürekli İmâmet ve Rehberliğe ve bunun İslâm İnkılâbı’nın sürdürülmesindeki temel etkinliğine,
                    İnsanın yüce saygınlık ve değerine, onun karşısında sorumluluğu ile birlikteki hürriyetine ve imam esasına dayanan bir nizamdır ki
                    a. Gerekli şartları hâiz fakîhlerin Kitap ve Masumlar’ın (as) sünneti esasına dayanan sürekli içtihatları,

                    b. İnsanlığın ileri düzeydeki ilim, fen ve deneylerinden yararlanma ve bunların ilerletilmesi çabası,

                    c. Her türlü zulmün ve zulme boyun eğmenin bertaraf edilmesi yoluyla dürüstlük, adalet ve siyasî, iktisadî, içtimaî ve kültürel bağımsızlığı ve millî dayanışmayı sağlar.

                    Yukarıdaki hususları, aşağıdaki açıklamalar ışığında daha da belirgin kılabiliriz:

                    1. Yasamanın Kökeni:

                    Tanrı, evrenin yaratıcısıdır. Evreni kendi kudreti ve bilgisiyle yaratmıştır. Evrenin salahını ve zararını herkesten daha iyi bilir. Öte yandan, Kur’ânî dünya görüşüne göre, insanoğlu dünya hayatıyla sınırlı bir varlık değildir, ömrünün her ânındaki büyük küçük her davranışı ahiretteki yaşamına etki etmektedir.

                    Eğer insan yaşamındaki kanunlar, insanın ruhî istidatlarına ve çok boyutlu yapısına uygun düşecek şekilde konulmazsa, insan hem bu dünyada hem de ahirette bunun olumsuz sonuçlarıyla yüz yüze gelecektir. Marksizm ve diğer sistemlerin uygulanması, insanın manevî olanaklarının ziyan edilmesi, buna ek olarak toplumsal sömürünün ve zulmün artmasına yol açmıştır. Bütün bu sistemlerin iflası (her ne kadar birbirlerinin zıddı da olsalar) insanoğlunun; toplumun ve ferdin bütün boyutlarını ihata edebilme yetkisinden yoksun olduğunu gösterir. İslâmî bakış açısına göre birey veya toplum Tanrı tarafından insanın hidayeti için gönderilmiş tümel esasları (usûl-i küllî) kabul etmekle mükelleftir. Fakat daha cüzî meselelerinde yine ilahî bir armağan olan akla başvurabilir. Örneğin, İslâm şerîatında hem özel mülkiyet, hem de devlet mülkiyeti meşrû kabul edilmiştir. Kadın ve erkeğin ilişkileri, insanın kerâmetinin ve ailenin bekâsını korunmasını sağlayacak bir dizi kurala bağımlı kılmıştır. Sultacılık ve buna boyun eğme, hem bireysel hem de devletlerarası ilişkilerde yasaklanmıştır. Öğrenim ve öğretim zorunludur. Sağlığı korumaya önem verilir. Can, mal ve omur kutsaldır.

                    Bütün bunlar, İslâmî hükümler arasında yer alırlar. Ama ilahî hükümlerin hâkim olması demek, insanın ihtiyaç duyduğu her şeyin, meselâ kalkınma plânlarının, ülke bütçesinin fıkıhta mevcut olması anlamına gelmez. Bu konularda, insanın maddî ve manevî hedeflerine ulaşmasına sağlayacak şekilde düzenlemelerde bulunma yetkisi, insanın kendi elindedir. Elbette bu çaba, dinin velev ki çoğunluğun onayına elde etmiş olsun, ahlâka mugâyir davranışların kabulünü reddeder. Ayrıca bizden, zâlimlerin halkın kaderine tasallut ederek, ahlâkî, ekonomik, sanatsal ve ilmî rüştlerine engel olmalarına karşı çıkmamızı ister.
                    Bu da İran İslam Cumhuriyeti Anayasası.

                    İkisini de iyi oku varsa biraz izanınınız ve vicdanınız görürsünüz.


                    Faizini, içkinin, zinanın serbest olduğu ve kurumlarının olduğu ve o haramlarla ilgili yasaların çıkarıldığı bir ülke mi islam ülkesi?

                    Yoksa İslamın yasakladığı her şeyin yasak olduğu, kanunların İslam kanunları olduğu bir ülke mi islam ülkesi?

                    Araf Suresi Ayet 169

                    7:169 - Derken kitabı (Tevrat'ı) miras alan bozuk bir nesil bunların yerini aldı. Bize nasıl olsa mağfiret edilecek diyerek, şu alçak dünya malını alıyorlar, yine onun gibi bir mal ve rüşvet gelse onu da alırlar. Allah'a karşı haktan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden o kitabın hükmü üzere misak alınmamış mıydı? Ve onun içindekileri okuyup öğrenmemişler miydi? Oysa ahiret yurdu Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?
                    [/quote]

                    durum gerçekten de çok açıktır. ama cahil halktan hep gizlenen bir gerçek daha vardır:

                    İslam inkılabı teokratik yani tek varlığın (oysa bu varlığın Allah olduğunu da hep gizlerler) egemenliğine dayalı sistem olarak laik demokrat cumhuriyetleri ise halk egemenliğine dayalı sistem olarak tanıtırlar. ama anayasanın en tepesine, falanca kişinin görüşleri ve çizdiği sınırlar anlayış doğrultusunda maddesini koyarlar. tüm yasalar ve anayasa bir kişini görüşleri doğrultusunda yapılmak zorundaysa o zaman bu da bir teokratik yönetim olmuyor mu?

                    Yorum


                      Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                      durum gerçekten de çok açıktır. ama cahil halktan hep gizlenen bir gerçek daha vardır:

                      İslam inkılabı teokratik yani tek varlığın (oysa bu varlığın Allah olduğunu da hep gizlerler) egemenliğine dayalı sistem olarak laik demokrat cumhuriyetleri ise halk egemenliğine dayalı sistem olarak tanıtırlar. ama anayasanın en tepesine, falanca kişinin görüşleri ve çizdiği sınırlar anlayış doğrultusunda maddesini koyarlar. tüm yasalar ve anayasa bir kişini görüşleri doğrultusunda yapılmak zorundaysa o zaman bu da bir teokratik yönetim olmuyor mu?

                      Yasama, Yürütme ve Yargıda İlahi hükümlerin, islam hukukunun esas alındığı bir devlete İslam devleti denir ki İran İslam Cumhuriyeti böyledir.

                      EDİT
                      Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                      Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                      Yorum


                        Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                        "Daha önce de belirttiğimiz gibi İmam'ın -ks- ömrünün son dönemlerindeki konuşma ve mesajlarıyla, daha önceki konuşma ve mesajları pek farklıdır; onun son dönemlerindeki bütün konuşma ve mesajları kendisinden sonraki zaman dilimlerine de önem verdiğini ve zamanın o dönemleri için de sorumluluk hissettiğini göstermektedir. İmam'ın -ks- daha önceki konuşma ve mesajları genellikle İslami İran milleti ve yöneticilerine yol gösterme ve İran'ın iç meseleleriyle İslam dünyasının problemleri çevresinde şekillenirken son dönemlerdeki mesaj ve konuşmalarında daha ziyade geçmişle şimdiki zamanın birlikte bir değerlendirmesini yapıp bunun ışığında geleceğin panoramasını çizmekte ve gelecekteki sorumluluklar karşısında bütün müslümanların vazifelerinin ne olduğu ve nasıl davranılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Başka bir deyişle Allah'ın bu has evliyası, ebedî dosta kavuşma vaktinin gelip çattığını hissetmekteydi. Bu nedenle de onun İslâmî hareketinin temellerini oluşturan değer, ülkü ve gayeleri son bir kez daha önemle hatırlatıyor, İran İslam Cumhuriyeti nizamıyla cihanşumül İslam inkılabının birincilleriyle vazgeçilmez prensip, gaye ve ilkelerini tekrar vurgulamayı gerekli görüyordu.

                        İmam Humeyni -ks- bu değerlendirmelerinde İran'ın iç yapısı ve dünya sathındaki son yapılanma şekillenmeleri ele almakta, çağdaş dünyaya egemen güçlerin durum, yapı ve geleceklerini incelemekte, gelecek nesillere fevkalâde yardımcı olarak ne yapılması gerektiğini öğretmekte ve artık kendisinin aralarında bulunmayacağı yarınlarda her kesim ve sınıfa düşen vazifelerin ne olduğunu açıklamaktadır.

                        İmam Humeyni -ks- vefatından yıllar önce, hş. 26 Behmen 1361'de (1983'te) yazmış olduğu tafsilatlı siyasi-ilahi vasiyetnamesini bu gayeyle hazırlamıştır işte. Bugüne değin çeşitli dillere çevrilip basılmış bulunan bu muazzam vasiyetname (97) İmam'ın ölümsüz mesajını, onun inanç, ülkü ve ideallerini ihtiva etmekte ve onun çizgisine inananlara tavsiye ve öğütlerini iletmektedir. Böylesine geniş ve teferruatlı olup bütün meseleler karşısında duyarlı, İslam dünyası ve her kesime ait müslümanların tamamına hitab edip herkes için gerekli tavsiye ve öğütleri kapsayan bir vasiyetname İslam alemi fakihleri ve müçtehidlerinin tarihinde gerçekten eşsiz ve benzersizdir. İmam'ın mesuliyet bilinci ve sorumluluk sahasının şaşırtıcı ufuklarını göstermesi açısından bu vasiyetname bir belgeseldir de aynı zamanda.

                        İmam Humeyni'nin -ks- son mesaj ve öğütleri bu vasiyetnamede belirttiği değerler ve değindiği siyasi, ahlaki ve sosyal prensiplerdir aslında. Bu son mesajların başlıca önemli boyutlarından biri de, İmam'ın müslümanların dikkatini İslam konusunda iki zıt algı ve değerlendirmeye çekmiş olmasıdır. İmam, ister İslam ister diğer ilahi dinler olsun; bütün dinlerin ilk dönemlerden günümüze kadar daima iki farklı ve zıt çehreyle insanlara takdim edilmiş olduğu inancındaydı ki sayısız tarihi belgeler, onun bu tespitinde ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu: Bir yanda dinadamı kılığına bürünmüş sahtekarların takdim ve tavsiye ettiği ve egemen zalim güçlerle sömürü zihniyetli iktidarların tahrif edip saptırdığı bir din ve İslam; diğer yanda da bu sahte İslamın karşısında yeralan ve tarih boyunca mücahitlerin kanıyla ayakta durup gerçek evliya ve alimlerin yorulmak bilmez samimi çalışmalarıyla her nevi sapma, tahrif ve hurafeden uzak tutularak korunan gerçek din ve gerçek İslam vardır. İslam toplumunu harekete geçirme konusunda İmam'ın -ks- gösterdiği başarının bir sırrı da bu zıtlaşmaya sürekli değinmesi ve bu iki zıt ekolün özellik ve neticelerini doğru ölçülerle değerlendirebilmiş olmasıdır.

                        İmam Humeyni -ks- bu tarihi hakikatin gereğince bilinip anlaşılmamasının İslam ülkelerine sömürünün sızmasına yol açtığını ve müslümanların kendi kimlikleriyle parlak kültür, geçmiş ve medeniyetlerinden uzak düşmesine neden olduğu inancındadır; bu da müslümanların bugünkü üzücü konuma düşmesiyle sonuçlanmış ve geçmişte sloganı "İslam yükselecek ve galip olacaktır, hiçbirşey ona üst gelemez, hiçbirşey İslamdan daha üstün olamaz" olan (98) ve "Allah Teala, kafirlerin müminlere üst gelmesi için hiçbir yol yordam göstermiş değildir" (99) buyruğunu şiar edinmiş insanların torunları bugün kendi ülkelerinin toprak bütünlüğünün korunmasını bile kafirlerle müşriklerden umacak ve kendi düşmanından merhamet dilenecek hale düşmüştür."
                        Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

                        Yorum


                          Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                          "İmam, ister İslam ister diğer ilahi dinler olsun; bütün dinlerin ilk dönemlerden günümüze kadar daima iki farklı ve zıt çehreyle insanlara takdim edilmiş olduğu inancındaydı ki sayısız tarihi belgeler, onun bu tespitinde ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu: Bir yanda dinadamı kılığına bürünmüş sahtekarların takdim ve tavsiye ettiği ve egemen zalim güçlerle sömürü zihniyetli iktidarların tahrif edip saptırdığı bir din ve İslam; diğer yanda da bu sahte İslamın karşısında yeralan ve tarih boyunca mücahitlerin kanıyla ayakta durup gerçek evliya ve alimlerin yorulmak bilmez samimi çalışmalarıyla her nevi sapma, tahrif ve hurafeden uzak tutularak korunan gerçek din ve gerçek İslam vardır. İslam toplumunu harekete geçirme konusunda İmam'ın -ks- gösterdiği başarının bir sırrı da bu zıtlaşmaya sürekli değinmesi ve bu iki zıt ekolün özellik ve neticelerini doğru ölçülerle değerlendirebilmiş olmasıdır."

                          Araf suresi:
                          175. Onlara o herifin kıssasını da anlat ki, ona ayetlerimizi vermiştik, ama o, onlardan sıyrılıp çıktı, derken onu, şeytan arkasına taktı da yolunu şaşırmışlardan oldu.

                          176. Eğer dileseydik Biz onu ayetlerle yükseltirdik, fakat o, yere alçaklığa saplandı ve hevasının ardına düştü. Artık onun hali, o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan dilini sarkıtıp solur! İşte böyledir ayetlerimizi inkar eden o kimselerin durumu; kıssayı kendilerine bir naklet, belki biraz düşünürler.

                          177. Ne kötü misaldir ayetlerimizi yalanlayan ve sırf kendilerine zulmeden o kavmin durumu!

                          178. Allah kime hidayet ederse, o doğru yolu bulur; kimi de saptırırsa, hüsrana düşenler de işte onlardır.


                          İşte bu yüzden hasretimizin yandığı Hz. İmam Humeyni (k.s.) din adamları üzerinde çok duruyordu. çünkü sahte din adamının, zalim iktidarlarla işbirliği sonucu yapabileceği tahribatı hiç bir ordu yapamaz, hiç bir aç kurt sahipsiz koyunlara yapamaz...

                          Ayetlerde bahsi geçen ve Resul s.a.a.'ten hikayesi anlatılması istenen kişi Musa a.s. zamanında yaşayan Bel'am İbn Bauradır. Rivayetlere göre Bel'am bir din adamıydı. çok takvalı görünür ihlaslı yaşar biri idi. öyle ki İsmi azam duası biliyor ve ettiği dualar geri çevrilmiyordu.

                          Ancak Musa a.s. Firavn'un tanrılık iddiasına karşı durup Tek Allah'ın hükümranlığını, egemenliğini tebliğ edince, Peygambere uyması beklenen bu tip, ne yazık ki Firavun'un yanında yer aldı. Halka Firavn düzeninin dinle çelişmediğini dinin alanının farklı olduğunu, Firavn'un kötü biri olmadığını anlatıyordu. böylece dini kullanarak kitleleri sömürü ve Allah'a zıt kanunlarla yöneten zulüm düzeni karşısında uyuşturuyor ilgisizleştiriyor, gündemlerini bozuyor ve isyan damarlarını bir bir kesiyordu.

                          Ayette buna işaret edilir. Bel'am'ın Allah'tan aldığı bilgilere sahip olduğunu, oysa dünya nimetleri karşılığında bunlarla yükselmeyi değil alçalmayı tercih ettiğini anlatıyor. onun toplum üzerindeki etkisi korkunçtur. nasıl kuduz köpek bir canlıyı ısırdığında kuduz mikrobu ona geçer ve böylece onun tüm vücudunu etkisi altına alırsa, tağutların çanaklarını yalayan, kemilerini somuran, sahte, kapı kulu hocaları, (tv ve şanseverler) da bu etkiyi yapar toplumlar üzerinde. dindar insanları kandırırlar. çünkü toplumların büyük çoğunluğu dindardırlar. çoğu namaz kılarlar. tv gazete gibi her önüne çıkana inanmazlar. ama camide duydukları bir cümleyi sanki ayetmiş gibi hiç unutmazlar. işte onların kandırılabileceği tek yer camidir bu durumda. tağuta bağlı camide bel'am tipli sahte zalim işbirlikçisi din adamları. ya da dindar gazete köşeyazarları.. ya da okullardaki sahte din anlatan din adamları...

                          onlarla tartışamazsınız, sizden dha iyi bilirler.. hep iyilik yaparlar! isterler. onlar olmasa o koltukları hep zalimler dolduracaktır.. üzerlerine varmasanız da yapacaklarını yapar dilini sarkıtıp solurlar...

                          Kimi insan var ki, dünya hayatı ile ilgili konuşması hoşunuza gider ve en amansız düşman olduğu halde kalbindeki duyguların samimi olduğuna Allah'ı şahit gösterir. bakara 204

                          Yorum


                            Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                            "Amerikancı islam" ve "Muhammedî öz islam"

                            İmam Humeyni bu çağda İslama getirilen iki yorum ve iki zıt değerlendirmeyi "Amerikancı İslam" ve "Muhammedî Öz İslam" şeklinde isimlendirmektedir. Kur'an ve hz. Resulullah'ın -saa- sosyal ve siyasi sorumluluklara dair buyruklarının görmezden gelindiği ve iyiliği emredip kötülüğü engelleme, cihad, İslamî adalet, sosyal ve ekonomik ilkeleri belirleyen hükümlerin kulak ardı edilip müslümanların kendi kaderlerini belirlemelerine izin verilmediği ve "dinle siyaset birbirinden ayrıdır" yalanıyla dini salt birtakım ahlâki ve manevi şeylerden ibaret gibi gösterip bunları da gerçek anlam, felsefe ve özlerinden soyutlayarak takdim etmek şeklinde anlaşıldığı bir İslam, ancak İslam düşmanlarının işine yarayan özü ve ruhu dumura uğratılmış bulunan ve onların ekmeğine yağ süren "Amerikancı İslam"dır ki Amerika'yla kuklalarının yozlaştırarak takdim ettiği İslamdır bu.

                            Rahmetli İmam'ın -ks- bu düşünceleri, İslam ülkelerinin bugünkü halini gösteren birçok tarihi ve sosyal gerçekler ve acı belgelerle ispatlanmış hakikatlerdi. İmam'a göre çağdaş sömürü düzeni bütün başarısını, geçmişteki sömürü çalışmalarına borçluydu. Geçmişte İslam ülkelerine gönderdikleri hırıstiyan ve yahudi musyonerler vasıtasıyla İslamı değiştiremeyen veya müslümanları dinlerinden çıkarmaya muvaffak olamayan sömürü odakları bu tecrübeyi tekrarlamayarak; İslamı özünden ve ruhundan soyutlama yöntemini tercih ettiler ve yüce İslamı, ruhsuz ve aktivitesiz bir dine dönüştürmüş oldular. Böylece İslamı kendi içinden kurt gibi kemirerek koflaştıran bu ihanet girişimlerinin acı neticesi bugün açıkça gözler önündedir: Bugün İslam ülkelerinin çoğunun kanun ve hukuk düzenlemeleri, yargı ve adalet sistemleri batının materyalist ve laik ilkelerinden iktibas edilmiş olup vahy ve bi'set esaslarına dayalı bulunmayan prensiplerden kaynaklanmaktadır. Amerikancı İslam, batının herze ve laubali kültürünün olanca ahlaksızlıklarıyla İslam toplumlarına sızmasına izin vermekte, müslüman neslin özünü ve kimliği için ciddi tehdidler oluşturmaktadır. Yine bu Amerikan İslamıdır ki göbeğinden ecnebilere bağlı bulunan hükumetlerin işbaşına gelmesini sağlamakta ve bazen İslam, bazen laiklik, bazen de demokrasi ve hümanizm gibi isimler altında müslüman halkın karşısına dikilmekte, ezanı yasaklamakta, okulları kapatmakta, başörtüsüne müdahele etmekte, müslümanların dinî inanç ve mukaddesatlarına saldırma cür'eti göstermekte, hatta bunlarla da yetinmeyerek İslamın yeminli düşmanları olan Amerika ve İsrail'le de her çeşit anlaşma yapıp müslüman halk adına her çeşit ihanet ve satılmışlığa imza atabilmektedirler.

                            İmam Humeyni -ks- son mesajlarında bu noktaya çok sarih bir şekilde değinmekte ve insanoğlunun mevcut çıkmazlardan kurtulabilmesinin tek yolunun din çağına dönmek ve dine gönülden inanmak olduğunu vurgulayarak müslüman ülkelerin hal-i hazırdaki esef verici durumlarından kurtulabilmelerinin yegane yolunun kendi öz benliklerini bulup Muhammedî Öz İslam etrafında kenetlenmek ve şirk dünyasından kimliğini bulmak olduğunu hatırlatmaktaydı."
                            Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

                            Yorum


                              Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                              "İmam Humeyni'nin -ks- İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?

                              İmam Humeyni'nin -ks- siyasi hayatını incelediğimiz bu özet eserin sonlarına yaklaşırken, tarihe şerefle imzasını atmış bulunan bu nadide mümin ve hak evliyaullahın inanç ideal ve hedeflerine de kısaca gözatmakta fayda vardır (100) Böylesine nadide bir kişiliğin inanç ve ideallerini etraflıca inceleyebilmek için en azından onun pratik hayatı ve bütün konuşmalarıyla yazılı ve basılı eserlerini mütalaa etmek gerekiyorsa da biz bu özet eserde İmam'ın bu boyutlarına da kısaca değinmeye çalışacağız.

                              İmam Humeyni -ks- hayatını Yüce Rabbinin rızasına adamış bir mümindi; onun yaşam, inanç ve düşüncesine şekil veren etkenler Kur'an ve Resulullah'ın -saa- sünnetiyle, bu sünneti en mükemmel ve bozulmamış öz haliyle yaşatabilen Eh-i Beyt-i Resulullah'ın -saa- yolu-yordamıydı. İmam Humeyni -ks- hangi ırk, mezhep ve düşünceye sahip olursa olsun, Allah ve Resulü'ne inanıp Ka'be'yi kıble olarak bilen bütün müslümanların samimiyetle elele verip birlik ve vahdet içinde olmaları gerektiği inancındaydı; bütün müslümanlar elele verip kenetlenmeli ve İslam düşmanı sömürü güçlerinin karşısına dikilmeliydi. İmam'ın konuşma, yazı ve mesajlarının önemli bir bölümü, dünya müslümanlarını vahdet, birlik ve beraberliğe çağıran mazmunlar oluşturur.

                              İmam Humeyni -ks- müslümanlar arasında ihtilaf yaratıp saflarının gevşemesine neden ve sömürücülerin ekmeğine yağ sürecek olan hiçbir girişimi câiz bulmuyordu. Kendisine has muazzam fetvaları, hz. Resulullah'ın -saa- doğum günü münasebetiyle vahdet haftası ilanında bulunup ard arda mesajlar yayınlayarak şîasıyla, sünnisiyle tüm müslümanları birleşmeye çağırması ve sünni - şii birliğinin pratik imkanlarını bilfiil öğretmesi, bütün hayatı boyunca sünni-şii ayrılığını körükleyen girişimlerin karşısına dikilmesi onu tüm dünya müslümanlarının sevgilisi haline getirmişti.

                              Eşi ve ortağı bulunmayan biricik Yaratıcı'ya -cc- inanmak, hz. Muhammed'in -saa- son peygamber olduğuna ve Kur'an-ı Mecid'in insanlığa ebediyen yol gösterebilecek hidayet kitabı ve kanunlar bütünü olarak indiğine iman etmek ve İslam dininin namaz, oruç, hacc, zekat ve cihad gibi vazgeçilmez hükümlerine iman ve amelde bulunmak, İslam düşmanları karşısında bütün müslümanların birleşip kenetlenmesini sağlamaya yetecek eksenler ve müştereklerdi.

                              İmam Humeyni'nin -ks- ıslahçı kıyam ve mesajları sadece İran'a veya diğer İslam ülkelerine yönelik değildi. O, bütün insanların yaradılış ve fıtratının tevhid, şeref, hayra ve hakikate yönelme ve adalet arama gibi insânî prensiplerle yoğrulmuş olduğunu bildiğinden, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve bireylerin kendi kötü nefislerinin şeytanıyla dış çevrenin şeytanîliklerine karşı durabilmeyi becermesi halinde bütün insanların Allah'a inanma ve gerçek ilahi adaletin gölgesinde yaşama yolunu tercih edeceklerine inanmadaydı. Bu nedenle de İmam Humeyni -ks- yayınladığı mesajların çoğunda, esaret halinde bulunan 3. dünya ülkeleriyle dünya mustaz'aflarını müstekbirler ve sultacı egemenlere karşı başkaldırıp kıyama davet eder. Nitekim İran'da İslam inkılabının zafer kazandığı ilk günlerden itibaren İmam bu görüşünü yüksek sesle açıklamakta ve "dünya mustazaflar partisi"nin bir an önce kurulması gerektiğini vurgulayarak bu görüşü can-u gönülden savunmaktaydı. Nitekim "dünya kurtuluş ve bağımsızlık hareketleri"nin ilk uluslararası oturumu, İmam'ın -ks- insiyatifiyle ve onun zamanında İslami İran'da gerçekleşecekti.

                              İmam Humeyni -ks- İslam inkılabının Amerika, batı ve eski Sovyetler'in başındaki sultacı ve zorba iktidarlarla bu müstekbir egemenlere düşman olduğunu ama bu ülkelerdeki zulüm sistemlerinin pençesinde kıvranan millet ve halklarla hiçbir alıp-veremediğinin bulunmadığını, çünkü bizzat o milletlerin de başlarındaki mezkur sultacı yönetimlerin kurbanları olduklarını vurguluyordu daima. İmam Humeyni'nin -ks- birinci slogani "Zalimle savaşmak ve mazluma yardımcı olmak"tı: "Biz, ne kimseye zulmeder, ne de kimsenin zulmüne boyun eğeriz!"(101)."
                              Yezid,bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;Peygamberin evlatlarının kanını akıtmak ve Ehl-i Beyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamberin huzuruna çıkacaksın.Ogün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır.

                              Yorum


                                Ynt: Çağımızın Put Kıranı İmam Humeyni(ra)

                                İmam Humeyni(ra)’nin Bilinmeyen Yönü
                                03 Şubat 2008, 12:29
                                Tarihte iz bırakmış nadir insanlar vardır; bazen yaptıkları hizmetler ve insanlığa sunduğu yeniliklerle anılırlar, bazen ise insanlığa yapmış oldukları zulüm, baskı, katliam ve ihanetle isimlerini tarihin karanlık sayfalarına yazdırırlar.

                                İslami toplumlarda, insanlığa hizmet etmiş, toplumların uyanmalarını sağlamış, hakka yönelmelerinde kitleleri harekete geçirmiş, fikir ve düşünceleriyle dünyaya yenilikler getirmiş şahsiyetler, “zamanın müceddidi”, “asrın müceddidi” olarak adlandırılır. Toplumun tabiriyle zamanın müceddidi olarak tanıtılan bu şahsiyetlerin getirdiklerine, yeniliklerine bakıldığında her birisinin belli alanlarda olduğu görülmektedir; bazıları sosyoloji alanında , bazıları ahlak ve maneviyat alanında, bazıları siyaset ve mücadele alanında. Ama insan toplumunun ihtiyaç duyduğu alanların hepsinde fikir ve düşünce üretebilecek düzeyde olmadıkları görülmektedir.

                                Asrımıza ve geleceğe damgasını vurmuş ve vuracak şahsiyetlerden birisi kuşkusuz İmam Humeyni’dir (r.a). Dünya onu siyasi kimliği ve devrimci ruhu ile tanıdı, hala da kişiliğinin o yönüyle tanımaktadır. İslami bir liderin sahip olması gereken bu özelliklere sahip İmam Humeyni (r.a) zamanın müceddidi olmaya tek adaydır ama alışa gelmiş müceddidler gibi tek yönlü değil bilakis siyaset, ilim, ahlak, maneviyat ve sosyoloji alanlarında; siyasetci, devrimci, islam bilimadamı, sosyolog, müfessir, fakih ve rehber olma özelliğini taşıyan tek kişi olarak tarihe adını yazdırmıştır. İmam Humeyni’nin (r.a) gerçekleştirmiş olduğu inkilabı, siyasi bir devrim olarak, bir rejim değişikliğinde özetlemek büyük bir yanılgı olur. Onun yapmış olduğu en büyük devrim ve yenilik, bütün diğer alandaki devrim ve inkilabların temelini oluşturan Fıkıh ve dini anlayışın oluşmasında etkili olan içtihatta yapmış olduğu devrim ve yenilikdir. İşte İmam Humeyni’nin (r.a) tanınamayan yönlerinden birisi budur. Bu yakın zamanda da tanınamayacak gibi görünüyor. İmam Humeyni (r.a) ve İçtihad İslam dünyası, tarih boyunca görmediği bir “fıkhi içtihada” şahid olmaktadır; ferdi, içtimai, ekonomik, siyasi, medeni ve ceza hukuku, uluslararası ilişkiler, hükümet ve devlet sistemi gibi dinin, insanın toplumsal hayatına yansımasında ihtiyaç duyduğu konuların bütününü kapsayan bir içtihad mekanizmasının işlevliği everensel bir duruma getirildi. İmam Humeyni (r.a) açısından içtihadın, vacid-i kifayi olması ve içtihad kaynaklarının; Kur’an, Sünnet, İcma ve Akıl olduğunda diğer islam müctehidleriyle hiç bir fark görülmemektedir. Aynı şekilde İmam Humeyni (r.a) diğer müctehidler gibi İstihsanı, öncekilerin şeriat anlayışlarını, sahabenin takip ettikleri yolları fıkhi içtihatta dini kaynak olarak görmemiş, içtihadda kıyas, temsil, teşbih gibi yollardan uzak durmuştur.

                                http://www.islamidavet.com/imam-hume...eyen-yonu.html
                                Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                                Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...